Torba
Yasa: Emekliye 5 bin, patronlara milyarlar…
Mustafa
Durmuş
2
Aralık 2023
Vergi politikası siyasal iktidarların en çok
başvurdukları ekonomi politikalarından biridir. Ekonomik krizlere eğilimli bir
sistem olan kapitalizm pratikte sık sık krizlere ya da ciddi ekonomik
istikrarsızlıklara girdiğinden, bir politika aracı olarak vergi politikasından
bu krizleri ya da dengesizlikleri (tamamen ortadan kaldıramasa da), yumuşatması
beklenir. Buna maliye literatüründe “vergilerin istikrar sağlama işlevi” adı
verilir.
Vergi
politikasından ne bekleriz?
Kuşkusuz vergi politikasının işlevleri bununla sınırlı
değildir. Örneğin ekonomi ve toplum için zararlı olduğu ya da teknik deyimle “negatif
dışsallıklar yarattığı” düşünülen faaliyetlerin (hava kirliliği gibi) daha ağır
vergilendirilmesinin ya da tersine, faydalı olduğu düşünülen faaliyetlerin
sübvansiyonlarla desteklenmesinin ve sosyal mal sunumunun ekonomide etkin bir kaynak
tahsisine yardımcı olacağı düşünülür. (1)
Üçüncü olarak, vergi politikasının ekonomik büyümeyi
hızlandıracağına inanılır. Yani büyümeye katkı veren sektörlerin ve ekonomik
faaliyetlerin daha az vergilendirilmesi ya da vergi dışı bırakılması ekonomik
faaliyetleri (örneğin yatırımları) hızlandırıp, ekonomiyi büyütebilir.
Unutulan bir işlev: Yeniden bölüşüm
Vergilemenin bu üç işlevi, şu ana kadar burjuva
iktidarların sıklıkla vergi politikasına başvurma nedenlerini oluşturuyor.
Ancak bilhassa neo-liberal dönemden (1990’lar) bu yana, vergilemenin asıl
işlevi göz ardı edildi: Vergilemenin gelir ve servet dağılımı adaletsizliğini
azaltma işlevi.
Yani vergileri daha çok sermayeden alıp, emeğin
üzerindeki vergi yükünü azaltmak ve ayrıca alınan bu vergilerle yoksullara olan
sosyal yardımları ve sosyal harcamaları fonlamak, bu vergilerle topluma nitelikli,
kamusal, ücretsiz eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, barınma ve ulaştırma
hizmetleri sunma işlevi.
Ancak bu işlev son 30-40 yıldır dünyanın birçok
ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de büyük ölçüde ortadan kaldırıldı. Aksine
fakirden alıp zengine vermek biçiminde gerici yeniden bölüştürücü vergi
politikaları hayata geçiriliyor.
Ülkemizde son yıllara damgasını vuran Kur Korumalı Mevduatın
(KKM) Gelir vergisi ve Kurumlar Vergisinden istisna tutulması bunun en somut
örneklerinden biri. Sermaye kesiminden “Vergi Harcamaları” adı altında her yıl
alınmayan trilyonlarca liralık vergi ise bir diğer örneğini oluşturuyor.
Konjonktürel
ihtiyaçlar
Vergi politikasının bu evrensel işlevlerinin yanı sıra,
özgün olarak ülkelere ve konjonktüre göre yeni işlevleri de söz konusu
olabiliyor. Örneğin ekonomi ciddi bir döviz ihtiyacı içindeyse döviz getirici
faaliyetlerin teşvik edilmesine yönelik olarak bu faaliyetlerden vergi alınmıyor.
Nitekim bugünlerde Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülmekte
olan bir torba kanun teklifi var. Toplam 86 maddelik bu teklifin (2) maddelerinin
önemli bir kısmı vergi düzenlemeleriyle ilgili. Neden olacağı ekonomik, politik
ve bölüşümsel etkiler yüzünden bu teklifin masaya yatırılması gerekiyor. Bu
yazımızın amacı da aslında bu genel teorik girişin ardından bu teklifi
irdelemek.
Yurt
dışından döviz getirene ilave teşvik
Tasarıya bakıldığında yurt dışından gelecek dövize olan
ihtiyacın ön planda tutulduğu açıkça görülebiliyor. Nitekim iktidar partisi
vekilleri de Komisyon’da yaptıkları konuşmalarda bunu açıkça dile getiriyorlar.
Böylece, “yurt dışından elde edilen kâr paylarının
tamamının Türkiye’ye getirilmesi şartı ile bu kazançların yarısının (2023
kazançları da dâhil olmak üzere) Gelir Vergisi ve Kurumlar vergisinden istisna
edilmesi” öngörülüyor (madde 56).
Keza “yurt dışına verilen mimarlık, mühendislik,
tasarım, yazılım, eğitim ve sağlık gibi hizmetlere uygulanan yüzde 50 kazanç
indiriminin, kazancın tamamının Türkiye’ye getirilmesi (2023 kazançları da dâhil
olmak üzere) şartıyla yüzde 80’e çıkarılması da öngörülüyor” (madde 57).
İhracata
ilave teşvik
Buna paralel bir biçimde, ihracatı teşvik etmek
amacıyla yapılan iki düzenleme daha göze çarpıyor. Sırasıyla: “Aracılı ihracat
sözleşmesine dayanarak imalatçı veya tedarikçi kurumların dış ticaret sermaye
şirketleri veya sektörel dış ticaret şirketleri üzerinden gerçekleştirdikleri ihracat
faaliyetlerine ilişkin kazançlarda da (2023 kazançları da dâhil olmak üzere) 5
puanlık kurumlar vergisi indirimi uygulanması” öngörülüyor (madde 60).
Keza “ihracatçılara ihracat kredileri için kefalet
vermek amacıyla kurulan Katılım Finans Kefalet Anonim Şirketine 2024
kazançlarından başlamak üzere muafiyet sağlanması” teklifte yer alıyor (madde
55).
Ayrıca Kanunun yayımlanacağı tarihten sonra uygulanmak
üzere, “damga vergisi ve harç istisnasının yeniden düzenlenerek ülkeye döviz
girişine hizmet edenlerle sınırlı tutulması koşulu (uluslararası ihalelere
katılma şartı yönünden) kaldırılması” öngörülüyor.
Dışa
bağımlılığın tescili
Bu düzenlemeler, ekonominin ithalat, üretim ve ihracat
yapabilmek için göbekten dışa bağımlı olması ve yüksek cari açık ve yüksek kısa
vadeli dış borçlar yüzünden, ülkenin ciddi bir ödemeler dengesi krizi (döviz
krizi) ile karşı karşıya bulunduğu gerçeğinin bir yansımasıdır.
Bu noktaya nasıl gelindiği ve bunun müsebbipleri sorgulanmaksızın
dövize olan yüksek ihtiyaç nedeniyle vergi geliri kaybına neden olacak bu
düzenlemeler en hafif deyimle, vergi adaletine ters bir durumdur.
TCDD’nin
batık hali
Torba yasada ülkenin içinde bulunduğu durumu gösteren
bir diğer düzenleme 42’nci maddede yer alıyor. Buna göre; “TCDD’nin Hazine garantili
kredilerinden Hazine ve Maliye Bakanlığınca yapılan üstlenimlerden ve ikrazen kullandırılan
kredilerinden doğan vadesi geçmiş anapara, faiz, masraf ve gecikme zammından oluşan
Hazine alacaklarının TCDD’nin ödenmemiş sermayesine mahsubu amaçlanıyor”.
Yani Hazine batak durumdaki TCDD’nin dış borçlarını açıkça
faizleriyle birlikte üstleniyor. Bu da ekonomi yönetiminin, ağır kusur ve ihmal
ve bunun sonucunda ortaya çıkan ölümlü kazalarla anılan TCDD’nin, özellikle de alt
yapının özel yük/kargo işletmeciliği yapılmasına izin verecek biçimde
özelleştirilmesiyle, belli hatlarda büyük şirketlere taşıma imkânının
verilmesinin yol açtığı zararı Hazine’nin sırtına yüklemek çabasında olduğunu
gösteriyor.
Enflasyon
düzeltmesinde bankalara kıyak
Bir değer çarpıcı düzenleme ise “enflasyon düzeltmesi”
ile ilgili. Bilindiği gibi enflasyon düzeltmesi yüksek enflasyon dönemlerinde
şirketlerin bilançolarında nominal değeri düşük kalan parasal olmayan
varlıkların (arsa, bina vb) değerini gerçek değere yaklaştırarak vergi
matrahlarının artmasını, buradan hareketle de vergi gelirlerinin artmasını
hedefleyen bir düzenlemedir.
Ancak, enflasyon düzeltmesi uygulaması getirilirken bu
teklifte bir istisna yapılıyor ve bankacılık sektörü başta olmak üzere tüm finans
kesimi 2024 ve 2025 yılları için enflasyon düzeltmesinin dışında tutuluyor
(madde 17).
Reel sektörün tepkisine neden olan bu düzenleme böyle
geçerse bu, ülkede son 21 yıldır uygulanan inşaat rantına dayalı birikim
sisteminin temel ayaklarından biri olan, aynı zamanda da Hazine’yi ve Merkez
Bankası’nı döviz takaslarıyla fonlayan finans sermayeye (bankalara) verilen bir
diğer önemli taviz olarak tarihe geçecektir.
Sermayeye
verilen muafiyet, istisna ve indirimlere devam
Önümüzdeki yıl 2,2 trilyon lirayı bulacak olan
muafiyet ve istisnalar (3) 2028 yılına
kadar devam ederken, bunlara bazı yenileri de ekleniyor.
Yenilerden biri madde 7 ile düzenlenen “sosyal içerik
üreticiliği, internet ve benzeri elektronik ortamlar üzerinden sunulan hizmetler
ile mobil cihazlar için uygulama geliştiriciliğinde kazanç istisnası”.
Yani gerçek kişilere sosyal ağ sağlayıcıları üzerinden
elde ettikleri kazançlar için sağlanan vergilendirme kolaylığının, internet ve
benzeri elektronik ortamlardan elde edilen gelirlere de uygulanması sağlanıyor.
Bu arada, konut kredilerinin kötüye kullanımını
önlemek için bu kredilerde bir konuttan fazlası için Banka ve Sigorta Muameleleri
Vergisi istisnası ortadan kaldırılıyor. Ayrıca ihracat, yurt dışı inşaat,
onarım, montaj ve taşımacılık işlerinde yurt dışından elde edilen kazançlara
yönelik olarak belgeye dayanmaksızın uygulanan binde 5’lik “götürü gider
indirimi”, 2024 yılından başlamak üzere, kaldırılıyor.
Muafiyet, istisna ya da indirimleri daraltmaya dönük
düzenlemeler kabaca bunlarla sınırlı. Buna
karşılık aşağıdaki uygulamalar 5 yıl daha uzatılıyor (4) :
Kur
Korumalı Mevduat (KKM) ve daha fazlası
• Büyük tartışmalara neden olan ve nesnel olarak bir
servet transferi niteliğindeki KKM istisnası 3 defa ve 6’şar aylık olmak üzere
uzatılıyor.
• Ayrıca, “Tarım Ürünleri Lisanslı Depoculuk Kanunu”
kapsamında düzenlenen ürün senetlerinin elden çıkarılmasından doğan kazançların
istisna süresi 2028’e uzatılıyor.
• İmalatla Ar-Ge, yenilik ve tasarım faaliyetlerinde
kullanılmak üzere alınan makine ve teçhizat için uygulanan hızlı amortisman
uygulaması 2024 sonuna uzatılıyor (söz konusu faaliyetlerde 2024 sonuna kadar
KDV istisnası söz konusu).
• KDV geçici madde 29 ile yap-işlet-devret modeli
çerçevesinde gerçekleştirilecek projeler ile sağlık ve eğitim projelerinde 2023
sonuna kadar uygulanacak olan istisna süresi 2028 sonu olarak yeniden uzatılıyor.
• KDV Kanunu’na göre şehir içi raylı ulaşım
sistemleri, metro, tramvay, teleferik, telesiyej ve füniküler ile bunların
hatları, istasyonları, yolcu terminalleri ve durakları ve bu iş ve işlemlerle
ilgili tesisler ile eklenti veya bütünleyici parçalarının Ulaştırma, Denizcilik
ve Haberleşme Bakanlığı, belediyeler ve bunların bağlı kuruluşları arasında
yapılacak devir ve teslimleri 31/12/2023 tarihine kadar katma değer vergisinden
müstesna tutulacak (ayrıca 2023’ten 2028’e uzatılıyor.)
• Finansal yeniden yapılandırma çerçeve anlaşmalarının
2 yıl daha uygulanmasının önü açılıyor (Cumhurbaşkanı 2 yıl daha uzatabilecek).
Ancak hepsinden önemlisi, bu teklifle, normalde Aralık
2023’te sonlanacak olan düzenlemeler 2028’ uzatılırken, bu tarihten sonrası
için de bunları uzatma yetkisinin Cumhurbaşkanı’na veriliyor olması. Bu yetkiyi
teklifin hemen tüm maddelerde görebilmek mümkün. Bu durum Bütçe Hakkını ortadan
kaldırdığı gibi, yönetim dönemini aşan bir döneme ilişkin vergi teşviklerini
belirleme yetkisi Anayasaya da aykırılık oluşturuyor.
Sonuç
olarak
Vergi teşvikleri boyutu ile bu torba yasaya acilen
yurt dışından döviz sağlama ihtiyacının damgasını vurduğu görülüyor. Bunun için
özellikle de ihracatçı sermayeye yeni teşvikler veriliyor. Bu da ucuz emek
sömürüsüne dayalı ihracatla büyüme stratejisinin bir parçasını oluşturuyor (oysa
döviz ihtiyacı “vergi cennetlerinin listesinin” yayınlanması ve ülkeyi “gri liste
”den çıkartacak hukukun üstünlüğüne dayalı önlemlerle ülkeye gelecek uzun
vadeli yabancı sermaye ile karşılanabilir).
Kredi/borç yapılandırmasının 2 yıl, sermayeye verilen
muafiyet ve istisna ve indirimlerin 5 yıl daha uzatılması iktidarın sınıfsal
karakterini ortaya koyuyor.
Diğer taraftan, bu düzenlemelerin geçmesi durumunda,
öncelikle vergi gelirlerinde bir artış söz konusu olmayacağı gibi, bir azalma
ortaya çıkabilecek bu da mevcut bütçe açığını daha da artıracaktır. Bu açığın
kapatılması ise halktan alınacak olan KDV ve ÖTV gibi vergilerin oranlarının ve
miktarlarının artırılmasıyla, yeni borçlanmalarla ve emisyonla mümkün olacaktır.
Ayrıca halka dönük kamu harcamalarında da kesintiye gidilecektir. Bu net bir
kemer sıkma operasyonudur.
Bu düzenleme aynı zamanda sermayenin vergi yükünü azaltıp,
dolayısıyla da harcama kapasitesini artıracağından enflasyonist bir etki
yaratacaktır. Yani sürekli faiz yükseltilmesi ve diğer parasal sıkılaştırma önlemleri
hayata geçirilirken maliye politikasının gevşetilmesi anti enflasyonist politikaların
başarı şansını azaltacağı gibi, faturanın gelecek yıl da yüksek enflasyon
biçiminde halka kesilmesiyle sonuçlanacaktır.
Son olarak, tüm bu düzenlemeler mevcut adaletsiz vergi
düzenini ve gelir bölüşümünü daha da adaletsiz bir hale getirecek,
yoksul-zengin uçurumunu daha da derinleştirecektir.
Ancak iktidar blokunun bunu dert etmediği açıktır.
Oluşan tepkiler nedeniyle çalışan emeklilere de 5 bin lira harçlık vermek
zorunda kalırken, sermayeye verdiği toplamda trilyonlarca lirayı bulan mali
desteğin belli ki son derece adil olduğunu düşünüyor.
Yapılması gereken, iktidarın bu tutumunun sınıfsal
olduğu, emekçilere zarar verdiği, bu yüzden de sosyal adalete karşı olduğu gerçeğinin
teşhir edilmesi ve aynı zamanda da asgari ücret tartışmalarının başladığı bir
dönemde emekçilerin toplumun geri kalanını da yanına alarak, ekmek, iş, barış,
demokrasi ve özgürlük mücadelesini yükseltmesidir.
Dip notlar:
(1) Richard
A. Musgrave, Peggy B. Musgrave, Public
Finance in Theory and Practice, Third Edition, McGraw-Hill Kogakusha
Ltd.,1980, s. 7-9.
(2) 24.11.2023 Tarih ve 17 Sayılı “Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Teklifi. Bu yazıda kanun teklifinin Komisyon’a gelen hali değerlendirilmektedir.
(3) 2023 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe
Kanunu Teklifi ve Bağlı Cetveller, s. 170.
(4) Taxademy
bülteni (2023-108), “Yeni Torba Kanun
TBMM’de” (27 Kasım 2023).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder