Sermaye
kontrolleri (3): İktidar ve muhalefet yan
yana
Mustafa
Durmuş
24
Temmuz 2022
Bilindiği gibi,
1930 yılında çıkartılan “Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkındaki Kanun” (1567
Sayılı K.) hükümetlere, kambiyo kontrolü amaçlı ve Türk Lirasının değerini
korumayı sağlamaya dönük olmak üzere, cezai nitelikte yaptırımlarla desteklenen
düzenleyici kararlar alma yetkisi tanıyordu.
Bu kanun 1989
yılında “Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkındaki 32 Sayılı Karar” ile değişikliğe
uğratıldı ve böylece uluslararası sermaye hareketleri için neo-liberalizme
uygun bir serbestleştirme hayata geçirildi.
Bu tarihten 22 yıl
sonra, bu kez Özal’ın izinden giden neo-liberal, neo-muhafazakâr AKP Hükümeti,
uluslararası sermaye hareketleri üzerindeki kontrolleri ve engelleri (2008 ve
2009 yıllarında bu Karar’da yaptığı değişikliklerle) bütünüyle ortadan kaldırdı
(1).
Türkiye ekonomisinin uluslararası sermaye ile imtihanı
Bu son
değişiklikle, Türkiye’de ve dışarıda yerleşik kişilerin, bankalar vasıtasıyla
yurtdışına döviz transfer etmeleri serbest hale getirildi. Ayrıca, Türkiye’de
yerleşik kişilerin yurt dışında yerleşik kişilerden döviz kredisi temin
etmelerinin önü açılırken, kullanım tarihinde kredi bakiyesi 15 milyon dolar
veya üzerinde olan (döviz cinsinden geliri olmasa da), Türkiye’de yerleşik
kişilerin yurt dışından döviz kredisi kullanabilmeleri de sağlandı.
Sermaye serbestisi kara para aklamayı kolaylaştırdı
Oysa bu
düzenlemenin kara paranın aklanması ile ilgili önemli bir boyutu vardı. Çünkü uygulamada kara para aklama yollarından
biri kara parayı kişilerin ülkeye döviz cinsinden kredi olarak getirmesi. İşte bu
son iki düzenleme bunu mümkün kılarak kara paranın aklanmasına yardımcı oldu.
Kara paranın ülkeye
rahatça girebilmesi ise otoriterliğin giderek daha da pekişmesine ve insanların
yaşamlarına müdahale eden ve geçim kaynaklarına el koyan bugünkü kleptokrasinin
oluşmasının önünü açtı.
Her ne kadar 2018 yılında çıkarılan “Sermaye
Hareketleri Genelgesi” ile tekrar bazı kısıtlamalar getirilse de, bu genelge
bugüne kadar 116 dipnot ile değişikliğe uğratıldı. Yani 4 yıl içinde 49 defa
(100’den fazla alt değişiklik) ‘güncelleme’ yapıldı. 2021 yılı içinde toplam 28
dipnot güncellemesi, 2022 yılında da 4 ayrı tarihte 4 güncelleme yapıldı. (2)
Kredi derecelendirme kuruluşu S&P
Global, Nisan ayında Türkiye'nin TL notunu düşürürken, buna gerekçe olarak “sermaye
kontrollerinin piyasalarda endişe yarattığını” söylemişti. Haziran ayında da, “TL
ve finansal piyasalar üzerindeki baskının yoğunlaşması halinde ülkede yeni
sermaye kontrollerinin getirileceğini” ileri sürdü. (3) Nitekim bu
değerlendirmelerin ardından BDDK’nin, “ticari kredi kullanmak isteyen şirketlerin
belli bir miktardan fazla dövizlerini bozdurma zorunluluğu” sonucunu doğuran
kararı yayımlandı.
Türkiye’nin kredi notunu Şubat ayında BB
(-)’den B (+)’ya, daha sonra da B’ye düşüren
(bu kredi notu, yatırım yapılabilir seviyesinden beş basamak daha
aşağıda. Bu da Türkiye'nin kredi notunun çer çöp seviyesine düşürülmesi demek
oluyor) ve görünümü negatif olarak koruyan Fitch Ratings ise bu kararlarında, “Türkiye’nin,
faiz oranını yükseltmeden döviz kurunu istikrarda tutabilmek için ilave sermaye
kontrollerine başvurmak durumunda kalabileceğini, ancak bunun istikrarsızlığı
azaltmayacağını hem de ekonomiye olan güveni sarsacağını” vurguladı. (4)
Sermaye
kontrolü noktasına nasıl gelindi?
Türkiye’nin, iktidarca adına açıkça
sermaye kontrolü denmese de BDDK kararlarıyla başlatmış olduğu bu yöndeki
girişimlerin hem küresel ekonomide olup bitenlerle hem de ülkede uygulanan
ekonomi politikalarıyla yakından ilişkisi var.
Öncelikle, 2000’li yılların başlarından
2008 finansal krizine kadar, dünyadaki likidite bolluğu döneminde, pek çok
azgelişmiş ülke gibi Türkiye’deki AKP iktidarı da bu bol likidite imkânlarından
yararlandı. Öyle ki bu dönemde (2003-2020) ülkeye 1trilyon doların üzerinde
yabancı kaynak girdiği tahmin ediliyor. (5) Ülkeye gelen bu yabancı sermaye
akımları üzerinde neredeyse hiçbir kontrol uygulanmadı. Bu, neo-liberalizmin
bir gereği olarak savunulurken, bu kaynaklarla sağlanan yüksek büyüme ve sanal ekonomik
canlılık böyle bir sermaye serbestisinin meşrulaştırılması için kullanıldı.
Ancak ülkenin 2015 yılından itibaren içine
girdiği çoklu krizler, 2018 yılında yaşanan döviz krizi, 2020’de etkili olmaya
başlayan Covid-19 salgını ve 2022 yılında Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonucunda
patlak veren savaş durumu değiştirdi. Küresel likidite artışı yavaşlarken,
ekonomiler içe dönmeye başladılar. Son 40 yılın en yüksek enflasyonu nedeniyle
merkez bankaları faiz oranlarını artırmaya başlayınca yükselen ekonomilere
doğru olan sermaye akımları yavaşlarken, bu ekonomilerden çıkışlar da hızlandı.
Kısaca, küresel gelişmelerin Türkiye’de son
zamanlarda döviz kurunu kontrol etme amaçlı sermaye kontrollerini andıran
önlemlerin alınmasının nedenlerinden biri olduğu açık.
Ancak, Türkiye’de sermaye kontrollerine
giden yolun önü asıl olarak, ekonomiyi yönetenlerin yaptığı yanlışlarla açıldı.
Eylül 2021’de yüzde 18.00 olan MB politika faizi oranının Aralık ayının
ortalarına kadar yüzde 14.00’e düşürülmesi, daha da önemlisi faizlerin bundan
böyle artırılmayacağı ve daha da düşürüleceği yönünde devletin en tepesince
yapılan açıklamalar, hem enflasyonu hem de döviz kurunu artık kontrol
edilemeyecek düzeylere taşıdı.
Normalde kurlardaki böyle ani değişimleri
yönetme ve yumuşatma konusunda en etkili araç olan Merkez Bankası’nın fiilen
devre dışı bırakılması ve döviz rezervlerinin eritilmiş olması durumu daha da
kötüleştirdi. Bu yüzden de, faizi sabit tutarken, TL’deki erimeyi yavaşlatarak, beklenen bir
döviz krizini ötelemek amacıyla, döviz bozdurmayı teşvik etmeye dönük BDDK
kararları devreye sokuldu.
Muhalefet
ve uluslararası sermaye
Gelinen nokta itibariyle, ‘idari
kısıtlamalar biçimindeki sermaye kontrolü’ olarak tanımlanabilecek bu
kararların işe yarayıp yaramayacağı kadar, muhalefet partilerinin bu konuda ne
düşündüğü de, olası iktidarlarında uluslararası finans kapital ile ilişkileri
açısından son derece önem kazanmış durumda.
Yani giderek zayıflayan Cumhur
İttifakı’nın karşısında oyları giderek artan ve normal koşullarda seçimleri
kazanmasına kesin gözüyle bakılan Millet İttifakı’nın sermaye kontrolü ya da
serbest sermaye rejimi konusundaki tavrı, bu ittifakın neyi nereye kadar
yapabileceği konusundaki önemli göstergelerden biri olacak.
‘Her
derde deva’ bir çözüm mevcut değil!
Ancak, öncelikli olarak, küresel sermaye
hareketlerinin bu denli serbestleşerek küresel ekonomiyi bu denli etkilediği ve
küresel bir likidite krizinin olasılık dâhilinde olduğu bir dönemde, bu
akımlardaki ve döviz kurundaki dalgalanmaları ortadan kaldırabilecek her derde
deva bir çözümün mevcut olmadığının altını çizelim.
Döviz kuruna yapılan müdahaleler ve
BDDK’nın son hamlesinde ‘makro ihtiyati tedbir’ olarak sunulan kararsa, en
iyimser yaklaşımla, döviz kurunu belirlemekten ziyade dövizdeki hassasiyeti
azaltmada etkili olabilir.
Çünkü hem döviz kuru, hem de uluslararası
sermaye hareketleri büyük ölçüde iktisadi temeller tarafından belirleniyor.
Yani bu hareketler ve döviz kuru üzerinde; hem ülkeler arasındaki faiz oranı
farklılıkları, net sermaye girişlerinin büyüklüğü, ülkede uygulanan para
politikası, risk primi gibi finansal faktörler, hem de mal fiyatları, ticaret
ortaklarının konumu, dış ticaret hadleri, maliye politikası, verimlilik
artışları ve ekonomik büyüme beklentileri gibi reel faktörler etkili oluyor. (6)
Nitekim BDDK’nın son kararı öncesinde 16.00’e
kadar gerileyen dolar kuru, sadece bir hafta on gün içinde tekrar yükselerek 17.75’i
gördü, süper enflasyon hiper enflasyona doğru koşuyor (7), ekonomik büyümeninse
yılın ikinci yarısından itibaren iyice yavaşlaması kesin gibi.
Nitekim OECD’nin bu ayki raporuna göre,
Türkiye ekonomisi yüksek enflasyon, azalan tüketici güveninin özel tüketim
harcamalarını düşürmesi, jeopolitik ve finansal koşullarındaki belirsizliklerin
özel yatırımları düşürmesi ve Ukrayna savaşının ihracatı yavaşlatması gibi
nedenlerle, bu yıl sadece yüzde 3,7 ve gelecek yüzde 3,0 büyüyebilecek. (8) Bu
geçen yıla göre ekonomik büyümenin üçte iki oranında azalacağı anlamına
geliyor. Benzer bir biçimde bugünlerde açıklanacak olan IMF raporunda da,
Türkiye ekonomisinin büyüme hızının düşürülmesi bekleniyor.
Bu gelişmelerin yanı sıra durumu daha da
kötüleştirebilecek bir diğer gelişme ülke ekonomisinin özellikle de finansal
göstergeler anlamında kırılganlıklarının artması nedeniyle bir borç krizi ve
finansal krize doğru sürüklenebilecek olması.
Nitekim aşağıdaki tablodan da
görülebileceği gibi, kendi kulvarındaki 19 yükselen ekonomi arasında Türkiye
ekonomisi en kırılgan ekonomi olarak liste başında yer alıyor. Döviz kurunun
istikrarsızlığından, cari açığa; ithalatın finansmanından politik risklere
kadar toplam 6 göstergenin hepsi en riskli (kırmızı) olarak işaretlenmiş
durumda. (9)
İktidar
bloğu kendi hatalarıyla yüzleşmek zorunda
Kısaca siyasal iktidar, son 20 yıldır
uygulamakta olduğu ve bu süreçte adım adım daha da serbestleştirdiği
uluslararası sermaye akımlarının neden olduğu sorunlarla ve uyguladığı başta faiz
politikası olmak üzere yanlış ekonomi politikalarının sonuçlarıyla boğuşuyor.
Ancak artık iyice yakın olan döviz krizi
ortaya çıktıktan sonra yapılacak olan sermaye kontrollerinin ya da ilerde işler
daha da kötüleştiğinde gündeme getirilecek ‘döviz çıkışı yasakları’ gibi
önlemlerin mevcut durumu iyileştirmekten ziyade, paniğe yol açarak daha da
kötüleştireceğinin ve bunun de tam bir ekonomik çöküşe neden olabileceğinin
altının çizilmesi gerekiyor.
İktidar bloğunun bu durumun farkında
olmadığı düşünülemez. Aslında ülkeyi yönetenler durumun farkındalar ama gelinen
nokta itibariyle yapabilecekleri fazla bir şey yok gibi görünüyor. Çünkü deyim
yerindeyse, “bu elbise artık yama tutmaz” bir halde.
Bu yüzden de siyasal iktidar son bir iki
yıldır sıkça uygulamakta olduğu bir yönteme başvuruyor ve BDDK kararlarıyla ihracatçının,
şirketlerin dövizlerine el koyuyor. Bu yetmediğinde şirketler aranıyor ve
onlardan kibarca dövizlerinin bir kısmını bozdurmaları isteniyor. (10)
Bunları ‘sermaye kontrolü’ olarak
adlandırmaktansa, denize düşenin yılana sarılması gibi, dövizlere doğrudan el
koymak olarak değerlendirmek belki de daha gerçekçi olur. Ancak tüm bunların toplumdaki
memnuniyetsizliği daha da artıracağı ve bunun da iktidar bloğu açısından bazı
politik bedellerinin olacağı unutulmamalı.
Bütüncül
bir alternatif sunamayan muhalefete bir uyarı
Ülke bu halde iken, iktidar adayı
muhalefet partilerine de bir sayfa açmak gerekiyor zira onlara önemli bir
sorumluluk düşüyor. Muhalefet bir yandan ekonominin bu hale gelmesi konusunda
iktidar bloğunun sorumluluğunu teşhir ederken, diğer yandan böyle sermaye
hareketlerinin ülke ekonomisi ve başta emekçiler olmak üzere toplumun büyük
çoğunluğu üzerindeki yıkıcı etkilerinin bilincinde olarak davranmalı.
Ancak 6’lı Millet İttifakı bunun oldukça
uzağında bir duruş sergiliyor. ‘Güçlendirilmiş parlamenter rejim inşası’ için
bir araya gelen bu ittifakın şu ana kadar ekonomide yapacakları ile ilgili
açıklamaları, “Merkez Bankası’nın bağımsızlaştırılmasına, Hasar Tespit
Komisyonu’nun oluşturulmasına, Ekonomik ve Sosyal Konsey’in canlandırılmasına
ve Stratejik Planlama Kurumu’nun kurulmasına” ilişkin olarak verilen sözlerin ötesine
geçemedi.
Özetle 6’lı İttifak, gelecekte emekten,
halktan yana bir ekonomik düzenin nasıl olacağına ilişkin alternatif bir ekonomik
model sunmadığı gibi, bugünkü ciddi boyuttaki ekonomik sorunlara nasıl çözümler
getireceği konusunda somut öneriler içeren herhangi bir bütüncül programı da toplumun
önüne koyamadı.
Bunun nedeni ideolojik ufuklarının
neo-liberalizm ya da ona yapılan küçük devletçi dokunuşlarla sınırlandırılmış
olması (CHP’nin ve İYİP’in yaptığı gibi)
ve gerçekte emekçi sınıfların, halkların
çıkarlarını savunan partiler konumunda olmamaları.
6’lı
İttifak sermaye kontrollerine karşı
Nitekim 6’lı İttifakın da neo-liberalizme (piyasalaştırma,
metalaştırma, piyasaları serbestleştirme, mali disiplin) sahip çıkacağı,
uluslararası sermayeye her hangi bir kontrol uygulamayacağı, serbest sermaye
rejimini (ve elbette dalgalı kur rejimini) aynen sürdüreceği aşağıdaki ortak
açıklamadan anlaşılıyor:
“İktidarın
son dönemde devreye sokmaya çalıştığı politikaların dünyaya kapalı ve otoriter
bir yapının kalıcı nitelik kazanması hedefine dönük olduğu açıktır. Bu
çerçevede, BDDK’nın geçtiğimiz hafta içinde aldığı kararlar da açık bir şekilde
serbest kambiyo sisteminden sermaye kontrol sistemine geçişin adımları olarak
görülmektedir. Genel Başkanlar olarak bizler, iktidarın ülkemizi geçen yüzyılda
kalan, kapalı bir ekonomi-politik sisteme yöneltme çabalarına karşı mücadele
etme kararlılığımızı bir kez daha teyit ediyoruz”. (11)
Keza Millet İttifakı’nda yer alan ve “genel
başkanlarının çok sayıda büyük yabancı fon ile görüşme halinde olduklarını
açıkladığı” DEVA Partisi’nin resmi sitesinde: “Serbest kambiyo rejimine ve
dalgalı kur sistemine aykırı atılmış olan adımları gözden geçirecek ve gerekli
düzenlemeleri hayata geçireceğiz.” ifadesi yer alıyor.
Belli ki iktidardaki AKP-MHP ittifakına
paralel bir biçimde, NATO’daki son genişlemeye onay vererek emperyalizmin
askeri boyutu ile her hangi bir sorunları olmadığını ortaya koyan 6’lı
İttifak’ın (yabancı sermayeyi ürkütmemek gerekçesiyle uluslararası sermayenin
kontrol edilmeyeceği yönünde verdikleri sözlerden), emperyalizmin
iktisadi-finansal boyutuyla da pek dertlerinin olmadığı anlaşılıyor.
Emperyalizm
hiç olmadığı kadar iktisadi bir gerçek
Ancak ana akım muhalefet partilerine ve
emperyalizmi hafife alan diğer partilere emperyalizm olgusunun, sadece
kışkırttığı, müdahil olduğu savaşlar ve NATO gibi savaş örgütleriyle değil,
aynı zamanda uluslararası sermaye hareketleri ve genel olarak finans kapitalin
faaliyetleriyle de güçlü bir biçimde varlığını sürdürdüğünü ve ülkeye dışsal
değil, içsel bir olgu olduğunu hatırlatmakta yarar var.
Bilindiği gibi, emperyalizm, 19’uncu
yüzyılın son çeyreğindeki ortaya çıkmış bir olgu. Öncesinde 100 yılı aşan ve
‘rekabetçi sanayi kapitalizmi’ dönemi olarak da adlandırılan dönemde, ücretli
emek gücü ve büyük çapta hammadde kullanımı ile çok büyük miktarda üretilen
meta, ücretleri çok düşük tutulan işçiler tarafından yeterince satın alınıp
tüketilemiyordu.
Bu nedenle milli sermaye açısından hem
hammadde kaynaklarını hem de pazarı genişletmek için ulusal sınırların ötesine
geçmek gerekiyordu. Bunun için de ulus devletlerin kendi sınırlarının ötesine
genişlemeleri lazımdı. Böyle bir genişlemenin doğal sonucu henüz
kapitalistleşmemiş dünyanın gelişmiş kapitalist ülkelerin merkezinde olduğu
yeni sömürgelere ve etki alanlarına dönüştürülmesi oldu. Bu, uluslararası çapta
Merkez-Çevre ayrışmasına neden olurken merkezdekiler sermayeyi biriktirdiler ve
teknolojiyi geliştirdiler, çevredekilerse
sermaye birikimi ve teknolojiden büyük ölçüde geri bıraktırıldılar.
Emperyalizm konusunda çok önemli bir eser
ortaya koymuş olan Lenin, emperyalizmi, “kapitalizmin en ileri, en gelişmiş,
aynı zamanda da en saldırgan biçimi” olarak tanımlar. Ona göre, emperyalizmin
temel karakteristikleri; tekelci mülkiyet ve üretimin tekelci kontrolü, finans
kapitalin baskınlığı, aşırı sermaye birikiminden kaynaklı sermaye ihracı,
kartel ve tröstlerin yükselişi ve dünyanın en güçlü kapitalist güçler arasında
paylaşılmasıdır. (12)
Kısaca emperyalizm çağında, sermayenin
biriktiği merkezlerde hızlı bir finansal kapital oluşumu gerçekleşti ve
bankalar sanayi tekellerinin ana hissedarları haline gelerek adeta onları
yutmaya başladılar. Bu durum onların devleti ve politik hayatı da kontrol
etmelerini sağladı.
Diğer taraftan finans kapitalin
çelişkileri de yüzeye çıkmaya başladı. Aşırı sermaye birikimi, içerde kârlılığın
düşmesine neden olunca çıkış yolu olarak bu kez meta ihracatından ziyade
sermaye ihracına yöneldiler. Bugün küresel sermaye ihracının, küresel meta
ihracatının 84 katı büyüklüğünde olması (13) bunun en somut göstergesidir.
Sonuç
olarak
500 yıllık kapitalizm tarihinde ilk
küreselleşme dalgasının, 1870’lerdeki sanayi devrimindeki, iletişim ve
ulaştırmadaki gelişmelerle birlikte başladığı ve 1914 yılına kadar sürdüğü
biliniyor. Bu tarihten başlayarak 1945 yılı sonuna kadarki 30 yılda
küreselleşmenin göreli olarak geri çekildiği ve bunda yaşanan iki dünya
savaşının, İspanyol Gribinin, Büyük Depresyonun etkili olduğu da genel olarak
kabul ediliyor.(14)
Bugün bu sürece benzer bir biçimde, Covid-19
salgınının neden olduğu ekonomik kriz, küresel tedarik zincirlerindeki ciddi
aksamalar ve Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile başlayan savaşla birlikte enerji
ve gıda fiyatlarındaki büyük çaptaki artışların neden olduğu küreselleşme
hareketlerinde bir yavaşlama, hatta küreselleşmeden uzaklaşma durumu yaşanıyor.
Bunu uluslararası mal ve hizmet hareketlerinden olduğu kadar, para ve sermaye
hareketlerinden de görebilmek mümkün.
Ancak daha önce dört kez görülmüş olan
böyle bir geri çekilmeye rağmen, son 40 yılı aşkın süredir kapitalizme
damgasını vuran neo-liberal finansallaşma kapsamında küresel finansal sermaye
akımları hala güçlü bir biçimde sürüyor. Ukrayna savaşının ve Covid-19
salgınının tamamen bitmesiyle birlikte önümüzdeki yıllarda gündeme gelebilecek
yeni bir küreselleşme dalgasıyla bu akımlar daha da önemli hale gelecek gibi
görünüyor.
Dolayısıyla da, hem boyut hem de içerik
olarak devasa büyüklüğe erişmiş olan, azgelişmiş ülkeleri daha da geri
bıraktırıp, yoksullaştırırken aynı zamanda ekonomileri finansal krizlerle de baş
başa bırakan uluslararası sermaye akımları hala çağdaş emperyalizmin en önemli kısmı
olma özelliğini koruyor.
Bir başka anlatımla (her ne kadar büyük
çapta ve acilen döviz bulması gereken, temerrüdün eşiğine gelmiş olan ülkeler
bu akımlara dört elle sarılsalar da), uluslararası sermaye akımları
emperyalizmin iktisadi ve finansal yüzüdür.
Bu nedenle de, bunların girip çıktıkları
ekonomilerde emekçi yığınlar başta olmak üzere toplumun çıkarlarına aykırı bir
biçimde serbestçe hareket etmelerine karşı çıkmak, aynı zamanda emperyalizme de
karşı çıkmak anlamına gelir. Kısa dönemde, ekonominin içinde bulunduğu durumdan
ötürü, bunlardan bütünüyle uzak durulmasının mümkün olmadığı durumlarda ise
etkin bir sermaye kontrolü uygulamak anti-emperyalist tutumun bir gereğidir.
Millet İttifakı’nın, ülkedeki topyekûn çöküşün
sorumlusu olarak gördüğü bir otoriter tek adam rejiminden kurtularak,
güçlendirilmiş bir demokratik parlamenter rejimi inşa etme yönünde verdiği mücadele
takdirle karşılanabilir. Ancak bu
mücadele aynı zamanda böyle bir rejimin en önemli dayanaklarından biri olan
emperyalizme de karşı olmak zorundadır. Bu da emperyalizmin tüm veçhelerine
birden karşı çıkmayı gerektirir.
Bu yüzden bize de, demokrasiden yana ve emperyalizme
karşı olduğu iddiasında olanlara, emperyalizmin hem askeri, hem de
finansal-ekonomik kanadıyla mücadele etmeden, onun yolunu açtığı otoriter bir
rejimden gerçek anlamda kurtulmanın ve halklarımızın sorunlarına kalıcı çareler
bulmanın mümkün olamayacağını hatırlatmak düşer.
Dip
notlar:
(1) 16
Haziran 2009 tarih ve 27260 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren.
Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Kararda Değişiklik
Yapılmasına Dair 2009/15082 Sayılı Karar, https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2009/06/20090616-1.htm
(17 Temmuz 2022). (Bu Karar’da Ekonomi ve Hazine’den sorumlu Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı olarak Ali Babacan’ın imzası bulunuyor).
(2)
Taxia,
No : 2022-15, Tarih : 18.02.2022, konu : Sermaye Hareketleri Genelgesinde 2022
Yılında Yapılan Önemli Değişiklikler.
(3) https://www.reuters.com/markets/rates-bonds/rising-risk-more-capital-controls-turkey-sp-global
(8 June 2022).
(4) https://www.fitchratings.com/research/sovereigns/fitch-downgrades-turkey-to-b-outlook-negative
(11 February 2022); https://www.fitchratings.com/research/sovereigns/fitch-downgrades-turkiye-to-b-outlook-negative
(8 July 2022).
(5) https://t24.com.tr/yazarlar/mustafa-durmus/cari-aciga-dayali-buyumeye-devam-dis-borc-stoku-ve-heba-edilen-18-yil
(23 Mayıs 2021).
(6) Bank
For International Settlements (BIS), “Capital flows, exchange rates and
monetary policy frameworks in Latin American and other economies”, https://www.bis.org (15 April
2021).
(7) https://www.pwc.ch/en/insights/accounting/turkey-is-expected-to-be-hyper-inflationary
(7 April 2022).
(8) OECD
Economic Outlook 111, Preliminary Version, June 2022, s. 218-219, https://www.oecd.org (17
Temmuz 2022).
(9) Brendan
McKenna, “The Emerging Market Currency
Collapse Can Continue”, Wells
Fargo Economics (15 July 2022).
(10)
https://www.cumhuriyet.com.tr/ekonomi/video-canli-yayinda-carpici-iddia-merkez-bankasindan-dolarini-sat-telefonu
(14 Temmuz 2022).
(11)
https://chp.org.tr/haberler/alti-siyasi-parti-genel-baskaninin-ortak-aciklamasi-ankara
(3 Temmuz 2022).
(12)
Vladimir Ilyich Lenin,
Imperialism, the Highest Stage of Capitalism, 1916, Lenin’s Selected Works,
Progress Publishers, 1963, Moscow, Volume 1, pp. 667-766, https: //www.marxists.org/archive (17 Temmuz 2022).
(13)
https://unctad.org/news/global-trade-hits-record-high-285-trillion-2021-likely-be-subdued-2022
(17 February 2022).
(14)
https://theconversation.com/
is-the-world-retracting-from-globalisation-setting-it-up-for-a-fifth-wave
(21 July 2022):