27 Ağustos 2023 Pazar

Jackson Hole Toplantısı ve Türkiye’de “ortodoksiye geri dönüş!”

 

Jackson Hole Toplantısı ve Türkiye’de “ortodoksiye geri dönüş!”

Mustafa Durmuş

28 Ağustos 2023


Jackson Hole, finans kapitalin ve ulus devletlerin sözcüleri konumundaki dünya merkez bankacılarının her yıl düzenli olarak bir araya geldikleri ABD’de bir kasabanın adı.

Bu toplantılarda küresel kapitalizmin gidişatına bağlı olarak merkez bankalarının yöneticileri her yıl değerlendirmelerde bulunuyorlar ve faiz politikaları başta olmak üzere çeşitli kararlar alıyorlar. Yani bir tür yol haritası oluşturuyorlar.

Küresel finans kapital faiz artırımının sürmesini istiyor

ABD Merkez Bankası FED bu toplantıların sadece ev sahipliğini değil, aynı zamanda yönlendiriciliğini de yapıyor.

Nitekim FED Başkanı J. Powell dün bu toplantıda şahince bir konuşma yaptı. ABD çekirdek enflasyonunun şu anda sadece yüzde 4,3 olmasına rağmen, enflasyonu yenme görevinin (yüzde 2’ye düşürülene kadar) henüz tamamlanmadığını söyledi ve bu süreçte ABD’de daha fazla faiz artırımının yapılacağını açıkça ima etti.

Hiç şüphe yok ki, diğer merkez bankası başkanları da ve bu yılın Haziran ayından bu yana faiz artırımını enflasyonla mücadelede asıl araç olarak kullanan TCMB yönetimi de Powell’ın bu açıklamalarının izinden gidecek ve Perşembe günü 750 baz puan artırdığı politika faizi oranını önümüzdeki aylarda artırmayı sürdürecektir.

FED bir Kutup Yıldızı işlevi görüyor

İşin aslı FED diğer merkez bankaları için adeta bir kutup yıldızı gibi işlev görüyor. Yani emperyalist sistemin asıl sürücüsü konumundaki ABD’nin FED’ inden bağımsız her hangi bir ulusal merkez bankasından söz edilmesi çok güç (en azından şimdilik).

Türkiye ise 2021 Mart-2023 Haziran döneminde faizleri düşürürken FED ’in ya da ECB’nin (Avrupa Merkez Bankası) izinden gitmemişti ama bunun bedelini yüzde 100’e yaklaşan bir enflasyon ile ödemişti.

Zincirdeki kopuk halka tamir ediliyor

Şimdi Şimşek ve Erkan Ekibi ile birlikte o kopukluk giderilmeye çalışılıyor. Bunun enflasyonu ve döviz kurunu aşağıya çekme konusunda ne kadar başarılı olabileceği konusunda bir şeyler söylemek için çok erken ama ülkedeki faiz artırımının düşük faizlerden çok daha ağır bir faturasının olacağı kesin.

Bu fatura; durgunluğa girecek olan ekonomide, kaybedilen işlerde, ağır borçlu şirketlerin iflaslarında, konut kredisi borcunu ödeyemediği için haciz edilen konutlarda, kredi borcu ödenemeyeceği için elden çıkartılacak olan otomobillerde, kredi kartı ve tüketici kredilerinin artan faizleri yüzünden yaşanacak olan kişisel borç krizlerinde, boşanmalarda, kadın ezilmişliğinde, intiharlardaki ve suç oranlarındaki artışta, hak ettikleri istikrarlı ve güvenceli bir gelecekten mahrum bırakılan çocuklarda ve emekçilerin bir bütün olarak kararan geleceğinde kendini gösterecek.

Kuşkusuz bu faturayı, buna sebep olanlar değil, toplumu geri kalanı, yani emekçiler, yoksullar, ezilenler, kadınlar, çocuklar ve engelliler  ödeyecek.

Ekonomi pragmatizm ile yönetiliyor

Düne kadar takıntılı “faiz sebep enflasyon sonuç” yaklaşımıyla yüksek enflasyonla ve yoksullaşma ile canımızı yakanlar, bugün aynı şeyi faiz oranlarını yükselterek, durgunluk, işsizlik ve daha fazla yoksullukla yapıyorlar.

Dün ne pahasına olursa olsun ekonomik büyüme ve inşaat sektörünün kârları ön planda tutuluyordu, bugün enflasyon sevmeyen finans kapitalin devasa finansal servetlerinin değeri düşmesin diye faiz oranları yükseltiliyor.

Kuşkusuz düne kadarki yanlışları nedeniyle özür bile dilemeyenler yarın da dilemeyecekler.

“Ortodoksiye geri dönüş”müş!

Bu politika değişikliğini de bizlere “ekonomi politikalarında ortodoksiye geri dönüş” adı altında yedirmeye çalışıyorlar.

Oysa “hetorodoksi” ve  “ortodoksi” adı altında şu ana kadar pazarlanan politikalar birbirinin alternatifi değil, tamamlayıcısı olan politikalar. Her ikisi de egemen sınıfların o anki/dönemsel ihtiyaçlarına yanıt üretmek üzere oraya atıldılar.

Bunlardan birini “emek karşıtı ve bilim dışı”, diğerini ise “emek yanlısı ve bilimsel” diye adlandırmak ve buradan hareketle Şimşek-Erkan politikalarını alkışlamak kadar büyük bir yanlış olamaz.

Tarih bize, sınıflara bölünmüş kapitalist bir toplumda ideolojilerin sınıflar üstü olamayacağını, iktisat biliminin de bir bilim olmaktan ziyade egemen sınıflara hizmet eden bir ideoloji olduğunu defalarca kanıtladı.

Özcesi, çözümü gevşek para politikasından sıkı para politikasına geçiş gibi birbirinin devamı olan ve asıl olarak egemen sınıflara hizmet eden politikalarda değil, kapitalizmi karşısına alacak cesareti gösteren, emekten ve doğadan yana radikal bir paradigma değişikliğinde ve buna uygun ekonomi politikalarında aramak gerekiyor.

 

26 Ağustos 2023 Cumartesi

Kapitalizmin ve burjuva iktidarların ikiyüzlülüğü

 

Kapitalizmin ve burjuva iktidarların ikiyüzlülüğü

Mustafa Durmuş

26 Ağustos 2023

Petrol, doğal gaz ve LPG gibi fosil yakıtların kullanımının iklim değişikliğinin ve küresel ısınmanın en önemli nedenlerinden biri olduğu biliniyor.   

Nitekim uluslararası kuruluşlar ve burjuva hükümetler, bir yandan sözüm ona iklim değişikliği ile mücadele çağrıları yaparken ve taraflar COP İklim Zirvelerinde her yıl fosil yakıtların kullanımının ciddi biçimde azaltılması talebinde bulunurken, diğer yandan burjuvazinin kontrolündeki siyasal iktidarlar fosil yakıt sektörüne ve bu sektörün efendisi konumundaki küresel petrol şirketlerine devasa sübvansiyonlar vermeyi sürdürüyorlar.

Öyle ki IMF’ye göre geçen yıl bu rakam 7 trilyon dolara yükseldi (https://www.imf.org/fossil-fuel-subsidies-surged-to-record-7-trillion, 24 August 2023). Yani küresel petrol şirketlerine Türkiye’nin şu anki milli gelirinin 7 katından fazla sübvansiyon (mali destek) verildi.

Tek başına bu olgu bile kârı her şeyin üzerinde tutan, bu amaçla emeği sömüren ve doğayı talan eden kapitalizm altında iklim değişikliği ile gerçek anlamda mücadele edilemeyeceğini, aksine kapitalizmin bizzat başta iklim değişikliği ve küresel ısınma olmak üzere ekolojik çöküşe neden olduğunu gösteriyor.

Bir başka ifade ile doğayı, gezegeni,  insanlığı ve diğer canlıları yok oluştan korumak ancak kapitalizmi ve onun egemen sınıfı olan burjuvaziyi ortadan kaldırmakla ve yerine her türden sömürünün yok edildiği, doğa ile uyumlu, emek ve emekçi dostu, eşitlikçi ve sosyal adaletçi bir sistem kurmakla yani “sosyalizm” ile mümkün olabilir.

 


12 Ağustos 2023 Cumartesi

Cari fazla

 

Haziran’da cari fazla verdik, sevinmeli miyiz?

Mustafa Durmuş

12 Ağustos 2023

TCMB verilerine göre, Türkiye ekonomisi bu yıl ilk kez Haziran ayında cari fazla verdi (674 milyon dolar). Bunun nedeni bu ayda ithalatın yüzde 25’e yakın azalması. Bu dış ticaret açığını, bu da cari açığı düşürdü.

Kanserli bir hastanın kilo kaybetmesi gibi

Bu gelişme olumlu gibi okunabilirse de, aslında değil. Çünkü tabiri caizse, cari açığın bu şekilde fazlaya dönüşmesi, sağlıklı bir diyet ve spor yaparak aşırı kilolarından kurtulan bir kişinin durumundan ziyade, kanser gibi ölümcül bir hastalığa yakalanmış, bu yüzden kilo vermeye başlamış olan bir hastanın durumuna benziyor. Yani kişinin aşırı kilolarından sağlıklı bir biçimde kurtulması söz konusu değil. 

Bir başka anlatımla, ülke ekonomisi cari fazlayı ihracatını artırdığı için sağlamadı (Haziran ayında ihracat 1 milyar dolar azaldı). İthalatı keskin bir düştüğü için cari fazlaya geçti.

İthalat maliyetlerinin (kurdaki hızlı yükselişten dolayı) artması, ülke ekonomisinin yeni yatırımlar yapılmasını teşvik edecek bir durumda olmaması, gelecekle ilgili beklentilerin kötü olması, özel sektörün aşırı borçluluğu, genel olarak halkın giderek yoksullaşması, ithalat eğilimi yüksek olan orta sınıfın erimesi ve yüksek enflasyonu aşağıya çekmek için iktidarın aldığı ithalatı düşürücü önlemler (ithal kısıtlamaları ve vergiler dâhil) ithalattaki keskin düşüşün nedenlerini oluşturuyor.

 


Avrupa pazarı daralıyor

İhracattaki azalmanın nedeni de belli: Türkiye’nin asıl ihracat pazarı olan Avrupa ülkelerinin ekonomilerinde ciddi daralmalar yaşanıyor. Keza Rusya-Ukrayna savaşının hızlanmasıyla birlikte kışa doğru artacak olan doğal gaz gibi enerji ve temel gıda maddesi maliyetleriyle bu daralma daha da artacak gibi görünüyor.

Ayrıca, Rusya- Türkiye ilişkilerinin son dönemlerde biraz limoni olması da (turizm gelirlerinde keskin bir azalmanın yanı sıra) yakın gelecekte bu ülkeye olan ihracatı azaltabilir. Kısaca, bu iki pazardaki gelişmeler Türkiye ekonomisini ihracat yönünden olumsuz olarak etkileyecek gibi duruyor.

Cari açık yoksa büyüme de yok

Ancak asıl sorun, iktidar olduğundan bu yana ekonomiyi cari açık vererek hormonlu bir biçimde büyüten AKP’nin artık bunu sürdürmekte zorlanacak olması. Cari fazla vererek büyüme sağlanmasını öngören model ise prematüre doğdu, yaşamadı.

Özetle, bu yılın Temmuz ve Ağustos aylarına ait cari denge verileri henüz bilinmiyor ama Haziran’daki gibi cari fazlanın bundan böyle devam etmesi durumunda ekonomik büyüme iyice yavaşlayacaktır.

 

 

Stagflasyonist bir süreçteyiz

Son olarak, hızla yükselen enflasyon ve yüzde 10 civarındaki işsizlik (dar tanımlı) ile birleştiğinde ekonomideki durgunluk, ekonominin artık stagflasyona (üçü bir arada) girmekte olduğunun bir işareti.

Ekonomiyi soğutmak için faiz oranları daha da artırıldıkça ve bütçe açığını azaltmak için yeni vergiler konuldukça veya vergi artışları yapıldıkça, stagflasyonist durum (durgunluk ve işsizlik yönleriyle) derinleşecektir.

Bu kez durum daha vahim  

Buna benzer durumların ülke ekonomisinde geçmiş yıllarda da yaşandığı ileri sürülebilir ancak ülkenin hiç bugünkü kadar borçlu olduğu bir dönemin yaşanmadığını bilmekte fayda var.

Özellikle de dış borçlar ve döviz cinsinden ödenecek olan iç borçların tutarının 550 milyar dolar civarında ve kısa vadeli borçların 200 milyar doların üzerinde olduğu gerçeği dikkate alındığında, potansiyel olarak bir “dış borç krizi” (temerrüt) riski ciddi biçimde mevcut.

Keza hali hazırda “ödemeler dengesi krizi” veya “döviz krizi” riski sürüyor ve bu sorunu (yeterli sıcak para temin etme anlamında) aşmaya dönük adımların henüz somut sonuçları alınabilmiş değil.

Sonuç

Kısaca, dış borç krizi ve ödemeler dengesi krizi risklerine bir de “stagflasyon” riskini eklediğimizde, böyle büyük bir çöküşün altından mevcut iktidar bloku ve onun yürüttüğü ekonomi politikalarıyla kalkabilmenin imkansızlığı ortaya çıkıyor.

Öncelikle, olaylar iktidarın kontrolünden çıkmış gibi görünüyor. İkinci olarak iktidar blokunun mevcut ekonomik sorunları emekten yana çözmek yerine, faturayı emekçilere ödettirme, buna karşılık sermayeyi koruyup kollama tercihi sürüyor.

Bu noktadaki asıl eksiklik ise emekten yana, toplumun bütününün çıkarlarından hareket eden, topluma güven veren sol-sosyalist bir siyasal örgütlenmenin hala gerçekleştirilememiş olması.

Bu yüzden de, bundan böyle bütün çabamız böyle bir örgütlenmenin sağlanması ve sadece iktidarın yaptıklarını ifşa etmekle ve eleştirmekle yetinmeyen, asıl olarak gerçekçi, emekten, doğadan ve ezilenden yana hakiki sol-sosyalist çözümlerin topluma sunulması olmalıdır.


 


10 Ağustos 2023 Perşembe

Ormanı kes, havayı kirlet, vergi de ödeme

 

Ormanı kes, havayı kirlet, vergi de ödeme

Mustafa Durmuş

10 Ağustos 2023


Akbelen direnişinin 17’nci günündeyiz. Yöre halkı, köylüler ve yurdun her yerinden gelen doğaseverler Akbelen ormanının “sermaye daha fazla kâr elde etsin diye” yok edilmesine karşı direniyor.

Ancak bu direniş de toplumu ikiye böldü. Öyle ki yöre halkı ormanını savunurken, toplumun önemli bir kısmı bu kıyıma karşı çıkarken, diğer tarafta maden işkolunda örgütlü bazı sarı sendikaların sözcüleri Akbelen’deki kömürün, enerji santralinde çalışan işçilerin istihdamını korumak için çıkartıldığını savundu. İktidar blokunun en yetkili ağızları ise doğasına sahip çıkanları “ekonomik büyümeye ve gelişmeye karşı çıkan bir avuç “marjinal” olarak değersizleştirdi.

120 bin yıldır görülen en sıcak ay

Ormanlarımız kesilip doğamız tahrip edilirken, Temmuz’dan bu yana giderek artan hava sıcaklığı altında bunalmaya devam ediyoruz. Uzmanlar, bu sıcakların yüksek nem ile birleşmesi durumunda, özellikle de yaşlılar, ciddi sağlık sorunları olanlar ve çocuklar için çok ciddi riskler oluşturduğu konusunda uyarılarda bulunuyor.

Bu hafta Birleşmiş Milletler Hava Durumu Ajansı (WMO), bu yılın Temmuz ayının küresel ortalama sıcaklık açısından en az son 120 bin yıldır kaydedilen en yüksek sıcaklığın görüldüğü ay olduğunu açıkladı. Öyle ki Temmuz ayında görülen hava sıcaklıkları sanayileşme öncesi dönem ortalamasından yaklaşık 1,5 C derece daha fazla. Bu yılın Nisan ayında küresel deniz yüzeyi sıcaklıkları da rekorlar kırmıştı. (1)

Öte yandan, küresel ısınma konusunda ormansızlaştırmanın etkilerinin bilinmesine rağmen, gözünü kâr ve rant bürümüş olan sermaye grupları bir süredir arkasına devlet desteğini de alarak ormanlarımızı yok etmeyi sürdürüyor.

Akbelende kâr, Cudi’de “güvenlik” için!

Akbelen ormanı bunlardan sadece biri. Kaz dağlarında altın ve bakır madeni işletmeciliği için ormanların yok edildiği ve buna karşı da bir direnişin uzunca bir süredir sürdüğü biliniyor.

İster enerji, ister kıymetli metal/maden, isterse de Cudi’de olduğu gibi “güvenlik amaçlı” olsun, her türden ormansızlaştırma, doğa katliamı, her gün giderek daha fazla ısınmaya başlayan dünyada en başta bu coğrafyanın insanlarını yok olma riski ile karşı karşıya bırakırken nihayetinde temel bir amaç için hayata geçiriliyor: En fazla kârı elde edebilmek, daha fazla sermaye ve servet (dolayısıyla da ekonomik ve politik güç) biriktirmek.

Bu amaç için de emeğin aşırı biçimde sömürülmesi yetmiyor, doğanın da deyim yerindeyse katledilmesi gerekiyor. İnsana değer vermediği gibi doğasına da değer vermeyen, onu sadece sömürülecek iktisadi bir kaynak olarak gören büyük sermaye mevcut otoriter rejimin de desteğiyle, iş makinalarıyla ormanlara dalıyor, ağaçları kesiyor.

Özel jetler havayı 10 kat daha fazla kirletiyor

Sermaye, ormanlarımızı yok ederek bizleri aşırı sıcaklar karşısında savunmasız bıraktığı gibi, iş ve yaşam pratikleriyle de iklim değişikliğine, aşırı sıcaklara neden oluyor.

Yakınlarda yayınlanan bir rapor insanların yaklaşık yüzde 1’inin tüm havacılık karbon emisyonlarının yarısından sorumlu olduğunu ve özel jetlerin (yolcu başına) ticari uçaklardan en az 10 kat daha fazla olmak üzere karbon dioksit salımına, dolayısıyla da küresel ısınmaya neden olduğunu açıkladı. (2)

Bir diğer çalışmada sadece bir saat içinde tek bir özel jetin iki metrik ton karbondioksit salabildiği ileri sürülüyor. (3) Bu durum savaş uçaklarının yarattığı kirliliğe, neden olduğu karbon emisyonuna benziyor.

Kısaca, sermaye ve savaşçı politikalar ve militarizm el ele bir biçimde iklim değişikliğine neden olarak, bugün yaşamakta olduğumuz aşırı hava sıcaklığının küçümsenemeyecek bir kaynağını oluşturuyor.

Ayrıca, Covid-19 salgınından bu yana özel jet kullanımının yaklaşık yüzde 20 ve özel jetlerin neden olduğu emisyonların yüzde 23'ten fazla arttığı ileri sürülüyor. (4)

Türkiye’deki bazı zenginlerin özel jetleri

Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre, Türkiye’deki özel jet yolcu uçağı sayısı 86. Toplam özel ağırlıklı helikopter sayısı ise 55 (bu sayıya devlete ait uçak ve helikopterler dahil değil).

Özel jet uçağı olan süper zenginler arasında kamuoyunun yakından tanıdığı isimlerin olması sürpriz değil. Bunlardan biri Kaz Dağları’ndaki bakır madeni arama işi ile de bilinen Cengiz Holding’in sahibi Mehmet Cengiz. Diğeri ise Akbelen’deki orman kesimi ile anılan şirketlerden Limak’ın kurucu patronu Nihat Özdemir.

M. Cengiz’in Falcon 5X modeli 45 milyon dolarlık ful donanımlı bir uçağı ve N. Özdemir’in Falcon 2000 EX modeli 14,9 milyon dolarlık bir özel jeti var. (5)

Yani ormanları keserek küresel ısınmaya katkı verenler, nefes almamızı önleyenler, aynı zamanda iş ya da özel seyahatlerinde kullandıkları jet uçaklarıyla da iklim yıkımına olan katkılarını sürdürüyorlar.

Sıradan insanımızın ulaştırma faturası

Bu ülke insanının büyük bir çoğunluğunun bırakın özel jet uçakları ya da tarifeli uçaklarla seyahat etmeyi, füze hızıyla artan şehir içi ya da şehirlerarası karayolu veya demiryolları bilet ücretleri yüzünden otobüse, minibüse, trene dahi binebilecek hali kalmadı. Örneğin Ankara’da en kısa mesafe minibüs ve otobüs ücreti 15 TL oldu. Taksi fiyatlarına gelen son zam ise artık orta sınıfın da taksiye kolay kolay binemeyeceğini gösteriyor.

Ulaştırma maliyetlerindeki bu hızlı artışı TÜİK bile gizleyemiyor. Öyle ki Temmuz ayında aylık manşet enflasyon yüzde 9,5 artarken, ulaştırmada aylık enflasyon bunun neredeyse iki katı, yani yüzde 17,8 oranında arttı. ENAG ise bu veriyi yüzde 22,8 olarak açıkladı. (6) Kuşkusuz bu artışa dün açıklanan yüzde 50’yi aşan taksi ücretleri dâhil değil.

En kıyak vergi teşviki doğayı tahrip edenlere

Doğayı kâr ve rant için tahrip edenler, ormanlarımızı kesenler, özel jetleriyle 10 kat daha fazla karbon emisyonu salanlar bu işleri yaparken her türlü vergi teşvikinden de yararlanıyorlar (bu yılki toplam vergi teşviki tutarı olan 994 milyar TL’nin çok büyük bir kısmından sermaye kesiminin yararlandığını hatırlatalım).

Nasıl mı? Sırasıyla anlatalım.

KDV muafiyeti

Öncelikle, özel uçak sahibi kişiler ya da sermaye şirketleri bu alandaki bir çok vergi teşvikinden faydalanıyor. Örnek olarak, Katma Değer Vergisi Kanunu’nunAraçlar, Petrol Aramaları ve Teşvik Belgeli Yatırımlarda İstisna” başlığı altında yer alan 13 üncü maddesine göre:

“a) Faaliyetleri kısmen veya tamamen deniz, hava ve demiryolu taşıma araçlarının, yüzer tesis ve araçlarının kiralanması veya çeşitli şekillerde işletilmesi olan mükelleflere bu amaçla yapılan deniz, hava ve demir yolu taşıma araçlarının, yüzer tesis ve araçlarının teslimleri, bu araçların imal ve inşası ile ilgili olarak yapılan teslim ve hizmetler ile bunların tadili, onarım ve bakımı şeklinde ortaya çıkan hizmetler” katma değer vergisinden istisna edilmiştir.

b) (Mülga: 25/12/2003-5035/49 md.; Yeniden düzenleme: 16/7/2004-5228/14 md.) Deniz ve hava taşıma araçları için liman ve hava meydanlarında yapılan hizmetler katma değer vergisinden istisnadır…” (7)

Özetle, eğer bir şirket hava, deniz ya da demiryolu ulaştırması işinde faaliyette bulunuyorsa, bu iş için satın aldığı ya da kiraladığı uçaklardan normalde ödemesi gereken yüzde 20 oranındaki KDV’yi ödemiyor. Keza bu uçakların (ya da diğer hava araçlarının) hava meydanlarında aldıkları her türden hizmetten de normalde alınması gereken yüzde 20 KDV alınmıyor. Özel uçak ithalatı sırasında sadece binde 0,5 oranında ÖTV ödeniyor (yatlar ve kotraların ithalatından ya da yerli teslimatından alınan ÖTV ise sıfır). (8)

Yani, liman ve hava meydanlarında deniz ve hava taşıma araçları için ifa edilen hizmetler tam istisna kapsamında işlem görüyor. İstisna kapsamına yük ve yolcuya verilen tahmil, tahliye ve benzeri hizmetler ile araçlar için yapılan seyrüsefere ilişkin her türlü hizmet dahil ediyor. Bu hizmetlerin liman ve hava meydanı işletmeleri dışında diğer gerçek ve tüzel kişiler tarafından ifa edilmesinin istisna uygulaması açısından önemi bulunmuyor.

Jet yakıtına sıfır vergi

İkinci olarak, bu uçaklarda kullanılan jet yakıtı ÖTV’ye tabi değil, sadece KDV ödeniyor. Eğer bu yakıt yurt dışı uçuşlar sırasında kullanılıyorsa KDV de alınmıyor.

Dünyanın en pahalı otomobillerine (üzerindeki KDV ve ÖTV biçimindeki vergi yükü nedeniyle) sahip olduğumuz bir gerçek iken, bir avuç süper zengin uçaklarında, helikopterlerinde ya da yat ve kotralarında bu ağır vergileri ödemiyor. Üstelik bu durum yasaya da uygun. Bu da vergi yasalarının çıkartılması sırasında sermaye gruplarının ne denli etkin olduğunun bir kanıtı.

Diğer taraftan, satın alma gücümüz (ücretlerimiz) ile kıyaslandığında, Avrupa’da akaryakıtı en pahalı kullanan ve akaryakıt  üzerinden en ağır vergileri ödeyen, dolayısıyla da vergi adaletsizliğinin en fazla olduğu bir ülke olarak biliniyoruz.

Öyle ki bir köylü traktöründe kullandığı 1 litre mazot başına 7,06 TL ÖTV öderken, uçaklarda kullanılan jet yakıtında ÖTV oranı sıfır olduğundan (9) bu uçakların sahibi olan süper zenginler tek kuruş vergi  ödemiyorlar. Bu da ülkedeki vergi adaletsizliği örneklerinden sadece biri.

Vergi istisnasından faydalanmanın kestirme yolu

Büyük sermaye, uygulamada, kendi grup şirketlerinden birini, hava taşımacılığı sektöründe faaliyette göstererek bu uçakları KDV ve ÖTV ödemeksizin satın alabiliyor. Tahmin edilebileceği gibi, her şeyin sermayenin lehine işlediği bir zamanda,  bu uçaklar ticari yolcu taşımacılığı için olduğu kadar grubun kendi özel işlerinde de kullanılabiliyor.

Ayrıca uygulamada, örneğin malum büyük inşaat şirketlerinden birinin sahibi, özel uçağını yılda bir kez dahi charter için başka şirketlere kiraladığında (yasadaki koşul yerine getirildiği için), şirket bu KDV istisnasından yararlanabiliyor.

Patronlar özel jetleriyle uçarken tarifeli bir uçak yolcusu gibi vergi ödemiyorlar

Tarifeli biletle uçan her hangi birimiz bu uçuş için KDV dahil (yurt dışı uçuşlardan KDV alınmıyor) havalimanı vergisi, akaryakıt harcı, hizmet bedeli ve check-in ücreti biçiminde vergi ve benzeri ödemeleri yapmak zorunda.

Örneğin, bugünlerde Ankara’dan Viyana’ya gidiş dönüş bilet alan biri bilet için toplam 13,700 TL ödüyor. Bunun 3,948 TL’si (bilet bedelinin yüzde 29’u) vergi ve benzeri ödemelerden oluşuyor (yurt dışı çıkış harcı hariç). Oysa özel uçak ile uçan bir patron ya da şirket elemanı her hangi bir bilet almadığından bu vergileri ödemek zorunda değil. Sadece yurt dışına gidiyorlarsa yurt dışı çıkış harcı ödüyorlar.

Sonuç olarak

Kapitalizmin, özellikle de son 40 yıla damgasını vuran neoliberal versiyonunun acımasız bir eşitsizlik ve adaletsizlik düzeni olduğunu biliyoruz.  Bu eşitsizlikler iktidarlar tarafından uygulanan para ve vergi politikalarıyla daha da artırılmış durumda.

Türkiye de kapitalist bir ülke olarak bu durumdan azade değil. Üstelik son 21 yıldır bu ülkeyi yöneten iktidar, “Siyasal  İslamcı” bir bakış altında  emek ve doğa karşıtı, sermaye, kâr ve rant dostu neoliberal   politikaları en acımasız bir şekilde uyguluyor.

Bu politikalarla iktidar bloku siyasal ve sosyal alanda hak ve özgürlüklere, kadına, farklı kimliklere ve etnisitelere ve laikliğe karşı bir duruş sergilerken, iktisadi alanda yoğun bir emek ve doğa sömürüsünü sürdürüyor.

Şu ana kadar izlediği enflasyonist faiz ve para politikalarıyla olduğu gibi, vergi politikalarıyla da kaynakları emekçiden alıp sermayeye veriyor. Bir- iki ay önce başlattığı sözde antienflasyonist “kemer sıkma” politikalarıyla da krizin faturasını halka ödettiriyor.

Bu arada “acele kamulaştırmalar” gibi sadece olağanüstü koşullarda hayata geçirilebilecek istisnai uygulamalar genel bir kurala dönüştürülerek,  ormanlarımız, su kaynaklarımız, kıyılar gibi müştereklerimiz bir anda özelleştiriliyor ve sermayenin hizmetine sunuluyor. Ya da Hatay’da olduğu gibi zeytinlikler moloz dökme alanına dönüştürülüyor veya üzerlerine konutlar inşa ediliyor.

Sıradan insanımız, otobüs, tren ya da tarifeli uçağa binerken KDV öderken, otomobilleri olanlar, bu yıl duble olarak ödeyecekleri MTV’ye ek olarak akaryakıt fiyatının yüzde 45’i oranında KDV ve ÖTV ile cezalandırılırken, kâr ve rant için ormanları kesen, aynı zamanda  jet uçaklarıyla seyahat ederek iklim yıkımına hizmet eden sermaye kesimi bu vergilerden muaf tutularak adeta ödüllendiriliyor.

Bu yüzden de ormanımızı, doğamızı koruma mücadelesinin özünde bir sınıf mücadelesi ve aynı zamanda demokrasi ve barış mücadelesi olduğunu unutmamamız gerekiyor.

Dip notlar:

(1)    “It’s official: July 2023 was the warmest on record, says UN weather agency WMO”, https://news.un.org (8 August 2023).

(2)    https://ips-dc.org/report-high-flyers-2023 (May 2023).

(3)    commondreams@commondreams.org (4 August 2023).

(4)    https://ips-dc.org/report-high-flyers-2023 (May 2023).

(5)    https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ugur-cebeci/salgin-is-jeti-pazarini-vurmadi (2 Aralık 2020).

(6)    TÜİK, “Tüketici Fiyat Endeksi, Temmuz 2023”, https://data.tuik.gov.tr/Bulten (3 Ağustos 2023); ENAGrup “Tüketici Fiyat Endeksi (E-TÜFE), Temmuz 2023”, https://enagrup.org (3 Ağustos 2023).

(7)    3065 Sayılı Katma değer Vergisi Kanunu, https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuatmetin/1.5.3065.pdf (8 Ağustos 2023).

(8)    Katma Değer Vergisi Genel Tebliği (Seri No: 93), https://www.resmigazete.gov.tr (8 Ağustos 2023).

(9)    Özel Tüketim Vergisi Kanunu Ekli I ve II Sayılı Liste, https://gib.gov.tr/gibmevzuat (8 Ağustos 2023).

 

 

 

 

8 Ağustos 2023 Salı

İşçi dövizleri

 

İktidara oy veren “gurbetçi” işçilerimiz dövizlerini neden ülkeye getirmezler?

Mustafa Durmuş

8 Ağustos 2023


İşçi dövizleri, yurt dışında çalışan işçilerin ya da yaygın kullanımıyla “gurbetçiler”in yaptıkları tasarruflar sonucunda ülkelerine gönderdikleri dövizlere verilen ad.

Yurt dışında çalışan işçilerin pratikte yurda iki amaçla döviz gönderdikleri görülüyor. Eğer aileleri de yurt dışında yaşıyorsa geleceğe dönük yatırım yapmak için ve eğer aileleri kendileriyle birlikte yurt dışında değilse (yatırım amacının yanı sıra) asıl olarak, ailenin geçimini sağlamak için.

Bu tür dövizler, yurt dışında çalışan işçilerin sayısına, bu işçilerin aldıkları ücretlerin düzeyine, ülkede uygulanan faiz politikalarına, ülke ekonomisi ve siyasetinin içinde bulunduğu duruma, beklentilere ve döviz kurlarına,  yani ulusal paranın döviz karşısındaki değerine göre artıp azalabilirler.

İşçi dövizi ekonomiye katkı sağlar

İşçi dövizleri tıpkı ihracat, turizm ve yurt dışı müteahhitlik gelirleri gibi, doğru alanlarda kullanıldığında, ülke ekonomisinin gelişimine katkıda bulunur ve ülke ekonomisini büyütür.

Bangladeş, Hindistan ve Sri Lanka örneklerinde olduğu gibi, yurt dışında çalışan bu ülkelerin yurttaşlarının ülkelerine gönderdikleri dövizler, bu ülkelerin ithalat faturalarının ödenmesine yardımcı olduğu gibi, işçilerin geride bıraktıkları on milyonlarca ailenin yoksulluk çekmemesini ve geçimlerini sağlayabilmesini de sağlayan en önemli faktördür.

Nitekim Covid-19 salgını sırasında dünyada milyonlarca gurbetçi işçi işini kaybettiğinden bu işçilerin ülkelerine gönderdikleri dövizler ciddi biçimde azalınca, yoksulluk da artmıştı. Ancak özellikle de Covid-19 salgını bittikten sonra, 2021 yılında, dünyada işçi dövizlerinde yüzde 7’nin üzerinde bir artış oldu.

Gelen işçi dövizi gidenin gerisinde kaldı

Türkiye’de ise durum biraz farklı. Ülkede işçi dövizleri cari açığın kapanması konusunda ihracat ya da turizm gelirleri kadar büyük bir öneme sahip değil. Ancak, bu dövizlerin son yıllardaki seyri ülkedeki bazı sıkıntıları yansıtması açısından önem arz ediyor.

Çünkü 2008 yılından bu yana yurda gelen işçi dövizlerinde belirgin bir azalma yaşanırken, ülkede çalışan yabancı işçilerin yurt dışına çıkardıkları dövizlerde belirgin bir artış var.

Öyle ki AKP’nin iktidar olduğu yıl olan 2002 yılında ülkeye gelen işçi dövizlerinin tutarı 1,94 milyar dolar iken, 2022 yılına gelindiğinde bu tutar neredeyse yüzde 80 oranında azalarak 694 milyon dolara kadar geriledi ve ilk kez geçen yıl çıkışlar girişlerden fazla oldu. AKP döneminde yurt dışına çıkan işçi dövizleri ise 7 kat arttı.

Bu durum yurt dışında, özellikle de Avrupa’da yaşayan ve büyük çoğunluğu AKP-MHP iktidarına oy veren “milliyetçi-mukaddesatçı” olarak tabir edilen işçilerin, konu dövizlerini ülkelerine getirmek ve tasarruflarını ülkelerinde yapmak olduğunda iktidara aynı ölçüde güvenmediklerini, hatta bu güvenin giderek azalmakta olduğunu gösteriyor.

“Oyumu veririm ama dövizimi vermem!”

Yani özellikle de iktidar medyasında yaptıkları konuşmalarında iktidarı yere göğe sığdıramayan yurt dışında çalışan bazı işçilerimiz TL karşısında 30 kat değerli avro ile Türkiye’de alış veriş ve tatil yapıyorlar ama konu kalıcı biçimde birikimlerini ülkelerinde değerlendirmeye geldiğinde, “toprağına taşına öldükleri” ülkelerine güvenmiyorlar.

Bu veriler bir gerçeği daha ortaya koyuyor: Nasıl ki ülkenin reel döviz kurunun bu yılın Temmuz ayında 100 üzerinden 49’un altına düşmesi ülkenin ihracatı artarken ülke yurttaşlarını daha da yoksullaştırıyorsa, giden işçi dövizlerinin gelenin üstüne çıkması da benzer bir etki yaratıyor.

Kısaca, pahalı ithalat ve ucuz ihracatla aslında Almanya, Hollanda gibi ülkelerin ekonomilerini, istihdamlarını, yatırımlarını ve tüketimlerini destekliyoruz. Haraç mezat satılan topraklarımızla, doğal ve iktisadi varlıklarımızla Körfez ülkelerinin zenginlerini daha da zengin ediyoruz.

Ayrıca yurt dışında çalışan işçilerimizin yurda getirdikleri dövizler azalırken, ülkemizde çalışan diğer ülke yurttaşlarının ülkemizde kazandıkları dövizlerini ülkede harcamak yerine, kendi ülkelerine götürmesiyle biz, bir bakıma, bu ülke ekonomilerini destekliyoruz.  

Tüm bu olup bitenin de “yerli ve milli” olduğunu kabul edip kendimizi avutuyoruz.



3 Ağustos 2023 Perşembe

Banka kârları

 

Bankaların kârları artıyor, halk yoksullaşıyor, bazıları “yeni” ekonomi yönetimini alkışlıyor

Mustafa Durmuş

3 Ağustos 2023


BDDK Haziran ayına ait aylık bankacılık sektörü verilerini dün açıkladı. Buna göre sektörün kullandırdığı kredilerin toplamı 10 trilyon TL’yi aşıyor. (1)

Tüketici kredileri 2,5 trilyon TL

Bu kredilerin yüzde 25’i doğrudan tüketicilerce (tüketici kredisi ya da kredi kartı biçiminde) kullanılan tüketici kredilerinden oluşuyor. Bu durum kısıtlı fakat düzenli de olmayan gelirleriyle geçinmekte çok zorlanan emekçiler başta olmak üzere toplumun büyük çoğunluğunun, yaşamlarını sürdürebilmek için tüketici kredilerine ve kredi kartlarına yüklendiğini gösteriyor.

Yine dün açıklanan Merkez Bankası Parasal Gelişmeler Raporuna göre, sektör tarafından verilen kredilerin yıllık artış hızı, hane halkı için Haziran ayında yüzde 81,4 oranında, finansal olmayan kuruluşlara (şirketlere) verilen krediler ise yüzde 53,9 oranında arttı. (2)

 


Şimdi kredi kullanımını kısıtlamaya yönelik adımlar atılıyor. Örnek olarak BDDK kredili tüketim harcamalarını sınırlayıcı yönde iki karar aldı. Buna göre, yurtdışına yönelik turizm harcamalarında kredi kartına taksit yapılamayacak. Ayrıca konut alımı hariç bireysel kredilerin tamamının (kredi kartları dâhil) risk ağırlığı artırıldı. Böylece bu kredilere uygulanan faiz oranlarının artması ve tüketimin kısılması hedefleniyor.(3)

Halk borç altında ezilirken, bankaların kârları artıyor

Madalyonun diğer yüzünde ise bankaların kârları var. Burada da tablo şöyle şekilleniyor:

Bankaların, Haziran 2023 itibarıyla, verdikleri kredilerden elde ettikleri “faiz geliri” 569,4 milyar TL. Bunun 141,6 milyar TL’sini tüketici kredilerinden elde ettikleri faizler oluşturuyor. Toplam faiz (kâr payı) gelirleri ise 889,8 milyar TL.

Bir de bankaların “faiz dışı gelirleri” var. Bunlar kredilerden alınan ücret ve komisyonlardan, alınan kâr paylarından ve diğer bankacılık hizmetleri gelirleri gibi faiz dışı gelirlerden oluşuyor. Bunun tutarı da 308,9 milyar TL. Böylece toplam gelir 1,198 milyar TL’yi buluyor.

Kuşkusuz bankaların bu gelirlerin elde edilmesi sırasında yaptıkları giderler ve ödeyecekleri vergi de var. Bu giderler ve vergi düşüldükten sonra bankaların tamı tamına 250,1 milyar TL vergi sonrası net kârları olduğu görülüyor.

Kurumlar vergisi oranı yüzde 30’a mı çıkartılmıştı?

Bankaların ödeyecekleri kurumlar vergisi ise 53,1 milyar TL. Üstelik de bunu gelecek yıl ve iki taksitle ödeyecekler. Bu vergi, yararlandıkları muafiyet, istisna ve indirim gibi teşvikler düşüldükten sonra ödeyecekleri net vergi. Dolayısıyla da efektif olarak ne oranda vergi ödeyeceklerine bakıldığında, yani bu vergiyi faiz ve faiz dışı toplam gelirlerine böldüğümüzde yüzde 4,4 gibi komik bir oran çıkıyor karşımıza.

Son maaş zamlarından sonra yüzde 20’lik ikinci dilime giren bir emekçi ile kıyaslandığında bunun nasıl büyük bir haksızlık olduğu ortaya çıkıyor. Oysa yasadaki resmi kurumlar vergisi oranı bankalar için bu yıl 30’a yükseltilmişti. Ama bankalar ortalama olarak fiilen bunun ancak altıda birinden azını ödeyecekler.

Vergi yükünü insanlar hisseder, kurumlar değil!

Üstelik bir verginin yükü ancak insanlarca hissedilir, kurumların vergi yükü hissetmeleri söz konusu olamaz. Kaldı ki ortalama bir emekçi ortalama bir bankaya kıyasla dört kattan fazla vergi yükü altında eziliyor.

Resmi oran-fiili (efektif oran) farklılığının nedeni, bu yıl toplamda 994 milyar TL’yi bulacak olan, adına “vergi harcamaları” da denilen, vergi istisna, muafiyet, indirim gibi teşviklerden oluşan ve aralarında Akbelen’deki orman talanının sorumlusu olan şirket de dâhil olmak sermaye kesiminden bu yıl alınmayacak olan vergiler.

Bu gerçekler ortada iken, iktidar bloku şu ana kadar izlediği sermaye yanlısı, faizci, aşırı güvenlikçi ve israfçı politikalarla neden olduğu devasa bütçe açığını kapatmak için sermayeye yönelmek yerine akaryakıt üzerinden, dolayısıyla da asıl olarak halktan alınan ÖTV ve KDV’ye yüklendi.

Bir yandan politika faizini yüzde 17,5’ e çıkartırken (dolaylı olarak tüketici kredi faizlerini artırırken), diğer yandan mevduat faizlerini yüzde 30’a kadar düşürdü. Cumhurbaşkanına torba yasa ile verilen neredeyse 2,2 trilyon TL’lik bir borçlanma yetkisi ile de vergi almadıkları bu bankalardan borçlanarak onlara faiz biçiminde kaynak aktarmayı sürdürecekler.

Ah şu liberal piyasacı hastalık…

Kısaca, her şey başta bankalar olmak üzere büyük sermaye gruplarının, süper zenginlerin ve emek harcamadan, alın teri dökmeden milyonlarca dolarlık servetler edinenlerin, doğayı talan eden büyük inşaat, enerji ve maden şirketlerinin ve onların sofralarından nemalananların lehine ama toplumun büyük çoğunluğunun zararına gelişiyor.

Bazı akıl ve vicdan yoksunu liberal piyasa iktisatçıları ve onları her akşam konuk eden sözde muhalif TV kanalları ise (muhalefet partilerinden umutlarını kesmiş olmalılar ki), “yeni maliye ve MB yönetiminin liyakatli (!) kadrolardan oluştuğunu” ileri sürerek, bizleri açıktan ya da üstü örtülü bir biçimde bu yönetime destek olmaya ve sabretmeye çağırıyorlar.

Ellerinde ciddi bir bütçe açığı baskısı (mali baskınlık) altında iyice etkisiz hale gelmiş olan para politikasından başka bir araç olmayan ve iradelerini de sermaye yanlısı, otoriter, tekçi bir iktidara teslim etmiş olan piyasa iktisatçılarından ve teknisyenlerden “mucize” yaratmalarını bekliyorlar ve bunu da bize yeni bir hikâye gibi satmaya çalışıyorlar.

Dip notlar:

(1)  BDDK, Aylık Bankacılık Sektörü Verileri, http://www.bddk.org.tr/BultenAylik (31 Temmuz 2023).

(2)  https://www.tcmb.gov.tr (31 Temmuz 2023).

(3)  BDDK, Finansal İstikrarın Güçlendirilmesine Yönelik Kurul Kararları Hakkında Basın Açıklaması, 31 Temmuz 2023, https://www.bddk.org.tr.