2026 Bütçesinde
Harcamalar ve Vergiler
2026 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçesinin Analizi (2)
Mustafa Durmuş
10 Aralık 2025
Bu bütçe emekçilere kemer sıktıran bir bütçe!
Yani bu yıl yüzde 3,6 olan
bütçe açığının 2026’da yüzde 3,5’e, 2027 yılı sonunda yüzde 3,1’e ve 2027’de yüzde
2,8’e düşürülmesi amaçlanıyor. Bunun anlamı önümüzdeki
üç yıl içinde göreli olarak daha az kamu harcaması (özellikle de daha az sosyal
harcama) yapılacağı ve/veya daha fazla vergi alınacağıdır.
Nitekim
dar anlamdaki vergi yükü (sosyal güvenlik primleri hariç) 2025 yılında yüzde 17,5’ten
2026’da yüzde 18,2’ye, 2027’de yüzde 18,3’e ve 2028 yılında yüzde 3,4’e yükseltiliyor.
(2) Geniş anlamdaki vergi yükünün ise bu yıl yüzde 23,8’den önümüzdeki 3 yılda
aşamalı olarak yüzde 25,3’e kadar yükseltilmesi hedefleniyor.
Siyasal
iktidar genelde sermayeden vergi almayı tercih etmediği için bu vergileri
ağırlıklı olarak halktan toplayacak. Son zamanlarda gerek elektrik fiyatlarına
gerekse de benzin, motorin, LPG ve alkollü içkiden alınan vergilere yapılan
zamlar bunun bir kanıtı. Bu yüzden de bu bütçeyi halktan yana değil, halka daha
fazla kemer sıktıran bir bütçe olarak nitelendirmek daha doğrudur.
Benzer
bir durum bütçenin harcamalar tarafında yaşanacak. Öyle ki hedeflenen bütçe
giderleri GSYH’nin yüzde 23,9’una denk düşüyor. Bu oranın ¼’ün dahi altında
olması, özellikle de ciddi ekonomik kriz dönemlerinde, sosyal devletin bir
bütün olarak ortadan kaldırıldığının ve iktidarın ekonomik krizi, başta işçiler
olmak üzere, topluma kemer sıktırarak aşmaya çalıştığının bir göstergesidir.
Neo-liberal
otoriterliğin kaçınılmaz sonucu
Bu
durum zamanla ortadan kalkabilecek geçici bir olgu değil yani neo-liberal siyasal
İslamcı otoriter rejimin bir sonucu. Oysa mevcut durumda ekonomik büyümenin yeniden
canlandırılabilmesi için ekonomide toplam talebin artması gerekiyor. Keza özel
sektörün ekonomik kriz dönemlerinde yeni yatırımlar konusunda temkinli
davranması nedeniyle bu iş devlete düşüyor.
Yani
ancak devlet yeni yatırımlar yaparak yatırım açığını kapatabilir. Bunun neden
olabileceği bütçe açığı ise başta rantiye sınıfı olmak üzere, sermaye
sınıfından ve genel olarak zenginlerden daha fazla vergi alınarak kapatılabilir.
Ancak pratikte büyük devlet harcamalarının bu biçimde fonlanması sermaye sınıfının
kolay kolay kabul edebileceği bir yol değil.
Enflasyonla
mücadele programı yine emekçilerin omuzlarında
İktidar
Bloku enflasyonla mücadelede maliye politikasını asıl olarak emekçilerden daha
fazla vergi almak yönünde kullanıyor.
Yani adil ve dengeli bir maliye politikası yerine, müdahale aracı olarak
esasta yüksek faizi içeren sıkı para politikasını tercih ediyor.
Oysa
sıkı para veya maliye politikaları enflasyonu düşürebilir ama aynı zamanda da
işsizliği körükleyerek işçilerin toplu pazarlık gücünü azaltır. Dolayısıyla bu
politikalar, işçi sınıfı açısından tarafsız olmayan, gelir ve serveti emekten
alıp sermayeye veren adaletsiz bölüşüm politikalarıdır. Nitekim uzunca bir
süredir finansal piyasaların, bankaların, sigorta şirketlerinin ve genel olarak
finans kuruluşlarının özellikle de spekülasyona dayalı kârları artmaya devam ediyor.
Özetle,
yüksek enflasyon koşullarında, emekçi sınıfların yaşam standardını korumaya
dönük ve enflasyonu körükleyen sermayedar sınıfların vergilendirilmesini esas
alan (rant ya da servet vergisi gibi) vergi/maliye politikaları uygulanmalıdır.
Memurlar ve memur emeklilerinin durumu: yoksulluk, ayrımcılık, dibe doğru yarış
Bir hükümetin gerçek önceliklerini anlamanın en iyi
yolu, bütçe kaynaklarının dağılımını incelemektir. Çünkü söylem ve vaatlerin
ötesinde, harcama kalemlerine ayrılan paylar politik tercihlerin en somut
göstergesidir. Bu çerçevede 2026 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Gerekçesine
bakılarak kamu emekçilerinin maaşlarında kayda değer bir iyileşme olmayacağını
anlamak mümkün. Şöyle ki:
Memur maaşlarının yer aldığı “personel giderleri”
kaleminde, 2024’te yüzde 102,2; 2025 yılının ağustos ayında ise bir önceki
yılın aynı ayına kıyasla yüzde 39 artış oldu. 2026 yılı Merkezi Yönetim
Bütçesinde personel giderlerinde öngörülen artış oranı; 2026 yılı için yüzde 33;
2027 yılı için yüzde 15 ve 2028 yılı için yüzde 11 olarak hedeflendi. Bu
oranlar, bütçeden kamu emekçilerine yapılacak transferlerin ivme kaybederek
azalacağını gösteriyor. Daha açık bir ifade ile kamu emekçilerine refah
seviyelerini artıracak bir zam yapılması mümkün görünmüyor.
Kamu
emekçisi sayısındaki artış ve yüksek seyreden enflasyon karşısında; bütçeden
kişi başına düşen pay azalıyor. Ekonomik büyüme ve artan vergi gelirlerine
rağmen, kamu emekçilerinin maaşlarının bütçe pastası içindeki payları
sistematik olarak sınırlandırılıyor.
Emeklilerin
devam eden yoksulluğu
Bu
tablo, söz konusu emekliler olduğunda daha da kötüleşiyor. 2025 yılının ikinci yarısında en düşük emekli
aylığı 16 bin 881 TL oldu. Başka bir ifade ile 16 milyon emekli ve hak sahibini
ilgilendiren taban aylık, asgari ücretin yüzde 24; açlık sınırının ise yüzde 33
altına geriledi. 2026 yılı bütçesinde bu durumu düzeltecek kayda değer bir
ödenek artışı ise mevcut değil.
Bütçe aşırı yoksulluk koşullarında geçinmeye çalışan
emeklileri görmezden gelirken, iktidar söz konusu üst düzey siyasi bürokratlar
(genel müdürler, daire başkanları, kurum başkanları, müfettişler ve uzmanlar)
olduğunda son derece cömert davranıyor: ilgili bürokratlara 30 bin TL zam
yapılmasını öngören teklif Plan ve Bütçe Komisyonundan geçti bile.
Oysa sosyal
devletin temel taşlarından biri olan emeklilik sistemi, gelir güvencesi
sağlayan bir transfer mekanizması olmanın ötesinde, kazanılmış bir sosyal hak,
toplumsal dayanışmanın en somut göstergelerinden biri ve emek ile sermaye
arasındaki sınıf ilişkilerinin bir yansımasıdır.
SGK’ya transferlerdeki keskin düşüş
Son
10 yıldır SGK’ya yapılan transferlerin bütçe içindeki payı ciddi biçimde
azaltıldı, GSYH içindeki payı da geriletildi. SGK’ya yapılan bütçe
transferlerinin GSYH’ye oranında 2025 yılı için planlanan yüzde 3,6 dahi
yakalanamadı ve bu oran yüzde 3,4 düzeyinde kaldı.
2026
yılı Bütçe Gerekçesine göre; 2026, 2027 ve 2028 yılları için hedeflenen oranlarsa
sırasıyla; yüzde 3, yüzde 2,9 ve yüzde 2,8. Yani emekli ve hak sahibi sayısında
her geçen yıl artış yaşanırken, bütçeden emeklilere ayrılan pay azalıyor; en
düşük emekli aylıklarına yapılan zamlar, yüksek enflasyon ortamında erimeye
devam ediyor. “Kök Aylık" uygulaması nedeniyle yapılan oransal artışlar
milyonlarca emeklinin aylığına yansımıyor, bu da emeklileri açlık sınırının
dahi altına itiyor. Sosyal devlet
anlayışından uzaklaşan bu tablonun nedeni, piyasa çözümlerini toplumsal refahın
önüne koyan bilinçli politikalardır.
Kaynaklar
devletin rutin işlerini sürdürmeye ve faize
Bütçede yer alan kamu
harcamalarının ekonomik sınıflandırmasına göre, 2026 yılında da bütçe
ödenekleri içinde en büyük payı sırasıyla; cari transferlerin, personel
giderlerinin ve faiz giderlerinin alması hedefleniyor. Cari transferler için
toplam 6 trilyon 820 milyar TL ödenek öngörülüyor ve bunun 2 trilyon 329 milyar
TL’si sosyal güvenlik sistemine yapılacak transferlerden oluşuyor. 1 trilyon 606
milyar TL tüm yerel yönetimlere veriliyor.
İkinci büyük harcama kalemi
olan personel giderleri için ayrılan ödenekse toplam 4 trilyon 907 milyar TL. Uzunca
bir zamandır üniformalı istihdama (asker, polis, bekçi, korucu, güvenlik
görevlisi, imam gibi) yönelen siyasal iktidar kamu kaynaklarının önemli bir
kısmını da bu kesim için ayırmış durumda. Sermaye giderleri olaraksa, önemli
bir kısmı deprem sonrası yeniden inşada kullanılmak üzere 1 trilyon 310 milyar
TL ayrılıyor.
Eğitim ve sağlığa faizden daha az pay ayıran bir bütçe!
Üçüncü büyük ödeme 2
trilyon 742 milyar TL’yi bulan faiz ödemesi. Bunun 2027’de 3 trilyon 40 milyar
TL’ye çıkması ve 2028 yılında 3 trilyon 346 milyar TL’yi aşması bekleniyor. Böylece
faiz ödemesi toplam giderlerin yüzde 14,5’i ya da toplam vergilerin yüzde 17’5’i
büyüklüğünde olacak. Yani toplanan her 100 TL’lik verginin yaklaşık 18 TL’den
fazlası faize gidecek. Devlet ayrıca piyasadan 1 trilyon 250 milyar TL’lik mal
ve hizmet alımı yaparak özel sektöre destek olacak.
Buna karşılık bütçeden
eğitime ayrılan pay yüzde 12,3; sağlığa ayrılan pay yüzde 7,8; yoksullukla
mücadele için ayrılan pay yüzde 2,7 ve istihdam için ayrılan pay yüzde 1,96 ve
kadının güçlendirilmesi için ayrılan pay yüzde 0,04 ile sınırlı kalacak.
Mevcut siyasal rejimin
iyice belirginleşen karakterini ortaya çıkartan bir gösterge ise Diyanet İşleri
Başkanlığı’na (DİB) ayrılan kaynağın büyüklüğü. 2026’da 170,7 milyar TL,
2027’de 192,0 milyar TL ve 2028 yılında 211,8 milyar TL olmak üzere yaklaşık 575
milyar TL’lik bir kamu kaynağı rejime rıza üretmek için kullanılmaya devam
edecek.
Güvenlik ve kamu düzeni harcamalarına ayrılan pay
Bütçe harcamaları
işlevsel dağılım açısından ele alındığında, başta askeri harcamalar olmak üzere
en büyük paylardan birinin güvenlik ve kamu düzenini sağlayamaya dönük
harcamalar olduğu anlaşılmaktadır.
2026 yılı için ayrılan
böyle harcamaların tutarı 2 trilyon 523 milyar TL’yi buluyor (yüzde 12,3).
Ancak buna “askeri- sanayi karması” olarak da adlandırılan ve son yıllarda
siyasal iktidarın adeta bir tür lider sektör olarak gördüğü savunma sanayi
alanı ve bu alanda faaliyet gösteren beş büyük şirketin gelirleri/yatırımları
ve Savunma Sanayi Destekleme Fonu (SSDF) için ayrılan kaynak dâhil değil.
Bütçenin gelirler tarafı: vergi yükü yine
halkın sırtında
Bütçenin
gelirler tarafında ise toplam vergi gelirlerinin 15 trilyon 631 milyar TL
olması hedefleniyor. Bunun 3 trilyon 558 milyar TL’si Gelir Vergisinden, 1
trilyon 741 milyar TL’si Kurumlar Vergisinden, 3 trilyon 539 milyar TL’si Katma
Değer Vergisinden, 2 trilyon 549 milyar TL’si Özel Tüketim Vergisinden
karşılanacak.
Bunlara
ilave olarak 460 milyar TL Harç, 313 milyar TL Damga Vergisi, 632 milyar TL
BSMV, 403 milyar TL Gümrük Vergisi ve 138 milyar TL Motorlu Taşıtlar Vergisi
alınacak. (3) Özetle, teamül sürecek ve yine vergilerin en az üçte ikisi
dolaylı vergi biçiminde halktan alınacak.
Bu vergi artışının yüzde 65’i
KDV ve ÖTV gibi halkın yaygın biçimde tükettiği mal ve hizmetlerin vergisindeki
artışlardan, kalan yüzde 35’i ise gelir, kâr ve mülkiyet gibi vergilerden elde
edilecek. Gelir Vergisi artışlarının yüzde 65’i ise ücretlilerden karşılanacak.
Dahası, petrol ve akaryakıtta olduğu gibi bazı vergilerin de vergisi alınacak
(önce KDV, ardından ÖTV).
Oysa derin yoksullaşma ve
yüksek enflasyon-işsizlik dönemlerinde halkın üzerindeki vergi yükü azaltılmalı
ve toplumun refahı ön planda tutulmalıdır. Böyle zamanlarda ekonomiye ve halka,
kamusal yatırımlar ve sosyal transfer harcamaları aracılığıyla daha fazla
destek verilmesi gerekirken, siyasal iktidar aksini yapıyor ve halka kemer
sıktırıyor. Diğer yandan sermayeden alınmayan vergiler ve sermayeye verilen
desteklerdeki cömertliği, aslında iktidarın bu tercihinin bilinçli bir sınıfsal
tercih olduğunu gösteriyor.
Sermayeye
sağlanan devasa boyutta vergi teşviki
Hükümet
her yıl büyük sermayeden alması gereken vergiyi; “vergi istisnası, indirimi ve
muafiyeti” adı altında almaktan vazgeçiyor. 2024 yılında 2 trilyon 200 milyar
TL ve 2025’te 3 trilyon TL olarak belirlenen bu sermaye destekleri 2026 yılında
3,6 trilyon TL’ye yükseltiliyor. (4)
Vazgeçilen
bu vergilerin bir kısmı asgari ücretin vergi dışı bırakılmasıyla ilgili olsa da
asıl olarak sermaye kesimini ilgilendiriyor. Nitekim gelecek yıl Kurumlar
Vergisi biçiminde sermaye kesiminden alınmasından vazgeçilecek olan miktar 768
milyar TL’yi geçiyor.
Böylece,
iktidar bloku 2026’da şirketlerden 1 trilyon 741 milyar TL tutarında kurumlar vergisi
almayı hedeflerken, bunun yüzde 44’üne denk düşen bir miktardan da (768 milyar
TL) vazgeçiyor. Vazgeçilen bu vergi gelirleri hedeflenen bütçe açığından 900
milyar TL daha fazla. Yani eğer bu vergiler toplansa bütçe açık değil fazla
verecektir. Vazgeçilen vergilerin tutarı toplam vergi gelirlerinin yüzde 23’ünü
oluşturuyor. Yani devlet topladığı her 100 TL’lik vergi kadar 23 TL’lik vergiyi
almaktan feragat ediyor.
Devam edecek….
Dip notlar:
(1) 2025
Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu ve Bağlı Cetveller.
(2) 2026
Yılı Bütçe Gerekçesi, Ekim 2024 Ankara, s. 83.
(3) 2026
Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu ve Bağlı Cetveller,
s. 68-75.
(4) Agk,
s. 171.