Ekonomik
büyüme (2): Nereye kadar?
(Büyümenin
niteliksel sorgulaması)
Mustafa
Durmuş
11 Haziran 2022
TÜİK tarafından Türkiye’deki ekonomik büyüme
verilerinin açıklandığı günlerde, önce Dünya Bankası, ardından da OECD’nin
dünya ekonomisinin gidişatına ilişkin raporları yayınlandı. Bu raporlar Ukrayna
savaşı yüzünden genel olarak dünyada büyüme hızlarının yavaşlamasını, buna
karşılık enflasyonun ve yaşam maliyetlerinin giderek artmasını öngörüyor. Ayrıca
2022 ve 2023 yılları için ülkelere ait ekonomik büyüme öngörüleri de
paylaşılıyor.
Bu raporlara bakıldığında, iktidarın ileri
sürdüğünün aksine, Türkiye ekonomisinde işlerin iyi gitmediği ve büyüme hızının
da, ciddi bir biçimde yavaşlayacağı anlaşılıyor.
Dünya
Bankası: Türkiye ekonomisi bu yıl sadece yüzde 2,3 büyüyecek!
Örneğin Dünya Bankası’nın raporunda yer
alan verilerden oluşturduğumuz aşağıdaki tabloya göre (1), Türkiye ekonomisi
sadece kendi kulvarındaki birçok ekonomiden değil, aynı zamanda bazı gelişkin ekonomilerden
daha yavaş büyüyecek. Örneğin yükselen ülkeler ve azgelişmiş ülkelerin bu yıl
yüzde 3,4 büyümesi, buna karşılık Türkiye ekonomisinin yüzde 2,3 büyümesi
bekleniyor.
OECD: Yüksek enflasyon, jeopolitik riskler, azalan güven ve yavaşlayan büyüme!
OECD’nin “Savaşın Fiyatı” başlıklı
raporunda ise; “çok yüksek enflasyon, giderek azalan tüketici güveninin tüketim
harcamalarını baskılaması ve jeopolitik riskler ve finansal koşulların zorluğunun
neden olduğu belirsizlikler yüzünden yatırım harcamalarının durgun gitmesi, Ukrayna
savaşının dış talebi ve meta fiyatlarını olumsuz etkilemesi yüzünden ihracatın
da beklenen katkıyı verememesi gibi etkenler nedeniyle, Türkiye ekonomisinin büyüme
oranının 2021 yılının çok gerisinde kalacağı ve yüksek meta ve gıda fiyatları
ve izlenen para politikaları yüzünden enflasyonun çok yüksek düzeyde olacağı”
öngörülüyor.
Bu çerçevede, OECD raporuna göre, Türkiye
ekonomisi bu yıl yüzde 3,7 ve 2023 yılında ise yüzde 3 büyüyebilecek. Bu arada
enflasyon konusunda Türkiye açık ara şampiyon olmayı sürdürecek ve 2022 yılında
Türk Lirası hızla değer kaybetmeyi sürdürürken, enflasyon oranı yüzde 70’in üzerinde olacak. (2)
Bu raporlar, “dünyanın geri kalanından pozitif ayrışıyoruz, başarılarımız dünyanın
gözünü kamaştırıyor, bu yüzden bizi kıskanıyorlar” iddialarının içinin ne
kadar boş olduğu ortaya koyuyor. Artık, bu olumsuz gidişata rağmen bir başarı
hikâyesi yazabilmek için iktidarın gerçek bir simyacı olması gerekiyor.
Bu tablo keza, “süper enflasyona rağmen, yüksek büyümeyi seçtik” diyen Bakan
Nebati’nin bu sözleri neden sarf ettiğini de açıklıyor. Zira büyüme
beklentileri seçimi kendi lehlerine dengeleyecek kadar güçlü değil. Bu yüzden
de (yeni bir savaş dışında), ne pahasına olursa olsun yüksek büyümeyi
zorlayacaklar. Çünkü bundan böyle iktidarda kalabilmenin tek yolu yüksek büyüme
ile sanal bir refah artışı görüntüsü verebilmek.
Bu mümkün mü? Aralık ayındakine benzer bir
döviz kuru yükselişiyle, 800’e doğru giden CDS’lerle ve 180 milyar doları bulan
bir yıl vadeli dış borç ödemeleriyle iyice kırılganlaşan ekonominin bu duruma dayanabilmesi
de, yıllık yüzde 160’lardaki bir süper
enflasyon ve açlık sınırının dahi altında ücretlerle hayatta kalmaya çalışan
milyonların böyle sanal yüksek büyüme masallarına inanmaları da çok zor
görünüyor.
Yüksek enflasyon altında büyüme (!)
İlk çeyrek büyümesinin bir diğer çarpıcı
boyutu, bu büyümenin ülke tarihinin son 24 yılındaki en yüksek resmi enflasyonu
ile birlikte ortaya çıkması. TÜİK’ e göre, Mayıs ayı enflasyonu yıllıkta yüzde
73,5 ve aylıkta yüzde 2.98 oldu. ENAG ise bu sayıları sırasıyla yüzde 160,76 ve
yüzde 5,46 olarak hesaplıyor. (3) Kısaca bu iki kurumun enflasyon hesapları
arasında 2,2 kat fark var.
Bir diğer büyük fark TÜİK’ in açıkladığı
Üretici Fiyat Endeksi (ÜFE) ile Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) arasında mevcut.
Zira bu Mayıs ayında resmi ÜFE yüzde 132,16 ve aylık ÜFE yüzde 8,76 oldu.
Aradaki 58,7 puanlık fark tarihsel bir fark. Yani iki endeks arasındaki makas
iyice açılmış durumda. Oysa normalde bu iki endeksin arasındaki fark,
içeriklerinin farklı olması gibi nedenlerden ötürü, 5-10 puanı geçmemeli.
İki
olasılık
Böyle bir tarihsel farklılığın bizce iki nedeni
var: Ya TÜİK tüketici enflasyonunu (TÜFE) eksik açıklıyor ya da üreticiler
kendi maliyet artışlarını henüz tam olarak yansıtamadılar.
İlk olasılık, üretim maliyetlerinin
yansıtılmasına rağmen, iktidarın Temmuz ayında yapılacak olan memur maaş
zammını düşük tutabilmek gibi nedenlerden ötürü tüketici enflasyonunu düşük
gösterme çabasına işaret ediyor.
İkinci olasılık ise üretici maliyetlerinin
henüz tam olarak yansıtılamadığı, bu
nedenle de tüketici enflasyonunun daha düşük kaldığı olasılığı. Bu durumda
üretici maliyetleri tüketici fiyatlarına yansıtıldıkça önümüzdeki aylarda
tüketici enflasyonu daha da yüksek çıkacaktır. Eğer firmalar bu maliyetleri
yansıtamazlarsa bu şirket iflaslarının artması, işyerlerinin kapanması ve
kitlesel işçi çıkarımıyla sonuçlanacak, bu da işsizliği ve yoksulluğu daha da
artıracaktır.
Bu noktada bir hususu daha hatırlatmakta
yarar var. Enflasyon verileri 1 Haziran tarihinde enerjiye yapılan zamları ve yine
Haziran ayı içinde şu ana kadar petrole (benzin, motorin ve LPG) yapılan yeni zamları
içermiyor.
Öyle ki 1 Haziran zamlarıyla; konutlarda
kullanılan doğalgazın birim fiyatında yüzde 30, elektrik üretimi için
kullanılan doğalgazın birim fiyatında yüzde 16, sanayide kullanılan doğalgazın
birim fiyatında ise yüzde 10 artış oldu. Elektrikte ise mesken abonelerinin
tarifesine yüzde 15, sanayi ve ticarethane abonelerinin tarifesine ise yüzde 25
zam yapıldı. (4). 11 Haziran’da ise benzinin litresine 2,18 TL, oto gazın (LPG)
litresine 54 kuruş zam geldi. (5)
Kısaca mevcut büyüme yüksek enflasyon ile
birlikte geldi. BDDK bugünlerde tüketici kredilerinin vadelerini kısaltan ve
kredi kartlarının asgari ödeme oranını yükselten bazı kararlar alsa da (6), iktidar,
içine girilen seçim sürecinde, bu
büyümeyi daha da artırmak yolunda bol para ve kredi politikasını sürdürecek
gibi görünüyor. Nitekim Bakan Nebati’ nin son açıklamaları (7) buna işaret
ediyor.
Diğer yandan, bu yaklaşım enflasyonu daha
da artıracak, yüksek enflasyon ise ekonomideki istikrarsızlıkların daha da
artması bir yana, halkın daha da yoksullaşması ve giderek neredeyse tüm
toplumun ciddi bir ‘yaşam maliyeti krizi’ ile karşı karşıya kalmasına neden
olacaktır.
Ekonomik
büyümeye bakış kökten değişmeli
Artık “kişi başı gayri safi yurtiçi
hasılanın büyümesi” anlamına gelen ekonomik büyümenin gerçekçi bir ekonomi
politik değerlendirmesinin yapılmasının zamanı gelmiş bulunuyor. Bu da, tüm
dünyada yapıldığı gibi, Türkiye’de de büyümenin niteliksel olarak sorgulanması
gerekliliğini ortaya koyuyor.
Öyle ki artık giderek daha yüksek sesle “ekonomik
büyümenin, tek başına, bir toplumun (özellikle de emekçilerin) iyi olma halini ölçme konusunda son derece
yetersiz, hatta kötü bir ölçüm biçimi olduğu” vurgulanıyor.
Çünkü bu kavram, parasal piyasa
işlemlerinin ölçeğini gösterse de, gerçekte yaşam kalitemizin, emek ve doğa
üzerinde yaratılan tahribatın, ezilen kimliklerin, kadınların ne durumda
olduğunu göstermiyor. Kuşkusuz bu yetersizlik burjuva iktidarların, özellikle
de otokratik yönetimlerin bu kavrama dört elle sarılmalarını da engellemiyor.
Türkiye’nin
demokrasi karnesi kötü
Öte yandan, Türkiye’de olduğu gibi,
ekonominin yüksek oranda büyüdüğü yıllarda dahi sosyal ve çevresel göstergeleri
kapsayan ‘Sosyal Gelişme Endeksi’ gibi
endeksler kötüleşebiliyor. (8) Bu anlamda, bu yılki ‘Dünya Mutluluk Raporu’nda
yer alan ülkelerin mutluluk sıralamasında (2019-2021) Türkiye’nin yerinin 146
ülke arasında ancak 112’nci sırada olması şaşırtıcı değil. (9)
Aynı şekilde, ‘Küresel Demokrasi
Endeksi’nde Türkiye 2021 yılında 10 üzerinden 4.35 puan ile ‘Tam Demokratik
Rejimli’ ya da ‘Eksikli Demokratik Rejimli’ ülkeler arasında kendine yer
bulamıyor. ‘Tam Otoriter Rejimli’ ülkelerin bir tık üzerindeki bir kategori
olan ve “seçimlere hile bulaşması, seçim güvenliğinin tam olmaması, yaygın
rüşvetin varlığı, politik muhaliflerin ve medyanın baskı altında tutulması gibi
uygulamaların yaygın olduğu” ‘Karma (Hibrid) Rejimli’ ülkeler arasında yer alabiliyor.
(10)
Son olarak, Freedom House’nin ‘2022 Yılı Dünyadaki
Özgürlükler’ raporunda Türkiye, genel olarak 100 üzerinden 32 puanla (politik
haklarda 40 üzerinden 16 ve insan hakları konusunda 60 üzerinden 16 puan ile)
“Özgür Olmayan Ülke” (Not Free) olarak anılıyor. Yani özgürlükler ve demokrasi
konusunda dünyanın en katı ve otoriter rejimleriyle aynı statüde
değerlendiriliyor. (11)
Banerjee
ve Duflo: Eşitlikçi olmayan büyüme sosyal felaketlere yol açıyor!
Bir diğer gerçek, 2019 Nobel Ekonomi Ödülü
sahipleri Banerjee ve Duflo’nun da altını çizdiği, “ortaya
çıkan refahın adil dağıtılmaması durumunda yüksek bir ekonomik büyümenin
mutlaka insanların daha iyi durumda olmalarını sağlamaya yeterli olmadığı”
gerçeği. Dahası “yanlış bir ekonomik
büyüme stratejisi eşitsizlikleri, ölüm oranını ve kutuplaştırmayı artırıyor, ardından
sosyal felaketler kaçınılmaz hale geliyor”.
Onlara göre, “ortaya çıkan nemanın daha eşit bölüşülmesi koşuluyla, daha düşük bir
ekonomik büyüme sosyal olarak daha faydalı olabilir. Bir ülkenin ekonomisinin
gücü ve bu gücün kalıcılığı yaratılan milli gelirin ya da tüketim düzeyinin
büyüklüğünden ziyade, bu gelirin ve refahın adil bölüşümüyle yakından ilgili
olduğundan, adil bir gelir dağılımı ön planda tutulmalı”. (12)
Bu yüzden de, yüksek büyüme hedefindense, gerçek
bir katılımcı halk demokrasisinin inşasına, hak ve özgürlüklerin güvence altına
alınmasına, toplumun daha iyi ve ücretsiz bir kamusal eğitim, sağlık, ulaştırma, sosyal konut ve sosyal güvenlik
hizmetlerine erişebilir hale getirilmesine odaklanmak gerekiyor. Bu bağlamda
ekonomik büyüme başlı başına bir amaç olarak görülmemeli, sözü edilen bu amaçların
gerçekleştirilebilmesi için bir araç olarak değerlendirilmelidir.
Sonuç
olarak
Açıklanan bu yılın ilk çeyreğine ilişkin
yüzde 7,3’lük büyüme oranı, iktidar tarafından içinde yaşadığımız ‘yüksek
enflasyon’, ‘işsizlik’, ‘yoksulluk’, ‘gelir bölüşümü adaletsizliği’ ve yaşam
maliyeti krizi gibi gerçeklerin üzerini örtmeye yarayan bir araç olarak
kullanılmaya çalışılıyor. Bu yüzden de, bizden hiçbir sorgulama yapmaksızın
yüksek büyümeyi bir ekonomik başarı göstergesi olarak kabul etmemiz isteniyor.
Ana akım muhalefet partilerinin sözcülüğünü
yapan bazı ekonomistlerse, kapitalist büyümenin ekonomi politiğini sorgulamadan,
sadece ‘bu büyümenin sürdürülemezliği’ ya da ‘ortaya çıkan nemanın adil olarak
dağılmaması’ gibi hususlar üzerinden iktidara eleştirilerde bulunmakla
yetiniyorlar, özde bir kapitalist büyüme sorgulamasını yapmıyorlar.
Kısaca, onlar da emekten yana ve doğa ile
uyumlu alternatif bir kalkınma, gelişme ve büyüme perspektifine ve stratejisine
de sahip değiller. Oysa bir yazarın da dediği gibi (13): “Bugün ekonomik büyüme olgusu her şeyimizi feda edebileceğimiz bir
sunağa dönüştü. Buna karşılık, sadece ekonomi biliminde sonsuz büyüme bir erdem
olarak kabul edilmektedir. Örneğin biyolojide böyle bir acayip büyümenin adı
kanserdir”.
Ülkemizde iktidar bloku, 20 yıldır yaptığı
gibi, içine girilen seçim sürecinde bir kez daha yüksek ekonomik büyümeye sarılıyor, bunun yaratabileceği bir ekonomik canlılık algısından
medet umuyor ve ekonomiyi de, toplumu da bu yönde zorluyor. Ancak uluslararası
örgütlerin raporları böyle yüksek bir büyümenin olamayacağının altını çiziyor.
Diğer yandan, bu durumu sadece teşhir
etmek yeterli değil. Bunun karşısına emekten ve doğadan yana halkçı, kamucu bir
alternatif sunabilmeliyiz.
Aslında, ‘gerçek bir halk demokrasisini’
inşa edebilmenin yanı sıra, yoksulluğun ortadan kaldırılabileceği, toplum
olarak refahımızın artırılabileceği, eşitsizliklerin ortadan kaldırılabileceği,
soluduğumuz havanın temizlenebileceği ve her şeyden önemlisi uzun vadede
yeryüzünün istikrara kavuşturulabileceği
‘demokratik bir ekonomiyi’ yaratabilme imkânımız da ve fırsatımız da var.
Bu ayrıca bir toplumsal görev olarak önümüzde duruyor.
Kıssadan hisse, şimdi emekten, halktan, doğadan,
kadınlardan, ezilen ötekileştirilen kimliklerden yana bir demokratik ekonominin
nasıl yaratılabileceğini tartışmanın, bu konuda stratejiler geliştirmenin ve
somut projeler üretmenin, buna uygun gerçekçi hikâyeler yazmanın ve bunları
başta emekçiler olmak üzere toplumun tüm kesimleriyle paylaşmanın, onları
radikal bir dönüşüme hazırlamanın tam zamanıdır.
Dip notlar:
Çizgi: Ercan Akyol
(1) https://www.worldbank.org/en/news/press-release/2022/06/07/stagflation-risk-rises-amid-sharp-slowdown-in-growth-energy
( 7 June 2022).
(2) OECD
Economic Outlook, Volume 2022 Issue 1: Preliminary versiyon, https://www.oecd.org/economic-outlook
(9 June 2022), s. 218.
(3) TÜİK,
Tüketici Fiyat Endeksi, Mayıs 2022, https://www.tuik.gov.tr; ENAGrup Tüketici Fiyat Endeksi (E-TÜFE) Mayıs
2022, https://enagrup.org (4 Haziran
2022).
(4) https://www.dunya.com/gundem/dogalgaza-yuzde-30-zam-haberi
(1 Haziran 2022).
(5) https://www.cumhuriyet.com.tr/ekonomi/benzin-ve-otogaza-buyuk-zam-iste-son-fiyatlar
(11 Haziran 2022).
(6) BDDK,
“Finansal İstikrarın Güçlendirilmesine Yönelik Tedbirler”, https://www.bddk.org.tr (9 Haziran 2022).
(7) https://www.birgun.net/haber/nebati-enflasyon-tahmininden-cark-etti-enflasyonla-birlikte-buyumeyi-tercih-ettik
(6 Haziran 2022).
(8) Social
Progress Index 2021, https://www.socialprogress.org
(3 June 2022).
(9) https://worldhappiness.report/ed/2022/happiness-benevolence-and-trust-during-covid-19-and-beyond/#ranking-of-happiness-2019-2021
(3 June 2022).
(10)
https://www.visualcapitalist.com/mapped-the-state-of-global-democracy-2022
(13 May 2022).
(11)
https://freedomhouse.org/country/turkey/freedom-world/2022
(5 Haziran 2022).
(12)
John Cassidy,”Can we have
prosperity without growth”, https://www.newyorker.com
(3 February 2020).
(13)
https://www.pressclub.be/past-events/discussion-with-david-pilling-associate-editor-of-the-financial-times-and-author-of-the-growth-delusion
(3 June 2022).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder