“Oyunu
kurallarına göre oynamak”, en azından bir süreliğine…
Mustafa
Durmuş
2
Temmuz 2023
Türkiye’de siyasal iktidar bir yandan yüzünü (Körfez ülkeleri ile yeniden kurulan ilişkilerin yanı sıra) yeni soğuk savaş dönemi dünyasında Rusya ve Çin’den oluşan Doğuya döndürdü. Diğer yandan, içinde bulunduğu derin ekonomik krizden çıkabilmek, dış borçlarını çevirebilmek ve kapıdaki döviz krizini öteleyebilmek için de (en azından 2024 yılında yapılacak olan yerel yönetimler seçimleri sonrasına) Batıdan gelecek büyük boyuttaki sıcak paraya ihtiyacı var.
Kuşkusuz her iki kutup da küreselleşmiş kapitalizmin
içinde yer alıyor ve öz itibarıyla birbirinden farklı değil. Ancak liberal
demokratik hak ve özgürlüklerin kullanımı, insan haklarına yaklaşım ve ekonomik
özgürlükler bağlamında bu iki kutup arasında küçümsenemeyecek farklılıklar var.
Örneğin Batıda gelir ve servet dağılımı eşitsizlikleri çok daha fazladır ama siyasal
iktidarı arkasına almış bazı gangster sermayedarların ya da politikacıların başkalarının
malına, mülküne yasa dışı yöntemlerle çöktüğüne pek rastlanmaz.
Kısaca, fiili olarak, demokratik hakların kullanımı,
insan hakları, özgürlükler ve ekonomik hak ve özgürlükler bağlamında Türkiye
(özellikle de 2018 yılından bu yana), Rusya ve Çin’in içinde yer aldığı kutba
daha yakın gibi duruyor.
Diğer yandan, ülkenin bu ikircikli durumu onu Batı
kaynaklı sermayeyi ülkeye çekme konusunda dezavantajlı bir duruma sokuyor. Ülkede bir süredir yaşanmakta olan ekonomik krizin yanı
sıra, ülkeyi yöneten iktidar blokunun Batı karşıtı söylemleri ve genel olarak
ekonomik ve siyasal özgürlükler karşısındaki tutumları (hukukun üstünlüğü
kuralına ters düşen) yabancı sermaye
üzerinde caydırıcı bir etki yaratıyor. Gelen sermaye de ya konut alımı ya da yüksek
faiz getirisi gibi spekülatif diğer yatırım fırsatlarından yararlanmak için
geliyor.
Oysa Türkiye’nin de bir parçasını
oluşturduğu “neo liberalizm” olarak adlandırılan günümüz kapitalizminin olmazsa
olmaz üç ayağı var: “Serbestleştirme”, “deregülasyon” ve “özelleştirmeler”.
Bunların hayata geçebilmesi için de “mali disiplin” ve “merkez bankası
bağımsızlığı” gibi koşulların sağlanması lazım. Tüm bunların genel olarak (burjuva) hukukunun üstünlüğü siyasal
çerçevesi altında güvence altına alınması gerekiyor.
Oyun kurallarına
göre oynanmalı
Bu yüzden de kapitalist sistem içinde
neo liberal bir sermaye birikimi stratejisi uygulayan ülkelerden bu kurallara
eksiksiz uymaları bekleniyor. Bu yapılmadığı takdirde, özellikle de finansman
açısından dışa bağımlı az gelişmiş ülkelerin dışarıdan fon temin edebilmeleri ya
da uzun vadeli yatırım yapan yatırımcı bulmaları zorlaşıyor.
Yani hem hukukun üstünlüğü kuralını
çiğneyerek hem merkez bankasının bağımsızlığını yok ederek ve sermaye kontrolü
uygulayarak hem de mali disiplinden vazgeçerek neo liberalizme sadık kalınamıyor.
Bu da normal koşullar altında, yabancı sermayeye güven verilemediği ve
istikrarlı bir ekonomik kazanç sunulamadığı için, kapitalist merkezlerden
kaynaklı finansmana yeterince erişilemeyeceği anlamına geliyor.
Böylece, Türkiye ekonomisi gibi
yapısal olarak dışa bağımlı, cari açığı yüzde 6 civarında seyreden bir
ekonominin içinde bulunduğu durumdan kurtulabilmesi için (eğer IMF kapısına gidilmeyecekse)
ya bu kurallara uyması ya da Rusya, Çin ve Körfez ülkeleri devletleri ve
sermaye gruplarına yaslanması gerekiyor.
Türkiye’deki iktidar bloku,
jeopolitik gelişmeleri de dikkate alarak, özellikle de 2016 yılından bu yana (ikircikli de olsa), tercihini ikinci
seçenekten yana yapmış gibi görünüyor.
Ancak bu da ülkeyi krizlerinden
çıkarmaya yetmeyince, bu kez yeniden “faiz lobileri” diye adlandırılan neo liberalizmin
mabetlerine dönüyor ve oralardan yardım istiyor. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet
Şimşek ve Merkez Bankası’nın yeni Başkanı Hafize G. Erkan bu odaklara
ulaşabilen insanlar. Onlardan beklenen de buralardaki paraların bir kısmının
ülkeye akmasını sağlamak.
“Parayı kontrol eden
dünyayı kontrol eder”
Bunun için de ekonominin yeni
yönetimi, öncelikle MB politika faizini yüzde 15’e yükseltti ve faizdeki artış
faiz oranı en az yüzde 25 olana kadar devam edecek gibi görünüyor. Buna
karşılık döviz kurundaki artış da hızlandı ve örneğin doların kuru birkaç gün
içinde 26 TL’yi geçti.
Diğer yandan, oyunu kurallarına göre
oynamanın da ağır bir bedeli de olacaktır. Öyle ki bundan böyle Türkiye
ekonomisi, ülkedeki kilit noktalardaki temsilcileri üzerinden, paranın
merkezleri olan City of London ve Wall Street’in yani uluslararası finans
kapitalin kontrolünde ve hizmetinde yürüyecektir. Zira bir zamanların ünlü
politikacısı Kissinger’in dediği gibi, “parayı kontrol eden dünyayı kontrol
eder !” (1)
Ülkenin demokrasi
karnesi zayıflarla dolu
Kısaca, yeni ekonomi yönetiminden
beklenenin gerçekleşebilmesi için ekonominin ciddi anlamda serbestleştirilirken,
aynı zamanda en temel burjuva hukukunun kurallarına (hukukun üstünlüğü gibi)
saygılı olunması ve uygulamalarda da şeffaflık gerekiyor.
Oysa ülkedeki mevcut durum bu
kurallarla uyumlu değil. Öncelikle (siyasal hak ve özgürlüklerden başlarsak), Freedom
House’nin bu yılki dünyada özgürlüklerin durumunu anlatan raporunda gösterildiği
gibi, Türkiye toplam 100 puan üzerinden sadece 32 puana sahip olduğundan “özgür olmayan” bir ülke olarak nitelendiriliyor. Ülke politik
haklar açısından 40 puan üzerinden sadece 16 puana ve sivil özgürlüklerde
(ifade özgürlüğü ve yasalar önünde eşitlik ve basın özgürlüğü gibi) 60 puan
üzerinden sadece 16 puana sahip. (2)
“Ekonomik
Özgürlükler Endeksi”
Bu tablo ekonomik özgürlüklere
ilişkin verilerle daha da kötüleşiyor. Öyle ki The Heritage Foundation tarafından
hazırlanan “Ekonomik Özgürlükler Endeksi” ne göre Türkiye giderek “büyük ölçüde
ekonomik özgürlüklere sahip olmayan” bir ülke konumuna düştü.
“Ekonomik özgürlüklere
sahip olmayan” bir ülke!
Ekonomik Özgürlük Endeksi (3), 184 ülkedeki ekonomik
özgürlükler ve politikaları kapsamlı bir biçimde analiz eden bir endeks. Endeks,
ticaret, yatırım, mülkiyet hakları ve devlet müdahalelerini ve bunların
ekonomik büyüme ve refah üzerindeki etkilerini değerlendiriyor. Çünkü ekonomik
özgürlüklerin bireysel ve kurumsal sektörün ekonomik kararlarında çok etkili
olduğuna inanılıyor. Ekonomik özgürlüklerin düşük düzeyde kaldığı ülkelerdeki
siyasal iktidarların, özgürlükleri kısıtlayarak ya da kullanımını büyük ölçüde engelleyerek
karar alıcıların özgürce ve etkin bir biçimde kararlar almalarını önledikleri varsayılıyor.
Bu bağlamda, son yıllarda uygulanan para-kredi, döviz
ve vergi politikaları ile Türkiye çarpıcı bir örnek oluşturuyor. Zira bu
politikaların, kamu açıklarını fonlamak, cari açığı kapatmak ya da döviz kurunun
aşırı yükselmesini önlemek için uygulandığı ileri sürülse de, bunlar yüksek
enflasyon, dış borç stoklarının artması, gelir dağılımının daha da adaletsiz
bir hal alması, derin yoksullaşma, yolsuzluklar ve döviz rezervlerinin erimesi
gibi ciddi sorunlara neden oldu.
Bu endekste ülkelere 0 ila 100 puan arasında değerler
veriliyor. Bu değerler için mülkiyet hakları, vergi yükü ve emeğin özgürce
kullanımı gibi göstergelere bakılıyor. Baz alınan dört ana kategori her biri üçer
anahtar gösterge olmak üzere hem niteliksel hem de niceliksel olarak ekonomik
özgürlüklerin ölçülmesinde kullanılıyor (bunların ölçmedeki ağırlıkları eşit
kabul ediliyor).
Dört ana kategori ve üç anahtar gösterge şunlardan oluşuyor:
(i)
Hukukun
üstünlüğü: Mülkiyet haklarına saygı, yargı bağımsızlığı, kamu yönetiminin
tutarlılığı, (ii) kamu ekonomisinin
büyüklüğü: Vergi yükü, kamu maliyesinin sağlıklılığı, kamu harcamalarının
boyutu, (iii) devlet
düzenlemelerinin etkinliği: Emeğin, paranın ve kurumların (şirketlerin) özgürce
kullanımı, (iv) serbest piyasalar:
Finansal özgürlük, ticaret özgürlüğü ve yatırım özgürlüğü.
Toplam 184 ülke arasında 80 ve üzerinde bir puana
sahip olan ekonomilere “özgür ekonomiler”
denilirken, (70-79,9) puan aralığındakiler “büyük ölçüde özgür ekonomiler”, (60-69,9) puan aralığında olanlar “makul düzeyde özgür ekonomiler”, (50-59,9)
puan aralığında olanlar “büyük ölçüde
özgür olmayan ekonomiler” ve (0-49,9) puan aralığında olanlarsa “özgür olamayan, ciddi baskı altındaki ekonomiler”
olarak adlandırılıyor.
Türkiye’nin
endeksteki yeri 104’üncü sıra
Türkiye 56,9 puan ile “büyük ölçüde özgür olmayan ekonomi” olarak kendisine ancak 104’üncü
sırada yer bulabiliyor. Sıralamada Senegal, Namibya ve Gambia gibi ülkeler
Türkiye’nin üzerinde bulunuyor. Ülkenin genel puanı dünya ortalamasının altında
ve ülke Avrupa bölgesindeki 44 ülke arasında 41’nci sırada yer alıyor. (4)
Dahası, dünya ortalamasının 59,3 puan ve Avrupa
ortalamasının 68,2 puan olduğu değerlendirmede Türkiye’nin ekonomik özgürlükler
puanının 2018 yılından bu yana düştüğü görülüyor. Yani ülke demokrasiden
uzaklaştıkça ekonomik özgürlükler de giderek azalıyor ve bu özgürlükler büyük
ölçüde siyasal iktidarla hemhal olmuş dar bir sermaye kesiminin kullanımı ile
sınırlı kalıyor.
Hukukun üstünlüğü
Raporun Türkiye’deki ekonomik özgürlükler konusunda da
detaylı tespitleri söz konusu ancak bunların içinde bir başlık son derece
çarpıcı: “Hukukun üstünlüğü”.
Rapora göre Türkiye'de hukukun üstünlüğünden genel
olarak söz etmek çok zor. Öyle ki bu kategori altında yer alan “mülkiyet
hakları” (40,8 puan), “adaletin sağlanmasında etkinlik” (24,2 puan) ve “kamu
yönetiminin tutarlılığı” (37,1 puan) olmak üzere Türkiye’nin puanları dünya
ortalamasının oldukça altında seyrediyor.
Sonuç olarak
Ülkenin bugün içine düştüğü ekonomik kriz, sadece “sermaye
birikim yasası” ve “kâr oranlarının azalma eğilimi yasası” gibi kapitalizme
özgü ekonomi politik yasaların işleyişinin bir sonucu değil, aynı zamanda
ülkeyi yöneten siyasal iktidarların; benimsediği ideolojilerin, hangi sınıfları
temsil ettiklerinin, siyasete, demokrasiye ve ekonomiye nasıl baktıklarının ve
bu paralelde hayata geçirdikleri ekonomi politikalarının da bir sonucudur. Yani
sorumlu sadece kapitalist sistem değil, aynı zamanda bu sistemin sürücüsü
konumundaki siyasal iktidardır.
Uluslararası sermaye hareketlerine göbekten bağımlı ve
sadece yüksek cari açıklarla ekonominin büyütülebildiği ve sermaye ve servet birikiminin
sağlanabildiği bir ekonomide bu sermaye akımlarını düzenli kılabilmenin yolu,
bu akımları yönlendirenlerin asgari koşulları olan başta (burjuva) hukukunun
üstünlüğü, mülkiyet haklarına saygı gibi koşulların sağlanmasıdır.
Bunun için de asgari ölçüde de olsa bir burjuva
demokrasisinin tesisi ve hukukun üstünlüğünün (yargı bağımsızlığı ve mülkiyet
haklarına saygı başta gelmek üzere) sağlanması gerekiyor. Oysa Türkiye bunları
büyük ölçüde dikkate almayan bir siyasal rejim altında yönetiliyor ve son
seçimlerde parlamenter sisteme geri dönüş şansını kaçırmış bulunuyor.
Diğer taraftan neo liberalizmin kurallarına tam olarak
uyulması karşılığında beklenen yabancı sermaye gelse de, bunun başta emekçilere
olmak üzere halka ağır bir faturası olacaktır. Özellikle de yerel yönetimler
seçimlerinin ardından, bir yandan yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı ve
yüksek işsizlik, yüksek emek sömürüsü ve derin yoksulluk, diğer yandan sosyal
harcamalardaki kısıntılar ve ağır vergiler ve zamlarla halk kemerleri daha da
sıkmak zorunda kalacaktır. Ayrıca, özelleştirilmemiş son kamusal varlıklarımızın
içinde tutulduğu T. Varlık Fonu’ndaki varlıklar yeni borçlar karşısında ipotek
edilecek ya da haraç mezat elden çıkartılacaktır.
Özcesi, siyasal iktidarın “demokrasi” gibi bir sorunu
olmadığı artık apaçık ortadadır. Yani demokrasi iktidar blokunun tercihleri
arasında değil. Bu çerçevede yabancı sermayeyi ülkeye çekerek, en azından bir
süreliğine döviz krizini öteleyebilmek için “oyunu kurallarına göre oynamayı”
seçebilir ya da tersini yapabilir.
Ancak her iki seçenek de ülkenin emekçi halklarına
ciddi maliyetler getirecektir. Bu yüzden de sermayenin değil emekçilerin gerçek
ihtiyaçlarını gözeten bir üçüncü seçeneğin, yani “krizden emekten yana bir
çıkış stratejisinin” hayata geçirilmesi
için mücadele etmemiz gerekiyor.
Dip notlar:
(1) https://www.globalresearch.ca/has-erdogan-fallen-into-deadly-trap
(26 June 2023).
(2) https://freedomhouse.org/countries/freedom-world/scores
(12 Haziran 2023).
(3) 2023 Index of Economic Freedom,
https://www.heritage.org/index (5 Haziran 2023).
(4) https://www.heritage.org/index/country/turkey
(5 Haziran 2023).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder