Sağ
politikalar krizin faturasını emekçilere ödettirir
Mustafa
Durmuş
20
Ocak 2023
Neo liberalizmin küresel hegemonyası, azalma eğilimi gösterse de, hala devam ediyor. Bu 40 yıllık süreçte, kamu ve kamusallık giderek küçültülürken, piyasalar ve özel sektör daha da güçlendirildi, kamu kurumlarında özelleştirmeci yönetim pratikleri uygulandı.
Azgelişmiş, dışa bağımlı ekonomiler
giderek, tarımdan sanayi ve hizmetlere olmak üzere, daha fazla uluslararası finans kapitale
bağımlı hale getirildi. Sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi ise
azgelişmiş ekonomileri sıklıkla döviz krizleriyle baş başa bıraktı.
Artık
çoklu krizler dönemindeyiz
40 yılın sonunda dünyanın son hali ise Birleşmiş
Milletler Kalkınma Programı’nın (UNDP) son İnsani Gelişme Raporu ve Dünya
Ekonomik Forumu’nun 2023 Küresel Riskler Raporu’nda da vurgulandığı üzere çoklu
krizler (polycrisis) hali.
Yani ekonomik kriz (enflasyon ve resesyon),
çevre krizi (iklim, biyoçeşitlilik ve salgın), jeopolitik kriz (savaşlar ve
uluslararası kutuplaşma), sosyal ve politik krizler ve teknoloji krizi gibi çeşitli
krizler bir araya geldiler, iç içe geçtiler.
UNDP raporundaki bir tespit ise son derece
korkutucu: İnsanlığın geleceğine dair olumsuz görüşlerin yoğunluğu hiç bu kadar
yüksek olmamıştı. Dünyanın dört bir yanındaki insanlar artık kendilerini her
zamankinden daha güvensiz hissediyorlar. 20’nci yüzyılda yaşanan iki dünya
savaşı dönemlerinde dahi geleceğe dair olumsuz beklentiler bu denli yüksek
değildi. Nitekim 2021 yılında ülkelerin
yüzde 51’inin İnsani Gelişme Endeks değeri düştü. (1)
Sermaye
doğrudan iş başında
Türkiye’de bu son 40 yılın son 21 yılı, ‘neo
liberal- neo muhafazakârlıktan’ ‘neo liberal- siyasal İslamcılığa’ evirilen bir
AKP ve son birkaç yıldır onun küçük ortağı MHP’nin oluşturduğu İktidar Bloku
altında yaşanıyor.
Öyle ki bugün ülkeyi yöneten İktidar Bloku,
bizleri kamunun özel sektöre kıyasla iktisadi olarak daha verimsiz olduğuna
inandırmaya çalışıyor. Bu yüzden de örneğin şu ana kadar yapılan toplam 68
milyar dolarlık özelleştirme yetmezmiş gibi, bazı bakanlıklara ait en üst düzey görevleri (bakanlık
ya da yardımcılığı gibi) doğrudan
sektörden gelen patronlara bıraktı.
Böylece, bir özel okul sahibi Milli Eğitim
Bakanı, bir sanayici Ticaret ve Sanayi Bakanı ya da bir turizmci Turizm Bakanı,
hatta bir tekstilci Hazine ve Maliye Bakanı olabildi. Üniversitelerin, özellikle
de hukuk, iktisat ve maliye bölümleri, sağa doğru daha da savruldukça bu piyasacı
görüşler daha da pekişti, bu yöndeki uygulamalar daha da arttı.
Piyasa hegemonyasına dayalı siyaset
Bu arada emekten, doğadan ve ezilen
kimliklerden yana politikalara, örneğin sosyal amaçlı kamu harcamalarına,
ilerici vergi politikalarına, toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı bütçelere, sosyal
amaçlı doğrudan devlet müdahalelerine, ilerici sosyal politikalara olan ihtiyaç
ve bunların ardındaki felsefe ya da böyle kamusal harcamaların ve vergilerin
sosyal olarak ve farklı kimlikler açısından değerlendirilmesi gibi önemli konular
gözlerden hep uzak tutuldu.
Ekonomik ve sosyal kalkınma, gelişme, sanayileşme
stratejileri ve sanayi ve teknoloji politikaları özünden, toplumsal ve sınıfsal
içeriklerinden kopartılarak, mesele sanki teknik bir meseleymiş gibi, özel sektörün
ve piyasaların uhdesine bırakıldı. Çünkü hem bürokratlar, politikacılar hem de
akademisyenler piyasaların kaynakları kamuya göre daha etkin tahsis edeceğine
inandırıldı.
Düzen
muhalifi olmayan bir ‘muhalefet’ gerçeği
İktidar Blokunun siyasal ve sosyal olarak bu
denli yıprandığı ve taban kaybettiği bir dönemde, buna karşı hakiki bir
muhalefetin başta işçi sınıfı ve diğer ezilenlerden gelmesi gerekirken, bu
gerçekleşmediği için, düzen muhalifi olmayan, muhalefeti mevcut iktidara karşı
olmakla sınırlı diğer düzen partileri sahneye çıktılar. İşçi sınıfı
partilerinin ve diğer sol, sosyalist hareketlerin etkisiz olduğu bu dönemde
burjuva partileri halkın birikmiş tepkisini başarılı bir biçimde soğurdular.
Kısaca, mevcut sistemi restore etmeyle
sınırlı bir projeyle yola çıkan 6’lı Masa’nın etrafındaki siyasal partilerin her
hangi bir neo liberalizm eleştirileri mevcut değil.
Hatta 6’lı Masada yer alan bazı siyasal partiler,
yaptıkları açıklamalarla, neo liberalizmin mottoları haline gelen ‘özelleştirme’,
‘merkez bankası bağımsızlığı’, ‘mali disiplin’ ve ‘uluslararası sermaye
hareketlerinin serbestliği’ gibi konularda neo liberalizme sadık kalacaklarını
ortaya koydular.
Böylece ana akım muhalefeti temsil eden 6’lı
Masa’nın vizyonu (antikapitalist olmayı bir kenara bırakın), neo liberalizm ile
hesaplaşmayı bile kapsamıyor. Yapacakları, bazı büyük sermaye gruplarının
iktidarca kayırılması sonucu doğan büyük çaptaki yolsuzluklarla ve özellikle de
‘Beşli Çete’ olarak adlandırılan büyük inşaat şirketleriyle mücadele ile
sınırlı gibi görünüyor.
Oysa her ne kadar yolsuzlukları ve
adaletsizlikleri teşhir etmek çok önemli olsa da, otoriter rejimlerde bunların
çok daha fazla görüldüğü bir gerçekse de, asıl meselenin tek tek sivrisineklerle
mücadele etmenin ötesine geçip, sivrisineklerin ürediği bataklığı kurutmak olduğu
unutulmamalı. Bugün bu kurutulması gereken bataklık neo liberal kapitalizm
bataklığıdır.
Ekonomik
krizin faturasını kimler ödeyecek?
Diğer yandan, IMF ve OECD gibi uluslararası
örgütler içinde bulunduğumuz bu yılın büyük ölçüde ekonomik daralma ve
resesyonla sonuçlanacağını öngörüyor. Nitekim Türkiye ekonomisinin bu yıl en
iyimser tahminle sadece yüzde 3 civarında büyüyebileceği tahmin ediliyor.(2)
Uzunca bir süredir aşırı değerli döviz
kuru, çok yüksek enflasyon, yüksek işsizlik ve derin yoksullukla boğuşan bir
ülkede böyle bir büyümenin emekçilere bir faydası olmayacağı gibi, sermayeyi de mutlu etmeyeceği çok açık. Bu
yüzden de, sermaye sınıfı, egemen sınıf olmanın gereği izlenen ekonomi
politikalarında çok daha etkili olduğundan, böyle bir ekonomik daralmadan ya da
krizden, faturayı emekçilere keserek çıkmayı planlamaktadır.
Yani bu yılda emekçilerin nominal ücret
artışı talepleri ya karşılanmayacak ya da asgaride tutulacak, reel ücretleri yüksek enflasyonla eritilecek,
emekçilere yönelik sosyal destekler iyice kısılacak, vergi yükünün onların
üzerinde kalması sağlanacak, kısaca emekçilere daha fazla kemer
sıktırılacaktır. Bu yollarla sermaye sınıfı daralma yüzünden azalacak kârlarını
restore etmeye çalışacaktır.
Emekçilerin örgütsüz ve dolayısıyla da
güçsüz olduğu her dönemde krizin faturasını ödedikleri tarihsel bir gerçekliktir.
Türkiye’de de sermayenin ve burjuva devletin ekonomik krizden çıkış stratejileri
ve politikaları hep bedelin emekçilere ödettirilmesine dayalı olmuştur. Bunun
sonucunda emekçilerin yaşam standardı gerilemiş ve milli gelirden aldığı pay
azalmıştır.
Bu bağlamda, önümüzdeki seçimlerden sonra
işbaşına gelecek olası bir yeni iktidar, sağa yaslanmayı ve sermayeyi
desteklemeyi bırakmadığı sürece bu kural bozulmayacak ve ciddi boyuttaki ekonomik
enkazdan, emekçilerin hak ve özgürlükleri kısılarak çıkılmaya çalışılacaktır.
6’lı Masa’nın gündeminde de, sermaye ile
arasına bir mesafe koyma ya da kaynakları sermayeye tahsis etmekten vazgeçme
gibi politikalar mevcut değil. Bu politikalar, “en geniş sağ ittifakla mevcut
otoriter iktidardan kurtulmanın öncelik olduğu” ileri sürülerek toplum nezdinde
meşrulaştırılıyor.
Ekonomi
ve siyaset bir bütündür
Oysa emekten ve halkların kurtuluşundan yana
olanlar, sol ve sosyalist görüşleri ve siyaseti benimseyenler siyasetle
ekonominin birbirinden ayrılamayacağı gerçeğini çok iyi bilirler. Bu yüzden de,
önce ‘Tek Adam Rejiminden kurtulalım emekçilerin ekonomik sorunlarını daha
sonra çözeriz’ biçimindeki bir yaklaşımı reel siyaset gereği dahi olsa, gönül
rahatlığı ile benimsemezler.
Her ne kadar mevcut despotik rejimden ‘Güçlendirilmiş
Parlamenter Rejim’ ile çıkmak çok önemli, hatta birincil öneme sahip olsa da,
ortada hala yanıtlanması gereken bazı sorular var.
Öncelikle, parlamenter rejim hangi
aparatlarla güçlendirilecektir? Bu eğer merkezi devlet yapılanması içinde
yasama-yürütme ve yargı erklerinin bağımsız davranmalarını sağlayacak bazı
önlemlerle sınırlıysa bu gerçek bir demokrasiyi inşa etmek için yeterli
olmayacaktır.
Bu yüzden de, parlamenter demokrasinin,
yerel meclisler, komünler, demokratik kooperatifler gibi yerinden, doğrudan ‘katılımcı
demokrasi’ uygulamaları ile güçlendirilmesi en doğru yöntemdir. Çünkü sadece katılımcı
demokrasi siyasetin toplumsallaşmasını ve aynı zamanda da toplumun
siyasallaşmasını, halkın doğrudan karar
alma süreçlerine katılmasını sağlayabilir.
‘Demokratik
Katılımcı Ekonomi’ bugünden inşa edilmeli
İkinci olarak, böyle bir demokratik rejimin
ekonomik alt yapısı nasıl olacaktır? Böyle bir alt yapı eğer mevcut üretim ve
bölüşüm ilişkilerinin restore edilerek sürdürülmesi biçiminde olacaksa, yani
kapitalist öz aynen devam ettirilecekse, bu da sürdürülebilir, etkin ve adil bir
bölüşümü hedefleyen bir toplum hedefi açısından yeterli olmayacaktır.
Bu yüzden de, yapılması gereken
‘Demokratik Katılımcı bir Ekonomik Model’in, halkla birlikte, bugünden inşa
edilmeye başlanılmasıdır. Böyle bir ‘ekonomik demokrasi’, emekten, doğadan ve ezilen kimliklerden yana
kamu müdahalelerini, katılımcı bütçe politikalarını, yeniden kamulaştırmaları, yerelden
katılımcı özyönetimci demokratik planlamayı, çeşitli kolektif mülkiyet
yöntemlerini içerir. (3)
Böyle bir ekonomi politik yönelimi olmayan
bir ülkenin yakın gelecekte siyasal, sosyal, ekolojik ve iktisadi krizlere
girmesi kaçınılmazdır. Bu bağlamdaki bir ekonomik paradigma değişikliğini 6’lı
Masa’nın savunmadığı da açıktır. Bu yüzden de bu görev başta Emek ve Özgürlük
İttifakı olmak üzere diğer ittifaklara düşmektedir.
Nasıl ki kitlelere “önce karnınızı
doyuralım, size iş, aş verelim. Demokrasi, hak ve özgürlükler konusunu sonra çözeriz”
demek yanlışsa, ‘önce güçlendirilmiş
parlamenter demokratik rejimi tesis edelim, sonra karnınızı doyururuz, şimdi sermayeyi
karşımıza almanın zamanı değil’ demek de o denli yanlıştır.
Özetle, siyasal sistemi, yerelden katılımcı
demokrasi ile güçlendirilmiş bir parlamenter demokrasi ile değiştirirken, eş anlı
olarak, piyasacı, emek ve doğa sömürüsüne dayalı ekonomik sistemi, bunların olmadığı
bir Demokratik Katılımcı Ekonomi ile değiştirmeliyiz.
Dip notlar:
(1) UNDP,
Human Development Report 2021/2022,
Uncertain Times, Unsettled Lives: Shaping Our Future in aTransforming World,
2022, s. 12.
(2) https://www.cbsnews.com/news/kristalina-georgieva-face-the-nation-transcript-01-01-2023;
https://www.imf.org/en/Publications/WEO/Issues/2022/10/11/world-economic-outlook-october-2022,
s. 42.
(3) https://znetwork.org/znetarticle/a-post-capitalism-worth-winning
(27 December 2022).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder