İktidarın
“yeni ekonomi politikası” ne kadar yeni, ne kadar rasyonel?- 3:
Yumuşak
İniş Politikası mı? (Temmuz 2023 sonrası)
Mustafa
Durmuş
22 Eylül 2023
Ana akım iktisat teorisine göre aşırı ısınmış (yüksek
enflasyon altındaki) bir ekonomiyi “yumuşak iniş” ile (soft landing) soğutmak
gerekiyor. Bu, ekonominin ne aşırı
ısınmış ne de aşırı soğumuş bir konuma getirilmesi yani normalleştirilmesi anlamına
geliyor.
Yumuşak iniş politikasını uygulayanların görünürdeki
amacının, ekonomideki “aşırı talebi”,
yani hane halkı, işletmeler (ve devlet) tarafından yapılan “aşırı” harcamaları
(faiz oranı artışlarıyla borçlanma maliyetini artırarak), azaltmak olduğu
işleri sürülüyor.
Ancak bu yapılırken ekonominin durgunluğa sokulmaması da
gerekiyor. Yani faiz oranlarındaki üst üste yüksek orandaki artışlar enflasyonu
düşürürken, bir süre sonra (genelde 1 yıl) ekonominin de durgunlaşmasına, hatta
büyüme hızlarının tersine dönmesine (negatif büyümeye) ve işsizliğin artmasına neden
olabiliyor.
Bu duruma literatürde “sert iniş” (hard landing) adı
veriliyor. Bu, bir tür “kaş yapayım derken göz çıkarmak” hali ve sıklıkla
kapitalist ekonomilerde karşılaşılan bir durum. Ancak sert inişten söz
edebilmek için ekonominin üst üste iki çeyrek (6 ay) küçülmesi gerekiyor.
MB
faiz oranları 4 ayda 21,5 puan (3,5 kattan fazla) artırıldı
Maliye politikasının sonuçlarının alınmasının yıllar
sürebileceği gerçeğinden yola çıkılarak, yumuşak inişte de asıl olarak
daraltıcı (sıkı) para politikalarına başvuruluyor. Yani bir yandan parasal
sıkılaştırma yapılırken, asıl olarak da Merkez Bankası faiz oranları yükseltiliyor.
Nitekim 27 ay boyunca genişletici para politikası
uygulandıktan sonra, Şimşek ve Erkan ekibinin iş başına gelmesiyle birlikte, 22
Haziran 2023 tarihinde Merkez Bankası politika faizi yüzde 8,5’ten önce yüzde
15’e, ardından 20 Temmuz’da yüzde 17,5’e, 24 Ağustos’ta yüzde 25’e ve son
olarak 21 Eylül’de yüzde 30’a yükseltildi. Enflasyonun yönünün hala yukarı
doğru olması yüzünden faiz artışları bu yılın sonuna kadar sürebilir.
Ayrıca, MB Para Politikası Kurulu son kararında, faiz
artırımının yanı sıra, dezenflasyonun en kısa sürede tesisi, enflasyon
beklentilerinin çıpalanması ve fiyatlama davranışlarındaki bozulmanın kontrol
altına alınması için parasal sıkılaştırma sürecinin devamına karar verdi. Bu
bağlamda Kurul, “parasal sıkılaştırma” sürecini destekleyecek “seçici kredi ve miktarsal
sıkılaştırma kararları” almayı da sürdüreceğini açıkladı.
21 Eylül tarihli kararda yer alan aşağıdaki paragraf
parasal sıkılaştırmanın sürdürülmesinin nedenlerini açıklıyor:
“Yurt
içi talepteki güçlü seyir ve hizmet fiyatlarındaki katılık devam ederken,
petrol fiyatlarındaki artış ve enflasyon beklentilerinde süregelen bozulma
enflasyonda ilave yukarı yönlü baskı oluşturmaktadır. Bu unsurlar, enflasyonun
yılsonunda Enflasyon Raporu’ndaki tahmin aralığının üst sınırına yakın
seyredeceğine işaret etmektedir. Son dönemde etkili olan ücret ve kur kaynaklı
maliyet yönlü baskılar ile vergi düzenlemelerinin ise enflasyona önemli ölçüde
yansıdığı ve aylık enflasyonun ana eğiliminde düşüşün başlayacağı
değerlendirilmiştir. Kurul, parasal sıkılaştırma adımlarının etkisiyle,
dezenflasyonu 2024 yılında Rapor’daki patika ile uyumlu şekilde tesis etmekte
kararlıdır”. (1)
Özetle; döviz kurunun yanı sıra emekçilerin ücretlerinin
de çok arttığı, bunun da iç talebin önemli bir unsuru olan harcamaları artırdığı
ve böylece enflasyonun artmaya devam ettiği ileri sürülüyor.
Ancak bu tespitler arasında iç talepteki artışın
önemli unsurlarından bir diğeri olan kârlardaki süper artışlardan hiç söz
edilmiyor. Oysa TÜİK’in resmi verilerine göre; 2022 yılında 17 sektörün toplam
aktif büyüklüğü yıllık bazda yüzde 69 artışla 26, 4 trilyon TL’ye, öz kaynak
toplamı yüzde 93 artışla 7,6 trilyon TL’ye, net satışları yüzde 113 artışla 31,5
trilyon TL’ye, toplam net dönem kârları ise yüzde 423 artışla 1,5 trilyon TL’ye
ulaştı. (2)
Kredilerin
büyüme hızı yavaşladı
Parasal sıkılaştırmaya uygun olarak, Haziran ayından
bu yana hayata geçirilen önlemlerle bankacılık sektöründe ticari kredilerdeki
büyüme hızı Temmuz ayında yüzde 4,61’e kadar geriledi. Bu oran Mayıs 2021’den
sonraki en yavaş büyümeye işaret ederken, özel bankalarda ticari kredi
daralması 4,5 yılın en yüksek seviyesine çıktı. (3)
Böylece, aşağıdaki grafik aracılığıyla (1’den 3’e
sıralamayı takip ederek), para arzındaki daralmanın (faiz oranlarını yükselterek)
yumuşak inişle nasıl ekonomiyi soğutabileceğini (teorik olarak) gösterebiliriz.
(4)
Yumuşak
İniş
1) Yumuşak iniş ile birlikte para arzı düşürüldüğünde
LM eğrisi yukarı kayar (LM2’
den LM1’
e). Bu durum faiz oranını yükseltir (ifinal (son)’ dan ihigher (yüksek)’
e). Bu gelişme ekonomik büyümenin yavaşlamasıyla sonuçlanır (Ymax’
tan Ymoderate (ılımlıya)’
ya). Ekonominin soğutulma süreci 6 ay ila 24 ay arasında bir süre alabilir.
2) AD2 eğrisi AD1’e
geriler ve paralelinde enflasyon düşer (Phigh (yüksek)’ ten Pmoderate (ılımlı)’
ya).
3) Harcama eğrisi aşağı kayar. Çünkü C (tüketim) düşer,
yüksek faiz yatırımları (I) düşürür, kamu harcaması ( G) ise politika gereği sabit
tutulmuştur.
Son olarak işgücü piyasasına bakıldığında; enflasyonun
düşürülmesi reel ücretleri yükselttiğinden (W0/ Pmoderate (ılımlı)’ dan
W0/ Phigh (yüksek)’
e), bu gelişme işgücü piyasasını soğutur ve böylece istihdam artışı
yavaşlarken, işsizlik artar.
Sonuçta yumuşak inişle birlikte enflasyon ılımlı bir düzeye düşürülebilirse de, bu gelişme ekonomik büyüme hızını, istihdam düzeyini düşürerek işsizliği artırır. Bu da yoksulluğun ve gelir dağılımı adaletsizliğini artmasıyla neticelenir.
Asıl
neden iç talepteki aşırı artış mı?
Diğer yandan, böyle bir yumuşak inişin başarılı bir
biçimde gerçekleşebilmesi için enflasyonun asıl nedeninin iç talepteki (talep
yönlü) aşırı artışlar olması gerekiyor.
Oysa ülkedeki enflasyon dinamikleri arasında arz yönlü
faktörler de oldukça önemli. Yani yetersiz tedarik, özellikle de gıda, enerji
ve diğer ham maddeler ile bileşenlere yönelik küresel arz tıkanıklıkları ve
sürekli yükselen döviz kuru fiyatlar genel seviyesinin bu denli yükselmesinin
önemli bir nedenini oluşturuyor. Bu yüzden de arz/maliyet yönlü faktörleri
dikkate almayan bir para politikası müdahalesinin başarı şansı düşük.
Yani faiz artırımları (her ne kadar piyasa
iktisatçılarınca bu artırımların enflasyon beklentilerini düşük tutarak
enflasyonu aşağıya çekebileceği ileri sürülse de), enflasyonda beklendiği düşüş etkisini
yaratmayabilir.
Kaldı ki bir süredir yumuşak inişi uygulamakta olan Avrupa
ekonomilerinde, bu politikanın enflasyonu düşürmenin yanı sıra, resesyona da
varabilecek sert bir çakılma ile sonuçlanabileceğine dair endişeler giderek
artıyor. Nitekim IMF, Dünya Bankası ve OECD bu yıl ve gelecek yıl için bu
ülkelere ait ekonomik büyüme tahminlerini düşürdüler. Bu da küresel anlamda bir
yumuşak inişin beklendiği gibi gerçekleşemeyeceğinin bir göstergesi.
Ayrıca küresel borç düzeylerinin yeni rekorlar kırdığı
bugünlerde bu borçların faizleri de artacak, bu da yoksullaşmayı artıracaktır.
Yani bu politikanın emekçi sınıflar üzerinde işsizliği, borç yükünü ve
yoksulluğu artırması gibi ciddi sınıfsal etkilerinin olacağı çok açık.
Bu yüzden de çok zorda kalmadıkça siyasal iktidarlar
bu tür sonuçlar üretecek politikalardan uzak durmaya çalışırlar (özellikle de seçim
dönemlerinde güçlü bir toplumsal muhalefet, işçi sınıfı hareketi söz konusu
ise). Bu da bu politikanın siyaseten, sonuna kadar uygulanmasını zorlaştıran bir
durum.
Yumuşak
inişin engeli “mali baskınlık” durumu
Ayrıca, yumuşak inişin gerçekleştirilebilmesi için
kamu bütçesi tarafının da buna uygun olması gerekiyor. Yani iki neo-klasik iktisatçı Sargent & Wallace’nin deyimiyle bir “mali
baskınlık durumu” söz konusu olmamalı. Yazarlar bundan 42 yıl kadar önce bu
durumu, “Hoş Olmayan Monetarist Aritmetik” olarak tanımlamışlardı. (5)
Yazarlar mali baskınlık durumunu, “mali disiplinin
uygulanamadığı yüksek düzeyde bütçe açıklarının olduğu bir durum” olarak niteliyor.
Böyle bir baskınlık yukarıda anlatılan yumuşak inişi sağlamaya dönük para
politikalarını etkisiz kılıyor çünkü para arzı Merkez Bankası’nın kontrolündeki
bir değişken olmaktan çıkıyor. Bu durum da başarılı bir yumuşak inişi önlüyor.
Özetlersek, bütçe açıklarının aşırı düzeyde artması ve
bunun giderek iç borçlanma yolu ile finanse edilmesi uzun dönemde enflasyonun
artmasına yol açıyor. Çünkü iç borçlanmanın sürekli olarak artması faiz oranını
ve faiz yükünü artırıyor. Böylece borç yükü kartopu gibi büyüyor ve sonuçta
borç ve faizlerin geri ödenebilmesi için hükümet bu borçları parasallaştırmak durumunda
kalıyor (yani karşılıksız büyük çapta para basıyor), bu da daha yüksek bir enflasyona
neden oluyor.
Türkiye’de
mali baskınlık
Mali baskınlık durumunu Türkiye’nin başta bütçe açığı
ve borçlanma olmak üzere temel kamu maliyesi ve borçlanma verilerine bakarak
görebilmek mümkün.
Öyle ki Kahramanmaraş depreminin neden olduğu büyük
ekonomik hasar, ciddi ekonomik kriz, Kur Korumalı Mevduat (KKM) hesaplarının yol
açtığı yüksek kamu zararı, EYT ödemeleri, asgari ücret düzenlemeleri, memur
maaş artışları, sermaye destekleri, Cumhurbaşkanlığı ve TBMM genel seçimleri
için yapılan harcamalar ve ciddi boyutlardaki askerileşme ve otoriterleşmeye
dönük harcamalar yüzünden son iki yıldır mevcut bütçeler yeterli olmadığından
ek bütçe yapılıyor. Hatta bu yıl yapılan yaklaşık 1,2 trilyon TL büyüklüğündeki
ek bütçenin bazı önemli harcamaları (bütçe açığını düşük gösterebilmek için) kapsamadığı
da biliniyor.
Nitekim bu yılın ilk sekiz aylık merkezi yönetim
bütçesi gerçekleşmeleri yukarıdaki tespitleri doğruluyor. Çünkü 2022 yılı Ocak-Ağustos
döneminde 33,1 milyar TL fazla veren bütçe, 2023 yılının aynı döneminde 383, 4 milyar
TL açık verdi (yüzde 1,257 artış). Dahası 2022 yılı Ocak-Ağustos döneminde faiz
dışı denge 207,1 milyar TL fazla vermiş iken, 2023 yılının aynı döneminde bu
fazla yaklaşık 16,7 milyar TL’ye geriledi (yüzde 92 azalış). (6)
Yani sorun sadece yüksek faiz ödemelerinden değil,
aynı zamanda faiz ödemeleri düşüldükten sonraki bütçe dengesinden de (birincil denge/faiz
dışı denge) kaynaklanıyor. Bu da bütçede (başta sosyal güvenlik kurumlarının
açıkları ve yüksek güvenlik harcamaları olmak üzere) ciddi bazı yapısal sorunlar
olduğunu gösteriyor.
Kuşkusuz bu çaptaki bütçe açıkları
merkezi yönetim borç stoklarının da artmasıyla sonuçlanıyor. Nitekim 2022 yılı
sonu itibarıyla 4 trilyon TL olarak gerçekleşen merkezi yönetim borç stoku 2023
yılı Haziran ayı sonu itibarıyla 5,6 trilyon TL’ye çıktı. Borç stokundaki artışın
670,3 milyar TL’si iç borç stokundan, 912,0 milyar TL’si ise dış borç
stokundaki artıştan kaynaklandı. Borç stokunun (artan döviz kurları nedeniyle) yüzde
54,1’nin dış borçlardan oluşması (7) stokun kendiliğinden büyümesiyle
sonuçlanıyor.
Orta Vadeli Programda bütçe açığı
Bu durum Eylül ayında açıklanan (2024-2026) Orta Vadeli Program’da (OVP) yer alan bütçe açığı ve faiz verilerinde de kendini gösteriyor.
Öyle ki programda bu yılki bütçe açığının 1,6 trilyon TL’yi, gelecek yıl ise 2,6 trilyon TL’yi aşacağı belirtiliyor. Paralel olarak bu yıl 646 milyar TL civarında olması beklenen faiz harcamalarının gelecek yıl neredeyse iki katına çıkarak 1,2 trilyon TL’yi aşacağı ve bunun 2026 yılına kadar artarak devam edeceği ve o yıl 2,3 trilyon TL’yi bulacağı öngörüsü mevcut. (8)
Normalde, bütçe açığındaki bu devasa artış hem yeni vergi artışlarıyla hem de aşırı bir borçlanma ile kapatılacaktır. Zaten Cumhurbaşkanına birkaç ay önce çıkartılan bir torba yasa ile hem kamu idareleri bütçelerinin ilgili tertiplerine “ödenek ekleme yetkisi” hem de yaklaşık 2,2 trilyon TL’lik borçlanma yetkisi (9) bu yüzden verildi. Bu iki araç yetmezse bu kez Merkez Bankası’nca emisyon yapılacaktır.
Monetizasyon
Faiz oranlarının sürekli olarak artırılması
borçlanma maliyetlerini artıracak, bu da borç stoklarını büyütürken, aynı
zamanda (faiz oranının ekonomik büyüme oranından fazla olduğu bir durumda) bu
borçların geri ödenmesine ilişkin zorluklara neden olacaktır.
Borçların geri ödenmesinin zora girdiği bir durumda, iktidar ya borçlarını ödeyemeyeceğini ilan edecek (moratoryum) ya da monetizasyona (parasallaştırmaya) başvuracaktır. Yani para basarak borçlarını ödeme yolunu seçecektir. Bu gerçekleştiğinde bütçe açığı monetize edilmiş, parasallaştırılmış yani toplumun sırtına yıkılmış olacaktır. Ayrıca bunun enflasyonu daha da artırması kaçınılmazdır.
Bu bağlamda, M. Şimşek –H. Erkan ekibinin ısrarla mali disipline vurgu yapmasının asıl nedenini, mevcut bütçe açıklarının sıkı para politikasının etkin bir biçimde işleyebilmesinin önünde bir engel oluşturmasından kaçınabilmek ve böylece yüksek enflasyonu düşürerek finansal yatırımcıya (özellikle de yabancı sıcak para yatırımcılarına) yüksek pozitif reel faiz düzeylerini sunabilmek, böylece yabancı kaynak girişlerini artırmak olarak değerlendirmekte yarar var.
Yumuşak/sert
inişin neden olduğu sosyal zarar
Diğer yandan, özel sektöre ait borçların (özellikle de
dış borçlar) yüksek düzeyde olması (bunların bir kısmının bir süre sonra devlet
borcuna dönüştürülmesi riskini taşıdığından), kamu borcu konusunu sadece devlet
borçlarıyla da sınırlı tutmamak gerekiyor.
Bu durum da Şimşek ve Erkan’ın başını çektiği ekonomi
yönetiminin uygulamaya çalıştığı sıkı para politikalarının neden olacağı sosyal
zararın göz ardı edilmemesi gerektiğini gösteriyor.
Öyle ki faiz oranlarının yükseltilmesi başta
yoksul-borçlu haneler ve borçlu küçük ölçekli işletmeler olmak üzere geniş
toplumsal kesimlerin bu faiz artışlarına kurban edileceği anlamına geliyor.
Zira bu kesimlerin borç yükleri artan faizler yüzünden daha da artıyor. Faiz
artışlarının ekonomiyi muhtemel bir durgunluğa sokması ise hem şirket iflasları
ve işsizliğin hem de yoksulluğun daha da artmasına neden oluyor.
Sonuç olarak
Üç parçadan oluşan bu yazı dizimizde anlattığımız
gevşek ve sıkı para ve kredi politikalarını sadece masum ekonomi politikaları
olarak görmek ve buradan hareketle de bunları ekonomik krizden (özellikle de
emekten yana) bir çıkış stratejisi olarak algılamak, ekonomi ile siyaset arasındaki
zorunlu bağı görmemek demektir.
Çünkü 2017 yılından bu yana uygulanan (özellikle de
2021 yılından itibaren) gevşek para ve bol kredi politikaları bir yandan yüksek
enflasyonun ve kurumsal sektörde şirketlerin zombileşmesinin nedeni olurken,
diğer yandan da toplumu yönetmenin, statükoyu sürdürmenin, halkı biat
ettirmenin ve otoriter bir rejim inşa etmenin birer aracı olarak kullanılıyor. 2017
yılından bu yana kamu ve özel borç stoklarındaki devasa büyüme bunun başlı
başına bir göstergesi.
Öyle ki ekonomi hiç olmadığı kadar finansa, krediye/borca
bağımlı hale geldi. Çünkü tüketici kredileri ya da ticari krediler gelirleri
düşük tüketicilerin satın alma gücünü ve şirketlerin yatırımlarını
sürdürülebilir kılıyor, bu da kapitalizmi ve kapitalist sınıfı zinde tutuyor.
Ayrıca iktidarların ekonomi programlarının ve politikalarının
sürdürülebilmesine ve iktidara biat ettirmeye de imkân tanıyor. (10)
Bu noktada, günümüzde otoriter-faşizan bir rejimin
inşasında merkez bankaları da çok önemli bir rol oynuyor. Öyle ki siyasal
iktidarın kontrolündeki merkez bankaları, ekonomik kriz nedeniyle tehdit
altında olan kredi bağımlısı kapitalizme yönelik kredi tahsis mekanizmalarını
ele geçiriyor, düşük faizlerle bankacılık sistemine sağladığı ucuz para
ile “son borç verici makam” olarak
giderek kredinin toplumsal tabanı haline geliyor. Kapitalizmde kredinin
biçimlerini ve koşullarını belirleyen, onu kontrol eden en önemli organa
dönüşüyor.
Sistem sürdükçe büyük sermaye, merkez bankası ve
devletin kalan bölümü giderek daha da otoriterleşiyor. Bu üçlü adım adım kendi
aralarındaki temel bağın, onları bir arada tutan çimentonun finans/krediler
olduğunu kavramaya başlıyor. Devasa kredi hacminin enflasyona, borsaların
değersizleşmesine, finansal bir kısım servetlerin yitimine neden olabileceğinin
farkında olsalar da, acil olarak kapitalizmi içinde bulunduğu krizden çıkartma
ihtiyacı bu endişelerin ikinci plana atılmasıyla sonuçlanıyor. Öyle ki bir
zamanlar büyük kamu açıklarından yakınanlar, borç stoklarından endişe duyan
kapitalistler bu nedenle sessiz kalıyorlar. (11)
“Yükselen ekonomiler” olarak da adlandırılan bizim
gibi dışa bağımlı ekonomilerde ise bir tür “Devletçi Otoriter Finansallaşma” stratejisi
hayata geçiriliyor.
Öyle ki böyle bir otoriter finansallaşma stratejisi
altında siyasal iktidar, tercih ettiği faiz oranlarını ve makro ihtiyati
düzenlemeleri Merkez Bankasına dayatarak para ve makro-finansal politikayı
doğrudan şekillendiriyor. Eş zamanlı olarak, özel bankaların yönetimlerini ikna
ediyor ya da devlet borçlarını monetize etmek için özel bankaları
kamulaştırıyor ve bankaları farklı hane halkı ve firma gruplarına tercihli oranlarla
borç vermeye zorluyor. (12)
Ancak bu strateji sorunlardan azade bir strateji
değil. Kendi iç çelişkilerini de bünyesinde barındıran bir strateji. Öyle ki
böyle krediye dayalı birikimi derinleştiren rejimlerde paranın yönetimi ve
sosyal tahsisi üzerindeki idari siyasi kontrolün genişletilmesi, ekonomiyi makroekonomik
istikrara kavuşturmak yerine (özellikle de küresel likiditenin bol ve ucuz
olmaktan çıktığı, uluslararası sermaye hareketlerinin yavaşladığı dönemlerde), sadece
ulus devlet aygıtının çeşitli fraksiyonları arasındaki gerilimleri artırıyor ve
farklı sosyal sınıflar arasındaki çatışmaları derinleştirip içselleştiriyor. (13)
Başta işçi sınıfı olmak üzere emekçi halkların, emek
ve meslek örgütlerinin uygulanmakta olan gevşek ya da sıkı para ve kredi
politikalarının kendilerine fayda sağlamayan bir arka plan politik ekonomisinin
olduğunun ve ortaya çıkmakta olan büyük ekonomik zararın kendilerine
ödettirileceğinin bilincinde hareket etmesi gerekiyor.
Dip notlar:
(1) Faiz
Oranlarına İlişkin Basın Duyurusu 2023-35,
https://www.tcmb.gov.tr (21
Eylül 2023).
(2) TÜİK,
Sektör Bilançoları, 2022, https://data.tuik.gov.tr
(21 Eylül 2023).
(3) Şebnem
Turhan, “Özel bankaların ticari kredi iştahı 4,5 yılın en düşüğünde”, https://www.ekonomim.com (8 Ağustos
2023).
(4) Farrokh
K. Langdana, Macroeconomic Policy,
Demystifying Monetary and Fiscal Policy, Third Edition, Springer, 2016, s.
210.
(5)
Thomas J. Sargent, Neil Wallace “Some
Unpleasant Monetarist Arithmetic”, Federal
Reserve Bank of Minneapolis Quarterly Review/Fall 1981.
(6) T.C.
Hazine ve Maliye Bakanlığı, Aylık Bütçe Gerçekleşme Raporu, Ağustos 2023, s. 6.
https://www.hmb.gov.tr/bumko-aylik-butce-bulteni
(21 Eylül 2023).
(7) T.C.
Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı, 2023 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Gerçekleşmeleri ve Beklentiler Raporu,
s.50.
(8)
Orta
Vadeli Program (2024-2026), Eylül 2023.
(9)
6/27/2023
Tarihinde Meydana Gelen Depremlerin Yol Açtığı Ekonomik Kayıpların Telafisi
İçin Ek Motorlu Taşıtlar Vergisi İhdası ile Bazı Kanunlarda ve 375 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi.
(10) Richard
D. Wolff, “The U.S. Is Borrowing Its Way to Fascism”, https://braveneweurope.com ( 11 September 2020).
(11) Agm.
(12) https://developingeconomics.org/financial-statecraft-and-its-limits-in-the-semi-periphery
(12 September 2023).
(13) Agm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder