Mustafa
Durmuş
16
Temmuz 2022
Sermaye kontrollerinin olmadığı bir durumda
ödemeler dengesi krizinin nasıl çıkabileceğini bir diğer yaklaşımla, ‘Ani Duruş Yaklaşımı’ ile anlatabilmek mümkün. Bu yaklaşım, krizi ülkeye gelen
yabancı sermaye akımlarının ani duruşu ve ardından da hızlı bir şekilde ülkeden
kaçışı ile açıklar. (1)
Ani
Duruş
Bu yaklaşıma göre,
böyle bir ani duruşun nedeni, özetle, bu kaynakları yönlendiren uluslararası
fonların ya da merkezlerin ülkenin temerrüde düşebileceği konusundaki endişeleridir.
Yani bu fonlar, döviz
kurunun hızlı yükselişinin durdurulamaması, buna karşılık döviz rezervlerinin
yetersizliği ve ekonomi yönetiminin beceriksizliği ya da yaptığı yanlışlar gibi
nedenlerle ülkeye ilişkin ciddi bir güven sorunu oluştuğunda, söz konusu
ülkenin borcunu zamanında ve eksiksiz olarak geri ödeyemeyeceğine kanaat
getirdiklerinde yatırım yapmayı durdururlar.
Bu tür endişeler
henüz ciddi boyutlara ulaşmadığında, yani düşük düzeydeyken bu durum sadece
ülkenin risk priminde bir miktar (CDS) artışa neden olur. Endişeler akut bir
hal aldığında ise risk primi füze hızıyla yükselir ve sonuç olarak ülkeye doğru
olan finansman akışı durur (Türkiye’nin şu anda CDS’ i 884). (2)
Hızlı çıkış
Ani duruştan daha
tehlikelisi ise ülkeden dışarıya doğru olan sermaye çıkışlarının hızlanmasıdır.
Bunun ana nedeni ülkedeki siyasetin ve ekonominin yönetimine olan güvenin artık
büyük ölçüde yitirilmesidir. Bu çapta bir güven yitimi söz konusu olduğunda
ülkeye gelen yabancı sermaye (yerli sermaye ile birlikte) ülkeden kaçan
sermayeye dönüşür.
Ani duruşun ve ani
sermaye çıkışlarının birçok nedeni olsa da (3), bunların en önemlisi ülkede
uygulanan sermaye rejimidir. Eğer ülkeye gelen ve ülkeden giden sermaye tam bir
serbestlik içinde hareket ediyorsa, her hangi bir kontrole ya da kısıtlamaya
tabi değilse sermaye çıkışları kolaylaşır. Dijitalleşmenin bu denli arttığı
günümüzde, eğer kısıtlama da yoksa, bu fonların her iki yönde adeta elini
kolunu sallayarak girip çıkması son derece kolaylaşır.
Uluslararası
sermaye hareketlerinin denetimden uzak kalmaları, sadece ulusal paranın
değerinin düşmesine, faiz oranının yükselmesine, varlık fiyatlarının çakılmasına,
borç stoklarının artık çevrilemez bir düzeye ulaşmasına neden olmakla kalmaz,
aynı zamanda resesyon, işsizlik ve yoksulluğun artmasıyla da sonuçlanır.
Hem gelen hem de giden sermayenin kontrolü
Teoride, genelde giden
sermayeye ilişkin olarak uygulanan kontrollerin daha faydalı olduğu kabul
edilir. Çünkü eğer krizi tetikleyen hızlı ani sermaye çıkışları ise sermayenin
hareketliliğini kısıtlamak bu riski ve bununla birlikte doğacak olan zararı
azaltır. Ancak gelen sermayeye kontrol uygulanmasının da, parasal otonomiden
taviz vermeden, her hangi bir parasal sıkılaştırmaya ya da diğer zorlayıcı veya
kısıtlayıcı önleme başvurmadan, ulusal paranın aşırı değerlenmesini önlemek
açısından yararlı olduğu düşünülür. (4)
Denetimsiz sermaye gelir dağılımı adaletsizliğini
artırıyor
Sermaye serbestisi
(denetimsiz sermaye hareketleri) sadece finansal krizlere neden olmaz, aynı zamanda
ekonomik büyümeyi ve gelir dağılımını da olumsuz etkiler.
Bu konuda yapılmış
bir IMF çalışmasının bulguları son derece çarpıcıdır. Bu çalışmaya göre (5); uluslararası
sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi, yabancı sermayeye bağımlı ve ani
duruş ve ani sermaye çıkışlarından ciddi biçimde etkilenen ekonomilerde, milli hâsıla ve verimlilikler üzerinde son
derece sınırlı bir olumlu etki yaratırken; istihdamı ve emek gelirlerinin milli
gelir içindeki payını azaltmakta ve mevcut gelir dağılımı adaletsizliğini daha
artırmaktadır.
Normalde kapitalist küreselleşmenin savunuculuğunu yapan IMF bu çalışmasında (ironik bir biçimde), uluslararası sermaye rejimini liberalleştiren reformların haklılığını destekleyen bilimsel bulguların mevcut olmadığını, bunların sadece ideolojik iddialardan ibaret olduğunu ileri sürüyor. Ayrıca finansal küreselleşmenin gelir eşitsizlikleri üzerinde yarattığı ciddi olumsuz etkilere de dikkat çekiyor.
IMF’nin sermaye
serbestisinin neden olduğu eşitsizlikleri anlatan başka çalışmaları da mevcut.
Örneğin bir diğer çalışmasında (6): “Finansal küreselleşme, eşitsizlikte önemli
artışlara katkıda bulunurken, ortalama olarak çok sınırlı hâsıla artışı
kazanımlarına yol açtı” saptamasında bulunuluyor.
Diğer bir deyişle,
IMF’ye göre, milli gelir pastası, tüm bu serbestleştirme hamlelerinin bir
sonucu olarak gerçekte fazla büyümüyor ama zengin bir azınlık bu pastadan
giderek daha fazla pay alıyor. Buna karşılık çalışan sınıflar zarara uğratılıyor.
Finansal krizler popülist otoriter rejimlere yol
açıyor
Denetimsiz sermaye
akımlarının yol açtığı finansal krizler ciddi ekonomik maliyetlerin yanı sıra,
sağcı otoriter popülist yönetimlerin iş başına gelmesi gibi siyasal maliyetlere
de neden olabiliyor.
Yani finansal
krizler orta vadede sönümlenen ani mali ve iktisadi etkiler yaratırken, uzun
vadeli siyasi sonuçlar doğurabiliyor. Böylece, ciddi bir finansal krizin neden
olduğu iktisadi durgunluklar seçmen kitlelerinin çok büyük bir kısmının
tercihlerini etkileyebiliyor.
Bunun en iyi kanıtlarından
biri, Türkiye’de 2001 yılında yaşanmış olan finansal krizin (uluslararası
faktörler gibi başka faktörlerle birlikte), hemen bir yıl sonra yapılan genel
seçimlerde bugün itibariyle 20 yıldır sürmekte olan AKP iktidarını iş başına
getirmesidir.
Finansal krizler,
kriz öncesinde mevcut olan adaletsiz gelir dağılımı ve düzenli bir gelire sahip
olmama biçiminde daha ziyade de mavi yakalıların sahip olduğu ekonomik güvensizliğini
artırmakla kalmıyor, küreselleşme ve teknolojik gelişme karşısında daha
korunaklı konumdaki orta sınıfları da vuruyor ve bu kesimlerin ekonomiye olan güvensizliğini
de artırıyor. Bunda borçlanmanın, finansal kriz yüzünden artık giderek zorlaşması
çok etkili oluyor. Çünkü ileri düzeyde finansallaşmış ekonomilerde ücret ya da
gelir yetersizlikleri ancak borçlanma ile giderilebiliyor, böylece belli bir
yaşam standardının sürdürülebilmesi mümkün olabiliyor. Finansal kriz borçlanma
koşullarını zorlaştırdığından, bu standart artık sürdürülemez oluyor. Bu arada bu
kesimlerin ihtiyat olarak yaptıkları tasarruflar da eriyip gidince ekonomik güvensizlik
iyice artıyor. (7)
Böylece, finansal
krizin tetiklediği ekonomik güvensizlik ve bunun beslediği hoşnutsuzluk,
seçmenlerin mevcut statükoya ve bunun aktörleri olan siyasal partilere olan
güveni sarsıyor, bu da solun ideolojik ve örgütsel bir hegemonyasının
kurulamadığı bir dönemde, sağ otoriter popülist partilerin ya da hareketlerin
bu memnuniyetsiz kitleleri arkasına takmasıyla sonuçlanabiliyor. 2008 finansal
krizi ve 2010 Avrupa borç krizi sonrasında bazı Avrupa ülkelerindeki yönetimlerin
sağcı otoriter partilerin eline geçmesinin bir nedeninin de bu olduğu ileri
sürülebilir.
IMF giderek daha fazla sermaye kontrolünü savunuyor
Son olarak, IMF bu
yıl politikalarında sermaye kontrollerinin kullanımını daha kabul edici hale
getiren ve ülkeler tarafından ekonomilerine giren ve çıkan yabancı sermaye
akışını sınırlayan iki güncelleme yaptı. (8)
Bunlardan ilki,
bazı durumlarda (örneğin ülke şu anda her hangi bir yabancı sermaye
dalgalanması yaşamasa dahi), yabancı sermaye kontrollerinin önleyici olarak
kullanılmasına izin veriyor. IMF’nin bu konudaki daha önceki politikası, bu tür
kontrollerin, ülke eğer yüksek düzeyde bir
sermaye girişi ile karşı karşıya kaldığında (o zaman bile son çare olarak)
kullanılmasına izin veriyordu.
İkinci güncelleme,
özellikle ulusal veya uluslararası güvenlik nedenleriyle getirilenler olmak
üzere, belirli sermaye kontrollerine karşı çıkılmamasını öngörüyor. Böylece yapılan
güncellemelerle ülkelere, özellikli durumlarda sınırlı sermaye kontrollerinin
kullanımında daha fazla otonomi sağlanması yönünde bir adım atılıyor.
Diğer yandan
kurum, sosyal ve bölüşümsel adaleti sağlamaya dönük hedefler için yabancı sermaye
hareketlerinin kısıtlanması konusunda her hangi bir yeni güncelleme getirmiyor.
Ayrıca kurumun şu
andaki yaklaşımı, yalnızca ekonomiler hali hazırda kriz içindeyken bu tür
kontrollerin kullanımını onaylamakla sınırlı kalıyor. Öte yandan ülkelerin, asıl
olarak yabancı sermaye ülkeden çıkmaya başlamadan önce de, önleyici olarak, bu
tür kontrollere başvurmak durumunda kalabildikleri bir gerçek.
IMF Başkanı’nın bu
haftaki G20 Zirvesi öncesinde yayımlanan makalesi yükselen ekonomilerin neden
daha fazla sermaye kontrollerine yönelmelerinin gerekli olduğunu anlatıyor:
“2022 yılı zorlu
bir yıl olacak ve muhtemelen artan resesyon riskiyle birlikte daha da zorlu bir
2023 bizi bekliyor. Yüksek enflasyonist gidiş ve doların hızla değer kazanması,
piyasaların fiyatlandırdığının çok daha ötesinde bir parasal sıkılaştırmayı
gerektirecek ve bu da potansiyel olarak riskli varlıklarda ve devlet tahvili
piyasalarında daha fazla oynaklığa ve satışlara neden olacak. Bu yükselen ve
gelişmekte olan ekonomilerden daha fazla sermaye çıkışını tetikleyebilir. Dış
şokların tek başına esnek döviz kurları tarafından absorbe edilemeyecek kadar
yıkıcı olduğu durumlarda, politika yapıcılar harekete geçmeye hazır olmalıdır. Örneğin
bir kriz senaryosunda, beklentilerin sabitlenmesine yardımcı olabilmek için döviz
müdahaleleri yapılmalı veya sermaye akışı yönetimi önlemleri alınmalıdır.
Nitekim bu tür durumlarda ülkelerin sermaye çıkışlarına karşı yanıt vermesine
yardımcı olmak için, yakın zamanda bu konudaki kurumsal görüşümüzü güncelledik.”
(9).
Özetle, K. Georgieva,
yukarıda sözünü ettiğimiz güncellemelere de atıfta bulunarak, önümüzdeki iki
yılda azgelişmiş ülkelerden ve yükselen ekonomilerden çok daha fazla sermaye
çıkışları olabileceğini öngördüklerini ileri sürüyor ve bir yandan merkez
bankalarının faiz oranlarını yükseltmelerini, diğer yandan da, böyle ani
çıkışların krizlere neden olmaması için hükümetlerin sermaye kontrolleri
uygulamalarını öneriyor.
Rodrik: “Krizler istisna değil, hikâyenin bütünü!”
Uluslararası
sermaye hareketlerinin serbest dolaşımının yol açtığı finansal krizler
konusundaki en önemli çalışmalardan biri Harvard Üniversitesi öğretim üyesi
Prof. Dani Rodrik’e ait.
Bu çalışmasında
Rodrik, ulusların, özellikle de yoksul ulusların, küresel sermaye akışlarındaki
dalgalanmaların bir sonucu olarak katlandıkları yükseliş-çöküş (boom-bust) biçimindeki
döngülerin, “akıl almaz büyüklükteki ekonomik krizlere” yol açtığını ve bu
döngülerin, uluslararası sermaye akışlarındaki bir yan etki ya da küçük bir
kusur değil, hikâyenin bütünü olduğunu (10) vurguluyor.
Yazar, sermaye çıkışlarını
önlemenin en etkili yolununsa sermaye kontrollerine başvurulması olduğunu ileri
sürüyor. Ayrıca azgelişmiş ülkelerdeki ekonomi yönetimlerine şöyle bir uyarıda
bulunuyor:
“Önceliği
yabancı yatırımcıları mutlu etmek olan bir maliye bakanı, kalkınma hedeflerini
önemsemeyen biridir. Ülkeyi kalkındırmak ve yabancı yatırımcıyı mutlu etmek
biçimindeki iki amacın örtüşebileceğini düşünebilmek için uluslararası sermaye
piyasalarının etkinliğine ve rasyonalitesine körü körüne inanmak gerekir.”
Kısaca Rodrik,
“yabancı yatırımcıları mutlu etmeye çalışırken, aynı anda ülkenin kalkınmasının
sağlanamayacağını, bu iki amacın birbiriyle çeliştiği” gerçeğinin altını
çiziyor.
“Serbest sermaye rejimi seçkinlerin servetlerini
dışarı kaçırmalarının etkili bir yolu”
A. Subramanian ve
Rodrik, ortak makalelerinde çok daha net ve çarpıcı tespitlerde bulunuyorlar:
“Neo-liberalizmin
arkasındaki fikir birliği büyük çapta azalmış olsa da, yükselen piyasaların
ekonomilerini yabancı finansal akımlara açması gerektiği düşüncesi karar
alıcılar tarafından hala verili bir durum olarak kabul ediliyor. Bu düşünce
değişene kadar azgelişmiş ekonomiler gereksiz dalgalanmalardan, periyodik
krizlerden ve ekonomik kayıplardan zarar görecekler. Diğer yandan böyle ülkelerdeki zengin
seçkinler, özellikle Latin Amerika ve Güney Afrika’dakiler, böyle bir finansal
küreselleşme altındaki serbest sermaye rejimini devasa çaptaki servetlerini
dışarı kaçırmak için önemli bir yol olarak görüyorlar.” (11)
Kısaca yazarların,
“zengin elitlerin serbest sermaye akımlarından yana oldukları, çünkü serbest
sermaye rejimleri ile kolayca para aklayabildikleri ve servetlerini kolayca
kendileri için çok daha güvenli olan yerlere taşıyabildikleri ve gerektiğinde
tekrar ülkeye getirebildikleri, bu nedenle de sermaye kontrollerine şiddetle
karşı çıktıkları” yönündeki saptamalarının ciddiye alınması ve politikaların buna
göre geliştirilmesi gerekiyor.
Bize gelince, şimdilik,
TC vatandaşı süper zenginlerin ülke milli gelirinin neredeyse beşte biri kadar
bir serveti ‘kara para cenneti’ olarak da bilinen vergi cennetlerinde
tutabilmelerinin, TCMB Net Hata ve Noksan kaleminin zaman zaman cari açığın
yarısını fonlayabilecek büyüklüğe erişmesinin ve artık sayısını unuttuğumuz çok
miktarda Varlık Affı yasasının çıkartılmasının, uluslararası sermaye
hareketlerinin serbestçe hareket edebildiği bir rejim ile mümkün olabildiğini hatırda
tutmakta ve buna göre önlemler almakta yarar olduğunun altını çizelim.
Sonraki yazı: Sermaye kontrolleri (3): İktidar ve muhalefet aynı safta
Dip notlar:
(1) Stephen
Cecchetti, Kim Schoenholtz, “Sudden stops: A primer on balance-of-payments
crises”, https://voxeu.org/content/sudden-stops-primer-balance-payments-crises
(9 July 2018).
(2) https://tr.investing.com/rates-bonds/turkey-cds-5-year-usd
(15 Temmuz 2022).
(3) IMF,
The Aggregate and Distributional Effects
of Financial Globalization: Evidence
from Macro and Sectoral Data, WP/18/83 (2018).
(4) Melike
Altınkemer, Recent Experiences With Capital Controls: Is There A Lesson for
Turkey?, Central Bank Review, 2005, http://www.tcmb.gov.tr/research/review
(7 Temmuz 2022).
(5) IMF,
agm.
(6) https://blogs.imf.org/navigating-capital-flows-an-integrated-approach
(9 December 2020).
(7) Financial
crises as drivers of populism: A new channel, https://voxeu.org/article/financial-crises-drivers-populism (7 July
2022).
(8) https://www.brookings.edu/blog/up-front/the-imfs-updated-view-on-capital-controls-welcome-fixes-but-major-rethinking-is-still-needed
(18 April 2022).
(9) Kristalina
Georgieva, “Facing a Darkening Economic Outlook: How the G20 Can Respond”, https://blogs.imf.org (13 July 2022/).
(10)
https://drodrik.scholar.harvard.edu/files/dani-rodrik/files/who-needs-capital-account-convertibility.pdf
(February 1998).
(11)
Arvind Subramanian and
Dani Rodrik, “https://www.business-standard.com/article/opinion/the-puzzling-lure-of-financial-globalisation
(27 September 2019).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder