(Düşük
ücretlerle ekonomide toparlanma sağlanamıyor).
Mustafa
Durmuş
31 Ekim 2015
ABD Merkez
Bankası Fed’in bu hafta yaptığı toplantının, piyasalar tarafından, “Aralık’ta faiz artırımı yapılabileceği
yönündeki sinyallerin daha da kuvvetlenmesi” olarak yorumlanması dahi ABD dolarının
TL karşısında 3-4 puan kazanmasına ve kurun 2,93’e yükselmesine yetti.
Gerçekten de
Aralık’ta beklenen faiz artırımı gerçekleşecek mi? Öyle olduğunda aralarında
Türkiye’nin de bulunduğu “yükselen ekonomiler” statüsünde değerlendirilen
ekonomileri daha kötü günler, yıllar bekliyor. Zira bunun ilk etkisi sermaye
çıkışlarının hızlanması, döviz kurunun yükselmesi ve faiz oranlarının daha da
artması biçiminde olacaktır ki, bu da örneğin Türkiye’de arz / maliyet yönlü
enflasyonun % 10’un üzerine çıkması demektir. Böyle bir gelişimi değil 276
milletvekilli, 400 milletvekilli bir tek başına iktidar ve Başkanlık sistemi dahi
tersine çeviremez.
Faiz artırımı konusunda daha temkinli
olanlar da var. Örneğin CNBC’den Jeff Cox’a göre (Jeff Cox, Janet Yellen just got
some pretty bad news, http://www.cnbc.com, 30 October 2015 ), Fed’in faiz
artırma olasılığı Aralık’ta % 50 ise, yeni yılda % 59. Zira ABD ekonomisinde
işler iyi gitmiyor. 3.Çeyrek büyümesi beklentinin çok altında geldi ve sadece %
1,5 oldu. Bunun yanı sıra ekonomik canlılığın en önemli göstergesi olarak da algılanan
enflasyon artışı da beklendiği düzeyde değil. Çünkü ücret artışları çok yavaş,
bu da özel tüketim harcamalarını yavaşlatıyor, böylece fiyatlar beklendiği gibi
artmıyor, toparlanma da tökezliyor.
Nitekim Eylül’de
ABD’de kişisel gelirlerde sadece binde 1’lik (% 0,1) bir artış oldu. Oysa
beklenti bunun iki katı idi. “Michigan
Üniversitesi Tüketici Güven Endeksi” ise bu yılın en düşüğüne geriledi ve 90’da
kaldı.
Ayrıca özel
sektör işgücü maliyet artışı son üç ayda sadece binde 6 (% 0,6) oldu. Bu yıllıkta sadece % 2 demektir ki, bu geçen
yılın aynı dönemindeki artış olan % 2,2’nin altındadır. Bu da enflasyonun arz
yönlü olarak yükselmesine de yardımcı olmayan bir durumdur.
Kısaca yazara
göre, ücretlerdeki durgunluk Fed’in faiz artırımı konusunda bir kez daha frene
basmasına neden olabilir. Çünkü Fed, tüketim harcamalarındaki artışın
enflasyonun temel sürükleyicisi olduğunu düşünüyor. Yıllıkta sadece % 2,2’lik
bir ücret artışı gerçekleşmiş görünüyor. Ücret baskısı böyle sürerse Fed’in
faizleri Aralık’ta değiştirmesi mümkün olmayabilir.
Ücret
artışlarındaki yavaşlama ciddi bir sorunsa sistem neden ücretlerin artmasına
izin vermiyor?
Öncelikle
kapitalist sistemde ücretler ana akım iktisatçıların ileri sürdüğü gibi sadece
emek gücü arz ve talebi tarafından belirlenmiyor. Asıl olarak, işçi sınıfının
sendikal örgütlülüğü, etkin bir toplu pazarlık sisteminin varlığı ve bunun
kapsayıcılığı, siyasal iktidarların uyguladığı sosyal politikalar tarafından
belirleniyor. Ama iktisat ders kitaplarında arz ve talepten daha fazlasını
göremediğimiz için, özellikle de sınıfsal güç mücadeleleriner hiç yer
verilmediği için, denge ücret düzeyinin emek gücü arz ve talebi ile
belirlendiğine inandırılıyoruz.
Nitekim Uluslar arası Çalışma Örgütü’nün (ILO) geçen hafta yayımladığı raporda da belirtildiği gibi (ILO, Trends in collective bargaining coverage: stability, erosion or decline?, Issue Brief no. 1, http://www.ilo.org/global, October 2015), 2008-2013 döneminde 48 ülkede toplu pazarlık sisteminden yararlanan işçilerin sayısı % 4,6 azaldı ve sendikalaşma oranı % 2,3 düştü. ABD’de bu oran sadece % 11. Yani işçilerin sadece % 11’i toplu iş sözleşmesi sisteminden yararlanabiliyor ve bu ülkede sendikalaşma oranı da Avrupa’ya göre son derece düşük.
Bu veriler
aslında durumu yeterince açıklıyor. Bu
kadar güçsüz sendikalar, kapsayıcı olmayan bir toplu pazarlık sistemi ve emek
düşmanı ekonomi politikalarıyla ücretlerdeki artış ancak bu kadar olabiliyor. Bu
da ekonominin durgunluktan çıkmasına yetmediği gibi, finansallaşma/borçlandırma
üzerinden tüketimi artırma biçiminde sürdürülmesi mümkün olmayan bir kâr
büyümesine yönelmesine, bu da oluşan bu borç balonlarının patlayarak sürekli
olarak yeni finansal krizlerin doğmasına neden oluyor.
Bu bağlamda
ABD’de kâr oranlarında da son dönemlerde bir düşme olduğunun altını çizmek
gerekir. Roberts’e göre (Michael Roberts, From crawl to crash?, https://thenextrecession.wordpress.com, 28 September 2015),
ABD’de stok ve amortismanlar ve vergi sonrası kurum kârları geçen yaza göre
binde 6 ( % 0,6) düştü. Dünya çapında kârlılıkta bir azalma görülürken, dünya
2016-2018 yıllarının birinde patlamak üzere çok uzun sürecek yeni bir kâr
oranları azalması kaynaklı kriz yaşayacak.
Sorumuza tekrar
dönersek, “sermaye neden emeğin payını minimumda tutuyor da kendi geleceğini
dahi bu bağlamda riske atıyor?”
Bu sorunun
yanıtını aslında 160 yıl önce Marx vermişti: “Kapitalizm sınıf mücadelesinin en
yalınlaştığı bir toplum biçimidir ve artı değer sömürüsüne dayalı olarak ayakta
kalır. Böyle bir toplumdaki sınıf mücadelesinin en somut biçimi işçi sınıfı ile
sermaye sınıfı arasındaki artı değer (kâr) üzerinden yürüyen mücadeledir.
Sermayedarlar kârlarını
artırmak için, sürekli el koydukları artı değeri büyütürken, ücretleri
baskılarlar. İşçilerse buna karşılık örgütlü mücadeleleriyle ücretlerini
artırmaya, böylece de sömürüyü azaltmaya çalışırlar. Ücret ve kâr ilişkisi,
bileşik kaplar misali, birinin artması diğerinin azalmasıyla sonuçlanır. Bunu
tek istisnası, 1945-1973 dönemindeki reel ücretlerin de kârların da paralel bir
biçimde arttığı dönemdir. Bunun nedeni ise emek gücü verimliliklerinin bu
dönemde çok hızlı artması, sosyalist düşüncenin ve işçi sınıfı örgütlülüğünün
yüksekliği karşısında sermayenin artan kârlarından bir kısmından taviz vermek
zorunda kalmasıdır.
Bugün ise gelinen
nokta da sadece ücretler durgunlaşmadı. Aynı zamanda emek gücü verimlilik artışı
da yavaşladı, bu da kâr artışını ve ekonomik büyümeyi yavaşlatıyor. Böyle
olunca da bunun bedeli sermaye sınıfının ve kapitalist devletin ücretleri
baskılamasıyla işçi sınıfına ödettiriliyor. Bu da kaçınılmaz olarak krizdeki
dünya ekonomisinin krizini daha da derinleştiriyor, sistemi artık sosyal
demokrat-reformist yamalarla yamanamaz bir noktaya getiriyor.
Yani bir yandan
düşük ücret düzeyleri ekonomilerin durgunluktan çıkmasına engel olurken, diğer
yandan doğası gereği kapitalistler emekten yana yeni bir bölüşüme, kârlarından fedakârlık
(!) yapmaya razı olmuyorlar.