YENİ VERGİLER VE ZAMLARLA FATURA YİNE
EMEKÇİLERE KESİLİYOR
Mustafa durmuş
16 Mayıs 2020
Mayıs ayına
vergi artışlarıyla başladık. 13 Mayıs’ta sigaranın asgari maktu vergi tutarı
yüzde 17,2 oranında artırılarak bir paket sigaradan alınan vergi 7,79 liradan 9,13
liraya çıkartıldı.
750 kalem mala ek gümrük vergisi
Bununla yetinilmedi, diğer vergiler
peş peşe geldi. Dünya Gazetesinde yer alan bir habere göre (1), siyasal iktidar 21 Nisan’da 3 bin kalem ürüne getirdiği ek
ithalat vergisine ilave olarak, bu hafta
başında, yeni bir kararla 750’ye yakın ürüne daha yüzde 1,9 ila yüzde 30
arasında ek vergi getirdi.
Böylece yurtdışından
gelen beyaz eşya, klima, spor malzemeleri, mücevher, zirai el aletler, inşaat
malzemeleri, demir-çelikten teller, halatlar, kablolar gibi ürünlere 30 Eylül’e
kadar yüzde 30’a varan oranlarda ilave gümrük vergisi uygulanacak.
Bu ek gümrük
vergilerinin Mart ayında 5 milyar dolara yaklaşan cari açık nedeniyle, ithalata
olan bağımlılığı azaltmak (adeta bir tür ithal ikameci bir stratejiye geçerek
yerli üretimi desteklemek) niyetiyle getirildiği düşünülebilirse de, nesnel
durum bu değil.
Çünkü başta çelik ve mücevher
gibi sektörlerde uygulanmakta olan dâhilde işleme rejimi ve serbest ticaret
anlaşmaları böyle bir yerli üretime dönüş stratejisini uygulamaya izin
vermiyor.
Birikim rejiminin gereği yapılıyor
Kaldı ki emperyalist-kapitalist
sisteme artık tam anlamda eklemlenmiş ve bu yönde 1980’li yıllardan bu yana neo-liberal
bir birikim stratejisi uygulayan Türkiye kapitalizminin düğmeyi bir anda
çevirerek, 1960’lardaki gibi kısmi de olsa ithal ikameci bir kapitalist birikim
modeline geri dönüş yapması (sermaye sınıfının çıkarlarına ve onun
ideolojisiyle hareket eden siyasal iktidara da ters düşeceğinden) çok zor
görünüyor.
Vergi ve zamlarla
ilgili son haber ise bugüne ilişkin. 16 Mayıs tarihinden itibaren geçerli olmak üzere motorine 11 kuruş, benzine
9 kuruş zam geleceği açıklandı.(2)
Vergilerdeki bu üç
gelişme bir arada değerlendirildiğinde siyasal iktidarın asıl kaygısının Korona
salgını sonrasında düşen vergi gelirlerine karşılık artan harcamalarla iyice
büyüyen bütçe açığını kontrol altına almak ve içi iyice boşalan Hazineye yeni gelir
temin etmek olduğu anlaşılıyor.
Bu söylediklerimizi
destekleyen verilere ise 15 Mayıs’ta açıklanan bütçe gerçekleşme raporundan
ulaşmak mümkün.
Hazine ve Maliye
Bakanlığı’nın düzenli olarak yayınladığı Aylık Bütçe Gerçekleşme Raporu’na göre
(3); Bu Ocak-Nisan dönemi bütçe açığı -72,8 milyar lira oldu. Geçen yılın aynı 4
aylık döneminde bu açık -54,5 milyar
idi Yani 4 aylık açık yüzde 34’e yakın bir artış gösteriyor.
Nisan’da bütçe açığında yüzde 136’lık artış
Ancak Koronavirüsün
bütçede neden olduğu etkiyi görebilmek için asıl olarak Nisan ve sonrası aylara
ait verilere bakmak gerekir. Mayıs ayı henüz tamamlanmadığı için bunu bilmek
mümkün değil ama Nisan verileri mevcut.
Öyle ki bu yıl sadece
Nisan ayı bütçe açığı - 43,2 milyar lira oldu. Geçen yılın Nisan ayında bu
açığın sadece -18,3 milyar lira olduğu
dikkate alınırsa, açıktaki büyümenin yüzde 136 gibi bir rekor oranda olduğu
görülür. Bunun Mayıs^tan itibaren daha da artması hayli muhtemel. Çünkü
harcamalar hız kesmezken vergi gelirleri yerinde sayıyor. Öyle ki yine Nisan
ayında vergi gelirlerindeki değişim (geçen Nisan ayına göre) hızı sadece binde
7 olabildi.
Faizciye yapılan ödemede yüzde 235’lik artış
Bu dönemde faiz
giderlerinin yüzde 235 oranında artması ise iktidarın hem nasıl bir hızla
borçlanmak zorunda kaldığını, hem de vergilerimizin nasıl rantiyeye faiz geliri
olarak dağıtıldığını gösteriyor. Öyle ki bu dönemdeki genel bütçe
gelirlerindeki artış hızı sadece yüzde 43 oldu. Yani faiz harcamaları diğer
giderlerden 5,5 kat daha hızlı arttı.
Yıllarca borca dayalı
olarak büyümüş, diğer dönemlerinde de servet zenginlerini vergilemek yerine
rantiyeden borç alarak açıklarını kapatmaya çalışmış bir ekonomi-politik modelin
farklı sonuçlar üretmesi de beklenmezdi doğrusu.
Faiz dışı açıktaki artış yüzde 98 oldu
Nisan ayında faiz dışı açık – 26,2 milyar lira oldu. Geçen
yılın aynı ayında bunun – 13,2 milyar lira olduğu düşünüldüğünde faiz dışı
açığın neredeyse 2 kat (yüzde 98) oranında arttığı anlaşılıyor.
Bu da sorunun sadece faiz harcamalarında değil, asıl olarak
bir süredir dillendirdiğimiz bir sav olan bir kamu maliyesi kriziyle sonuçlanabilecek
olan bir yapısal bütçe kriziyle ilişkili olduğunu gösteriyor. Bu da kaçınılmaz
olarak yılın ikinci yarısından itibaren bir ek bütçe yapma ihtiyacı doğuracak.
Ek bütçe ihtiyacı
Kuşkusuz burada ek bütçenin büyüklüğünden ziyade, bunun kaynaklarının
hangi harcamalardan kısıntılar ve hangi vergi kaynaklarına başvurularak
sağlanacağı konusu önemli olacak.
Güvenlik harcamalarının kısılması ve sermayeye verilen desteklerin
azaltılmasının yanı sıra bu kesimlerden toplanması gereken vergilerin tam
olarak toplanması ve bir servet vergisi uygulaması bugün toplumun bütünü
açısından ihtiyaç olsa da (4) siyasal iktidarın ek bütçeyi böyle düşünmediği
çok açık.
Ekonomiye verildiği
iddia edilen 200-525 milyar liralık destek
Vergiler ve bütçe
alanında böyle gelişmeler olurken, Hazine ve Maliye Bakanının (detaylarını
vermese de) Korona salgınından bu yana halka verilen desteğin 200 milyar lirayı
(ve çarpan etkisiyle birlikte 525 milyar lirayı) bulduğunu iddia etmesi (5) çok
çarpıcıydı.
Çünkü Korona salgını
sonrasında açıklanan “Ekonomik İstikrar Kalkanı” adlı destek paketi
çerçevesinde; yüzde 75’i vergi ve benzeri ödemelerin ertelenmesi, kalan yüzde
25’inin ise kredi desteği biçiminde açıklanan ve toplamı 100 milyar lirayı
bulan bu paketin nasıl 200 milyara çıktığını, dahası ne büyüklükte bir çarpan
katsayısıyla çarpılarak bunun ekonomide 525 milyar liralık bir hâsıla
genişlemesi yaratmakta olduğunu sadece bakan ve çevresi biliyor olsa gerek. (6)
Bizim bildiğimiz ise
yoksul ailelere verilen 2 milyarlık nakit desteğinin sonradan 4,4 milyar liraya
çıkartılmış olması. Bakanın açıklamalarını veri aldığımızda sözü edilen bu
yarım trilyon liralık imkândan işsizlere, yoksulların payına sadece minik bir
miktar (on binde 8) düşmüş.
Artan açıklara gerekçe bulma ihtiyacı
Böyle bir açıklama
kanımızca, ciddi bir biçimde artmakta olan bütçe açıklarını bir şekilde
gerekçelendirme ihtiyacının bir sonucu. Çünkü hızla artan bütçe açığı, bunun
neden olduğu artan borçlanma ihtiyacı ve bütün bu nakit ihtiyacının bir süredir
Merkez Bankasının para basmasıyla karşılanması ekonomik ve politik olarak
sürdürülebilir bir durum olmaktan çıktı.
Öyle ki Merkez
Bankasının böyle bir açığı fonlamak için kullanılması, sadece tartışmalı enflasyon rakamlarını daha
da yükseltmekle kalmıyor, aynı zamanda dolarizasyonu da körükleyerek, dövizin
kurunu yükseltiyor, Türk lirasını daha da değersizleştiriyor. Ayrıca böyle bir
yol kamu bankalarının riskini artırdığı gibi, Merkez Bankası’nın net döviz rezervlerini eritip,
eksiye düşürüyor.
Farklı merkez
bankalarıyla yapılabilecek TL/döviz swap (takas) anlaşmalarının aldıracağı nefes ise 1 hafta
ile 3 ayla sınırlı bir nefes olabilir ki (7), Koronavirüsün tahrip ettiği
ekonomiyi ayağa kaldırıp, para-döviz-fiyat dengelerini yeniden kurabilmek,
ekonomide tekrar sürdürülebilir bir büyümeyi sağlayabilmek bir yılı, hatta
yılları alabilir.
“V” Tipi değil, “U” tipi bir toparlanma, o da 2
yıl sonra
Bu bağlamda örneğin
ne Avrupa Yatırım Bankası’nın (EBRD) ileri sürdüğü gibi ekonominin bu yıl yüzde
3,5 küçülürken (sosyal mesafelenme önlemlerinin süresi
ve boyutlarına bağlı olarak), gelecek
yıl yüzde 6 büyümesi (8) (yani net yüzde 9,5 büyümesi), ne de hükümetin
öngördüğü gibi “V” tipi bir toparlanma (yani dibi gördükten sonra çok hızlı bir
çıkış) mümkün olabilir.
Dünyada ve Türkiye’de
olasılığı yüksek bir ikinci Koronavirüs salgını dalgası ve bunun neden olacağı
yeni ekonomik kapanmalara ve bunların süresi ve şiddetine bağlı olarak, bu
toparlanma “W” ya da daha büyük bir olasılıkla “U” biçiminde olacak gibi
görünüyor.
Yani ekonominin dibe
vurması sonrasında hızlı bir çıkış ya da zigzaglı bir çıkış yerine, uzunca bir
süre çok düşük, hatta sıfıra yakın bir ekonomik büyüme durumu ile karşı karşıya
kalabiliriz.
Ekonomilerin toparlanmasının “U” tipli bir
toparlanma olacağına inanan OECD Genel Sekreteri A. Gurria’nın altını çizdiği
gibi dünyadaki birçok ekonominin normale dönmesi en az 2 yıl alabilecek.(9)
Sınıfsal
tercihler ön planda
Bir de hükümetin sermayeye
verdiği bir söz var: Bu yıl özel sektörün 200 milyar liralık KDV iadesi
alacağının geri ödenmesi sözü. Bu rakam bu yılki vergi gelirlerinin neredeyse dörtte
birini oluşturuyor. Üstelik bu söz bu yıl bu kesimden normalde toplanması
gereken yaklaşık 196 milyar liralık bir verginin; muafiyet, istisna ve indirim
adı altında toplanmayacağı gerçeği ortada iken verilen bir söz.
Diğer taraftan
OECD’nin yeni bir raporu vergilerin sermaye kesimini desteklerken, emekçileri
nasıl ezdiğini gözler önüne seriyor. (10) Bu rapora göre, 3 temel
vergi ve benzeri mali yük işçilerin ücretlerini azaltıyor: Gelir Vergisi (GV),
Sosyal Güvenlik Katkı (SGK) Payları ve Katma Değer Vergisi (KDV).
Türkiye:
Emeğin vergilendirilmesi açısından en adaletsiz ülkelerden biri
Rapordan, istihdam maliyeti içindeki payları
açısından bu 3 verginin OECD genelinde bekâr bir işçinin ücretinin yüzde 40’dan
fazlasını (yüzde 41,5) alıp götürdüğü anlaşılıyor. Türkiye’de ise bu oran yüzde
43 olarak hesaplanıyor.
İşçi evli ve 2 çocuklu olduğunda durum biraz değişiyor
ve bu yük OECD ortalamasında yüzde 26,4’e düşüyor. Türkiye’de ise bu yüzde
37’ini üzerinde kalıyor (11 puana yakın bir sapma).
Bunun nedeni diğer ülkelerde işçi ailelerine yaygın
vergi iadesi ve diğer devlet yardımları verilirken, Türkiye’deki işçilerin
sadece asgari geçim indiriminden yararlanabilmesi ve devlet yardımlarının
neredeyse hiç olmaması. Üstelik 2016 yılından bu yana bu yük OECD genelinde
azalırken, Türkiye’de artmış durumda.
Bu rapor Türkiye’de emekçinin sadece 3 vergi ve SGK
primi biçimindeki mali yük açısından ne kadar ağır bir yük altında ezildiğini
(36 ülke içinde 16. Sırada) gösteriyor.
ÖTV
dâhil edildiğinde emekçinin yükü daha da artıyor
Kuşkusuz bunlara yukarıda sözünü ettiğimiz sigara,
petrol ve alkollü içecek ve beyaz eşya da dâhil geniş bir tabanı bulunan Özel
Tüketim Vergisinin (ÖTV) getirdiği yük dâhil edilmemiş. Bu vergiler de
eklendiğinde ülkenin sermayedarlar için vergi cenneti olurken, işçiler ve
emekçiler için nasıl bir vergi cehennemine dönüştüğü ortaya çıkıyor.
Sonuç olarak siyasal
iktidar, salgın nedeniyle ortaya çıkan ekonomik hasardan yola çıkarak büyük
sermayeye ve yandaşlara her türlü desteği vermeyi sürdürürken, bu işin faturasını
da, liranın pula dönen değeri ile satın alma gücü iyice azalan, iyice yoksullaşan
emekçilere, halka yeni vergilerle ve zamlarla ödetmeye başladı. (11)
Bütün bunlar olurken,
toplumsal rıza artık ikna yoluyla değil, yeni kayyum atamalarıyla, Meclis’e
yeni partilerin gelmesini önlemeye dönük anti demokratik Siyasal Partiler
Yasası değişiklikleri önerileri ve sosyal medyayı kontrol altına almaya çalışan
girişimlerle üretilmeye çalışılıyor.
Anahtar sözcükler: Vergi yükü, bütçe açığı,
kamu maliyesi krizi, otoriterleşme, emeğin vergilendirilmesi, “U” tipi
toparlanma.
Dip notlar:
(3) Hazine
ve Maliye Bakanlığı, Aylık Bütçe
Gerçekleşme Raporu (Nisan 2020), https://www.hmb.gov.tr/duyuru/2020-nisan-merkezi-yonetim-butce-gerceklesmeleri-raporu
(15
Mayıs 2020).
(4)
https://www.evrensel.net/haber/403176/prof-konukman-sermayeye-ayrilan-195-milyar-tl-ek-butce-ile-halka-aktarilabilir? (27 Nisan 2020).
(5)
https://www.sabah.com.tr/apara/haberler/2020/04/25/bakan-albayrak-video-ile-duyurdu; https://sendika63.org/2020/05/chpden-teyyo-damatin-hesabina-tepki-525-milyar-tl-destek-aile-basina-22-bin-250-tl-demek-hangi-aile-bu-parayi-aldi
(15
Mayıs 2020).
(6) Kaldı ki yatırım ve tüketim harcamasının
bıçakla kesilir gibi kesildiği bir salgın döneminde çarpan katsayısının 4
civarında olduğuna inanarak, çok büyük bir kısmının vergi ertelemelerinden
oluştuğu bir paketin 525 milyar liralık bir hâsıla etkisi yaratacağını iktisat
kuramlarının hiç biri ile açıklayabilmek mümkün değil.
(7)
Yalçın
Karatepe, “Swap bizi kurtarır mı?”, BirGün
Gazetesi (15 Mayıs 2020).
(8)
https://www.ebrd.com/news/2020/ebrd-expects-turkeys-economy-to-bounce-back-by-6-per-cent-in-2021.html (13 May 2020).
(9)
Martin Arnold, “Pandemic
stimulus debt will ‘come back to haunt us’, warns OECD”, https://www.ft.com
(13 April 2020).
(11)
Burada
“büyük sermaye” deyimini özellikle kullanıyoruz zira salgın sonrası açıklanan
kredi desteği gibi desteklerden, yandaşların dışında küçük esnafın ve
işletmecilerin fiilen faydalanamadıkları, bekledikleri kredileri alamadıkları
ileri sürülüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder