Biz
hariç “tüm dünya yanlış yapıyor” olabilir mi?
Mustafa
Durmuş
18
Temmuz 2022
Kapitalizm, küresel olarak, geçmişe göre
çok daha derin ve ‘çoklu krizler’ olarak adlandırılabilecek kaotik bir dönemine
girmiş bulunuyor: Bir yanda politik krizler ve ekolojik kriz; diğer yanda küresel
gıda krizi ve ekonomik krizler.
İçinde bulunduğumuz ekonomik kriz öyle bir
ekonomik kriz ki; hem yüksek enflasyon yaşanıyor hem de bir süre sonra bu durum
durgunluk ile bir arada yaşanacak gibi görünüyor.
Nitekim IMF gibi uluslararası kuruluşlar
şimdiden bu yıl ve gelecek yılı gözden çıkarmış, 2024 ve sonrasını kurtarmaya
çalışıyor gibi görünüyorlar. (1) Bu yüzden de ha bire hükümetlere almaları
gereken önlemler konusunda önerilerde bulunuyorlar.
Yüksek
enflasyona karşı küresel çapta faiz artırımları
Hükümetler de, bu önerileri de dikkate
alarak, özellikle de enflasyon ve yaşam
maliyetlerinin artması şeklinde kendini gösteren bu kriz karşısında önlem
almaya çalışıyorlar (her ne kadar önlemlerin bazıları krizleri daha da
derinleştirecek özelliklere sahip olsa da).
Parasal sıkılaştırma politikaları,
kuşkusuz bunların içinde de peş peşe faiz artırımları bu önlemlerin başında
geliyor.
Bu önlemleri alan devletlerin başında ABD
geliyor zira bu ülkede enflasyon İkinci Dünya Savaşından bu yana en yüksek
düzeyine çıktı. Dahası faiz artırımları yüzünden bir süre sonra ülke ekonomisinin
resesyona gireceğine kesin gözüyle bakılıyor.
Hiçbir
ülkenin parasının değerini düşürmek istemediği bir dönemdeyiz
Diğer yandan, FED faizleri artırdıkça
doların diğer para birimleri karşısındaki değeri de artıyor. Bu da yüksek
enflasyondan sıkıntı çeken başta yükselen ve azgelişmiş ekonomiler olmak üzere,
diğer ülkelerin ulusal para birimlerinin daha da zayıflamasıyla sonuçlanıyor (bu
para birimlerinin başında da TL’nin geldiğini biliyoruz).
Böyle yüksek ve bir kısmı da ithal
enflasyon karşısında, doğallıkla hiç bir ülke parasının değerinin zayıflamasını
istemiyor. Bu yüzden de hem dolardaki değer artışına karşı hem de yüksek
enflasyona karşı dünyanın her yanında merkez bankaları öncelikli olarak faiz
oranlarını artırmaya başladılar.
Türkiye ise bunun istisnasını oluşturuyor
zira ülkeyi yönetenlerin “TL’nin değer kaybının ihracata iyi geldiği” biçiminde
bir inancı var. Buna inanç diyoruz çünkü bilimsel olarak doğrulanamayan bir
iddiadan ibaret.
Dünyada
son 3 ayda 55 Merkez Bankası 62 kez faiz artırdı!
Financial Times'ın bir araştırması merkez
bankalarının bugünlerde, diğer zamanlardan farklı olarak, 50 baz puan ve
üzerinde olmak üzere çok sayıda faiz artışına yöneldiklerini ortaya koyuyor.
(2)
Öyle ki: “Bu yılın Nisan-Haziran dönemini
kapsayan 3 ayda, 55 merkez bankası tarafından en az 50 baz puanlık, 62 kez politika
faizi artışı yapıldı. Temmuz ayında ise şimdiye kadar 50 baz puan ve üzeri 17 defa
artış yapıldı. Bu yüzyılın başından bu yana hiçbir dönemde bu kadar sık ve bu
kadar yüksek oranlarda faiz artırılmadı”.
Geleneksel olarak yükselen ekonomiler,
gelişmiş ekonomilerdeki faiz artışlarının ardından kendi faiz oranlarını
yükseltirlerdi. Şimdilerde bu ekonomiler daha erken davranıp faizleri
artırıyorlar. Bu da onların döviz kurlarını sabit tutmalarına yardımcı oluyor.
Türkiye
dünyada olan bitene kulak asmıyor
Türkiye tüm bu anlatılanların dışında bir
çizgi izliyor. Sanki ülkede gerçekte 3 haneli enflasyon yokmuş ve ülke giderek
hiper enflasyona sürüklenmiyormuş gibi, sanki TL sadece yılbaşından bu yana
dolar karşısında yüzde 30 değer kaybetmemiş gibi, sanki sırf bu iki nedenden
dolayı halk bu kadar yoksullaşmamış ve hayat bu kadar pahalanmamış gibi, enflasyona
ve kurdaki yükselişe karşı ciddi hiçbir önlem alınmıyor.
Tamam, tarihin monolitik olarak, yani
tekdüze bir biçimde ilerlemediğini biliyoruz. Örneğin, dünyada bir yanda
liberal demokrasilerin içine düştüğü kriz sonucu popülist otoriter, hatta
pro-faşist rejimlerde gözle görülür bir artış yaşanıyor. Diğer yanda soldan,
özgürlüklerden yana rüzgârlar esiyor. Mesela Sri Lanka’da halk isyanı ile 17
yıllık tek adam rejimi devrildi, Britanya’da Boris iktidardan uzaklaştırıldı,
Şili’de ve Kolombiya’da soldan yana hükümetler iş başına geldiler (muhtemelen
pek yakında Brezilya'da benzer bir gelişim olacak).
Ancak eğer ülkeniz diğer ülkelere benzer
bir üretim ve bölüşüm sistemine sahipse ve sizin ekonominiz böyle bir küresel kapitalist
sisteme tam entegre olmuşsa, o ülkelerde
olup bitenlerin sizde de olması kaçınılmazdır.
Her ülkeye özgün koşullar elbette vardır
ama bu evrensel olanın geçerliliğini ortadan kaldırmaz. Yani dünya enflasyonla
mücadele konusunda bir yönde ilerlerken siz bunun dışında kalamazsınız, dahası
buna ters bir yönde gidemezsiniz. Kapitalist oyunun kuralları buna izin vermez
(oyunun kurallarını takmamanız için sistemin dışına çıkmayı göze almanız gerekir).
Bu bir tercih olmaktan çıkar, zorunluluğa dönüşür.
Türkiye’nin
bu durumu “Temel fıkrasını” anımsatıyor…
Almanya’da yaşayan Temel bir gün farkında
olmadan otobanda ters yöne girer. Bunu fark eden trafik yetkilileri acilen radyo
aracılığıyla sürekli anons yaparak diğer sürücüleri uyarmaya çalışırlar:
“Dikkat, ters yönde bir otomobil
ilerlemektedir, lütfen dikkatli olun…”
Temel’in de radyosu açıktır. Bu anonsu duyunca basar kahkahayı:
“Ne birisi, yağmur gibi geliler, yağmur
gibi…”
“Dünyada
insanlar enflasyonla, Türkiye’de TÜİK ile mücadele ediyorlar”
The Economist’te de vurgulandığı gibi: “Dünyanın
her yerinde insanlar artan enflasyonla yaşamayı öğreniyorlar. Türkiye’de ise rakamları
manipüle etmekten kuşkulandıkları bir iktidarla baş etmek zorunda kalıyorlar…
Hızla değer kaybeden bir para birimiyle birlikte enflasyon, orta sınıftan pek
çok kişiyi sınıftan attı. Milyonlarca mavi yakalı işçi, genç ve emekli, dört
kişilik bir aile için ayda yaklaşık 1,200 dolar olan yoksulluk sınırının altına
düştü… Ayrıca yükselen fiyatlar ve Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından uygulanan
düşük faiz oranları da toplam talebi artırdı. Kenarda parası olanlar, sayıları
azalmakla birlikte, otomobile, elektronik eşyalara ve diğer dayanıklı tüketim
mallarına dönük alımlarını artırdılar. Diğer bazıları tasarruflarını yüksek
riskli hisse senetleri veya kripto para birimleri gibi daha değişken varlıklara
yatırıyorlar. Bu yılın başlarında yayınlanan bir rapora göre, Türkiye dünyada
bu alanda beşinci en yüksek paya sahip ülke konumunda. Daha da varlıklı olanlarsa
gayrimenkule yatırım yapıyorlar. Bunun sonucunda ekonomide bir balon şişiyor.
Yakın zamanda yapılan bir ankete göre, Türkiye'de emlak fiyatları geçtiğimiz
yıl nominal olarak yüzde 182 arttı… Diğer yandan insanların yüzde 70’inden
fazlası ekonomik durumlarının geçtiğimiz yıl kötüleştiğini, sadece yüzde 10’u
düzeldiğini söylüyor”. (3)
Kısaca dünyanın son 3 ayda 62 kez
yaptığını biz neden yapmıyoruz? Kaldı ki Türkiye ekonomisi de kapitalizme
eklemlenmiş bir kapitalist ülke ve ekonominin kanunları bu ülkede de benzer
işliyor.
Faizleri
artırmak için artık çok geç
Gerçi, politika faizi yüzde 14.00’te sabit
tutulurken, kredi kartlarından ihtiyaç kredilerine, ticari kredilerden işletme
kredilerine kadar faiz oranları yüzde 30’ları buluyor. Yani piyasalardaki faiz
oranları gerçekte düşük değil.
Parasını dövizde tutanlar kazanıyor mu
derseniz, kuşkulu. Dolar yılbaşından bu yana yüzde 30 değer kazandı ama
enflasyon yüzde 40’tan fazla arttı. Faizlerin sabit tutulması, parayı MB’den
yüzde 14’ten alıp, Hazine’ye yüzde 22-23’ten, piyasaya yüzde 30’a varan
oranlardan satan bankalara yaradı.
Kaldı ki faiz oranlarını artırarak döviz kurunu
istikrarda tutmak ve enflasyonu dizginlemek için artık çok geç kalındı. Ekonomiye
olan güvenin çok sarsıldığı böyle bir ortamda, bu saatten sonra yapılacak faiz
artırımlarının ekonomiyi daha fazla istikrarsızlığa ve borçlu hanelerin, küçük
esnafın, küçük ve orta ölçekli işletmelerin, işçilerin ve köylülerin
durumlarını daha da kötüleştirmekten başka bir sonucu olmaz.
Ufukta, ekonominin yanlış yönetilmesinden
ortaya çıkan bir zararın, yeni bir ekonomi yönetimi, bunun için de yeni bir
iktidar ile telafi edilmesinden başka bir çare görünmüyor.
Ayrıca ülke seçime gittiği için siyasal
iktidar faizleri siyaseten de artırmayacaktır. Tam tersine, böyle bir zamanda hem
para politikasının gevşek hali (düşük faiz) sürdürülecek hem de maliye
politikası gevşetilecektir. Yani bütçeden
piyasalara dönük daha fazla harcama yapılacak, piyasaya daha bol para sürülecek,
ancak bu da süper enflasyonu hiper enflasyona dönüştürecektir.
Nitekim resmi olarak “enflasyonun ancak
Şubat-Mart ayları gibi kontrol altına alınabileceğinin” açıklanması bu yöndeki
bir itiraf gibidir. İktidar bloğu ancak
bu şekilde ekonomiyi yılsonu itibarıyla yüzde 3-4 bandında büyütebilecek, bunun
sağladığı bir canlılıkla (!) seçimlere giderek iktidarda kalma şansını zorlayacaktır.
Dip notlar:
(1) https://blogs.imf.org/facing-a-darkening-economic-outlook-how-the-g20-can-respond
(13 July 2022).
(2) “Central
banks embrace big rises to bolster currencies and fight inflation”, https://www.ft.com (16 July 2022).
(3) https://www.economist.com/europe/turkey-grapples-with-triple-digit-inflation
(14 July 2022).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder