29 Mart 2024 Cuma

Bölüşüm adaletsizliği

 

Gözümüz aydın: Süper zengin sayısındaki artışta dünya birincisiyiz!

Mustafa Durmuş

30 Mart 2024

Ekonomi ciddi krizde, gerçek enflasyon yüzde 130’a dayadı. Döviz kurlarındaki artışı yavaşlatabilmek için MB, yılbaşından bu yana yaklaşık 28 milyar dolar civarında dövizi piyasaya verdi ve bunun sonucunda swaplar hariç net rezervleri eksi 65 milyar dolara kadar düştü. Buna rağmen döviz kuru yükselmeye devam ediyor. Bu yüzden de MB politika faiz oranı artırılarak yüzde 50’ye yükseltildi.

Madalyonun diğer yüzünde ise yoksullukla, işsizlikle ve hayat pahalılığı ile boğuşan on milyonlarca insan var. Emekçiler, emekliler, küçük esnaf, gençler, kadınlar, öğrenciler açlık sınırının altında bir gelirle yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Ülkenin bir zamanlar orta sınıfını temsil eden memurlar, akademisyenler, öğretmenler, doktorlar, mühendisler ve esnaf ancak yoksulluk sınırının altında gelir elde edebiliyor.

Özellikle de yaşlı emeklilerin yoksullaşması çok belirgin ve bunu TÜİK dahi gizleyemiyor. Öyle ki 65 yaş üstü nüfustaki yoksulluk oranı 2021 yılında yüzde 11,4 iken 2023 yılında yüzde 21,7’ye çıktı. (1)

Bu yıl 11 trilyon TL'nin üzerine çıkan devlet bütçesi ise asıl olarak, faize, aşırı güvenlik harcamalarına, otoyol, hava limanı ve şehir hastaneleri gibi KÖİ ile yapılan işlerin finansmanına, sosyal güvenlik açıklarının kapatılmasına, devlet memurlarının maaşlarına ve primlerine harcanıyor.



 

Buna karşılık hem Cumhurbaşkanı hem de Maliye Bakanı, yüksek enflasyon ve ağır vergiler nedeniyle eriyen ücretlerine zam isteyen, durumlarının iyileştirilmesini talep eden emekçilere ve emeklilere verecek ilave 5 kuruş paralarını olmadığını söylüyorlar ve Cumhurbaşkanı sözde ücret iyileştirmeleri için Temmuz ayını işaret ediyor. Yerel seçimlere ramak kala bir tür sopa havuç siyaseti güdüyor.

Diğer yandan ülkede birilerinin de inanılmaz bir biçimde zenginleştiğini, hem açıklanan mal varlıklarından hem de uluslararası raporlardan görebiliyoruz.

Altınok’un dudak uçuklatan serveti

Örnek olarak, Ankara Büyükşehir Belediyesi başkanlığı için AKP-MHP adayı olarak gösterilen Turgut Altınok mal varlığını açıkladığında, deyim yerindeyse dudak uçuklatan bir servete sahip olduğu ortaya çıktı.

Meğer Ankara’nın arsaları, arazileri, konutları, dükkânları içinde kimseye nasip olmayan büyüklükte bir paya sahipmiş T. Altınok. Nasıl olmuşsa Ankara’nın bir ilçesinin belediye başkanlığı sırasında Karum kadar zenginleşmiş başkan. Üstelik serveti bununla da sınırlı değilmiş. Öyle ki Antalya’da da 600 dairesinin olduğu iddia ediliyor. (2)

Şimdi eğer bu iddialar doğru ise, “Mevla’m yürü ya kulum dedi, dini bütün, alnı secdeden kalkmayan, aynı zamanda da en sıkı Türk milliyetçisi olan, bir eliyle bozkurt, diğeriyle Rabia işareti yapan Altınok yürüdü” mü diyelim? Yoksa “çok laf yalansız, çok para haramsız olmaz”  atasözünü mü hatırlatalım?

Üstelik bunlar gün yüzüne çıkanlar, bir de yeni zenginlerin, iktidarın nimetlerinden fazlasıyla yararlanan sermaye çevrelerinin içerde ve dışarıdaki bilinemeyen servetlerini dikkate alınca, işte o zaman aşağıda özetlediğimiz raporun hiç de abartılı olmadığı anlaşılıyor.

Hani hepimiz aynı gemideydik?

Çünkü bu rapora göre (3), Türkiye olarak geçen yıl dünyada serveti en fazla artan ülkeler sıralamasında yüzde 10’luk bir artışla birinci sıraya yerleşmişiz. Demek ki iktidardaki oligarşi, “ülke ekonomisinin durumu iyi, dünyanın refahı en yüksek ülkeleri arasına girmekteyiz” derken, kendilerini, etrafındaki zenginleri ve bunların servetlerindeki büyümeyi kast ediyormuş.

Raporda, “ultra servet zenginleri” (UHNWI); “net servetlerinin değeri 30 milyon dolar ve üstünde olan zengin bireyler” olarak tanımlanıyor. Böylece, dünya genelinde UHNWI sayısı bir önceki yıl 601.300’den, 2023 yılında yüzde 4,2’lik bir artışla 626.619’a yükseldi. Bölgesel düzeyde servet artışına Kuzey Amerika (yüzde 7,2) ve Orta Doğu (yüzde 6,2) öncülük ederken, Latin Amerika varlıklı birey nüfusunun azaldığı tek bölge oldu. Türkiye’nin 30 milyon dolar (1 milyar TL) ve üzerinde serveti olan ultra zengin sayısının ise 1,932 olduğu belirtiliyor.

Ultra servet zengini artışında ilk sıradayız!

Özetle, ultra zengin sayısındaki küresel çaptaki bu artışta en yüksek performansa sahip ülke Türkiye oldu zira yaklaşık yüzde 10’luk bir artışla (yüzde 9,7) sıralamada başı çekiyor. Dünyanın en fazla dolar milyarderinin yer aldığı ABD bile onun gerisinde kaldı (yüzde 8).


Bu raporun bulgularını en doğru biçimde, Marksist sınıf analizi ile yapabiliriz. Çünkü bu analize göre, temelde işçi ve sermaye sınıfı olarak, uzlaşmaz çelişkilerle birbirinden sınıfsal olarak ayrışmış kapitalist toplumlarda, madalyonun bir yüzünde aşırı zenginleşme varsa, diğer yüzünde mutlaka aşırı yoksullaşma vardır.

Derin yoksulluğun nedeni derin zenginlik

“ Yoksulu değil zengini inceleyelim, Bırakın yoksullar kendilerini araştırsınlar. Aslında onlar hayatlarında nelerin ters gittiğini hali hazırda biliyorlar. Eğer onlara gerçekten yardımcı olmak istiyorsak, yapacağımız en doğru şey onlara, onları sömürenlerin neler yaptıklarını,  gelecekte bizim ne yapmamız gerektiğini açık bir şekilde anlatmaktır.” (Susan George
How the Other Half Dies?, 1974).

Yani yoksulluğun nedeni bizzat zenginliktir. Aynı şekilde zenginlerin ortaya çıkmasının nedeni de ülkedeki geniş yığınların yoksullaşmasıdır ki bunlar genelde üretim araçlarından yoksul emekçilerdir, küçük üreticilerdir, yoksul köylülerdir. Üstelik ekonomik kriz dönemlerinde dahi bu kural değişmez, hatta aradaki uçurum daha da derinleşir.

Nitekim UBS tarafından hazırlanan bir rapora göre,  dünyanın gelişkin ve yükselen 39 ekonomisinde 2022 yılında, kişi başı ortalama brüt servet miktarı 84,718 dolar. Türkiye’de ise ortalama kişi başı brüt servet 17,578 dolar. Bu yüzden servet sıralamasında Türkiye 39 ülke içinde en altlarda, 36’ncı sırada yer alabiliyor. (4)

Eşit olmayan gelir ve servet dağılımı

Bu durum kuşkusuz, ülkedeki gelir ve servetin ciddi biçimde eşitsiz bölüşülmesinden kaynaklanıyor. Öyle ki onlarca milyon insan hızla yoksullaşırken, çok az sayıda insan hızla zenginleşebiliyor ve ülke ultra zengin sayısının artışında yüzde 10’luk bir artış hızıyla ilk sıraya oturabiliyor.

Bu durum da ülke insanı olarak, kolektif bir biçimde neden dünyanın en mutsuz insanları arasında olduğumuzu da açıklıyor. Çünkü ülkede azınlık sayılan farklı cinsiyetlere, ulusal kimliklere ve inançlara karşı ayırımcılık, kutuplaştırma, kadına şiddet,  sosyal adaletin ortadan kalkması, insan hakları ihlalleri, savaşçı ve militarist uygulamalar gibi temel sorunların yanı sıra, ülkedeki gelir ve servet eşitsizliğinin ulaştığı boyutlar insanımızı mutsuz ediyor.

Sosyal eşitsizlikler kaygıyı ve mutsuzluğu tetikliyor

Eşitsizlik (statü, sosyal sınıf, kimlik, cinsiyet biçimindeki) üstünlük ya da aşağılık duygularını artırır. Bazı insanların ya da kimliklerin diğerlerinden daha değerli olduğu görüşü, diğerlerinin kendilerine olan güvenlerini ve saygılarını azaltır. Başkalarının bizi nasıl gördüğü konusunda endişelenmek aynı zamanda güçlü bir stres faktörüdür.

Kronik stresin ölüm oranı üzerinde iyi belgelenmiş etkileri vardır, öyle ki ölüm oranlarını iki katına çıkarabilir. Sağlıkla ilgili davranışlar da stresten etkilenir. Diyet, egzersiz ve sigara kullanımı sosyal farklılıklar gösterir ancak insanların stresli hissettiklerinde sağlıklı yaşam tarzlarını benimsemeleri pek olası değildir. (5)

Mutsuzluğumuz artarak devam ediyor

Birleşmiş Milletler tarafından 12 yıl önce ilan edilen Uluslararası Mutluluk Günü’nde  (20 Mart) yayımlanan Dünya Mutluluk Raporu’nun 2024 versiyonu yakınlarda yayımlandı.

Bu rapor, Gallup, Oxford Wellbeing Araştırma Merkezi, BM Sürdürülebilir Kalkınma Çözümleri Ağı ve Dünya Mutluluk Raporu Yayın Kurulu ortaklığıyla her yıl yayınlanan ciddi bir rapor. Bu rapora esas teşkil eden Gallup Dünya Anketi ise toplam 143 ülkede ve neredeyse her ülkeden yaklaşık 1.000 katılımcıyla çeşitli konularda yapılan anketlerden oluşuyor. Anketlerde insanların mevcut yaşamlarının mutluluk açısından değerlemesinin 0 ila 10 puan arasında yapılması isteniyor (0 puan en mutsuz, 10 puan en mutlu olma durumunu anlatıyor). (6)

Kuşkusuz mutluluk tıpkı aşk ve sevgi gibi, belki de insan hayatında en az anlaşılabilen ama en çok aranan duygu ve deneyimlerden biri. Bireysel mutluluğa nasıl erişilebileceği konusunda pek çok materyalist ya da metafizik ilham verici öğreti mevcut olsa da, kolektif ölçekte tüm ülkelerin toplumlarının ne kadar mutlu olduğunu ortaya koyabilmek de önemli.

Bunun için nesnel ölçütler bulmak zor olsa da, imkânsız değil. Nitekim bu rapor bu tür ölçütler geliştirmiş. Böylece rapor, yıllık mutluluk sıralamalarını sunmaktan daha fazlasını yapmaya - insanların yaşamları ve yaşamlarında olup bitenler hakkında nasıl hissettiklerini yakalamaya çalışıyor.

Kuşkusuz mutluluk gibi soyutluk da içeren bir kavramı, üstelik ülkeler arasında kıyaslamalarda kullanmak için ölçmek fazlasıyla iddialı. Nitekim Gallup’un bu mutluluk ölçme biçimi birçok açıdan eleştiriliyor.

Örneğin, Birleşik Krallık’ta bir grup sosyal bilimcinin yaptığı bir saha araştırmasının sonuçlarına göre, mutluluk ve refahı bu şekilde ölçerek elde ettiğimiz sonuçlar, bu kavramları hayatlarımızda gerçekte nasıl tanımladığımızla uyumlu olmayabilir. Zira ölçümde kullanılan merdiven metaforu (Cantril Merdiveni) insanların mutluluğu, önyargılı bir biçimde, daha ziyade güç ve zenginlikle ilişkilendirmesine neden oluyor. (7)

“Bu merdiven, basamakları en altta 0’dan en üstte 10’a kadar numaralandırılmış bir merdiven ve tepesi sizin için mümkün olan en iyi hayatı, en alt basamağı ise en kötü hayatı temsil ediyor. Şu anda kişisel olarak merdivenin hangi basamağında duruyorsunuz? Merdivenin tepesi metaforu size neyi düşündürüyor ve sizin için neyi temsil ediyor? Mutluluk içinde aşk, para, aileniz ya da başka bir şey mi?”

Oysa sözü edilen araştırma, bir grup bireyin merdiven metaforunun insanların güç ve zenginlik hakkında daha fazla; aile, arkadaşlar ve ruh sağlığı hakkında ise daha az düşünmesine neden olduğunu ortaya koyuyor. Merdiven metaforu kaldırıldığında, insanlar hala para hakkında düşünmeye devam ediyorlar ancak “zenginlik”, “zengin” veya “üst sınıf” gibi terimlerden ziyade “finansal güvenlik” açısından daha fazla düşünüyorlar. Diğer bazı bireylerden oluşan gruplarsa, diğer gruplara kıyasla, güç ve zenginlik hakkında daha az; ilişkiler, iş-yaşam dengesi ve ruh sağlığı gibi daha geniş refah biçimleri hakkında daha fazla düşünüyorlar. Bu da Gallup’un sıralamasının daha geniş bir tanım yerine dar, zenginlik ve güç odaklı bir mutluluk biçimine dayanması riski taşıdığını gösteriyor. (8)

Özetle, araştırmalar, insanların mutluluğu tanımlarken zenginlik ve statüden daha az bahsettiklerini gösteriyor. Paranın refahla ilişkili olduğu iyi biliniyor ancak para etkisi, kaliteli sosyal ilişkilerin en güçlü etkiye sahip olduğu diğer birçok mutluluk faktöründen daha zayıf.

Rapora göre, Finlandiya (7.74 puan), Danimarka (7.58) ve İzlanda (7.53) ile en memnun sakinlere sahip ülkeler olurken, en düşük üç puan Lesotho (3.19), Lübnan (2.71) ve Afganistan (1.72) sakinleri arasında bulunuyor.

Mutsuz insanlar ülkesiyiz!

Türkiye’ye gelince; Türkiye 143 ülke arasında 4,97 puan ile 98’nci sırada yer alıyor. Mutluluk sıralamasında Senegal, İran, Azerbaycan, Nijerya, Filistin, Kamerun gibi ülkelerle yan yanayız. Yani insanımız mutluluk açısından gelişkin ekonomilerde yaşayan insanlarla kıyaslanabilecek bir konumda değil.

Nitekim raporda Türkiye Merkez Asya ve Orta Doğu Bölgesinde yer alıyor. Ama bu bölgenin de ortalama değerinin altında bir puana sahip. Öyle ki Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Irak, Gürcistan, Ermenistan, İsrail, S. Arabistan, BAE, Bahreyn’de yaşayanlar Türkiye’den daha mutlular.

Ülkemiz insanının 30 yaş altında olanlarında bu mutsuzluk daha da belirgin zira bu açıdan üç sıra daha düşüyor ve 101’nci sıraya geriliyoruz.  Bu da gelecek kaygısı taşıyan gençlerin mutsuzluğunun bir yansıması.

Sonuç olarak

Daha eşitlikçi toplumların, diğerleriyle kıyaslandığında, insanın ve doğanın korunmasını ekonomik büyümeye daha fazla tercih ettikleri,  aynı zamanda Küresel Barış Endeksi’nde daha barışçıl ülkeler sınıflamasında yer aldıkları bilimsel araştırmalarla kanıtlanmış bir gerçek.

Buradan hareketle, her ne kadar ekonomik eşitsizliğin azaltılması sağlık, sosyal ve çevresel sorunlar için her derde deva bir çözüm olmasa da, tüm bu sorunların çözümünde merkezi bir öneme sahip. Bu yüzden de bu sorunlar ele alınırken eşitsizliklerin azaltılması bir ön koşul olarak kabul edilmelidir.

Bazılarının söylediği gibi, “ülkede her şey güllük gülistanlık” değil ve işin kötüsü durum daha da kötüye gidiyor. Ülkede sosyal adaletin, hukukun üstünlüğünün, barışın ve demokrasinin inşa edilmesi kadar, adil bir gelir bölüşümünün de sağlanması çok acil bir ihtiyaç.

“Parayla saadet olmuyor” belki ama parasız da hiç saadet olmuyor zira bir zamanların mücahitlerinin ultra zengin müteahhitlere dönüştüğü bu ülkede her şey paraya endekslenmiş durumda. Son 40 yıldır, özellikle de son 22 yıldır ülke para kazanmanın kutsal sayıldığı, paraya adeta tapılan bir ülke haline geldi. Maddi, manevi bütün değerler paraya endeksli ve sözüm ona maneviyatı ön planda tutan siyasal İslamcılar paraya tapınma işinin liderliğini yapıyorlar.

Bu yüzden de kimse mutsuz on milyonlarca emekçiden ve emekliden, kadınlardan ve gençlerden daha fazla fedakârlık beklememelidir. Bu sadece onların yoksulluğundan değil, aynı zamanda insan yerine konulmamasından, devlete bir yük olarak (dipsiz kuyu) tanımlanmasından da kaynaklanıyor. Yani bu ülkede hem parasal (gelir ve servet gibi)  hem de parasal olmayan (sosyal içerilme, aile, eşit yurttaşlık gibi) göstergeler bağlamında insanımız mutsuz.

Ülkede barışı ve huzuru sağlamak da, emekçilerin durumunu iyileştirmek de, toplumu mutlu etmek de ülkeyi yöneten siyasetçilerin başta gelen görevi ve sorumluluğu olmalıdır.  

Onlar isterlerse savaşçı, militarist, otoriter güvenlikçi, rantçı, talancı, emek ve doğa düşmanı ve israfçı politikalarına son verip, böylece kaynak tasarrufu sağlayabilirler. Keza iktidarlarını korumak kaygısıyla bir süredir hayata geçirdikleri ötekileştiren ve kutuplaştırıcı siyasetlerini de sonlandırabilirler.

Yine isterlerse bütçe gelirlerini insanlarımızı mutlu etmek için kullanabilirler. Zira ekonomide de, devlet bütçesinde de yönelebilecekleri, döviz, altın, borsa ve devlet tahvili zenginleri, mevduat zenginleri ve gayrimenkul zenginleri konumunda hatırı sayılır bir büyüklükte süper zengin kitle var.  

“Terörle mücadele ediyoruz” gerekçesiyle onlarca milyar doları harcayabilenler, her yıl KÖİ projelerine bütçeden onlarca milyar TL aktaranlar, emekçiler ve emeklilerin mutsuzluğuna son vermek için mevcut ekonomik teröre karşı neden mücadele etmezler de, onu halkları ezmek ve kendilerine biat ettirmek için kullanırlar?

Oysa emekten yana bir iktidar altında, kolayca, artan oranlı vergilerle, daha varlıklı bireylerin ortalamadan daha yüksek oranlarda vergilendirilmesini sağlayabilmek mümkündür.

Böylece, bu süper zenginlerin normal ihtiyaçlarının üzerindeki gelirlerini ve servetlerini vergilendirerek elde edeceğimiz gelirleri yoksullukla mücadele de kullanabiliriz. Zira kişi ne kadar zengin olursa, temel ihtiyaçlarının karşılanmasından sonra o denli az paraya ihtiyaç duyar. Oysa bu para yoksullar tarafından kullanıldığında toplumsal fayda artar.

Artan oranlı vergilendirme ayrıca servet eşitsizliğinin kontrolden çıkmasını önler ve yukarıya doğru emilen paranın aşağıya doğru yeniden dağıtılmasına yardımcı olur. Oysa zengin elitler daha az vergi ödediğinde, etkin bir şekilde halktan çalmış olurlar.

Böylece, somut bir öneride bulunabiliriz: Bankada 1 milyon dolar ve üzerinde net nakit serveti olandan yüzde 5 oranında vergi almak ve servetin miktarı arttıkça bunu yüzde 10’a kadar yükseltmek, kısaca kalıcı artan oranlı bir servet vergisi hayata geçirmek.

Özetle, kamu harcamalarının gereksiz, verimsiz, topluma ve doğaya karşı olanlarına son verirken, aynı zamanda acilen artan oranlı bir servet vergisi uygulamasını başlatmak ve buradan sağlanan vergi gelirleriyle de yoksulların yaralarını sarmak gerekiyor.

Ardından nitelikli, kalıcı ve toplum yararına olan kamusal istihdam yaratarak işsizlerin onurlu bir yaşanabilir gelire sahip olmalarını sağlamak ve başta eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, toplu ulaşım ve barınma olmak üzere kamusal hizmetleri iyileştirmek ve bunları halka ücretsiz sunmak gerekiyor.

Diğer yandan, 31 Mart seçimlerinde iktidar blokunun hedefi halktan ve doğadan çaldıklarını zenginlere ve artık büyük sermaye haline gelmiş olan siyasal İslamcı cemaatlere aktarmayı sürdürmektir.

Yapılacak iş belli

Pazar günü 22 yıldır bu ülkeyi yöneten ve ülkeyi başta yoksulluk, enflasyon, işsizlik, yolsuzluk, devasa kamu borcu, hukuksuzluk ve adaletsizlik ve savaşlar olmak üzere çok ciddi bir ekonomik ve sosyal çöküşün eşiğine getirenlere bir ders vermemiz gerekiyor.

Ayrıca, unutmayalım ki, yerel yönetimleri kazanmak hızla kurumsallaşmakta olan faşizmin önüne de set çekmektir ve bu seçimler bu açıdan muhtemelen son şanstır. Yani demokrasi, barış, sosyal adalet ve huzur istiyorsak, yoksulluğa ve eşitsizliğe son vermek istiyorsak, 31 Mart seçimlerini AKP-MHP iktidar blokunu geriletmek ve gerçek bir halk demokrasisini kurmak için bir fırsat olarak görmeliyiz ve halklarının yanında, dürüst, şeffaf, devrimci, demokrat ve yurtsever adayları desteklemeliyiz.

Dip notlar:

(1)   TÜİK, İstatistiklerle Yaşlılar, 2023, https://data.tuik.gov.tr (27 Mart 2024).

(2)   https://t24.com.tr/haber/murat-agirel-altinok-un-antalya-da-600-dairesi-daha-oldugu-iddia-edildi (20 Mart 2024).

(3)   The Knight Frank Wealth Report (18th edition), 2024.

(4)   https://www.visualcapitalist.com/visualizing-top-countries-by-wealth-per-person (17 October 2023).

(5)   Richard G. Wilkinson & Kate E. Pickett, “Why the world cannot afford the rich”, https://www.nature.com/articles/d41586-024-00723-3 (22 Mart 2024).

(6)   https://www.gallup.com/analytics/349487/gallup-global-happiness-center.aspx? (20 March 2024).

(7)   https://theconversation.com/finland-is-the-happiest-country-in-the-world-but-our-research-suggests-the-rankings-are-wealth-and-status-oriented (27 March 2024).

(8)   Agm.

 

 

 


27 Mart 2024 Çarşamba

Servet vergisi

 Erdemoğlu’nun önerdiği servet vergisi kimleri hedefliyor?

Mustafa Durmuş

27 Mart 2024


Türkiye’nin en büyük holdinglerinden olan Erdemoğlu Holding’in yönetim kurulu başkanı İbrahim Erdemoğlu’nun, Ekonomim Gazetesi’nden Vahap Munyar’a konuşurken, özellikle de yaptığı servet vergisi önerisi çok dikkat çekti.

Birçok insan bazı Batı ülkelerinin dolar milyarderlerinden gelen böyle önerilere (özellikle de Covid-19’dan bu yana) alışkın, ama Türkiye’de ilk kez böyle bir şey süper zengin biri tarafından dillendiriliyor. Acaba süper zenginimiz, sınıf olarak kendilerinin de ellerini taşın altına sokmalarını öneriyor?

Dünya’daki en zengin 500 kişiden biri

Erdemoğlu, Forbes’in her yıl açıkladığı dünyadaki en zengin 500 kişi arasında 497’nci sırada yer alan tek Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı. Öyle ki dergide, 2023 yılındaki net servetinin değeri 5,3 milyar dolar olarak yer alıyor. (1)

İbrahim Erdemoğlu (kardeşi Ali Erdemoğlu ile birlikte) halı üretiminde kullanılan malzemelerin en büyük üreticilerinden biri olan SASA Polyester'in yüzde 75’inden fazlasına sahip. SASA’nın ise Koch Industries’in kimyasallar, polimerler, kumaşlar ve elyaflar üreten bir yan kuruluşu olan Invista ile 935 milyon dolarlık bir lisans ve teknik hizmet anlaşması var.

Servet büyük ölçüde halka arzlardan

Erdemoğlu kardeşler SASA'nın yüzde 51’ini, 2015 yılında, 102 milyon dolara satın almışlar ve sonrasında halka arzlar yoluyla şirketin hisselerinin değerini inanılmaz bir biçimde büyüterek bugünkü serveti yaratmışlar. Yani sadece 8 yıla sığan bu süper zenginliğin arkasında büyük ölçüde borsadaki halka arzlar var.

Holding aynı zamanda, iki özel şirket olan Merinos Halı ve Dinarsu Halı’yı da bünyesinde tutuyor. Öyle ki bugün Erdemoğlu Holding, Türkiye ve Rusya'da sekiz lokasyondaki üretim tesisleriyle dünyanın en büyük halı üreticilerinden birisi.

“6 milyon TL’nin üzerinde varlığı olan herkes servet vergisi ödesin!”

İbrahim Erdemoğlu, Munyar’la görüşmesinde, ” 6 Şubat depremlerinin neden olduğu büyük bütçe açıklarını telafi edebilmek ve İstanbul’daki kentsel dönüşümü fonlamak üzere tek seferlik bir servet vergisinin alınmasını” öneriyor.

Ona göre, toplam servetinin değeri 6 milyon TL’nin üzerinde olan herkesten yüzde 1-2 oranında ve bir kerelik olmak üzere, bir servet vergisi (24 ay veya 36 ay taksitlerle) alınabilir. Servet (varlık) hesaplamasına, arsadan bina ve konuta, şirketten hisse senedine, tahvil ve bankadaki mevduata kadar her şeyin dâhil edilebilir.

Erdemoğlu’na göre, bu şekilde toplanacak 150 milyar dolarlık bir fon, merkezi yönetim bütçesi dışında, şeffaf, denetime tabi ayrı bir fonda tutulsun (Meclis denetiminden kaçırılan bu para şeffaf biçimde nasıl kullanılabilir?) Bunun 50 milyar doları 6 Şubat depremlerinin zarar verdiği 11 kente (ki bunların arasında Erdemoğlu’nun memleketi olan Adıyaman da var) harcansın. 100 milyar doları da başta İstanbul olmak üzere Marmara Bölgesi’nin kentsel dönüşümü için kullanılsın. (2)

Erdemoğlu’nun yanlış bildikleri ya da söyledikleri

Öncelikle, Erdemoğlu kamudaki istihdam sayısının ciddi olarak azaltılması da dâhil olmak üzere,  dört-beş yıl boyunca kemer sıkma politikalarının hayata geçirilmesini savunuyor.  Ona göre “hepimiz aynı gemideyiz”, o yüzden de mealen, kamu emekçileri işsiz kalarak, servet sahipleri de servet vergisi ödeyerek fedakârlık yapmalı.

“Kamuda istihdam edilen sayısı çok mudur, neden çoktur ve bunun ne kadarı son yıllardaki güvenlikçi, militarist ve siyasal İslamcı politikalara uygun olarak alınan üniformalı istihdamdan oluşuyor” gibi soruları irdelemeden, kamusal istihdam bir kambur olarak niteleniyor ve işsizliğe davetiye çıkartılıyor.

Ayrıca Erdemoğlu, kamucu sosyal güvenlik sistemine de karşı çıkıyor ve  “dünyada birçok ülkede 4 çalışana karşı 1 emekli, bizde ise 1,6-1,7 çalışana karşılık 1 emekli olduğunu” ileri sürüyor. Bunun da SGK açıkları yüzünden bütçe açığına yol açtığını söylüyor.

Oysa DİSK-AR’ın yenilerde yayımlanan bir araştırmasına göre, Avrupa ülkelerinde ortalama aktif/pasif oranı 1,6 düzeyinde. Fransa, Polonya, İtalya, Belçika, Finlandiya gibi ülkelerde aktif/pasif oranı Avrupa ortalamasının altında. Türkiye'de aktif-pasif oranı ise 2021’de 1,9 (2023’te bu oran 1,7’ye geriledi). (3) Yani Türkiye’deki aktif/pasif oranı Avrupa’dakinden daha küçük değil, eğer bu bir sorunsa, her yerde sorundur, sadece Türkiye’de değil.

Ayrıca SGK açıklarını kapatmak, hatta sosyal güvenlik sistemini güçlendirmek için mevcut durumda “vergi harcamaları” adı altında, yüzde 70’i sermaye kesimi ve zenginlerden muafiyet, istisna ve indirim adları altında alınmayan 2,2 trilyon liralık verginin toplanması yeterli olur. Sırf bu açıklar için servet vergisi almaya gerek yok.

Sermayenin vicdanı mı sızlıyor?

İkincisi, servet vergisi önerisi ilk bakışta bazı Batı ülkelerindeki bir kısım zenginlerin servet vergisi alınması yönündeki açıklamalarına benzer bir açıklama gibi gözüküyor.

Hatta bu açıklamayı, “vicdan ve sorumluluk sahibi zenginlerimizin ellerini taşın altına sokmaya hazır oldukları” biçiminde yorumlayanlar da var (başta V. Munyar olmak üzere).

Servet vergisi adı altında halkın elinde kalan son varlıklarına mı göz dikiliyor?

Ancak, bu öneri adil gibi gözükse de, birincisi servet vergisinin eşiğinin 6 milyon TL’den başlatılması, ikincisi bu parayla ülkenin kaymağını yiyen inşaat sektörünün büyük şirketlerinin fonlanacak olması, önerinin ilericiliğinin aksine, gerici ve emekçi karşıtı karakterini ortaya koyuyor.

Öncelikle, vergiye esas olacak servetin (varlık) hesabına menkul ve gayrimenkul her şey dâhil ediliyor. Ancak bugün büyük kentlerde ortalama bir konutun değeri 6 milyon TL’yi zaten buluyor. Bu da elinde konutundan başka serveti olmayan örneğin bir emekli memurun servet vergisi ödemek zorunda kalacağı demektir.

Oysa servet vergisi, dünyadaki uygulamasına bakıldığında, genellikle aşırı yükseklikte serveti olanlardan alınan ve mükellef tabanı dar bir vergidir. Yani gelir vergisi ya da tüketim vergisi gibi geniş tabana yayılabilecek bir vergi değildir.

Erdemoğlu, önerisiyle aslında nesnel olarak dünyada tartışılan servet vergisinin ülkede uygulanmasının önünü kesiyor zira niyetinden bağımsız bir biçimde, onu korkutucu bir şey olarak gösteriyor.

Eşit oranda vergi almak adaleti sağlamaya yetmez

Keza, verginin tek seferlik ve tek bir orandan alınması da, “her ne kadar herkes eşit oranda ödeyeceğinden adaletli olur” algısı yaratsa da, doğru değil.

Zira örneğin 6 milyon TL serveti olan bir kişinin bunun üzerinden ödeyeceği 60-120 bin TL’lik bir vergi, büyük servet sahipleri açısından çok önemsiz bir miktar iken, bir memur ya da işçi emeklisi ya da hali hazırda bir çalışan ya da küçük esnaf konumundaki konut sahibi için ciddi bir maliyettir, ağır bir mali yüktür.

Bu nedenle de, doğrusu servet vergisinin (başlangıçta) sadece finansal servetlerle (örneğin bankadaki mevduat) sınırlı tutulması ve vergi eşiğinin 1 milyon dolardan başlatılmasıdır (yaklaşım 33 milyon TL). Ayrıca bu verginin tek seferlik değil, her yıl ve matrah arttıkça artan oranda, yani artan oranlı bir tarife ile alınması vergilemede adalet açısından daha uygundur.

Böylece örneğin, bankada 1-5 milyon dolar karşılığı TL mevduatı olanlardan yüzde 3; 5-10 milyon dolar karşılığı TL mevduatı olanlardan yüzde 5; 10-50 milyon dolar karşılığı TL mevduatı olanlardan yüzde 7 ve 100 milyon dolardan fazla TL mevduatı karşılığı olanlardan yüzde 10 vergi alınması gibi bir uygulama söz konusu olabilir.

Özetle, süper zengin Erdemoğlu’nun önerileri, depremin ve krizin faturasının halka kesilmesidir, halka kemer sıktırmaktır. Önerdiği sözde servet vergisi ise, gerçek bir servet vergisi değildir, çalışan sınıfların ve bazı emeklilerin (örneğin ev sahibi olanlarının) varlıklarına, birikimlerine göz diken, diğer taraftan süper zenginlerin servetlerinin dikkatlerden kaçırılmasına hizmet eden bir vergidir.

Dip notlar:

(1)  https://www.forbes.com/profile/ibrahim-erdemoglu/?list=billionaires (25 Mart 2024).

(2)  https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/yuzde-1-servet-vergisi-gelsin-150-milyar-dolar-deprem-kaynagi-yaratilsin (25 Mart 2024).

(3)  DİSK-AR, “Avrupa’da ve Türkiye’de Emeklilerin Durumu”, https://arastirma.disk.org.tr (23 Mart 2024).

 

24 Mart 2024 Pazar

Yapay zekâ ve seçimler

 

Yapay zekâ ve seçimler

Mustafa Durmuş

25 Mart 2024


Bir önceki yazımızda da değinildiği gibi, yapay zekânın vaat edebileceği her türlü avantaj, bu tartışmalı yeni teknolojinin dehşet verici tehlikeleri tarafından gölgede bırakılıyor.

Daha da önemlisi, insanlığın istenmeyen olumsuz sonuçları kısa vadeli faydalarından çok daha ağır basacak olan bu teknolojik devrimi durdurmak için şansı giderek azalıyor. Çünkü yapay zekâ, yüksek hızı onun özünü oluşturduğundan ve makine öğrenimi yoluyla kendi kendini geliştirdiğinden, diğer büyük teknolojilerden daha hızlı metalaşıyor, ticarileşiyor, yaygınlaşıyor. 

Aşırı genetik mühendisliğini hızlandırması, sentetik organizmaların üretimini kolaylaştırması, finansal piyasaları ve ekonomiyi sarsması, savaş sanayindeki uygulamaları (katil robotlar), insanları işsiz bırakması ve gelir ve servet adaletsizliğini iyice derinleştirmesi, yüksek enerji, toprak ve su kullanma eğilimi nedeniyle olumsuz çevresel etkileri, yüz yüze insan etkileşimini daha da nadir hale getirmesi ve kuşkusuz seçimleri manipüle etmekte kullanılabilmesi, yapay zekânın insanlığa, emeğe, demokrasiye, barışa ve doğaya karşı şu ana kadar görülen en önemli tehditlerinden önde gelenlerini oluşturuyor. (1)

Sahte söylemler, yaşanmamış olaylar

Henüz yeni olan ChatGPT ve Sora gibi güçlü üretici yapay zekâ aparatları, sosyal medya araçlarının yoğun olarak kullanıldığı ülkelerde siyasal propaganda ve dezenformasyonun artmasına yol açarken, aynı zamanda ikna edici derin sahtecilikler (deepfakes) üretmeyi kolaylaştırıyor. Böylece örneğin politikacıların ağzından gerçekte söylemedikleri sözler çıkıyor ve gerçekte yaşanmamış olaylar gözlerimizin önünde yeniden oynatılıyor.

İşin kötü yanlarından biri de, seçmenlerin kandırılma olasılığının ve belki de en az bunun kadar endişe verici biçimde, internette gördüğümüz hiçbir şeye güvenemeyeceğimiz hissinin de giderek artmasıdır. Bu da “entropi yasası” bağlamında kaos ortamından yararlanan ve seçmenlerde, yalan da olsa, belirlilik sunan sağcı otoriter ve faşist liderliklere ve adaylara daha fazla yönelimle sonuçlanıyor.

Demokratik süreçlerden kopuş

Yani yaratıcı yapay zekânın iletişimde yanlış bilgi ve sahte görüntüler yayma yeteneği demokratik seçimler açısından ciddi sonuçlar doğurabilir. Zira yapay zekâ neyin gerçek, neyin gerçek olmadığını ayırt etmedeki mevcut zorlukları derinleştirebilecek, halkın tükettiği iletişime güvenmesini zorlaştırabilecek, toplumsal kutuplaşmaya neden olabilecek, hatta demokratik süreçlerden tamamen kopmalarına yol açabilecektir.

Yaratıcı yapay zekâ ve büyük dil modellerinin yanlış bilgiyi çok daha yükseklere taşıması da mümkündür. Sık sık dile getirilen “internette arayın” ifadesi, yanlış haberlerin önemini azaltmak yerine daha da artırabilir. Böyle bir “süper seçim yılı”nda, insanların bir haber güvenilmez bir kaynaktan geliyorsa, en iyi seçeneğin onu görmezden gelmeleri olduğunun onlara anlatılabilmesi zorlaşacaktır (2)

Yapay zekâ aracılığıyla seçimlerde hile yapmak

Seçim sonuçlarını etkilemek için; seçim bölgesinin sınırlarını yeniden çizmek, seçilme yeterliliğine sahip olmayan seçmenlerin listelerde yer almasını sağlayarak sahte oy kullanılmasına izin vermek gibi seçim hileleri yaratıcı yapay zekâ ile kolayca hayata geçirilebilen hilelerdir.

Bu kuşkusuz seçim dürüstlüğünün zedelenmesine, seçilme yeterliliğine sahip seçmenlerin listelerde yer almamasına, bu kişilerin seçme haklarından mahrum kalmalarına ve halkın gerçek iradesini yansıtmayan seçim sonuçlarının ortaya çıkmasına neden olacaktır.

Yapılan bir araştırmaya göre (3), yaygın bir hak mahrumiyeti yaşanmasa bile, hükümetler, yapay zekâyı daha büyük ölçekte kullanarak seçimlere olan güveni sarsıyorlar ve seçmenlerin seçimlere olan güvenini azaltarak demokrasiye zarar veriyorlar.

Yapay zekâ, biyopolitika ve seçmen davranışları

Demokratik toplumlarda siyasal iktidar demokratik seçimlerle kazanılır ve bunun en temel yolu da seçmenlerin ikna edilmesidir. Seçimler iktidarın el değiştirmesiyle (ya da sağlamlaştırılmasıyla) sonuçlanabileceğinden, seçmenlerin özgürce düşünme ve oy kullanma imkânlarını koruyabilmeleri çok önemlidir.

Diğer yandan, yaratıcı yapay zekâ gibi teknolojiler aracılığıyla siyasetçiler ve sermaye zihnimizin nasıl çalıştığı konusunda bizden çok daha fazla şey biliyor. Öyle ki zihnimizi bypass ediyor, önyargılarımızı harekete geçiriyor, bize subliminal mesajlar veriyor, bizi düşünmeden bilgi paylaşmaya itiyorlar.

Dikkatimizi bağımlılık noktasına kadar kontrol edebildiklerinden, bu ikna süreci bir manipülasyona dönüşüyor. Twitter, Instagram, Facebook gibi sosyal medya ortamları zihnimizin nasıl çalıştığına dair bilgiyi kullanarak dikkatimizi dağıtabiliyor, düşünme cesaretimizi kırıyor ve sosyal medyadaki linçlerle eleştirel düşüncenin cezalandırılmasını kolaylaştırıyor.

Teknoloji şirketleri ve “ters sansür”

Yeni teknolojiler sadece düşüncenin cezalandırılmasını kolaylaştırmakla kalmıyorlar, aynı zamanda düşüncelerimizi güçlü bir şekilde manipüle etme potansiyeline de sahipler.

Günümüzde beyin taramaları ya da nöral arayüzler yoluyla düşünceleri tespit eden beyin okuma teknolojisi bu sırrı açığa çıkarma tehdidinde bulunuyor. Geleneksel olarak devletler özgürlüklerimize yönelik başlıca tehdit olarak görülmekteydi. Bugün ise büyük sermaye, özellikle de medya ve teknoloji şirketleri gibi bilgi akışını kontrol eden şirketler bu konumundalar. Öyle ki bu tür şirketler hangi bilgileri görüp görmeyeceğimiz konusunda bizleri etkiliyorlar. Ayrıca bizi çok fazla içeriğe boğarak düşünme yeteneğimize zarar veren “ters sansür” yaratabiliyorlar. (4)

Nitekim 2023 yılında, 2013 ve 2018’deki İtalyan genel seçimlerinde sahte haberlerin popülist partilere verilen oylar üzerindeki etkisini araştıran bilimsel bir çalışma yapıldı. Çalışmadan elde edilen bulgulara göre, popülist partilere önceden verilen destekten bağımsız olarak, sahte haberlere maruz kalmak popülist partilerin lehine bir durum oluşturdu. (5)

Dezenformasyon ve kararsız seçmen

Buradaki önemli bir soru, “hangi seçmen gruplarının diğerlerine göre dezenformasyondan daha fazla etkilenerek oy davranışlarını değiştirdiğidir”.

İnsanların sahte haberleri, kendi siyasi inançlarına uygun olduğunda, doğru olarak kabul etme eğiliminde oldukları biliniyor. Bazı araştırmalarsa, kararsız seçmenlerin sahte haber başlıklarını güvenilir bulma ihtimalinin kararlı seçmenlere kıyasla daha yüksek olduğunu gösteriyor (ancak bunun tam tersi de görülüyor yani kararsız seçmenler siyasi yalan haberlere daha az duyarlı olabiliyorlar).

Yine de, özellikle de başa baş giden bir seçimde, kararsız seçmenler açık hedeftir. Ancak kararsız seçmenlerin profilini doğru bir şekilde çıkarmak da kolay değildir (özellikle de insanlar oy verme niyetlerini ve bunun arkasındaki nedenleri açıklama konusunda temkinli davrandıklarında).

Diğer taraftan, politikacılar ya da seçim kampanyalarını yürütenler kararsız seçmenleri etkilemek için saldırgan negatif kampanyalarda dezenformasyon kullandıklarında, insanları seçim sürecinden bütünüyle kopartabilirler ve bazı insanları daha da kararsız hale getirebilirler.

Özetle, çoğu araştırma sahte haberlerin kararsızların oy verme niyetlerini kökten değiştirmese de, mevcut inanç ve görüşleri pekiştirme olasılığının daha yüksek olduğunu gösteriyor. (6)

Sınıf bilinci ve bilimsel bilgi aşısı gerekiyor

Yapay zeka ile yönlendirilen dezenformasyonun, diğer dezenformasyon biçimleri gibi oy verme üzerinde herhangi bir etkisi olmadığını söylemek mümkün değil. Çünkü yalan haberler kontrolden çıkmış bir salgın gibi işlev görüyor. Bunlara karşı seçmenlerin sınıf bilinci ve bilimsel bilgi ile aşılanması gerekiyor.

ABD başkanlık seçimleri yaklaşırken, bir dizi sahte ses ve video kaydının yayınlanma olasılığı, ülkedeki burjuva demokrasisini pamuk ipliğine bağlı hale getirebilir. “Aday bunu gerçekten söyledi mi?”, sorusunun cevabını öğrenmek zaman alırken, doğruluk kontrolünün kendisinin yapay zekâ tarafından üretilip üretilmeyeceği ise henüz bilinmiyor.

Küresel siyaseti etkileyecek bir kapasiteye sahip bulunan Hindistan’da bu yıl yapılması planlanan ulusal seçimlerde ise, seçim öncesinde Modi liderliğindeki Hindutva faşizmi altında iktidar yapay zekâ tarafından üretilen ve sonuçları açısından son derece aldatıcı ve yıkıcı olabilecek siyasi içerikleri deniyor.

Türkiye’de de, çevrimiçi sahteciliğin tuzağına düşen, dezenformasyondan, devlet destekli trollerden ya da özel trollerden, demokrasi ve barışa karşı önyargılardan, yalanlardan ve derin sahtecilikten oluşan dijital merkezler tarafından her gün ideolojik saldırıya uğratılan milyonlarca seçmen var.

Üstelik bu seçmenler son 22 yıldır ciddi bir biçimde yoksullaştırılarak sosyal yardımlar aldı altında sadaka kültürüne boyun eğdirilmiş, ağır biçimde borçlandırılmış ve siyasal İslam’ın tahrip edici etkisi altında özgürce düşünmekten büyük ölçüde uzaklaştırılmış durumdalar. Bu seçmenlere hakikatlerin söylenmesi ve bu konuda uyarılmaları gerekiyor.

Tek sorun yapay zeka ve dezenformasyon değil

Ancak aleyhte çıkan seçim sonuçlarının tek nedeni olarak dezenformasyonun gösterilmemesi gerekir. Zira dezenformasyona bu denli yüksek bir güç atfedilirse, öncelikle, insanların özgürce oy verme tercihlerinde bulunma iradelerinin varlığı inkâr edilmiş olur. Oysa özgür iradeye olan inanç, birçok seçmenin demokrasiyi desteklemesinin en başta gelen nedenidir. Bunu inkâr etmek demokrasiye sosyal medyada dolaşan birkaç sahte haberden daha fazla zarar verebilir.

Bir önceki yazımızda geniş biçimde ele aldığımız dezenformasyonun tamamının yüksek teknoloji ürünü olmadığını da hatırlamakta fayda var. Çünkü demokratik seçimlere saldırmanın başka yolları da var. Örneğin, seçim sürecinin dürüstlüğüne ilişkin söylentiler ve komplo teorileri bunlardan bazılarıdır (sinsice).

Keza, seçmen kaydırmalar, seçmenlerin bizzat sandıklara gitmesini önlemek için kolluk kuvvetleri aracılığıyla yapılan fiziki engellemeler, belediyelere yaygın kayyum atamaları, sandık kaçırmalar ve diğer seçim hileleri ve YSK’nın hukuksuz kararları derin sahtecilikten önce ele alınması gereken konulardır.

İkinci olarak, dezenformasyonu seçimi kaybetmenin tek nedeni olarak göstermek muhalefet partilerinin kendi ideolojilerindeki, paradigmalarındaki, politikalarındaki ve örgütsel anlayışlarındaki yanlışlıkların da gizlenmesi anlamına gelir ki bu da en az seçimi kaybetmek kadar kötüdür.

Özellikle de işçi sınıfından ve ezilen halklardan kopuk siyaset yapan ama muhalefetteymiş gibi görünen bazı ana akım siyasal partilerin Türkiye’de içine düştükleri durum tam da budur: Kendi hatalarını görmek yerine, dezenformasyon ve yanlış bilgi ile aldatılan seçmeni yenilgilerden sorumlu tutmak.

Sonuç olarak

Bir teknolojik yenilik olarak yapay zekâ ne iyi ne de kötüdür, sonuç büyük ölçüde onun hangi sınıfların ve hangi tür devletlerin denetimi altında olduğuna bağlı olarak değişecektir. Yani bu teknolojiler insanlığın hizmetinde olarak kullanılabildiği gibi, diktatörlükler tarafından insanlığa karşı da, seçimlerde dezenformasyonu daha etkili hale getirmek amaçlı olarak da kullanılabilmektedir.

Nitekim henüz yeni olsa da, yapay zekâ etkili bir propaganda makinası olarak bilhassa seçim dönemlerinde kullanılıyor. Öyle ki rıza üreten klasik propaganda makineleri artık neredeyse yüzde yüz yapay zekâ güdümlü olarak işliyorlar. Üstelik bu işi yapan sadece bir devlet ya da sermaye grubu değil, daha önce hiç görmediğimiz bir kültürel ölçekte yapay zekânın dil kapasitesidir.

Diğer yandan, kesin olan bir şey var ki, o da yapay zekânın küresel bir karmaşıklık ve belirsizlik çağını başlatmış olması ve bunun da bir bütün olarak demokrasiyi ve barışı ortadan kaldırma riski gibi risklere sahip olmasıdır. 

İşin kötüsü yapay zekânın tehditleri kolayca düzeltilebilir bir dizi hatadan kaynaklanmıyor. Bunlar teknolojinin içsel doğasının kaçınılmaz ifadeleridir (gizli iç işleyişi ve işlevin kendi kendine evrimi) ve bunlar önemsiz tehlikeler değil, varoluşsaldır. Duruma kapsamlı ve nesnel bir bakış, yapay zekânın şu anda doğayı ve insanlığı tehdit eden tüm olumsuz eğilimleri muhtemelen hızlandıracağını gösteriyor.

Bu nedenden dolayı da bazı bilim insanları yapay zeka teknolojisinin gelişiminin “güvenli bir seviyede” durdurulması, teknolojinin silah araştırmaları, yüz tanıma ve dezenformasyon gibi “kötü” uygulamalarının denetim altına alınması çağrısında bulunmaktan ziyade, bu teknolojinin uygulamalarının küresel çapta durdurulması gerektiğini savunuyorlar. (7)

Bu bağlamda, kuşkusuz yapay zekâ ile ilintili derin sahtecilik gibi uygulamaları önlemeden bağımsız olarak, seçimlerin adil ve erişilebilir olmasını sağlamak, seçim sistemlerini ve siyasal partileri halkın iradesini daha iyi temsil edecek ve bu iradeye yanıt verecek şekilde yeniden tasarlamak, yargıyı bağımsız kılmak gerekiyor. Ayrıca daha katılımcı, sivil ve resmi kurumlar inşa etmek ve sermayenin siyaset üzerindeki etkilerini asgariye indirecek yeni demokratik düzenlemelere de ihtiyaç var.

Yakın zamanda Avrupa Parlamentosu tarafından onaylanan “Yapay Zekâ Yasası” ile bu alanda önemli adımlar atılmış olsa da, yapay zekâ teknolojisinin, özellikle de seçmen davranışlarının manipülasyonu, demokratik aşınma ve kutuplaştırma gibi olumsuz sonuçlarına karşı küresel çapta önlemlerin alınması gerekiyor.

Çünkü yeni bir teknoloji ortaya çıktığında, olağan uygulama, düzenlemeleri uygulamadan önce beklemek ve olumlu ve olumsuz sonuçlarını görmektir. Ancak yapay zekâ daha da gelişene kadar beklediğimizde artık sorumluluk bizde olmayacaktır. Yani yarattığımız teknolojinin kontrolünü yeniden ele geçirmemiz imkânsız hale gelebilir.

Ayrıca bilimin olduğu gibi teknolojinin de küresel sermayenin ve bazı emperyalist devletlerin kontrolünde olduğu bir dünyada, böyle bir küresel çabanın nasıl gerçekleştirileceği, üzerinde ciddi biçimde düşünülmesi gereken önemli bir başka sorundur.

Son olarak, ülkede parlamentoya sıkışmış muhalefet 31 Mart yerel seçimlerinin yanı sıra, 4 yıl sonraki genel seçimlerde iktidarı değiştirmeyi umut ediyor ama bunun yapılabilirliği konusunda bir kez daha düşünmelidir. Zira baskı, yoksulluk, gericilik ve yapay zeka teknolojisi güdümlü dezenformasyon ve derin sahtecilik ile otoriter- faşizan iktidarları, demokratik olma özelliğini de yitirmiş olan genel seçimlerle değiştirmek artık daha da zorlaşacaktır.

Bu yüzden de emek, demokrasi ve barış mücadelesini seçim dönemlerine sıkıştırmadan, çağın koşullarının gerektirdiği gibi,  toplumsal muhalefetin hiçbir öznesini ve sokak, mahalle, işyerleri gibi hiçbir mekânını dışarıda bırakmayan birlikte, yeni mücadele yol ve yöntemleri geliştirilmelidir.

Dip notlar:

(1)    https://observatory.wiki/Why_Artificial_Intelligence_Must_Be_Stopped_Now (24 March 2024).

(2)    “How online misinformation exploits ‘information voids’ — and what to do about it”, https://www.nature.com (9 January 2024).

(3)    https://theconversation.com/ai-could-help-cut-voter-fraud-but-its-far-more-likely-to-disenfranchise-you (8 February 2024).

(4)    https://theconversation.com/freedom-of-thought-is-being-threatened-by-states-big-tech-and-even-ourselves-heres-what-we-can-do-to-protect-it (8 January 2024).

(5)    https://theconversation.com/disinformation-is-often-blamed-for-swaying-elections-the-research-says-something-else (26 January 2024).

(6)    Agm.

(7)    https://observatory.wiki/Why_Artificial_Intelligence_Must_Be_Stopped_Now (24 March 2024).

 

 

 


23 Mart 2024 Cumartesi

Deepfake

 

Derin sahtecilik ve yapay zekâ

Mustafa Durmuş

23 Mart 2024

Bir önceki yazımızda ele aldığımız dezenformasyonun en somut ve belki de en tehlikeli biçimlerinden biri “derin sahtecilik”(deepfakes) olarak da bilinen uygulamalardır.

Dijital medya kanallarında, dezenformasyon ve yanıltıcı içeriklerin önemli bir boyutunu fotoğraflar üzerinde yapılan dijital görüntü veya ses manipülasyonları oluşturur. Çünkü görüntüler ve fotoğraflar zihinde daha kalıcı ve güçlü bir etki yaratır. Bu güç, dijital görüntü manipülasyonları aracılığı ile dezenformasyon aracına dönüşebilir. Görüntü ve ses manipülasyonları, artık günümüzde kitleleri yanıltarak istenilen şekilde yönlendirmek, belirli bir bakış açısını dayatmak ve bir olayı çarpıtmak gibi farklı amaçlarla ve yapay zekâ teknolojileri ile kolay bir şekilde yapılabiliyor. (1)


Derin sahtecilik (deepfakes)

Derin sahtecilik olarak da bilinen sentetik medya alanındaki gelişmeler yüzünden medyadaki haber ve bilginin bir bilgisayar tarafından mı üretildiğini yoksa gerçekten yaşanmış bir olaya mı dayandığını bilmek giderek zorlaşıyor. Daha da önemlisi, sentetik medya (kısmen ya da tamamen bilgisayarlar tarafından üretilen medya) yapay zekâ araçlarının yaygınlaşmasıyla önem kazandı.

Bu derin sahtecilik gerçek insanların sesini ve görünüşünü taklit etmek için kullanılabiliyor. Derin sahteci medya etkileyici derecede gerçekçi ve fazla beceri ya da kaynak gerektirmiyor. Ayrıca derin sahtecilik ses teknolojisi, tespit edilmesini zorlaştıran bir gelişmişlik düzeyinde. Bu, birbirini izleyen teknolojilerin yüksek kaliteli içerik üretimini neredeyse herkes için erişilebilir hale getirdiği daha geniş çaplı dijital devrimin doruk noktası. (2)

Derin sahteciliğin, bir adayı güçlendirmenin ya da zayıflatmanın/itibarsızlaştırmanın, bir siyasal partinin altını oymaya yönelik bariz çabanın yanı sıra, ülkedeki farklı ulusal kimlikleri ve inanç gruplarını günah keçisi ilan etmeye ve sorumlu gazeteciliği şeytanlaştırmaya ve kadınları ve kız çocuklarını taciz edip korkutmaya dönük videolarla, onları seçime katılmaktan vazgeçirmeye dönük çok sayıda kullanım alanı söz konusu olabiliyor.

Bir örnek vermek gerekirse, Ocak ayı sonlarında, küresel pop ikonu Taylor Swift'in sahte pornografik görüntüleri X’te (eski adıyla Twitter) 47 milyon görüntülenmeye ulaştı. (3)

Bu tür içeriklerin bir bireyin ruh sağlığına verebileceği zararı hayal etmek zor değil. Ancak, derin sahteciliklerin genel ya da yerel seçimler üzerinde ne kadar etkili olduğunu henüz tam olarak bilemesek de, seçim süreçlerinde daha geniş bir ölçekte uygulandığından tüm toplumu tehdit edebilir.

Endonezya, Slovakya, Türkiye

Nitekim Ocak ayında yayımlanan bir makalede genel seçimlerin 14 Şubat’ta yapılacağı Endonezya’da, sosyal medyada büyük hacimli paylaşımlar yapmaları için para ödenen “buzzers” sürüsünün tüm hızıyla çalıştığına vurgu yapılıyordu. Bunların amaçları seçmenleri etkilemekti. Öyle ki dijital gürültünün ortasında, Monash Üniversitesi’nin Jakarta kampüsündeki sosyal bilimci Ika Idris ve meslektaşları, nefret söylemindeki değişikliklerin yanı sıra, bir başkan adayını Çince konuşurken gösteren ve Çin ile yakın bir ittifakı ima eden yapay zekâ tarafından üretilen 'deepfake' video gibi yanlış bilgilerin seçmenler üzerindeki etkisini izlemeye çalışıyorlardı. (4)

Keza Endonezya'daki son seçimlerde merhum Başkan Suharto'yu “dirilten” bir derin sahteci/deepfake video yayınlandı. Bu video görünüşte insanları oy vermeye teşvik etmek amacıyla hazırlanmıştı ancak Suharto'nun liderliğini yaptığı siyasi parti tarafından hazırlandığı için propaganda yapmakla suçlandı.

Derin sahteciliğin daha bariz bir kullanımı siyasi adaylar hakkında yalanlar yaymaktır. Örneğin, Slovakya'nın Eylül 2023'teki parlamento seçimlerinden günler önce yayınlanan yapay zekâ tarafından üretilen sahte ses, İlerici Slovakya Partisi lideri M. Šimečka'yı bir gazeteciyle oylamaya nasıl hile karıştırılacağını tartışmış gibi göstermeye çalıştı. Bu video seçim kampanyasının son günlerinde yayınlandı zira bu dönem dezenformasyon ve manipülasyon saldırıları için en uygun zaman öyle ki buna yanıt verebilmek için çok az zaman kalıyor.(5)

Aslında bu durum Türkiye için de yabancı değil. 14-21 Mayıs 2023 Genel Seçimleri sırasında muhalefetin Cumhurbaşkanı adayı olan K. Kılıçtaroğlu’nu Kandil ile aynı videoda gösteren ve sonrasında bunun kurmaca olduğu Cumhurbaşkanı tarafından dahi kabul edilen bir sahte video (6) bizzat Erdoğan tarafından kullanılmıştı.

Yapay zeka ve dezenformasyon

Yapay zekâ, insan zekâsı süreçlerinin makineler, özellikle de bilgisayar sistemleri tarafından simüle edilmesidir. Yapay zekanın spesifik uygulamaları arasında uzman sistemler, doğal dil işleme, konuşma tanıma ve makine görüşü gibi uygulamalar yer alır. Aslında çoğu zaman, yapay zekâ olarak adlandırılan şey makine öğrenimi gibi teknolojinin sadece bir bileşenidir.

Genel olarak, yapay zekâ sistemleri büyük miktarlarda etiketli eğitim verisi alarak, korelasyonlar ve örüntüler için verileri analiz ederek ve gelecekteki durumlar hakkında tahminler yapmak için bu örüntüleri kullanarak çalışır. Bu şekilde, metin örnekleriyle beslenen bir sohbet robotu insanlarla gerçekçi iletişim kurmayı öğrenebilir veya bir görüntü tanıma aracı milyonlarca örneği inceleyerek görüntülerdeki nesneleri tanımlamayı ve açıklamayı öğrenebilir. Yeni, hızla gelişen üretken yapay zekâ teknikleri gerçekçi metinler, görüntüler, müzik ve diğer medyayı yaratabilir. Özetle, yapay zekâ, yaşama ve çalışma tarzımızı değiştirme potansiyeli açısından önemlidir. (7)

Yapay zekâ: Öğrenen ve zekâsını artıran robot

Yapay zekâ ile sadece önceden programlanmış talimatları yerine getiren değil, aynı zamanda deneyim ve yeni durumlarla, daha fazla yeni program ve talimat öğrenen makineler de kastedilir.  Yani yapay zekâ, aslında öğrenen ve zekâsını arttıran robotlar anlamına gelir.  Bu, robotların gelişimi artan zekâya sahip daha fazla robot yapabilecekleri noktaya kadar sürebilir.  Gerçekten de bazı insanlar yapay zekânın yakında insan zekâsını geçeceğini iddia etmektedirler. (8)

“Otomasyon, önceden programlanmış görevleri çok az veya hiç insan müdahalesi olmadan tamamlayarak insan emeğinin yerini alan her türlü teknoloji” olarak tanımlanabilir. Yapay zekâ ise,  bir görevi tamamlamak için mevcut verileri kullanan ve eylemlerini yeni bilgilerin ve programlamanın yorumlarına göre uyarlayabilen bir otomasyon türü olarak ele alınabilir.

Birçok görev için, ChatGPT veya benzer şekilde ayarlanmış bir yapay zekâ ideal bir çalışandır. Kodlamadaki temel ve sözdizimi hatalarını hızlı bir şekilde bulabilir ve bunlar için doğru düzeltmeleri önerebilir. Büyük veri setlerini analiz edebilir. Okunması kolay birçok içerik yazabilir. Çocuklara öğretilebilecek veya okullarda öğretmenlere yardımcı olarak kullanılabilecek temel şablonlar oluşturabilir. Power point slaytları oluşturabilir, hatta nazik e-postalar bile yazabilir. (9)

Yaratıcı (jeneratif) yapay zekâ; İyi mi, kötü mü?

Günümüzde, yaratıcı yapay zekâ (gen AI), genel yapay zekânın ötesinde, inovasyon, büyüme ve üretkenlik alanlarında dönüştürücü etki potansiyeli ile siyasal örgütler ve siyasal partiler için çok önemli fırsatlar sunuyor. Öyle ki güvenilir yazılım kodu, metinler, konuşma metinleri, yüksek doğrulukta görüntüler ve etkileşimli videolar üretebiliyor. (10)

İyiye bir örnek olarak; Varşova'nın 325 kilometre (200 mil) doğusundaki Poznan'da teknoloji araştırmacıları, mühendisler ve çocuk bakıcılarından oluşan bir ekip küçük bir devrim üzerinde çalışıyor. Ortak projeleri olan "Insension", ileri derecede zihinsel ve çoklu engelleri olan çocukların başkalarıyla ve çevreleriyle etkileşime girmelerine ve dünyayla daha bağlantılı hale gelmelerine yardımcı olmak için yapay zekâ destekli yüz tanıma özelliğini kullanıyor. Bu, hızla ilerleyen teknolojinin gücünün bir kanıtıdır. (11)

Diğer taraftan, yaratıcı yapay zekâ ile ilişkili riskler, temel eğitim verilerinde gömülü olan yanlış çıktılar ve önyargılardan, büyük ölçekli yanlış bilgilendirme ve siyaset ve kişisel refah üzerinde kötü niyetli etki potansiyeline kadar uzanıyor. Nörobilimdeki gelişmeler özgür düşünceye yönelik bu tehdidi daha da artırıyor.

Bu bağlamda, kötüye kullanıma bir örnek olarak; Çin’in başkenti Pekin’de, yapay zekâ destekli yüz tanıma, hükümet yetkilileri tarafından vatandaşların günlük hareketlerini izlemek ve tüm nüfusu yakın gözetim altında tutmak için kullanılıyor. Bu aslında aynı teknolojidir ancak sonuç temelde farklıdır. Bu iki örnek, daha geniş kapsamlı yapay zekâ sorununu özetlemektedir: “Temel teknoloji kendi içinde ne iyi ne de kötüdür, her şey onun nasıl kullanıldığına bağlıdır”. (12)

Yapay zekâ ürünü haber yayınlayan internet sitelerinde tamamen yanlış bilgileri öne çıkaran içerikler üretilebiliyor. Bunlardan biri olan CelebritiesDeaths.com, bu yılın Nisan ayında, “Biden öldü. Harris başkanlığa vekâlet ediyor, konuşma saat 09.00’da” başlıklı haber yayınladı.  Haberde 80 yaşındaki ABD Başkanı Joe Biden'ın “uykusunda huzur içinde” öldüğü iddia ediliyordu. (13)

Yapay zekâ ve emeğin sıradanlaştırılması

Günümüzde yapay zekâ ile ilgili tartışmalar, esas olarak onun emeği sıradanlaştırması ve işleri işçilerin elinden alıp almamasıyla sınırlı olarak yürütülüyor.

Nitekim yapay zeka, hamburger yapmak, hastalara bakmak, makale yazmak (ChatGPT), karmaşık matematik ve bilgisayar kodlaması yapmak, illüstrasyonlar yapmak, karmaşık yasal belgeleri analiz etmek ve hatta kimin işe alınacağına ve işten çıkarılacağına karar vermek gibi çok çeşitli işlere entegre ediliyor. Yapay zekânın insan çalışanların yerini tamamen almasına ilişkin örnekler de giderek artıyor. (14)

Bu bağlamda, yapay zekâ aracılığıyla sermaye sınıfının işgücü piyasalarını ve ekonomiyi temelden yeniden şekillendirmeye hazırlandığını görmek gerekiyor. Bu durum emekçiler aleyhine gelişeceğinden ekonomideki eşitsizlikler daha da kötüleşebilir.

Nitekim bazı araştırmacıların gerçekleştirdiği bir araştırmanın sonuçlarına göre, yapay zekâ derin sahtecilik ve yanlış bilgilendirme gibi daha geleneksel risklerinin dışında, arta yolsuzluklar, popülizm ve seçkincilik biçiminde demokratik kurumları aşındırarak, demokrasi için de büyük bir tehdit oluşturuyor. Zayıflayan demokrasi ise eşitsizlikleri dizginleme konusundaki gücünü kaybedecektir. Bu durum, demokrasinin aşınması ve eşitsizliğin artması şeklinde kısır bir geri besleme döngüsü yaratabilir ve bu döngü, işçilerin yapay zekâ tarafından büyük ölçekli olarak yerlerinden edilmesi gibi ekonomik bir şokun ardından hızla hızlanabilir. Sonuç, gelir eşitsizliklerinin belirgin bir şekilde arttığı ve sıradan vatandaşların sesinin iyice zayıfladığı bir durum olabilir. (15)

Ancak, yapay zekânın sınıf perspektifinden analizi, onu insan emeğini sıradanlaştırmak ve yerini almak üzere tasarlanmış en son teknoloji türü olarak görürken, onun insan işçileri geçersiz kılıp kılmayacağı, onların işini kolaylaştırıp kolaylaştırmayacağı ya da daha fazla emek sömürüsüne neden olup olmayacağı, özetle sermaye sınıfı ile işçi sınıfı arasındaki sınıf mücadelesine, dolayısıyla da ikili arasındaki güç ilişkisine ya da dengesine bağlı olacaktır. Nitekim güçlü sendikalar ve örgütlü bir işçi sınıfı, artan üretkenliğin meyvelerini emekçiler lehine yeniden bölüştürebilir veya çalışma koşullarını iyileştirebilir.

Propaganda makinası olarak yapay zekâ

Yapay zekânın bir diğer boyutu etkili bir propaganda makinası olarak kullanılabilmesidir. Öyle ki dil bilimci Chomsky’nin rıza ürettiğini düşündüğü propaganda makineleri artık neredeyse yüzde yüz yapay zekâ güdümlü bir konumdalar. Bu işi yapan bir devlet ya da hükümet değil - daha önce hiç görmediğimiz bir kültürel ölçekte yapay zekânın dil kapasitesidir. Marksist gelenekte buna ideoloji denir. Üretim ve kültürün sürekliliği hiç bu kadar gerçek olmamıştır. (16)

Devam edecek: Yapay zekânın seçimler üzerindeki olası etkileri

Dip notlar:

(1)    https://www.guvenliweb.org.tr/blog-yazdir/dijital-mecralarda-dezenformasyon (13 Mart 2024).

(2)    https://theconversation.com/deepfakes-are-still-new-but-2024-could-be-the-year-they-have-an-impact-on-elections (19 March 2024).

(3)    Margrethe Vestager , “How to Think About AI Policy”,  https://www.project-syndicate.org/magazine/europe-ai-regulation-focuses-on-uses-not-technology-by-margrethe-vestager (11 March 2024).

(4)    Deepfakes, trolls and cybertroopers: how social media could sway elections in 2024, https://www.nature.com/articles (31 January 2024).

(5)    https://theconversation.com/deepfakes-are-still-new-but-2024-could-be-the-year-they-have-an-impact-on-elections (19 March 2024).

(6)    https://onedio.com/haber/kilicdaroglu-nun-deep-fake-cikisinin-ardindan-o-goruntuler-yeniden-gundemde ( 4 Mayıs 2023).

(7)    https://www.techtarget.com/searchenterpriseai/definition/AI-Artificial-Intelligence (18 Mart 2024).

(8)    https://thenextrecession.wordpress.com/robots-and-ai-utopia-or-dystopia-part-one (23 August 2015).

(9)    https://www.indiatoday.in/opinion-columns/story/chatgpt-must-lead-to-basic-income-for-everyone-and-an-end-to-bullshit-jobs-opinion (23 December 2022).

(10) https://www.mckinsey.com/capabilities/risk-and-resilience/our-insights/implementing-generative-ai-with-speed-and-safety (13 March 2024).

(11)  Vestager, agç.

(12)   Agç.

(13)  https://tr.euronews.com/2023/05/02/rapor-yapay-zekayla-kurulan-haber-siteleri-yanlis-bilgilerin-yayilmasina-neden-oluyor (2 May 2023).

(14) Robert Ovetz, “AI and the Future of Work”, https://www.dollarsandsense.org (Kasım/Aralık 2023).

(15) Stephanie A. Bell and Anton Korinek, “AI's Economic Peril”, Journal of Democracy , Volume 34, Number 4, October 2023, Johns Hopkins University Press, https://muse.jhu.edu (18 Mart 2024).

(16) https://jacobin.com/2024/01/the-silicon-tongued-devil (18 Mart 2024).