Eski
IMF yöneticisi A. Krueger’den Türkiye ekonomisine ilişkin önemli tespitler
Mustafa Durmuş
4 Temmuz 2023
Dünya Bankası eski baş ekonomisti ve IMF eski yöneticisi
Prof. Anne Krueger 27 Haziran’da Türkiye ekonomisinin durumunu anlatan önemli
bir makale kaleme aldı. (1)
Makalesinde, “her ne kadar Erdoğan’ın tekrar Cumhurbaşkanı
seçilmesi bir başarı gibi görülse de, bu seçim zaferinin kısa süreceğini zira
ekonominin çok ciddi bir çöküşün eşiğinde olduğunu” ileri sürüyor.
“AB
çıpası ortadan kalkınca”
AKP iktidarının, 2010 yılına kadar uyguladığı Avrupa
Birliği’ne üyelik süreci ile uyumlu politikaların ülkeye bol miktarda yabancı
kaynak getirdiğini ve bunun önemli bir ekonomik büyüme yarattığını, ancak daha
sonra üyelik sürecinin aksamaya uğraması ile birlikte, iktidarın giderek Batıdan
koptuğunu ve İslamcı tabanı da arkasına alarak popülist otoriterliğe yöneldiğini,
bunun da ülke ekonomisinin Batıdan ihtiyaç duyduğu finansal kaynağa erişimde
ciddi sorunlar oluşturduğunu” söylüyor.
Krueger, “yüksek cari açığın finanse edilebilmesinin
zorlaştığının, döviz kurunu baskılamak için gündeme getirilen Kur Korumalı
Mevduat (KKM) hesaplarının büyüklüğünün GSYH’nin yedide biri düzeyine (125
milyar dolar) eriştiğinin, ancak bu hesap sahiplerine ödenen kur farklarının önemli miktarlara ulaştığının,
ayrıca uygulanan seçim ekonomisi sırasında aşırı kamusal harcamalar/destekler
biçiminde yürütülen popülist politikaların ve yaşanan büyük büyük çaptaki depremin
neden olduğu bütçe açıklarının iktidarı çok zorlayacağının” altını çiziyor.
Nitekim iktisatçı A. Aktaş’ın KKM’nin Hazine ve Merkez
Bankası tarafından karşılanmak üzere kur farkı yükünün Haziran ayında 166
milyar TL ile 192 milyar TL arasında bir düzeye ulaşabileceğini öngören
hesaplaması (2) Krueger’in endişesini doğruluyor.
Öyle ki KKM, neden olduğu toplumsal maliyetin
ötesinde, ekonomiyi yöneten iki önemli kurum olan Hazine ve Merkez Bankası’nın
da içini boşaltacak gibi görünüyor.
“Körfez
ülkelerinin mali desteği sayesinde”
Krueger’in önemli tespitlerinden bir diğeri de, “Mayıs
ayında yapılan seçimlere kadar ülkede bir döviz krizinin patlak vermemesinin
tek nedeninin Erdoğan'ın başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkelerinden
mali destek almayı başarmış olması” (Krueger’in bu süreçte
Rusya’nın Türkiye’ye sağladığı mali destekten söz etmemesi çok ilginç).
Yani Erdoğan Türkiye’nin jeopolitik konumundan
yararlanarak, Mayıs’taki seçimlere kadar ciddi boyutlarda kamusal harcama
yapabildi. Ama şimdi bunun faturası önüne geldi.
Eğer bugüne kadar destek veren ülkeler Türkiye’ye olan
bu desteklerini sürdürmezlerse ya da uluslararası finans piyasalarının gerekli
gördüğü MB faiz oranlarının yükseltilmesi, liranın daha da değer kaybetmesine izin
verilmesi (devalüasyon) ve gerçekçi bir bütçenin (kemer sıkma bütçesi) kabul
edilmesi dâhil olmak üzere ciddi ekonomik reformlar (!) yapılmazsa, “ülke uluslararası para ve sermaye
piyasalarına erişimini kaybedecek ve ekonomik görünümü felakete dönüşecektir”.
Kısaca Krueger’e göre, bu iki koşuldan ez az biri
gerçekleşmezse ülke uluslararası piyasalardan borçlanamayacak, bu da onu
kaçınılmaz olarak krize sokacaktır. Şimşek ve Erkan’ın ekonomi yönetiminin
başına getirilmelerini ise Batılı finans piyasaları ile bu köprünün yeniden
kurulması, dolayısıyla da ülkenin uluslararası finans piyasalarına yeniden
erişebilmesine yönelik bir çaba olarak değerlendiriyor.
Carstens’den “kararlı ve rasyonel politika” çağrısı
Nitekim Uluslararası Merkez Bankası gibi değerlendirilen
BIS’nin Genel Direktörü A. Carstens, bankanın bu yılki genel kurulunda yaptığı
açış konuşmasında (özgün olarak Türkiye’den söz etmese de):
“Küresel ekonominin kritik bir dönemeçte olduğunun, on
yıllardır ilk kez enflasyon ve finansal istikrarsızlıkların birlikte görüldüğünün,
saplantılı bir şekilde kısa vadeli büyüme peşinde koşmanın zamanının geçtiğinin,
para politikasının artık fiyat
istikrarını sağlamaya yönelik olarak kullanılması ve maliye politikasının
konsolide edilmesi zorunluluğunun, sonuç olarak kararlı ve rasyonel politikalara
dönülmesi gerekliliğinin” (3) altı çiziliyor.
Diğer yandan, Krueger anılan makalesinde, her ne kadar “ekonomik reformlar” olarak adlandırdığı önlemlerin
ülke emekçileri açısından “kemer sıkma” anlamına gelebileceğini üstü kapalı
olarak söylese de, bu toplumsal
maliyetlerin neler olduğunu açıklamıyor (aslında bu kendisinden beklenebilen
bir şey de değil).
Dışardaki
parasal sıkılaştırma ve içerdeki yerel seçimler es geçilmiş
Ayrıca, Türkiye ekonomisini zorlayacak olan diğer iki nesnel
faktörden söz etmiyor. Bunlardan ilki dışarıda devam eden parasal sıkılaştırma
politikaları. Krueger makalesinde daha ziyade dış kaynak girişini “dost
ülkelerin desteklerini sürdürüp sürdürmeyeceğine” ya da “rejimin Batı ile
ilişkilerini restore edip edemeyeceği” ne bağlıyor.
Oysa dışarıda Merkez Bankaları hala faizleri artırmayı
sürdürüyor. Bu da paranın dışarıda kalması için bir neden oluşturuyor. Bunu
kırabilmek için ekonomi yönetimi TL cinsinden yatırım araçlarının getirisini
(faizini) yükseltecek işler yapmak zorunda. Bu da (Erdoğan istese de istemese
de) faizler yükseltilmeye devam edecek demektir.
Faiz artışlarının kuşkusuz ekonomiyi resesyona sokmak,
işsizliği, yoksulluğu ve şirket iflaslarını artırmak gibi önemli ekonomik (ve
muhtemelen siyasal) sonuçları olacaktır.
Keza Krueger önümüzdeki yıl Mart ayında yapılacak olan
yerel yönetimler seçimlerinden hiç söz etmiyor ki bu seçimler ülke için çok
önemli. Çünkü iktidar bloku bir süredir inşa etmekte olduğu baskıcı, otoriter rejimin
son tuğlasını bu seçimlerde koymak istiyor. Bu yüzden de özellikle de İstanbul,
Ankara, Adana gibi büyükşehirlere çok asılacaktır.
Sonuç
olarak
Bu seçimlerin iktidar bloku tarafından mutlaka
kazanılması gerekliliği, en azından bu seçimlere kadar, uluslararası
piyasaların talep ettiği kemer sıkma ve parasal sıkılaştırma politikalarının
tam olarak uygulanamayacağının bir göstergesi.
Kaldı ki Erdoğan’ın önceki seçimler sırasında en
önemli propaganda malzemesini oluşturan “Nas” söylemi faiz artışlarını değil, tersine
faiz indirimlerini gerekli kılıyor. Dolayısıyla ekonomik istikrarın ve yabancı
kaynak girişlerinin gerektirdikleri ile Erdoğan’ın söylemleri bu noktada
birbiriyle çelişiyor.
“Bu çelişkinin ciddi bir çatışmaya dönüşmesi önlenebilir
mi”, tabiri caiz ise “köprüden geçene
kadar ayıya dayı denilebilir mi” ya da “Erdoğan,
Şimşek ve Erkan’ın faiz artırma yönündeki taleplerine daha ne kadar dayanabilir”
gibi sorular yakıcı biçimde hala ortada duruyor.
Son söz olarak, her ne kadar AKP son seçimleri almış
olsa da, bu seçimlerin az sayıda oy farklıyla alındığı ve ülkedeki
memnuniyetsizliğin temel kaynağı olan ciddi ekonomik sorunların (başta
işsizlik, yoksulluk, yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı olmak üzere) hala devam
ettiği unutulmamalı.
İktidar bloku ister istemez “kemer sıkma politikaları” ile seçimlere kadar
ihtiyaç duyulan “popülist politikalar” arasında denge oluşturmak ya da bir ince
ayar yapmak zorunda. Ancak hem dışarıdaki hem de içerideki nesnel ekonomik
koşullar Mart’taki seçimlere kadar böyle bir dengenin sağlanabilmesinin zor
olduğunu gösteriyor.
Dip notlar:
(1) https://www.project-syndicate.org/commentary/erdogan-turkey-faces-post-election-economic-reckoning-by-anne-o-krueger-2023-06
(27 June 2023).
(2) https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/kkmde-haziranin-kur-farki-yuku-inanilmaz
(3 Temmuz 2023).
(3) https://www.bis.org/speeches/sp230625.htm
(25 June 2023).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder