Nasıl
yani, 2050 ve 2075’te de mi olmayacak?
Mustafa
Durmuş
27
Temmuz 2023
Bu
yazı Merkez Bankası'nın bu sabah bu yılın üçüncü enflasyon raporunu
açıklamasından önce (dün gece) yazıldı. Bu yüzden raporda yer alan yılsonu
enflasyonundaki 3 kata yakın enflasyon artışı beklentisine ilişkin
değerlendirmemi bir başka yazımda geniş çapta ele alacağım.
Ancak
bazı "kendilerini muhalefette konumlandırmalarına rağmen enflasyon
meselesini bu iktidarın çözebileceğine inanan" saf piyasa iktisatçılarına
dokundurmadan da edemeyeceğim.
Bu
iktisatçılar, bu sabahki raporun ardından MB Başkanı Erkan'ı çok cesur buluyor
ve kurumun yılsonu enflasyon beklentisini yüzde 58'in üzerine çıkarmasını
kurumun kredibilitesini artıracağı için olumluyorlar. Ama bu bakışlarının ne
arka plan okuması var ne de bu kararın ardından gelebilecek olası daha yüksek
faiz artırımlarının ekonomi ve emekçiler üzerindeki yıkıcı etkilerine ilişkin
değerlendirmeler var.
Kaldı ki bu yazarların iktisadi bakışları böyle otoriter bir rejimde her türden kontrolün Saray'da olduğu, yani sözde "MB Bağımsızlığının" olamayacağı gerçeğini de inkar ediyor.
Dolayısıyla
da 2024 Mart ayında yapılacak yerel seçimlere kadar toplam talebin beklendiği
gibi kısılamayacağını anlayamıyorlar.
Ayrıca bu ülkede enflasyon talep yönlü olmaktan ziyade maliyet yönlü.
Yani sadece talep yönlü politikalarla enflasyonu düşürmenin imkânsız olduğunu
da göremiyorlar.
Bu
neden böyle? Çünkü bu tarz iktisatçıların bakış açıları üniversitelerde
öğrendikleri burjuva ana akım iktisat ile sınırlı. Bu nedenle de, enflasyonla
mücadelenin de sınıfsal bir mesele olduğunu,
"ekonomiyi savunmak adına burjuvazinin çıkarlarını
savunduklarını" anlamıyor ya da anlamak istemiyorlar. Oysa halk hem yüksek enflasyon hem de
dezenflasyon süreçlerinde sürekli olarak eziliyor.
Evet,
nasıl yani?
Bundan 10 yıl önce hazırlanan Onuncu Kalkınma Planı’nın
Temel Amaç ve İlkelerini açıklayan ikinci bölümünde şu ifadeler yer alıyordu:
“Uzun
vadeli kalkınma amacımız, yeniden şekillenmekte olan dünyada milletimizin temel
değerlerini ve beklentilerini esas alarak gerçekleştirilecek yapısal
dönüşümlerle ülkemizin uluslararası konumunu yükseltmek ve halkımızın refahını
artırmaktır. Bu çerçevede, 2023 yılında GSYH’nin 2 trilyon dolara, kişi başına
gelirin 25 bin dolara yükseltilmesi; ihracatın 500 milyar dolara çıkarılması;
işsizlik oranının yüzde 5’e düşürülmesi; enflasyon oranlarının kalıcı bir
biçimde düşük ve tek haneli rakamlara indirilmesi hedeflenmektedir.” (1)
Söylendiği
gibi olmadı
Plan böyle söylese de, geldiğimiz nokta itibarıyla
işsizliğin iki kat, resmi enflasyonunsa defalarca kat yüksek olduğu çok açık. Dahası
iktidar blokunun elinde kalan tek savunma göstergesi olan “ekonomik büyüme
verileri” açısından da büyük bir hayal kırıklığı yaşanıyor. Toplumun büyük
çoğunluğunun ekonomik refahı ise, bırakın artmasını, hızla azaldı.
Öyle ki bu planın hazırlandığı 2013 yılında cari
fiyatla GSYH (milli gelir) 850,5 milyar
dolar ve kişi başı gelir 11,183 dolar idi. (2) 2022 yılı sonunda GSYH cari
fiyatla 905,5 milyar dolara çıkarken (10 yılda toplamda sadece 55 milyar
dolarlık bir artış oldu), kişi başı gelir 10, 655 dolara geriledi. (3)
İçinde bulunduğumuz yıl ve sonrasını konuşabilmek için
devletin resmi ekonomik öngörülerini yansıtan 2023-2024-2025 yıllarını kapsayan
üç yıllık Orta Vadeli Program’a (OVP) bakabiliriz. Buna göre GSYH büyüklüklerinin
sırasıyla: 2023 yılında 867,0 milyar dolar, 2024’te 952,0 milyar dolar ve
2025’te 1,065 milyar dolar ve kişi başı gelirin sırasıyla: 2023 yılında 10,071
dolar, 2024’te 10,931 dolar ve 2025’te
12,091 dolar olması bekleniyor. (4)
Kısaca, 21 yıllık AKP iktidarının yönetimi altında
geçirmekte olduğumuz Cumhuriyetin ikinci yüzyılında gerçekleşeceği söylenen 2 trilyon
dolarlık toplam milli gelir büyüklüğü hedefinin yüzde 57, kişi başına gelir
hedefinin yüzde 60 ve 500 milyar dolarlık ihracat hedefinin yüzde 49
gerisindeyiz.
Yine
de kitleye gaz vermeye devam
İktidarın 10 yıllık performansı bu iken, bu yılki
seçimleri de düşünerek Cumhurbaşkanı Erdoğan 2022’ye girilirken yayınladığı
ekonomi ağırlıklı yeni yıl mesajında, “ekonomide başlattıkları dönüşüm ve
uyguladıkları yeni model ile Türkiye ekonomisini dünyanın en büyük 10
ekonomisinden biri haline getirme” sözünü verdi. (5)
Erdoğan bu sözünü bir kez daha tekrarladı ve yine
geçen yılın Nisan ayında AKP milletvekilleriyle gerçekleştirdiği bir toplantıda
yaptığı konuşmada, “Türkiye’yi dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri yapma
kararımızdan asla geri adım atmayacağız. Bu hedefi, milletimizin yeni kızıl
elması olarak görüyoruz” dedi. (6) 14-28 Mayıs seçim sonuçları bu politikanın
işe yaradığını gösteriyor.
Döviz
için kapısını aşındırdığımız faiz lobisinin raporları
Goldman Sachs adlı uluslararası dev bir yatırım
bankasının raporu ise böyle bir hayalin gerçekleşemeyeceğini gösteriyor. Öyle ki kurumca yapılan projeksiyonlara göre
(7), Türkiye 2050’de ve 2075’te de (bırakın dünyanın en büyük 10 ekonomisi
arasında olmayı) en büyük 15 ekonomisi içinde dahi yer alamıyor.
Rapora göre, Çin’in her iki yılda da lider ekonomi
konumunda olması bekleniyor. Öyle ki ekonomisinin büyüklüğü 2050 yılında 41,9
trilyon doları bulacak. Bu yılda ikinci sırayı 37,2 trilyon dolarlık bir ekonomik
büyüklükle ABD’nin ve üçüncü sırayı 22,2 trilyon dolar ile Hindistan’ın alacağı
tahmin ediliyor.
2075 yılına gelindiğinde ise Hindistan ikinci sıraya
yükselirken ABD üçüncü sıraya gerileyecek gibi görünüyor. Her iki yılda da bazı
ekonomilerin sürpriz bir biçimde öne çıkması öngörülüyor. Örneğin Endonezya ekonomisinin
her iki yılda da dünyanın dördüncü büyük ekonomisi olması bekleniyor. Brezilya,
Meksika, Nijerya ve Mısır her iki yılda da ilk 15’te kendilerine yer bulacaklar
gibi görünüyor. Pakistan’ın 2075 yılında dünyanın en büyük 6’ncı sırasında yer
alacağı ve Filipinlerin ilk 15’e gireceği beklentisi de son derece çarpıcı.
Bu durum (eğer gerçekleşirse), dünyadaki üretim, dağıtım ve ticaret merkezlerinin Asya’ya doğru kayacağı anlamına geliyor. Kuşkusuz böyle bir durum ortaya çıktığında bunun jeopolitik sonuçları da olacak.
Sonuç
olarak
Ekonominin acil döviz ihtiyacını karşılayabilmek için
kapısını aşındırdığımız küresel finans kapital örgütlerinden biri olan Goldman
Sachs’ın projeksiyonu kuşkusuz şimdilik sadece bir projeksiyon.
Önümüzdeki süreçte dünyada yaşanacak olan birçok şey
bu öngörüyü boşa çıkartabilirse de, eldeki veriler ve ülkelerin büyüme,
ekonomik gelişme ve kalkınma süreçlerinde aldıkları yol, sahip oldukları
teknolojilerin düzeyi, demokratik yönetsel beceriler gibi birçok faktör böyle
bir öngörünün gerçekçi olduğunu da gösteriyor.
Ancak projeksiyon dahi olsa, Türkiye ekonomisinin en
büyük 15 ekonomi arasında yer almayacak olması, özellikle de ekonomik büyümeyi
fetiş haline getirmiş olan, bunu tüm kirin ve pasın altına süpürüldüğü bir halı
gibi kullanan iktidar bloku açısından sevimsiz bir durum.
Çünkü bu durum öncelikle iktidar blokunun halkı
yanında tutabilmek için şu ana kadar söylediklerinin içi boş masallardan öte bir
şeyler olmadığı gerçeğini ortaya koyuyor.
Keza böyle bir projeksiyon ülkenin, Brezilya,
Endonezya ve Meksika gibi içinde yer aldığı “Yükselen Ekonomiler” grubundan
negatif olarak ayrışacağı ve adının muhtemelen başka bir zemin ile anılacağı anlamına
geliyor.
Yani hem sosyo kültürel hem siyasal hem de ekonomik
olarak Türkiye, geçtiğimiz yüzyılda sosyo ekonomik geriliği anlatılırken
kullanılmış bir kavram olan “Üçüncü
Dünya Ülkesi” ne dönüşüyor, dönüştürülüyor. Bu 21 yıldır ülkeyi yönetenlerin küçümsenemeyecek
başarılarından (!) biri daha olsa gerek.
Sınırlı demokratik hak ve özgürlüklerin dahi rafa
kaldırıldığı, otoriterleşme ve militarizmin giderek yükseltildiği, emeğin ve
doğanın kâr ve rant için tahrip edildiği bir ortamda, her alanda büyük çapta
bir adaletsizlik ve hukuksuzluk yaşanıyor.
Akbelen Ormanı direnişinde yaşandığı gibi, yöre
halkının, köylülerin müşterek malı konumundaki ormanı rant için kestirmeme
çabası ya da Diyarbakır Dedaş’ta görüldüğü gibi işçilerin masum sendikalaşma
girişimleri dahi şiddete dayalı olarak bastırılıyor.
Üstelik siyasal İslam ve milliyetçilik işbirliğinin
dayattığı başta kültürel olmak üzere çok sayıda kısıtlamaya ve yasaklamaya
karşılık demokratik siyasal ve toplumsal muhalefetin dağınık, örgütsüz ve
sorunlara hakiki çözümler üretemeyen hali sürüyor.
Elbette böyle olumsuz gelişmelerin kültürel, sosyal ve
siyasal hayat üzerinde olduğu gibi ekonomi üzerinde de ciddi olumsuz etkileri
olacak ve ülke, bırakın sosyoekonomik olarak kalkınmayı ve gelişmeyi, ekonomik
büyüme anlamında da gerileyecektir.
Dip notlar:
(1) https://www.sbb.gov.tr/wp-content/uploads/2022/08/Onuncu_Kalkinma_Plani-2014-2018.pdf,
s.27 (25 Temmuz 2023).
(2) Agp.
(3) TÜİK,
Dönemsel Gayrisafi Yurt İçi Hasıla, IV. Çeyrek: Ekim - Aralık, 2022, https://data.tuik.gov.tr (28 Şubat
2023).
(4) Orta
Vadeli Program (2023-2025) Ek 1, https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2022/09/20220904M1-1.pdf
(26 Temmuz 2023).
(5) https://artigercek.com/haberler/erdogan-in-2022-mesaji-dunyada-en-buyuk-10-ekonomisi-arasina-girecegiz
(31 Aralık 2021).
(6) https://www.tccb.gov.tr/haberler/410/136394/-turkiye-yi-dunyanin-en-buyuk-10-ekonomisinden-biri-yapma-kararimizdan-asla-geri-adim-atmayacagiz
(6 Nisan 2022).
(7) https://www.visualcapitalist.com/top-economies-in-the-world-1980-2075
(21 July 2023). Görsel Marcus Lu ve Athul Alexander tarafından hazırlandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder