Ötekileştirme
ve düşmanlaştırma yoksullukla ve gelir adaletsizliği ile birlikte artıyor
Mustafa
Durmuş
28 Eylül 2023
Yüzyılın başlarından bu yana ekonomik kriz, ekolojik
krizler, pandemi, savaşlar ve otoriterleşme biçimlerinde kendini gösteren çoklu
krizler altında yaşıyoruz. Bu krizlerin neden olduğu ciddi şoklar söz konusu ve
bu şoklar toplumdaki kurulu dengeleri alt üst ederek tüm toplumu sarsıyor.
Ayrıca bu şoklar ekonomik belirsizlikleri, mevcut
gelir eşitsizliklerini ve yoksulluğu artırdığı gibi, sosyal istikrarsızlığı ve
farklı etnik, kültürel, inanca dayalı ve cinsel kimlikler arasındaki çatışmayı
da büyütüyor. Günümüzde olduğu gibi, birden fazla şokun aynı anda yaşandığı bir
dönemde, bir şokun yarattığı çatışma duygusu diğerini rahatlıkla besleyebiliyor.
Nitekim başta Birleşmiş Milletler, Uluslararası Para
Fonu ve Uluslararası Çalışma örgütü olmak üzere uluslararası örgütler son
zamanlarda, artan yoksulluğa, gelir dağılımı adaletsizliğine ve bu gelişmelerin
yol açabileceği sosyal tehlikelere dikkat çekiyorlar.
Olumsuz stereotipler artıyor
Yoksulluk ve gelir adaletsizliğindeki artışın
tetiklediği bir diğer önemli sorun olumsuz stereotiplerdeki artış. Stereotip,
sosyal psikolojide, “belirli birey türleri veya belli davranış biçimleri
hakkında yaygın olarak benimsenen bir düşünce” olarak tanımlanıyor. Öyle ki
stereotipler, bireysel kimliklerini göz ardı ederek, bir grup insanın tamamına
bir dizi özellik atfetmeyi içeriyor.
Yukarıda sözü edilen çok faktörlü şoklar genelde toplumdaki
olumsuz sterotiplerin artmasına ve milyonlarca insanın hayatının daha da
çekilmez bir hal almasına yol açıyor.
Türkiye’deki “tüm sığınmacıların devletten hak
etmedikleri mali destek ve yardımı aldıkları ve rahat içinde yaşadıkları” yönünde
oluşturulan algıya dayalı olarak yaratılan bir sığınmacı tanımlaması buna örnek
olarak gösterilebilir.
Yine ülkede dışa bütünüyle kapalı dini cemaatlerde
görüldüğü gibi, bu cemaatlere mensup insanların, ait oldukları cemaatin dışındakilerle
etkileşim içinde olmadıklarından, bu insanlara karşı tutumlarını olumsuz stereotiplere
dayandırma eğilimi de bir diğer örnek.
Asosyalleşme
yaşanıyor
Artan yaşam maliyetlerinin “dışarıya çıkmayı” adeta
imkânsız hale getirdiği ülkede, bir de konserlerin ve diğer sanatsal
faaliyetlerin yasaklanması, alkollü içkilerin üzerine konulan ağır vergiler
yüzünden bunların tüketildiği mekânların giderek kapanması gibi olgular, halkın
önemli bir kesiminin sosyallikten uzaklaşması ve diğer insanlara ilişkin olarak
olumsuz önyargı beslemesine neden oluyor.
Oysa dışa açık, toplumla iç içe yaşayan insanlar (eğer
diğer insanlar ve gruplar hakkında ilk elden ve doğru bilgi sahibi olabiliyorlarsa),
onları tanıdıklarında, daha az önyargılı davranabiliyorlar. Bu da onların başta
siyasal rant amaçlı olmak üzere kötüye kullanılması olasılığını azaltıyor.
İnsanların diğerlerini ötekileştirme eğilimine
girdikleri böyle şok dönemleri, bu durumu fırsat bilen iktidarların ömürlerini
uzatabilmek için bir araç olarak kullandıkları kutuplaştırıcı politikaların da
ana gövdesini oluşturuyor.
Kutuplaştırma
siyaseti
Bu nedenle de, çürümeye yüz tutmuş iktidarlar “ötekileştirici”,
“kutuplaştırıcı” ve “düşmanlaştırıcı” politikalarını ve söylemlerini giderek
artırıyorlar. Bu politikaları ayrıca mevcut ekonomik sorunları ve sıkıntıları
örtmek ve halkın dikkatini başka yönlere çekmek için de kullanıyorlar.
Böyle bir kötü gidişatı durdurabilmek ve ülkedeki kutuplaşmanın
ve siyasal İslamcı ve milliyetçi sağ popülizmin ve mafyatik çeteleşmenin
yükselişini önleyebilmek için; öncelikle toplumun yaşadığı ekonomik kaygıları iyi
anlayabilmek ve sağlıklı bir biçimde analiz edebilmek son derece önemli. Böyle
bir yaklaşım, yoksul kitlelerin kutuplaştırıcı politikalar uygulayan
iktidarlara kayıtsız şartsız biat etmesini önleyebilir.
Ekonomik
sorunlara halktan yana çözümler üretilmeli
Bir başka deyimle, demokrasi ve barış güçlerinin, sol,
sosyalist muhalefet ve emek ve meslek örgütlerinin, ülkedeki “laikliğin ortadan
kaldırılması” ve “siyasal İslamcı otoriterleşme” gibi tehlikelere olduğu kadar,
ekonomik sorunlara da emekten yana çözümler üretmeleri ve halka bunları sabırla
anlatmaları, insanımızı ikna etmeleri gerekiyor.
Bu bağlamda, öncelikle ülkede barışçı bir siyasal iklim
yaratılmalıdır. Paralel bir biçimde, iktidarın ve özellikle de iktidarın
kontrolündeki medyanın insanları ötekileştiren/ rakip gibi gören, düşmanlaştıran,
militarist söylemlerine ve uygulamalarına prim verilmemelidir. Ana muhalefet bu
hataya bir kez daha düşmemelidir.
Çünkü diğer insanları ülkedeki kaynakların
kullanımında rakip olarak görürsek, bu kaynaklar kıtlaştığında rekabet duygumuz
kaçınılmaz olarak artacağından, ötekileştirme de başlar.
Örneğin, yoksulluğun ve işsizliğin aşırı bir biçimde
arttığı dönemler böyle duyguları besleyen dönemlerdir. Böyle dönemlerde, yanlış
bir biçimde, ülkedeki ezilen, ötekileştirilen kimlikleri, göçmenleri,
sığınmacıları kısacası en savunmasız durumda olanları işsizliğimizin ve
yoksulluğumuzun sebebi olarak görüp suçlarken, istemeden de olsa kapitalist
sistemi ve iktidarın politikalarını aklarız.
Oysa diğer insanları, birlikte gelişebilmek ve
özgürleşebilmek için bizimle işbirliği yapan dayanıştığımız dostlarımız olarak
görürsek, sözü edilen kaynaklar birbirimize olan bağımlılık duygumuzu olumlu
biçimde artırmaya hizmet eder.
Sonuç
olarak
Ciddi ekonomik sıkıntıların, yoksulluğun, gelir adaletsizliğinin
zirve yaptığı bu günlerde, bizden farklı gibi görünen insanları bizim
rakiplerimiz ya da düşmanlarımız olarak değil, daha iyi bir toplum ve daha adil
bir dünyanın inşasındaki mücadelemizin ortakları olarak görmemiz ve kendi
iktidarlarını sürdürmek için kutuplaştırıcı siyaset izleyenlere fırsat
vermememiz gerekiyor.
Bu ülkede kendimizi “devrimci”, “ilerici”, “halkçı”, “yurtsever”,
“solcu”, “sosyalist”, “komünist”, nasıl tanımlarsak tanımlayalım; derin
yoksulluk içindeki onlarca milyon insanımızı bu yoksulluktan kurtaracak
çözümler üretemediğimiz, sendikaları ve diğer emek ve meslek örgütlerini
güçlendirmediğimiz ve kadın hareketini ve toplumsal hareketleri desteklemediğimiz
sürece iktidarın kutuplaştırıcı politikalarını püskürtemeyiz.
Savaşa karşı barışı,
adaletsizliklere karşı sosyal adaleti savunmalı, militarizme karşı durmalı, defolu liberal
demokrasiyi de, otoriter faşizan rejimi de reddetmeli, çoğulcu, katılımcı bir
halk demokrasisini inşa etmeliyiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder