Brezilya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Brezilya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Kasım 2022 Çarşamba

Viva Lula

 

Viva Lula

Mustafa Durmuş

1 Kasım 2022


İşçi Partisi adayı Lula da Silva, mevcut Başkan Bolsonaro’dan 2 milyondan daha fazla oy alarak ikinci turda Brezilya Başkanlık seçimini yüzde 50,9 ile kazandı.

Lula bu başarıyı polisin halkın sandığa gitmesini engelleme ve yoğun korkutma çabalarına rağmen elde etti.

Öte yandan, Bolsonaro’nun yenilgisi önemli ama onun toprak sahipleri, Evanjelik Hıristiyanlar ve küçük burjuva küçük iş adamlarından oluşturduğu koalisyon hala güçlü bir biçimde sürüyor ve bu koalisyon hali hazırda en büyük üç eyaletin valiliklerini kontrol ediyor. Dahası Lula'nın Sol Koalisyonu Kongre'de azınlık konumunda.

Buna rağmen Brezilya halkı seçimini yaptı. Öyle ki Başkanlık Seçimi sonuçları  “Brezilyalıların korku ve nefret yerine umudu seçmeleri” olarak değerlendiriliyor.

Lula, zafer konuşmasında: “Brezilya benim davam, insanlar benim davam ve yoksullukla mücadele hayatımın sonuna kadar yaşama sebebim. Brezilya'ya ve Brezilya halkına çok iyi bakacağız. Barıştan, sevgiden ve umuttan oluşan yeni bir dönemi inşa edeceğiz. Bu dönem Brezilya halkının bir kez daha hayal kurma hakkına sahip olacağı ve hayal ettiği her şeyi gerçekleştirme fırsatlarına sahip olacağı bir dönem olacak”, dedi.

Daha önce de Başkanlık yapan, ancak bir kumpasla 2018 yılında seçime girmesi engellenen Lula’yı Brezilya halklarının tekrar seçmesinin haklı nedenleri var.

Çünkü onun başkanlığı döneminde, ülkede, 20 yıldan fazla süren derin ekonomik sıkıntı büyük ölçüde sona erdirildi, istihdam arttı, reel ücretler yükseltildi ve mutlak yoksulluk azaldı.

Mevcut faşist Başkan Bolsonaro ise, ülkedeki azınlıklara, yerlilere, kadınlara, LGBTİ bireylere, solculara,  sendikalara karşı şiddet uygulamış, askeri diktatörlüğü ve işkenceyi övmüş ve Covid-19 salgını sırasında almadığı tedbirler yüzünden yüzbinlerce Brezilyalının ölümüne neden olmuştu.

Ünlü Amerikalı tarihçi H. Zinn’in söylediği gibi, “dünya halklarının tarihi sadece kötülüklerin, zulmün ve umutsuzlukların tarihi değil, aynı zamanda iyiliklerin, umudun,  dayanışmanın, özgürlük mücadelelerinin ve barışın tarihidir”.

Bu yüzden de Lula önderliğinde Brezilya halklarının elde ettiği bu zafer Latin Amerika’da yeni bir umutlu dönemin başladığının işareti olarak algılanmalı.

Brezilya halklarının bu başarısının aynı zamanda tüm dünyada diktatörlüklerin ortadan kalkacağı yeni bir döneme vesile olması dileğiyle…

 

21 Ekim 2018 Pazar

BREZİLYA: POPÜLİST PRAGMATİZMİN ÇÖKÜŞÜ VE FAŞİZMİN YÜKSELİŞİ (2)


BREZİLYA: POPÜLİST PRAGMATİZMİN ÇÖKÜŞÜ VE FAŞİZMİN YÜKSELİŞİ (2)
(Brasilia'dan Ankara'ya Ortak Yönler)

Mustafa Durmuş

21 Ekim 2018

ARTAN SUÇ VE ŞİDDET

Brezilya’da ciddi ekonomik sorunlara ilave olarak, ülkede giderek artan ve yaygınlaşan şiddet olayları ve işlenen suçlar aşırı sağın ekmeğine yağ sürdü. Öyle ki sadece 2014 yılında 60 bin kişi öldürüldü. Polis olayları çözmek konusunda isteksiz davranınca da bu boşluk aşırı sağcı ya da Neo Nazi silahlı çeteler tarafından dolduruldu. Bunlar halkın kurtarıcıları olarak sahne almaya başladılar. Aynı yıl sağ muhalefet İşçi Partisi’nin (İP) Başkanını yolsuzlukla suçladı. Tüm bu gelişmeler sonucunda İP tabanını kaybederken, Bolsonaro ile temsil edilen aşırı sağcı ırkçı hareketler güçlenmeye başladı (1).

Bu kitle hareketleri, protestolar ve artan şiddet ve suç vakaları aslında neo-liberal dönüşümün semptomlarıydı. Bunlar siyasetin lümpenleşmesine yol açtılar.  Öyle ki bazen bu hareketler kolektivizmin restorasyonu ve neo-liberalizmle çatışmayı hedefleyen platformlara destek verirken, bazen de faşizmin oluşumu için verimli bir zemin oluşturdular (2). 

“SOSYAL KALKINMACILIK” ÇÖKTÜ, SINIFSAL ÇELİŞKİLER ARTTI

Marksist bazı yazarlarsa Brezilya’daki gelişmeleri uygulanan birikim stratejisinin çökmesine ve sınıf savaşının artmasına bağlıyorlar. Bu strateji, devlet öncülüğünde yürütülen “sosyal kalkınmacılık” adı verilen bir strateji. Kabaca, doğal kaynak ihracata dayalı, aynı zamanda da iç talebe, dolayısıyla da iç pazara odaklı ve devasa alt yapı yatırımlarıyla hayata geçirilen bir büyüme ve birikim strateji.

İşçi Partisi öncülüğündeki koalisyon sosyal kalkınmacılığı tam anlamıyla hayata geçiremese de kamusal yatırımlara öncelik verdi ve federal düzeyde yapılan yatırımlar yılda ortalama yüzde 10,6 oranında arttı. Asgari ücretin yükseltilmesi ve gelir bölüşümünün iyileştirilmesi aracılığıyla iç talep artırıldı (ücretler yılda ortalama yüzde 5 oranında artırıldı). Ekonomik büyüme yıllık yüzde 3,3 gibi bir oranda istikrarda tutuldu ve yoksulluk azaltıldı. Ancak bu gelişim 2011 yılında küresel çapta meta fiyatları düşmeye başlayınca tersine döndü. Zira bu olumsuz küresel gelişmelerden Brezilya’nın ihracatı olumsuz etkilendi. Ülkenin doğal kaynak ürünlerine olan dış talep azalıp, alt yapı yatırımları da yavaşlatılınca bu strateji çöktü. 2015-2016’da ekonomi yüzde 7 küçüldü. Bu arada devletin tepesiyle ilgili büyük çaplı yolsuzluk soruşturmaları başlatıldı. Özellikle de büyük inşaat firmalarının neden olduğu yolsuzluklar ortaya atıldı (bu firmalar ise izlenen ekonomik stratejinin çok önemli unsurlarıydı). Halkın hoşnutsuzluğu arttı ve bu tepkiler dönemin İP Başkanı D. Roussef’e yöneldi. Irkçı aday Bolsonaro bu durumu çok iyi değerlendirerek kendini bir alternatif olarak halka sunma imkânını buldu (3).

PRAGMATİZMİN İFLASI

Brezilya’da aşırı sağın yükselişini, “pragmatik sol popülist yaklaşımın tersine dönen dış konjonktür koşulları nedeniyle iflas etmesi” olarak açıklayan görüşler de mevcut.
Buna göre Brezilya deneyimi kendi sınırları içinde de olsa, politik alandaki pragmatizmin ilerici ekonomik değişiklikleri destekleyebildiğini, ama gerçek sonucun asıl olarak dışsal koşullarca ve iktidarı destekleyen politik koalisyonun istikrarı ile belirlendiğini ortaya koyuyor.

Örnek olarak, Loureiro ve Filho’ya göre (4), İP’in stratejisi bir pragmatik politik ve ekonomik stratejiydi (neo-liberalizm altındaki asgari direniş biçimiydi). Lehte dışsal konjonktür sayesinde (ABD’deki Büyük Moderasyon, AB’deki göreli refah artışı ve Çin’deki hızlı büyüme) İP pragmatizmi kısa dönemde ülkede siyasal istikrarı sağladı, ekonomik büyümeyi hızlandırdı ve gelir bölüşümünün iyileştirilmesine yardımcı oldu. Bu strateji, oyunun kurallarına ve Anayasaya sadık kalmayı ve ulusal geliri (sınırlı düzeyde kalmak kaydıyla) sosyal transfer programları ve emek gücü piyasalarında yapılan iyileştirmelerle emekten yana yeniden bölüştürmeyi öngörürken, diğer yandan oldukça adaletsiz servet bölüşümüne dokunmamayı, ideolojik çatışmalara girilmemesini ve sınıf temelli politikalar yürütmemeyi içeriyordu.

Bir başka anlatımla ihracat mallarının fiyatlarındaki artışlar ve büyük çaplı sermaye girişleri İP’in liderliğindeki iktidarın pragmatik ve çatışmasız reformist politikaları hayata geçirmesini mümkün kıldı. Ama bu pragmatizm Brezilya’daki ekonomik büyüme engellerinin ortadan kaldırılmasından ziyade, sadece hafifletilmesine yardımcı oldu. Mevcut birikim sistemi dönüştürülemediği gibi, orta vadede kapitalist büyümeyi kısıtlayan faktörler de ortadan kaldırılamadı.

Küresel ekonomik koşullar tersine dönmeye başlayıp, iktidara verilen sınıfsal destek azalınca İP’in tabanı erimeye başladı ve bu durum onu giderek iktidardan uzaklaştırdı. Sonuçta bir dönüm noktası olarak 2016 yılında Başkan Rousseff iktidardan düşürüldü. Bu dönemde politik çatışma burjuvazinin yerli kanadı ile küresel sermayeye eklemlenmiş olan kanadının arasındaki farklılıklarla derinleşti. Bu iki grubun ideolojik ayrılıkları, aralarındaki, izlenen ekonomi politikaları, kurumlar, politik temsiliyet konularındaki mücadeleler sonuç üzerinde etkili oldu. Bu süreç otoriter bir demokrasinin ortaya çıkmasıyla neticelendi (5).

BOLSONARO BREZİLYA HALKININ SORUNLARINA ÇÖZÜM OLAMAZ

Bolsonaro’nun (diğer aşırı sağcı popülist liderler gibi)  müesses nizam karşıtı söylemleri mevcut.  Böylece (kitleselleşmiş soldan bir meydan okuma söz konusu olmadığından), tipik bir biçimde halkın gözünde meşruiyetini kaybetmiş olan neo liberalizme sağdan bir meydan okumayı temsil ediyor.  Özellikle de neo liberal politikaların iyice dışlayıp marjinalleştirdiği kesimlere erişmeye çalışıyor ve aldığı oyun yüksekliğine bakıldığında bu konuda oldukça başarılı olduğu görülüyor.

Diğer yandan, eğer başkan seçilirse, ülkeyi sadece politik olarak, faşist bir otoriterliğe kaydırmayacak, aynı zamanda ekonomiyi daha da derinleştirilmiş bir neo liberalizme mahkûm edecektir. Bu ikilinin bir arada yürümesi şart görünüyor. Çünkü büyük sermaye ve yönetenler eğer müdahale edip, manipüle etmezlerse devasa eşitsizliklere ve krizlere neden olan sistemlerinin sosyal patlamalarla yıkılabileceğini farkındalar. Bu nedenle de kitleleri farklı hedeflere yönlendirebilecek hareketlere ve liderlere ihtiyaçları var. Bolsonaro’yu desteklemeleri asıl olarak bu ihtiyaçtan kaynaklanıyor.

Nitekim Bolsonaro, aşırı serbestleştirilmiş bir strateji çerçevesinde, mevcut kamusal yatırım projelerinin sürdürülmesinden vazgeçmeyi ve yaygın özelleştirilmeleri başlatmayı planlıyor. Bu konudaki fikir babası ise adı kamu fonlarıyla ilgili bir rüşvet olayına karışmış olan Şikago Okulu’na mensup, aşırı serbest piyasacı, sağcı ekonomist P. Guedes.  Guedes sosyal nitelikteki kamu harcamalarının büyük ölçüde kısılmasını, özelleştirmeleri, daha da adaletsiz bir vergi sistemini (düz oranlı vergileme) savunuyor.
Yani Bolsonaro, adil bir sosyo-ekonomik kalkınmaya hiç yer vermediği ekonomik programı aracılığıyla sosyal muhafazakârlık ve aşırı ekonomik liberalizmi sentezliyor. En zengin 6 kişinin 100 milyonun servetine eşit bir servete sahip olduğu bir ülkede (6) böyle bir programın bırakın eşitsizlikleri ortadan kaldırmayı, halkın en temel ekonomik sorunlarına bile çözüm olamayacağı, hatta bunları daha da derinleştireceği açıktır.

Buna rağmen, statükodan umudunu kesmiş ve ciddi bir ekonomik reformasyon beklentisi içindeki olan, aynı zamanda Kongre’deki sağcı ittifakın bizzat yönettiği ve tek sesli hale getirilmiş büyük medyanın ve Kilisenin manipülatif etkisi altındaki geniş yığınları peşinden sürükleyebiliyor.

“BBB” İTTİFAKI

Bolsonaro’ya müesses nizamın verdiği destekten bir örnek vermek gerekirse, ülkedeki aşırı sağcıların birçoğu Evanjelist gelenekten geliyor. Ülkede 600 adet Hristiyan TV ve radyo kanalı var. Bunlardan Rede Record ülkenin ikinci büyük TV kanalı ve Evanjelist Kilisesi mensubu milyarder Edir Maçedo’ya ait. Ayrıca bu yapı Kongre’de BBB Sağcı Koalisyonunu (Mermi, İncil ve Et)  kurdurarak ciddi bir politik güce sahip oldu. Öyle ki BBB’nin önerisiyle Brezilya yerlilerinin toprakları sınırlandırıldı, çitlemeler yapıldı. Yerlilere olan karşıtlığa ek olarak, kürtaj ve homoseksüellik, kadın hakları karşıtlığı biçiminde ortaya çıktılar. Aynı zamanda ülkede silahlanmanın kontrol altına alınmasını istemiyorlar (7).

28 EKİM 2018: ANTİ-FAŞİST GÜÇ BİRLİĞİ BREZİLYA'NIN SON ŞANSI

28 Ekimde Başkanlık seçimlerinin ikinci turu yapılacak. Demokrasi güçlerinin hala Bolsonaro’yu yenme imkânı var.

Güçlü bir sol hareket öncülüğünde, işçi sınıfının önemli bir parçasını oluşturduğu anti- faşist bir birliktelik bunu sağlayabilir, ama neo-liberal dönüşüm sırasında bu solun maddi temelleri büyük ölçüde erozyona uğradı. İP ve Rousseff yönetimi sınıfı güçlendirmeyi asla göze alamadı, tersine küçük küçük yasal iyileştirmelere ve düzenlemelere başvurarak sınıfı pasifize etti (8).

Buna rağmen, tehlikenin farkında olan anti- faşist güçler ikinci tur için işbirliği yapmaya hazırlanıyorlar. Brezilya Sosyalist Partisi ve Sosyalizm ve Özgürlük Partisi, bu seçimlerin faşizme ve darbeye karşı mücadele açısından çok önemli olduğunu belirterek adaylar içinde İP’in adayı olan ve ilk turda yüzde 29 oy alan Haddad’ı destekleyeceklerini açıkladılar. İlk turda adayı üçüncü gelen ve yüzde 12,5 oy olan Demokratik Emek Partisi de Haddad’ı destekleyeceğini açıkladı. Haddad ayrıca sandığa gitmeyenlerin, diğer küçük partilerin adaylarına oy veren seçmenlerin oylarını alma gayreti içinde (9). Bolsonaro’nun karşısında hala yüzde 54’lük bir çoğunluğun mevcut olması umudu yükseltiyor.

BRASİLİA’DAN ANKARA’YA ORTAK YÖNLER

Brezilya’daki İP önderliğindeki koalisyonların ve Türkiye’deki tek başına AKP iktidarlarının birbirinden farklı özellikler taşıdığı kuşkusuz. İP yüzünü sola dönmüş, solda konumlanan bir parti iken, AKP Türkiye’de milenyumun ilk neo liberal ve neo muhafazakâr partisi, yani sağda konumlanan bir parti.

Buna rağmen iki partinin ortak özellikleri var. Öncelikle, her ikisi de 15 yıldır iktidarda. İkinci olarak her iki parti de pragmatik bir popülist ajandaya sahip. Yani emperyalist –kapitalist sistemi karşılarına almadan, onun neo liberal versiyonu ile kavga etmeksizin, yoksullara dönük kısmi iyileştirmelerle, yani popülist politikalarla halkın desteğini alabilmeleri her ikisinin de ortak özelliği. Aradaki fark, İP’in sol bir popülizmi, AKP’nin sağ bir popülizmi uygulamakta olması. Ortak nokta ise sonuçta sağ ya da sol bu popülist pragmatizmin çözüm olmadığının ortaya çıkması.

Üçüncü olarak, her ikisi de lehte uluslararası konjonktürden (bol yabancı kaynak, düşük faizler gibi) bol bol faydalandılar, ama bu koşullar tersine dönmeye başlayınca her ikisi de başta ekonomik olmak üzere, çoklu krizlere girdiler. Bunun sonucunda İP tek başına iktidar olamaması yüzünden içinde yer aldığı koalisyona yansıyan sınıf çatışmalarından etkilendi ve giderek taban kaybetti. Benzer bir biçimde AKP iktidarı izlenen birikim stratejisi tersine dönen koknjonktür yüzünden iflas edince krizlere girdi, taban yitirmeye başladı.

Son olarak, her iki ülke de hızla aşırı sağa, otoriter ve totaliter bir rejim değişikliğine savruluyor.  Brezilya’da bu muhalefet hareketi aracılığıyla gerçekleşirken, Türkiye’de iktidar bloğunun kendi içinden oluyor.

………
(1) Alfredo Saad-Filho,  Social Policy Beyond Neoliberalism: From Conditional Cash Transfers to Pro-Poor Growth, http://dx.doi.org (July 2016).
(2)  di Alfredo Saad Filho,   Brazil: Social Change from Import-Substitution to Neoliberalism and the ‘Events of June’ , http://www.nuvole.it/wp/7-brazil-social-change-from-import-substitution-to-neoliberalism-and-the-events-of-june-2 (20 October 2015).
(3) EPA-EFE/Fernando Bizerra , Brazil faces two very different economic models in Bolsonaro and Haddad, https://theconversation.com (11 October 2018).
(4) Pedro Mendes Loureiro, Alfredo Saad-Filho,  “The Limits of Pragmatism: The Rise and Fall of the Brazilian Workers’ Party (2002-2016)”, http://eprints.soas.ac.uk (2018).
(5) Agm.
(6) EPA-EFE/Fernando Bizerrai, agm.
(7) Roxana Pessoa Cavalcanti, “How Brazil’s far right became a dominant political force”, https://theconversation .com (January 25, 2017).
(8) di Alfredo Saad Filho, agm.
(9) https://mronline.org/2018/10/11/brazil-left-unites-in-support-of-haddad-as-candidate-works-to-woo-voters.




20 Ekim 2018 Cumartesi

BREZİLYA: POPÜLİST PRAGMATİZMİN ÇÖKÜŞÜ VE FAŞİZMİN YÜKSELİŞİ (1)


BREZİLYA: POPÜLİST PRAGMATİZMİN ÇÖKÜŞÜ VE FAŞİZMİN YÜKSELİŞİ (1)
Mustafa Durmuş
20 Ekim 2018
Pele ya da Alex’i pek çoğumuz duymuş olsak da Bolsonaro’yu neredeyse hiç birimiz daha önce hiç duymamıştır. Ancak son günlerde dünyadaki emek ve demokrasi güçleri bu isimle ilgili olarak Brezilya’daki gelişmeleri endişe ile izliyor.
Çünkü iki hafta önce yapılan başkanlık seçimlerinin ilk turunda Sosyal Liberal Parti’nin adayı olan Bolsonaro yüzde 46 oy ile birinci çıktı. İktidar bloğunda yer alan sol popülist İşçi Partisi’nin (İP) adayı olan Haddad ise sadece yüzde 29 oy alabildi.

BOLSONARO: FAŞİZMİN DİRİLİŞİNİN SEMBOLÜ
Eski bir asker olan Bolsonaro tıpkı Trump ve dünyadaki diğer benzerleri gibi ırkçı, homofobik, kadın ve LGBTİ düşmanı ve demokrasi karşıtı aşırı sağcı bir politikacı.
Öyle ki ülkesinde 1985 yılına kadar hüküm süren askeri diktatörlüğe ve bu dönemde yapılmış olan işkencelere methiyeler düzebiliyor. Kadınların erkeklerden daha düşük ücret alması gerektiğini, gay bir çocuğu olsaydı onu reddedeceğini, kürtaja, göçmenlere, mültecilere karşı olduğunu açıkça söylüyor. Aynı zamanda da İP’nin başkan yardımcısı olan bir kadın siyasetçiye “tecavüz etmeye bile değmez” diyebilecek kadar kadın düşmanı, tecavüzcü bir provokatör olarak anılıyor ülkesinde.
Bolsonaro faşist politik gelenekteki dirilişi temsil ediyor. Brezilya halklarının ekonomik ve sosyal kazanımlarını ortadan kaldırmak isteyen, büyük özelleştirmeler yapılmasını talep eden neo-liberal ideoloji ile uyumlu hareket ediyor. Bu nedenle de, ülkedeki zengin seçkinlerin eski Başkan Lula’nın içeri atılmasını sağlayarak onun başkanlığının önünü açtığı ileri sürülüyor (1).
28 Ekim tarihinde yapılacak olan ikinci tur seçimlerinde eğer demokrasi güçleri güç birliği yapıp Bolsonaro’nun seçilmesini önleyemezse bu durum sadece Brezilya ve Latin Amerika’yı etkilemeyecek. Aynı zamanda dünyada finans kapitalin doğrudan emrinde olan faşist iktidarlardan biri daha kurulmuş olacak ki bu dünyadaki demokrasi güçleri için çok kötü bir haber.

BOLSONARO’NUN GENİŞ BİR KİTLE DESTEĞİ VAR!
Bolsonaro’nun yükselişi gelip geçici bir durum olmadığı gibi, hafife alınacak bir olgu da değil. Çünkü gücü, etkileyebildiği ve ağırlığını yoksulların, orta sınıfların oluşturduğu seçmen tabanının ve burjuvazinin (özellikle de küreselleşmeye entegre olmuş kanadının), 15 yıllık sol popülist koalisyondan ekonomik ve siyasal olarak umudunu kesmeye başlamış olan bir kısım burjuvazinin, müesses nizamın diğer unsurları olan bürokrasinin, asker ve polisin, Neo Nazi sivil faşist güçlerin, çeteleşmiş yaygın suç örgütlerinin verdikleri destekten kaynaklanıyor.
Keza 52 sandalye ile, Kongre’de 55 sandalyeli birinci parti konumunda olan İşçi Partisi’nin ardından ülkenin en büyük ikinci partisi durumunda. Yani Kongre’de de ciddi bir desteğe sahip.

TEK ÖRNEK DEĞİL, DÜNYADA AŞIRI SAĞCI POPÜLİZM YÜKSELİYOR!
Küreselleşmenin gerilemeye ve ulusal pazarlarda korumacılığın artmaya başladığı bir dönemde, artık dünyanın birçok ülkesinde iktidara ırkçı, aşırı sağcı, faşist partiler gelmeye başladılar. Üstelik bu iktidarlar kısa vadeli olmuyor, en az 10-15 yıl sürebiliyorlar.
Nasıl ki 16.Yüz yılda Martin Luther, Katolik Kilisesinin bir keşişi olmasına rağmen, Kilisenin sahteciliğine ve yolsuzluklarına ve Tanrı ile insan arasında aracılık rolüne karşı çıkarak Hristiyanlıkta reformizm anlamına da gelen Protestanlığı ortaya atarak kitleleri arkasına alabildiyse, emekçilerin kapitalizme olan tepkisini sömüren günümüzün sağcı popülist hareketleri ve liderleri de Luther’in yaptığına benzer bir şey yapıyorlar.
Söylemlerinde zengin seçkinleri hedef tahtasına koyuyorlar, eşitsizliklere ve yoksulluğa karşı çıkıyorlar, yolsuzlukları eleştiriyorlar. Yani halkın siyasal rejime, seçim sistemine olan kızgınlığından yararlanıyorlar. Özellikle de yolsuzlukları ve skandalları kullanıyorlar.
İktidara geldiklerinde uyguladıkları programlar ise çok somut değil. Bazen bir tür refah devletini savunabiliyorlar ya da Brezilya’da açıkladıkları gibi neo-liberal çözümlere yönelebiliyorlar. Ancak bu popülist liderlerin ortak noktası devleti ele geçirerek, hem kendilerini, hem de çevresini zenginleştirmek, bir tür “ahbap-çavuş kapitalizmini” yaygınlaştırmak oluyor (2).
Bu hareketlerin merkezi Doğu Avrupa (özellikle de Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Bulgaristan ve Bosna) olsa da, Merkez Avrupa içinde Avusturya’da, İtalya’da, Almanya, hatta İsveç’te bile ciddi taban oluşturmaya başladılar. Türkiye’de son 15 yıldır sağcı popülist, otoriter Erdoğan iktidarını pekiştirerek sürdürüyor. Putin ise Rusya’da çok güçlü bir konumda. Asya’da; Japonya’dan, Tayland’a ve Kamboçya’ya kadar benzer gelişmeler söz konusu. Hindistan’da Modi iktidarı sağcı otoriterliğin tipik bir örneğini oluşturuyor (bu gidişata sadece Malezya uymadı). Latin Amerika’da, Kolombiya’da yenilerde başkan seçilen Duque neo liberal ekonomik politikaları ve askeri güvenlikçi politikaları hızla hayata geçirirken, Nikaragua’da Ortega yönetimi militarizme kaymaya başladı. Kısaca Bolsonaro dünyada tek örnek değil (3).

NEO-LİBERAL POPÜLİST OTORİTERLİĞİN KAYNAKLARI
Dünyadaki bu gelişmenin nedenlerinin başında yıllardır bu ülkelerde iktidarda olan merkez partilerin neo-liberal küreselleşmeyi benimsemeleri ve buna uygun ekonomi politikaları uygulayarak, ekonomik sorunların ve eşitsizliklerin artmasına, halklarının yoksullaşmasına neden olmaları olgusu geliyor.
Bu durum bu partilerin taban kaybetmeleri ile sonuçlanırken, hızla değişen dünya koşullarında kapitalizmin geleceğine ait belirsizlikler nedeniyle korkuya kapılan halklar, bu korkularını çok iyi kullanan aşırı sağcı partiler ve hareketlerin eline düşmeye başlıyorlar.
Bu bağlamda örneğin, şu ana kadar sosyal refah toplumunun en parlak örneği olarak sayılan Kuzey Avrupa ülkelerinden biri olan İsveç’teki son gelişmeler hem korkutucu, hem de öğretici nitelikte.
Çünkü dünyada tüm zamanların, yurttaşlarına en yüksek refahı sunan ülkelerinin başında gelen ve mültecilere hep kucak açtığı için “dünyanın vicdanı” olarak da anılan İsveç’te aşırı sağ giderek güçleniyor. Eylül başlarında yapılan seçimlerde iktidarın ana ortağı olan Sosyal Demokrat Parti son yüzyılın en kötü sonucunu alırken (yüzde 28), ırkçı, homofobik, mülteci karşıtı, aşırı sağcı popülist parti “İsveç Demokratları” yüzde 20’ye yakın bir oy alarak parlamentoda üçüncü parti konumuna geldi (4).
  
BREZİLYA BU DURUMA NASIL GELDİ?
Aslında soruyu “dünya bu duruma nasıl geldi” diye sormak daha doğru olacaktır. Zira böyle hareketleri, partileri iktidara taşıyan faktörler birbirine çok benziyor: Neo liberalizmin daha da artırdığı bölüşüm eşitsizliği, derin yoksulluk, yolsuzluklar, müesses nizamın ve merkez partilerin ekonomik ve siyasal sorunlara çözüm üretememesi, küreselleşmenin hızlandırdığı göçler ve mültecilik sorunları ve tüm bu sorunların halkta liberal demokrasiden umudunu kesmesine yol açması gibi birçok faktör söz konusu.
Yani neo liberalizmin egemen olmaya başladığı 1980’li ve 1990’lı yıllarda küreselleşme ve serbest ticaretle sorunu olmayan sosyal demokrat ya da merkez sol iktidarlar neo-liberal strateji ve politikalara karşı çıkmadılar, sadece onun daha yumuşak versiyonunu (bir tür sosyal neo liberalizm) hayata geçirdiler. Bu durum onları bir süreliğine iktidarda tutarken, bu politikaların daha da derinleştirdiği ekonomik sorunlar tabanda aşırı sağcı fikir ve örgütlenmelerin güçlenmesi ile sonuçlandı.
Brezilya da bu gelişmelerden nasibini aldı. Son 15 yıldır iktidarda olan sol popülist ağırlıklı koalisyon pragmatik bir yaklaşımla halka dönük küçük iyileştirmeler yaparken, asıl olarak neo liberal politikalar uyguladı. Özellikle de 2011 yılından itibaren uluslararası konjonktür tersine dönmeye başlayıp ekonomik sıkıntılar artınca, bunun sınıfsal ittifaklar üzerinde yarattığı çözücü etkilerin sonucunda hızla taban kaybetti ve bu taban giderek aşırı sağ, ırkçı, faşist hareketlere yöneldi.

HALKA İÇİRİLEN ZEHİRLİ İKSİR
Brezilya’daki bu hızlı sağa kayma konusunda kuşkusuz farklı görüşler mevcut. Bazı yazarlar ülkedeki bu gelişmeleri halkın zengin seçkinler tarafından bir tür zehirlenmesi olarak açıklıyor. Örneğin ünlü ekonomist Thomas Palley bu görüşü savunanlardan birisi.
Palley’e göre (5), “Brezilya halkı şeytanca bir politik büyüye kapıldı. Halk uykusunda geziyor, demokrasiyi yok eden bir felakete doğru adım adım yaklaşıyor. Bu seçmenler zehirli bir politik iksir içmiş gibiler. Hem hafıza kaybı (amnezya) yaşıyor, hem de giderek biçim değiştiriyorlar. Bu iksiri bunlara ülkenin zengin seçkinleri içirdiler. Bunu da parlamentoda yaptıkları darbe ve satın alınmış medyaları aracılığıyla gerçekleştirdiler. Hafıza kaybı yaşıyorlar çünkü haksız bir şekilde yolsuzlukla suçlanıp içeri atılan Başkan Lula döneminde ücretlerinin nasıl arttığını ve eşitsizliklerin nasıl azaldığını unuttular. Ayrıca İP’in yolsuzluğa ortak olduğu iddiasına inandırılarak seçkinlere destek vermeye başladılar. Oysa İP zenginlerin beslendiği hortumu kesmeye çalışıyordu”.

NEOLİBERAL SOSYAL POLİTİKALAR VE KOALİSYONLARIN AÇMAZLARI
Dünyada yoksullukla mücadelede çok yaygın bir sosyal politika aracı olarak kullanılan “şartlı nakit destekleri” (Bolsa Familia) gibi popülist destekler söz konusu.
Bunlar toplumdaki bazı seçilmiş kesimlere sunulan ve vergilerle finanse edilen küçük çaplı, ama şarta bağlı nakit ödemelerini içeriyor. Bu destekler de bir yandan eşitsizliğin azaltılmasını ve yoksulluğun yönetilmesini sağlarken, bir yandan da sisteme olan itirazın ve radikal muhalefetin önlenmesine hizmet ediyor.
Bazı yazarlar Brezilya’daki siyasal gelişmeleri İP’in tek başına iktidar olamamasına, bu nedenle de koalisyon hükümetleri sırasında böyle sosyal politikalarını tam olarak uygulayamamasına bağlıyorlar.
Örneğin siyaset bilimci Cavalcanti’ye göre (6), Brezilya’da irili ufaklı 25 siyasal parti var. Bu nedenle de sol popülist İP hiçbir zaman yüzde 25’tan fazla oy alamıyor. Böylece de İP genelde aralarında küçük sağcı partilerin de bulunduğu partilerle koalisyon yapmak durumunda kalıyor.
Yani İP, bir yandan “Bolsa Familia” gibi sosyal güvenlik ve nakit transferi politikası ile yoksulluğu azaltıcı politikalar uygulayıp, asgari ücreti yükseltip, üniversite eğitimini kitleselleştirmeye çalışmak gibi ilerici politikalar uygulamaya, diğer yandan çok kötü durumdaki kamusal hizmetleri adaletsiz bir vergi sistemi ile finanse etmeye çalıştı. Koalisyondaki diğer partilerin servet zenginlerini vergileyerek buradan sağlanacak finansman ile nitelikli kamu hizmeti verilmesine sıcak bakmaması İP’in yaptığı birçok iyi işin görünür olmasını önledi. Böylece halkın hoşnutsuzluğu giderek arttı. Öyle ki 2013 yılında olduğu gibi, toplu taşım ücretlerinin artırılması sonucunda ülkede yaygın protestolar ve kitle gösterileri patlak verdi.
Böyle sosyal politikalar (bazı araştırmacılara göre) Bolsonaro’nun yükselişinin asıl nedenini oluşturuyor. Çünkü bunlar yoksulların durumunu kısa dönemde iyileştiriyor, düşük ücretlileri sübvanse ediyor ama yoksulluğun yeniden üretimini de, kalıcı bir hale gelmesini de sağlıyor.
Bu bağlamda bu politikalar en iyisinden neo-liberalizm ile uyumlu, ancak yaşam koşullarında iyileştirmek, yurttaşlık haklarını genişletilmek ve neo-liberalizm altında yoksulluk ve adaletsiz yeniden bölüşümün yeniden üretimini önlemek gibi konularında son derece yetersiz kalan politikalardı (7).
Kısaca sağlanan şartlı nakit yardımları, halkın üzerindeki ağır vergilerin ve yüksek ücretli ve kalitesi düşük kamu hizmetlerinin neden olduğu hoşnutsuzluğu ortadan kaldırmaya yetmedi. Bu da halkın tepkisinin artmasına ve giderek yaygın toplu protestoların ortaya çıkmasına neden oldu.
.....devam edecek: Brasilia’dan Ankara’ya Ortak Yönler

……………..

(1) Thomas Palley, “Brazil is Falling Under an Evil Political Spell”,http://www.thomaspalley.com (16 October 2018).
(2) John Feffer, “Why Is the Radical Right Still Winning?”,commondreams.org/…/20…/10/11/why-radical-right-still-winning (11 October 2018).
(3) Agm.
(4) https://www.npr.org/…/sweden-election-ruling-party-scrapes-….
(5) Palley, agm.
(6) Roxana Pessoa Cavalcanti, “How Brazil’s far right became a dominant political force”, https://theconversation .com (January 25, 2017).
(7) Alfredo Saad-Filho, Social Policy Beyond Neoliberalism: From Conditional Cash Transfers to Pro-Poor Growth, http://dx.doi.org (July 2016).


Formun Üstü