İktidarın
“yeni ekonomi politikası” ne kadar yeni, ne kadar rasyonel?-1:
Gevşek
ve Sıkı Para Politikaları
Mustafa
Durmuş
6
Eylül 2023
Medyanın ve devletin ideolojik aygıtlarının iktidar
blokunun kontrolünde olduğu, liberal anlamda dahi demokrasinin, şeffaflığın ve
hesap verilebilirliğin olmadığı bu ülkede, tıpkı siyaset alanında olduğu gibi,
ekonomi alanında da her şey o kadar hızlı ve karmaşık gelişiyor ki tüm bu
gelişmeleri hızlıca ve sağlıklı bir biçimde analiz edebilmek kolay olmuyor.
Bu da, normalde iktidarın uzunca bir süredir
uygulamakta olduğu emek ve doğa karşıtı ekonomi politikalarına karşı tavır alan
siyasal partilerin, emek örgütlerinin ve toplumsal hareketlerin (özellikle de
bilimsel sosyalizm bakış açısından yoksun olanlarının) toplumsal çözümler üretebilmesini
giderek zorlaştırıyor.
Teori
mi, pragmatizm mi?
Ülkedeki demokratik sol muhalefet açısından bu sorunu
aşabilmenin yollarından biri pratikteki uygulamaların içinde sıkışıp kalmadan, bunlara
yön veren ideolojilerle ya da ekonomi teorileriyle birlikte tüm bu gelişmeleri ele
alıp değerlendirmek olabilir.
Çünkü gerçekte tek başına hiçbir verinin ya da olgunun
kendi adına konuşamadığı, teorisi olmayan bir pratiğin yanlış çıkarımlar
yapmamıza neden olabileceği akademi dünyasında da bilinir. Reel
dünyaya ait olguları her hangi bir teori ile ilişkilendirmeden analiz etmek
bilimsel bir analiz yöntemi de değildir. Yani gerçek hayatta (bize
dayatılanın aksine) teoriler, ideolojiler ve görüşler üstü bir durumdan söz edebilmek
mümkün değildir.
Diğer yandan, teori ve pratik arasındaki bu bağ, bu ülkede
alınan her ekonomik kararın mutlaka bir ekonomi teorisine ya da yaklaşımına dayandığı
anlamına da gelmiyor. Aksine, özellikle de son yıllarda iktidar bloku (arka
plandaki sınıfsal çıkarlarına bağlı kalarak) pragmatizmi adeta genel bir kurala
dönüştürmüş durumda. Öyle ki dün sıkı sıkıya sarıldıkları görüşlerinden bugün
kolayca vazgeçebiliyor.
Ayrıca bu hızlı değişimi topluma, yine güçlü medya
kuruluşları ve bir kısım akademiya aracılığıyla, “ekonomi politikalarında
ortodoksiye geri dönüş” olarak sunuyor. Hatta muhalif gibi görünen bazı
iktisatçılar da “bilimsel akılcılığa dönüş” adı altında bunları savunabiliyor.
Ortodoksi
vs heterodoksi
Oysa “hetorodoksi” ve
“ortodoksi” adı altında şu ana kadar uygulanan politikalar birbirinin
alternatifi değil, tamamlayıcısı olan politikalar. Bunlar aynı zincirin değişik
halkaları. Her ikisi de egemen sınıfların spesifik olarak anlık ya da /dönemsel
ihtiyaçlarını karşılayabilmek için uygulanıyor.
Bunlardan birini, örneğin faiz indirimi biçimindeki
politikalarını, “emek karşıtı ve bilim dışı”, diğerini (faiz artırımı
biçimindeki) “emek yanlısı ve bilimsel”
diye tanımlamak (eğer bilerek ve isteyerek yapılmıyorsa) ana akım iktisat
teorisinin mevcut burjuva ideolojik boyutunu bilmemek anlamına geliyor.
Oysa tarih insanlığa, sınıflara bölünmüş kapitalist
bir toplumda ideolojilerin ya da teorilerin sınıflar üstü olamayacağını,
iktisat biliminin de bir bilim olmaktan ziyade egemen sınıflara hizmet eden bir
ideoloji olduğunu defalarca kanıtladı.
Özcesi, çözümü gevşek para politikasından sıkı para
politikasına geçiş gibi birbirinin devamı olan ve asıl olarak egemen sınıflara
hizmet eden politikalarda aramak ve bu politikaları ekonomik krizden çıkış
stratejisi olarak topluma sunmak en hafif deyimiyle toplumu yanıltmaktan öte
bir amaç taşımıyor.
Son
üç yılda üç yeni başkan
Son yıllarda işin merkezinde faiz politikası,
dolayısıyla da Merkez Bankası olduğundan, üç kısımdan oluşacak olan bu yazımıza
bu kurum ile başlayalım.
Öncelikle, kapitalist sistemde merkez bankasının
önemli bir işlevi vardır. Şöyle ki piyasadaki faiz oranlarını etkileyen
politika faiz oranını belirler. Ayrıca açık piyasa işlemleri
yoluyla ve reeskont ve zorunlu karşılık oranlarını da belirleyerek ekonomideki
para stokunu (para arzı) etkiler, böylece sıklıkla tıkanan sermaye birikimini
istikrara kavuşturmaya çalışır. Keza merkez bankası, ekonomideki parasal kaynak
tahsisinin hangi sektörlere ya da kesimlere doğru yapılacağı konusundaki
kararları da etkileyen en önemli kurumlardan biridir. (1)
Bu işlevleri yerine getirebilmesi için merkez bankasının
kendinin de istikrarlı bir yönetime sahip olması gerekir. Oysa Türkiye’de 2021
yılının başlarından itibaren Merkez Bankası yönetimi üç kez değişti. Bu durum,
ülkedeki çeşitli sermaye grupları arasındaki çıkar çatışması ve rekabetin
olduğu kadar, ciddi ekonomik sorunların karşısında ülkeyi yönetenlerin iş
bilmezliklerinin sonucunda ortaya çıkan çaresizliklerinin de bir yansımasıydı.
Son üç yılda politika faizindeki iniş çıkışlar
O halde, ülkeyi ciddi bir kamu maliyesi krizinin yanı
sıra, döviz krizi riski ile de baş başa bırakan ve çok yüksek enflasyon
biçiminde bir makroekonomik istikrarsızlığa sürükleyen son beş yıldaki, özellikle
de son üç yıllık süreçte izlenen para politikalarına odaklanabiliriz.
Öyle ki bu son üç yıllık dönemde üç farklı Merkez
Bankası Başkanının yönetimi altında “politika faizi” olarak da adlandırılan “bir
hafta vadeli repo ihale faizi” ciddi iniş ve çıkışlar yaşadı, hala da yaşıyor.
Sırasıyla:
(i)
Bu sürecin başlarında (18 Mart 2021 tarihinde), politika faizi yüzde 17’den
yüzde 19’a yükseltildi. Bu da hatırlanacağı gibi, dönemin Merkez Bankası
Başkanı N. Ağbal’ın koltuğunu kaybetmesi ve yerine Ş. Kavcıoğlu’nun gelmesiyle
sonuçlandı.
(ii) Kavcıoğlu
aynı yılın Eylül ayına kadar faiz oranını yüzde 19’da tuttu, ancak yine onun
yönetiminde (23 Eylül 2021 tarihinde) faiz oranı yüzde 18’e indirildi.
İndirimler her ay 1,00 baz puan olmak üzere sonraki aylarda da devam etti ve
faiz oranı yüzde 14’e kadar düşürüldü. Bu da yeterli olmadı, 2022 yılının Ağustos
ayında faiz oranı yüzde 13’e, Eylül’de yüzde 12’ye, Ekim’de yüzde 10,5’e, Kasım’da
yüzde 9’a ve 2023 Şubat ayında yüzde 8,5’e kadar düşürüldü.
(iii) Son
olarak, 22 Haziran 2023 tarihinde, yeni başkan Hafize Gaye Erkan ile faiz oranı
önce 15,0’a, ardından 20 Temmuz’da yüzde 17,5’e ve 24 Ağustos’ta 7,50 puan
artışla yüzde 25,0’a yükseltildi. Gelecek aylarda faiz artışlarının devam
etmesi bekleniyor.
Kısaca bu yılın ikinci yarısından itibaren “gevşek
para politikasına” son verilerek “sıkı para politikasına” geçiş süreci başlatılmış
oldu.
Faiz
oranı ile kredi hacmi el ele gidiyor
Faiz oranlarının düşürüldüğü ilk dönemde parasal
genişleme yoluna da gidilerek ciddi bir kredi patlaması yaşanırken, faiz
oranlarının yükseltildiği Haziran 2023 sonrasında “parasal ve miktarsal
sıkılaştırma” politikalarına da başvurularak, bu kez kredilerin büyümesi yavaşlatılmaya
çalışıldı.
Kısaca, enflasyonu, dolayısıyla da toplam talebi
düşürmeye yönelik olarak faiz ve kredi politikalarının birbiriyle uyum içinde
hayata geçirilmesi için çaba sarf edildiği söylenebilir.
Son üç yıllık sürece ait faizlerdeki gelişmeleri böylece
özetledikten sonra, artık bu süreci “genişletici (gevşek) para politikası” ve “daraltıcı (sıkı) para politikası”
başlıkları altında inceleyebiliriz.
Bunu, ana akım makro iktisat kuramında sıklıkla
başvurulan IS-LM analizi ve 5’li grafiklerle yapmaya çalışacak ve grafiksel
görsellerinin konuyu daha iyi anlatmakta yardımcı olduğuna inandığımız ve daha
önce de kullandığımız bir makroekonomi kitabından (2) yararlanacağız.
Gevşek
ve sıkı para politikaları
“Genişletici (gevşek) para politikası” derken, dar
anlamda faiz oranlarının doğrudan düşürülmesini ya da para arzının artırılarak faiz
oranlarının dolaylı bir biçimde düşürülmesini, böylece ekonomiye daha fazla likidite
sunularak efektif toplam talebin artırılmasını, ekonomide bir genişleme
yaratılmasını ifade ediyoruz.
Buna karşılık “daraltıcı (sıkı) para politikası”
derken, faiz oranlarının doğrudan yükseltilmesini ya da para arzının daraltılarak
faiz oranlarının dolaylı biçimde artırılmasını (her iki yol da aynı kapıya
çıkıyor), böylece piyasadaki likiditenin azaltılmasını ve buradan hareketle de
efektif toplam talebin düşürülmesini ve ekonominin daraltılmasını kast
ediyoruz.
Politika
aracı olarak “para arzı”
Son olarak, bu yazıda “para arzı üzerinden faiz
oranlarının düşürülmesi ya da yükseltilmesini” bir politika aracı olarak”
kullanıyoruz.
Bu noktada temel politika aracı olarak benimsenen ve
Merkez Bankası’nın kontrolü altında olduğuna inanılan “para arzı”, bir
ekonomide belli bir dönemde piyasada bulunan para stokuna verilen addır ve M
harfiyle gösterilir. M1, M2 ve M3 olmak üzere, sırasıyla en dar anlamda para
arzından, en geniş anlamda para arzına kadar tanımları mevcuttur.
M1, yani en “dar para arzı” bankalar dışında piyasadaki
para ve vadesiz mevduatlardan oluşur. M2 ise M1’e vadeli mevduatların dâhil
edilmesiyle bulunur. Son olarak, M3 (yani en “geniş para arzı”) M2’ye repo
işlemlerinden sağlanan fonların, para piyasası fonlarının ve ihraç edilen
menkul değerlerin eklenmesiyle elde edilir. Bu yazıda kullanılan analizde para
arzı olarak M3 yani en geniş para arzı esas alınmaktadır.
Grafik
1: Para arzının artırılmasının sonuçları
Şimdi para arzının artırılması yoluyla ekonomide nasıl
bir genişleme, istihdamda bir artış, işsizlikte bir azalma fakat bunların yanı
sıra enflasyonda da bir artış olduğunu aşağıdaki grafikten (1’den 4’e
sıralamayı takip ederek) görebiliriz.
1) M (para arzı) artınca, LM0’ dan LM1’ e kayar. Faiz oranları düşer (i0’ dan
i1’e
) ve GSYH artar (Y0’
dan Y1’
e).
2) Talep eğrisi sağa kayar (AD0’ dan----AD1’e)
ve ekonominin yeni hâsıla düzeyi olan Y1’ e yükselişiyle uyumlu
bir biçimde enflasyon da artar (P0’ dan----P1
’e).
3) Mal piyasası: Toplam harcama eğrisi yukarı kayar:
Tüketim artar ( C1
> C0
) zira milli gelir (Y) arttı (Y0’
dan Y1’
e çıktı); yatırımlar artar (I1 > I0 ) çünkü faiz oranı (i)
düştü. Bu analizde pasif bir maliye politikası izlendiğinden G (kamu harcaması)
sabit tutulmaktadır.
Şimdi bu gelişmenin işgücü piyasası üzerindeki
etkilerine bakalım. İlk olarak, fiyat artışları (enflasyon) reel ücretleri
düşürür (W0/P1 < W0/P0). İstihdam reel
ücretlerin bir fonksiyonu olduğundan, yani düşük reel ücretler işgücüne olan
talebi artırdığından bu durum istihdam artışına (n1 > n0
), bunun yanı sıra işsizlikte azalmaya neden olur (un1
< un0).
4) Özetle, Merkez Bankası tarafından para arzının
artırılması, faiz oranlarını düşürerek ekonominin canlanmasını ve büyümesini
sağladı. Yani milli gelir (GSYH) büyüdü ve faiz oranları düştü. C (tüketim) ve
I (yatırım) arttı, n (istihdam
arttı, un (işsizlik)
azaldı. Bu sürecin tek olumsuz yanı ise enflasyonun kaçınılmaz olarak artması
ve ekonominin giderek ısınmasıdır.
Sonraki yazı-2: Aşırı Isınmış Bir Ekonomi (Temmuz 2020 -2023)
Dip
notlar:
(1) Merkez
bankalarının işlevleriyle ilgili şu makalemize bakılabilir: Mustafa Durmuş,
““Merkez Bankası Bağımsızlığı”, Para ve Faiz: Kapitalizmde Finansın Ekonomi
Politiği”, https://dergipark.org.tr/tr/pub/acusbd/issue/24977/263584,
Yıl 2016, Cilt: 2 Sayı: 1, 22 - 61 (1 Ocak 2016).
(2) Farrokh
K. Langdana, Macroeconomic Policy,
Demystifying Monetary and Fiscal Policy, Third Edition, Springer, 2016, s. 207-210.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder