SON IMF RAPORUNDAKİ TÜRKİYE
GERÇEĞİ
Mustafa Durmuş
27 Haziran 2020
Siyasal iktidar Korona
salgını ile birlikte iyice derinleşen ekonomik kriz, işsizlik ve hayat
pahalılığı gibi sorunlara gerçekçi çözümler üretemiyor, üretemedikçe de seçmen
tabanını kaybediyor.
Ayrıca böyle ekonomik
sorunların yanı sıra, artan adaletsizlikler, hukuksuzluk gibi sosyal sorunları
ortadan kaldırmak ya da en azda tutmak yerine, yeni düzenlemelerle bu sorunları
daha da derinleştiriyor.
Örneğin işçilerin tutunabildikleri
son bir dal olan kıdem tazminatı güvencesini ortadan kaldırmak gibi sadece patronları
memnun edecek değişikliklere yöneliyor. Böyle olunca da toplumdaki mutsuzluk,
huzursuzluk ve gerginlik daha da artıyor.
Başarı hikâyeleri: “Cambaza bak”
Patron yanlısı politikaları
sürdürürken, tabanının önemli bir kısmını oluşturan yoksul kesimlerin de (başta
kendi içinden çıkarak kurulan yeni siyasal partiler olmak üzere) diğer siyasal
partilere kaymasının önüne geçmek istiyor.
Bunun için de bir yandan
ekonomideki ve sosyal hayattaki tablonun tersine bir algı yaratmaya dönük “başarı
hikâyeleri” anlatıyor, diğer yandan da milliyetçi seçmeni yanında tutabilmek
için Suriye, Irak ve Libya’daki askeri operasyonlarına hız veriyor.
Başarı hikâyeleri ile
ilgili olarak bir süredir siyasal gündemi de meşgul eden iki örnek yeterli olur: AKP Grup Başkan Vekilinin kendilerinden önce
bu ülkede “kadın kelimesinin adının dahi olmadığını” açıklaması ve Genel Başkanının
Türkiye ekonomisinin dünyanın en büyük ilk 10 ekonomisi arasına girebilecek bir
başarı grafiği çizmekte olduğu (1) yönündeki açıklaması.
İlk açıklama ile ilgili
olarak bu ülkenin tarihinde kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin
hiçbir zaman bu kadar artmadığını ve bir zamanlar adı Kadın Bakanlığı olan bir
bakanlığın adından AKP hükümetleri tarafından “kadın” sözcüğünün çıkartılarak Aile
ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olarak değiştirildiğini söylemek yeterli olur.
IMF raporu “başarısızlık” hikâyesi
anlatıyor
Ekonomik başarıya gelince,
belki bizleri yönetenler böyle bir başarıya inanıyorlar ya da kendilerini
inandırmak istiyorlar, yandaş medya da bunu sürekli olarak servis ediyor, ama
uluslararası raporlar tam tersini söylüyor.
Bu raporların başında
IMF’nin geçtiğimiz günlerde yayınladığı, daha doğrusu güncellediği bir rapor
geliyor. Dünyanın Ekonomik Görünümü başlıklı Haziran tarihli rapor (2) birçok
açıdan Türkiye ekonomisinin hiç de iyi durumda olmadığını, olma yolunda da
olmadığını, bırakın aralarına girmek istediğimiz en gelişkin 10 ekonomiyi, aynın
kulvarda yer aldığımız Yükselen Ekonomiler ve Azgelişmiş Ülkelerle
kıyaslandığımızda göreli olarak kötü durumda olduğumuzu gösteriyor.
İlk olarak (ekonomik
büyümeyi fetiş haline getiren bakış açısına yönelik eleştirilerimizi bir başka
yazıya bırakarak), ekonomik büyüme
verilerine bakalım.
Herkesten daha fazla küçüleceğiz
IMF raporunda dünya
ekonomisinin 2020 yılında ortalama yüzde - 4,9 küçüleceği (buna karşılık 2021
yılında adeta V tipi bir toparlanma ile yüzde 5,4 büyüyeceği) ileri sürülüyor.
Raporda gelişkin Merkez Ekonomilerin
yüzde 8 dolayında, Yükselen ve Azgelişmiş Ekonomilerin ise yüzde 3 dolayında
küçüleceği ileri sürülüyor (bu yıl dünyada sadece Çin’in yüzde 1 büyümesi
bekleniyor ki bu da 1,5 milyara yakın nüfusu olan bir ülkede devede kulak bile
değil).
Aynı rapor Türkiye’nin yüzde
-5 küçüleceğini ( 2021 yılında eğer toparlanma olursa yüzde 5 büyüyeceği) ileri
sürüyor.
Yani (siyasal iktidar
tarafından ileri sürüldüğü gibi) Türkiye diğer ekonomilerden pozitif bir
şekilde ayrışmıyor. Hatta dünya ortalamasından daha fazla, dahası aynı
kulvardaki Yükselen ve Azgelişmiş ekonomilerden beşte iki oranında daha fazla
küçülecek gibi gözüküyor.
Raporun bazı detayları
oldukça önemli zira eğer 2021 yılı başlarında bir ikinci salgın yaşanırsa dünya
ekonomisinin 2021 yılında yüzde- 5 küçüleceği ileri sürülüyor. Finansal kaynak
temini açısından çok büyük ölçüde dışa bağımlı bir ülke olarak Türkiye
ekonomisinin bu senaryo altında daha fazla küçülmesini beklemek ise hayal
olmaz.
IMF ayrıca dünya çapında
bu iki yıldaki kaybın 12,5 trilyon doları bulacağını ileri sürüyor. Bu da
yıllık küresel ekonomik hasılanın yüzde 15’inin yok olacağı anlamına geliyor.
Ekonomiye verilen desteklerde hayal
kırıklığı
İkinci olarak bu pandemi
nedeniyle hükümetlerin ekonomilere verdikleri desteklere bakıldığında; ileri
sürüldüğü gibi Türkiye ekonomisinin hem nicel, hem de nitel olarak yeterince desteklenmediği
(bırakınız emekçilere, yoksullara ve işsizlere dönük programları) ortaya
çıkıyor.
Salgın sonrası verilen
devlet destekleri raporda iki grupta toplanıyor: İlk grup kamu harcamaları ve
vergi kolaylıklarından oluşuyor. İşsizlere ve yoksullara verilen destekler,
vergi indirimleri, ertelemeler ve vazgeçmeler bu grupta yer alıyor. İkinci
grupta ise asıl olarak bankacılık sektörü aracılığıyla verilen krediler, kamu garantileri
ve diğer likidite kolaylığı biçimindeki parasal destekler yer alıyor.
O halde öncelikle (en
yetkili ağızdan artık ilk 10’nda yer alabileceğimizin açıklandığı) G20 ülkelerinin en zenginlerine bir bakalım.
G20 ülkelerinde (ortalama
olarak) ilk grup devlet desteğinin payı bu ülkelerin milli hasılalarının
ortalama yüzde 6,4’üne; ikinci grup desteklerse yüzde 5,8’ine denk düşüyor. Kısaca
bu ülkelerde toplamda 10 trilyon doları bulan ve yüzde 12,2’lik bir orana denk
düşen bir devlet desteği söz konusu.
G20’nin hepsi gelişkin
ekonomi statüsünde değil. Bu statüdekilere bakıldığında bunlarda oranların ortalama
olarak sırasıyla: Yüzde 8,9 ve yüzde 10,9 olmak üzere toplam yüzde 19,8’i
bulduğu görülüyor. Bu noktada ilk 10’a girmek isteyen Türkiye’nin ekonomiye
verilen destek anlamında kendini bu oranlarla kıyaslaması gerekiyor.
Türkiye milli hasılasının yarısından
fazla bir destek
Biraz detaylandırırsak;
ABD sırasıyla: 2,443 trilyon
dolar (yüzde 12,3) + 520 milyar dolar (yüzde 2,6) olmak üzere toplam 2,953
trilyon dolar (yüzde 14,9) ile ekonomiye verilen desteğin büyüklüğü açısından
ilk sırada yer alıyor (bu desteğin daha ziyade yüzde 1’lik en zengin gruba
yönelik olduğu yönünde ciddi eleştiriler mevcut).
Japonya sırasıyla: 551
milyar dolar (yüzde 11,3) + 1,169 trilyon dolar (yüzde 24,0) ile ve toplamda 1,
720 trilyon dolar (yüzde 35,3) ile ikinci sıraya yerleşiyor.
Almanya sırasıyla: 332
milyar dolar (yüzde 9,4) + 1,115 trilyon dolar (yüzde 31,5) ve toplamda 1,447
trilyon dolar (yüzde 40,9) ile üçüncü sırada konumlanıyor.
İngiltere sırasıyla: 155
milyar dolar (yüzde 6,2) + 423 milyar
dolar (yüzde 16,9) ve toplamda 578
milyar dolar ile (yüzde 23,1) dördüncü sırada kendine yer buluyor.
Kıta Avrupası’nda
Almanya’dan sonra en büyük ekonomiye sahip olan Fransa ise sırasıyla: 12 milyar
dolar (yüzde 3,7) + 380 milyar dolar (yüzde 16,2) ve toplamda 443 milyar dolar
(yüzde18,2) ile beşinci sırada yer alıyor.
Yani Korona salgını
sonrasında, bu 5 ülkenin (mali ve parasal devlet desteği niteliğinde olmak
üzere) en cimrisi bile Türkiye milli hasılasının yarısından fazlasına denk
düşen bir devlet desteği sunmayı kararlaştırmış durumda.
Türkiye ile benzer bir
ekonomik gelişkinlik düzeyine ve otoriter bir rejime sahip bulunan Brezilya ise
sırasıyla 86 milyar dolar + 71 milyar dolar olmak üzere toplamda 157 milyar
doları gözden çıkartmış bulunuyor.
Türkiye: 63,3 milyar dolar( yüzde 9,3)
Türkiye’nin açıkladığı destek
ise sırasıyla: İlk grup destek olarak 2 milyar dolar ve ikinci grup destek
olarak 61,3 milyar dolar olmak üzere toplam 63,3 milyar doları (yüzde 9,3 )
ancak buluyor.
Yani ekonomiye verilen
destek açısından da Türkiye sadece gelişkin G20 ekonomilerinin çok gerisinde
değil, aynı zamanda bu grubun üyesi ve yükselen ekonomiler arasında sayılan
Brezilya’nın da gerisinde kalıyor.
Desteğin üçte ikisi devlet garantili
projelere
Üstelik Türkiye’nin
verdiği 63,3 milyar dolarlık parasal desteğin yaklaşık yüzde 71’inin koşullu
yükümlülükler ve garantiler biçiminde olduğunun altını çizelim. Yani Korona
sonrasında da asıl desteğin; sosyal hareketliliğin bu salgın nedeniyle iyice
azalmasından dolayı zararı iyice artan köprü, oto yol, hava limanları, enerji
santralleri ve şehir hastaneleri gibi dış borçla yapılan projelere verildiği
anlaşılıyor.
Üçüncü olarak verilen bu
desteklerin sonucunda, dünya genelindeki borç stokları Birinci ve İkinci Dünya
Savaşları sırasındakinden çok daha yüksek bir orana çıkmış durumda. Kamu borç
stoklarının ise sadece 1 yılda dünyada ortalama olarak yüzde 18,7 ve bütçe
açıklarının ise yüzde 9 oranında artması bekleniyor.
Durumun ciddiyetini
göstermek açısından bu verileri 2008-09 Büyük Resesyonu ile kıyaslamak gerekiyor.
Çünkü bu resesyon sırasında kamu borçları sadece yüzde 10,5 ve bütçe açıkları
ise yüzde 4,9 artış göstermişti.
Destekler patronlara, fatura halka
Kısaca Korona ile birlikte
dünya bir bütün olarak daha fazla borçlu, kapitalist devletler daha fazla borçlu
ve bütçeler artık daha fazla açık veriyor. Bunların “dengelenmesinin” halktan
daha fazla vergi alınarak ve halka dönük kamusal harcamaların daha da kısılarak
sağlanacağı ise çok açık. Yani destekler sermayeye verilirken, fatura yine
emekçi halklara ödettirilecek.
Rapora göre, Türkiye’de (hükümetin
öngörülerinin çok üstünde) bir bütçe açığı bizi bekliyor. Zira bu oranın yüzde
8,4’e çıkması öngörülüyor. Bu “mali disiplin” gibi hükümetin yıllardır
savunduğu kavramların bir kenara bırakıldığını gösteriyor. Ayrıca bu durum, bu açığın
yeni vergi ve halka dönük kamu harcaması kısıtlaması gibi kemer sıkma
önlemleriyle kapatılacağının da işareti.
Devasa işsizlik ve yoksulluk artışı
Son olarak krizin insana,
topluma değdiği asıl yerler olan işsizlik ve yoksulluk gibi alanlara değinelim.
Rapor bu konuda da son derece endişe verici bulgular sunuyor.
Raporda işsizliğin devasa
boyutlara eriştiği Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) öngörülerine referans
verilerek anlatılırken, bu durumdan en çok etkilenecek olanların sayıları 2
milyarı bulan kayıt dışı ve güvencesiz çalıştırılan işçiler ve kadın işçiler
olduğunun da altı çiziliyor.
Yoksullukta ise 1990’lardan
bu yana oranı yüzde 10’un altına düşürüldüğü ileri sürülen aşırı yoksulluğun
(günde kişi başı 1,90 dolarlık gelir tüketilmesi ölçütüne göre) Covid-19
sonrasında tekrar yüzde 10’ların çok üzerine çıkacağı öngörüsünde bulunuluyor.
Kara tablo
Türkiye’de ise bu konuda
bırakın pembe ya da gri tabloyu, kapkara bir tablo söz konusu. Öncelikle ülke
olarak dünyadaki en yüksek resmi (dar anlamda) işsizlik oranına sahip ülkelerden
biriyiz. Ayrıca DİSK-AR Haziran 2020 İşsizlik ve İstihdamın Görünümü Raporu’nda
(3) ülkede geniş tanımlı işsiz sayısının 13 milyonu aştığını ve işsizlik
oranının yüzde 39’u bulduğunu ileri sürülüyor.
Özcesi siyasal iktidar tarafından
ileri sürüldüğü gibi ortada bir ekonomik başarı tablosu da, kısa ve orta vadede
hızlı bir toparlanma umudu da yok. Başarılı bir ekonomi yönetimi algısı
oluşturmaya dönük politik açıklamaların dışındaki tüm bilimsel araştırmaların,
uluslararası örgütlerin raporlarının bulguları bu gerçeği her gün yüzümüze
vuruyor.
Dip notlar:
(1)
Zengin: "AK Parti'den önce kadının
adı yoktu!", Show TV Ana Haber, https://www.youtube.com (26 Haziran 2020); https://www.ahaber.com.tr/ekonomi/2020/06/21/baskan-erdogandan-net-aciklama-en-guclu-10-ekonomiden-biri-olacagiz.
(2)
IMF, World Economic Outlook- Update (June 2020), A Crisis Like No Other, An Uncertain Recovery.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder