“Yine
yakmış yar mektubun ucunu”
Mustafa
Durmuş
8
Nisan 2024
Bugünlerde, yerel seçim sonuçlarının yanı sıra, T.C.
Merkez Bankası’nın Hazine ve Maliye Bakanı M. Şimşek’e, dolayısıyla da ekonomi
yönetimine yazdığı mektup konuşuluyor.
Zira bu mektupta: “Dezenflasyon sürecinde para ve
maliye politikalarının eş güdümü büyük önem arz etmekte olup öngörülebilirliğin
artmasını sağlayan Orta Vadeli Program (OVP, 2024-2026) ile somutlaşmış olan
kamu politikalarına dair varsayımlar TCMB’nin enflasyon tahminlerine
yansıtılmıştır. Bu kapsamda, asgari
ücretin yılda bir kez güncellenmesi, yönetilen/yönlendirilen fiyatlar ile
ücret ve vergi ayarlamalarında OVP’de sunulan enflasyon tahminlerinin
gözetilmesi ve para politikasındaki sıkı duruşun ihtiyatlı maliye politikası
ile desteklenmesi, öngörülen dezenflasyon patikasının tesis edilmesi açısından kritik bir önem taşımaktadır” (1) deniliyor.
Ücretliler
yine günah keçisi!
Kısaca, Merkez Bankası, Hazine ve Maliye Bakanı’na “asgari
ücretin yılın ikinci yarısında tekrar artırılmasını sakın düşünmeyin, aksi
takdirde enflasyonu düşüremeyiz” diyor.
Ücret artışlarının enflasyona neden olduğu yaklaşımı,
ana akım iktisatçıların ve burjuva siyasetçilerin pek çoğu tarafından
benimsenen ama bilimselliği de oldukça tartışmalı, daha ziyade ideolojik bir yaklaşım.
Bu nedenle de yoksulluk içinde kıvranan, hatta açlık
çeken işçiler, emekçiler, emekliler ve onların aileleri ne zaman enflasyona
karşı korunmak için bile olsa ücret artışı talep etseler, hemen burjuva
ideologları ortaya çıkarlar ve bu artışların aslında emekçilerin aleyhine
olduğunu anlatmaya ve emekçileri bu taleplerinden vazgeçirmeye çalışırlar.
Oysa IMF bile, son bir iki yıldır, ücret artışlarından ziyade kur artışı ya da
diğer arz yönlü sorunların günümüzde enflasyonun esas nedeni olduğunu ortaya
koyan çalışmalar yayınlıyor. (2)
Mektup
enflasyonun asıl nedenlerini gizliyor
Kaldı ki Merkez Bankası bu mektubunda, Nas referans
gösterilerek 2021 Eylül- 2023 Mayıs döneminde uygulanan yanlış faiz
politikalarının ya da (kendi bünyesinde yapılan bir araştırmanın ortaya koyduğu
gibi), tekel konumundaki iskonto marketlerin fiyatlama davranışlarının, yani ek
kâr fırsatçılığının enflasyona neden olduğu gerçeğinden (3) hiç söz etmiyor.
Bu tür mektuplar daha önce de yazıldı ama bu içerikte
bir mektup ilk defa gönderiliyor. Bu durum da iktidar blokunun nasıl bir iktisadi
sıkışmışlık içinde olduğunu ortaya koyuyor.
Bu mektupla Şimşek’in özellikle de yerel seçimlerden
sonra, halka acı ilacı içirme biçimindeki politikalarına bir destek söz konusu olabilir
ya da kemer sıkma politikalarının uygulanacağına dair IMF’ye verilmiş sözler etkili
olmuş olabilir.
Merkez
Bankası önce kendine bakmalı
Merkez Bankası 2022 yılında 93 milyar TL ve 2021 yılında
74 milyar TL kâr elde ederek, en fazla kurumlar vergisi ödeyen bir kuruluş iken
(Hazineye aktardığı kâr payı ve ihtiyaç akçesi dışında), 2023 yılını zararla
kapattı. Öyle ki geçen yılki bilançosuna göre 850 milyar TL’nin üzerinde bir
zararı mevcut (büyük ölçüde negatif döviz rezervleri altında ortaya çıkan kur
farklarından kaynaklanan).
Ayrıca, hatırlayalım,
geçen yıllarda Kur Korumalı Mevduat uygulamasının faiz-kur farkı
biçimindeki on milyarlarca liralık mali yükü Hazine ve Maliye Bakanlığından
alınıp Merkez Bankasına aktarılmıştı ve Merkez Bankası yetkilileri buna ses
çıkarmamışlardı.
Merkez Bankası tarihsel zararda
Böylece, bir de henüz bilançoya yansıtılmamış olan 800
milyar TL civarında olduğu tahmin edilen, KKM’den kaynaklı zarar riskinin söz
konusu olabileceği ileri sürülüyor. (4)
Merkez Bankası zararı, bankanın Hazineye kurumlar
vergisi ve kâr payı gibi ödemeleri sonlandırarak kamu maliyesini olumsuz
etkiler, zordaki Hazineyi daha da zora sokar.
Böyle bir durumda Merkez Bankası Hazineden borçlanarak
zararını telafi edebilir mi? Teorik olarak bu mümkün ama dün açıklanan Hazine
nakit dengesi verilerine göre bu da sıkıntılı görünüyor. Zira (Mart ayında 167
milyar TL olmak üzere) bu yılın ilk üç ayındaki toplam Hazine nakit açığı 570
milyar TL’yi aşıyor. Nitekim bu açığı kapatmak için Hazine bu üç ayda 337
milyar TL’den fazla borçlanmaya gitti. (5)
Kelin
ilacı olsa…
Ayrıca Hazine, tarihinde belki de hiç olmadığı kadar
borçlu durumda. Zira 2023 yılı sonu itibarıyla toplam iç ve dış borcu 6,7
trilyon TL’yi aşıyor. 2024’ün Şubat ayı itibarıyla ise bu borç; 3,4 trilyon
TL’si iç borç ve 3,8 trilyon TL’si dış borç olmak üzere toplam 7,2 trilyon
TL’ye yükseldi. Bu borç 2017 yılından bu yana 6,3 milyar TL ve sadece 2022
yılından bu yana ise 3,2 milyar TL arttı.
Bu borçlara Merkez Bankasının kısa vadeli dış
borçlarını (yaklaşık 1,5 trilyon TL), eski adıyla görev zararı, yeni adıyla “görevlendirme
gideri” adı altında üstlenilen KİT’lerin yaklaşık 800 milyar TL ve
belediyelerin 175 milyar TL olan borçlarını da eklediğimizde yaklaşık 10
trilyon TL’yi bulan bir kamu kesimi (Genel Yönetim) toplam borcundan söz
ediyoruz (buna bankalar ve reel kesimin borçları da eklendiğinde bu borç 30
trilyon TL’yi aşıyor). (6)
Öncelik
kâr değil ama
Kuşkusuz merkez bankalarının önceliği kâr elde etmek
ya da kârını maksimize etmek değil, ekonomideki fiyat istikrarı ve finansal
istikrarı sağlamaktır. Keza merkez bankaları sermaye yeterliliği
gerekliliklerine veya iflas prosedürlerine tabi değildir ve Şili, Çek
Cumhuriyeti, İsrail ve Meksika merkez bankalarının birkaç yıldır yaptığı gibi negatif
öz kaynaklarla bile etkin bir şekilde çalışabilirler.
Bununla birlikte, örneğin, devlet tahvillerini satmak
yerine elde tutmak gibi bazı politika kararları, belirli politika emirlerini
yerine getirmeye yönelik eylemlerden ziyade zararı kontrol altına alma
arzusuyla motive edildiği şeklinde yanlış yorumlanabilir veya negatif sermaye
değeri iletişim zorlukları doğurabilir. Aynı şekilde, merkez bankasının sermaye
pozisyonlarını güçlendirmeye yönelik eylemler de dâhil olmak üzere, hükümetten
gelen mali kaynaklar, merkez bankası bağımsızlığı ile tutarsızlık içerdiği
biçiminde değerlendirilir. Tüm bunlar merkez bankasının kredibilitesini azaltır.
(7)
Bu durum da, özellikle de dış kaynak için yanıp
tutuşan bir ekonomi için iyi bir şey değildir.
Sonuç
olarak
T.C. Merkez Bankası, Hazineye mektup yazarak ekonomik
ve politik krizin bedelini işçilere, emekçilere ve emeklilere ödettirilmesini talep
etmeden önce kendi kasasının ve Hazine’nin kasasının neden tam takır olduğunu,
nasıl bu kadar borçlu bir duruma düşürüldüklerini, neden görülmemiş düzeyde
zarar ettiğini ve bunlara sebebiyet verenlerin kimler olduğunu sorgulamalı ve
kendi üstüne düşen kışmı ile ilgili olarak hesap vermelidir.
Merkez Bankası yöneticileri de, iktidardaki
oligarşinin değil, başta işçiler, emekçiler, yoksul köylüler, esnaf ve küçük
işletmeler olmak üzere tüm toplumsal kesimlerin çıkarlarını gözetmek zorunda
olduğunu aklından çıkarmamalıdır. Ülkenin ihtiyacı halkına sırtını dönmüş
değil, halkından yana kararlar alan bir demokratik ve şeffaf merkez bankasıdır.
Dip notlar:
(1) TCMB,
“Bankamız Kanunu'nun 42. Maddesi Uyarınca Hükûmete Gönderilen Açık Mektup
(2024-18)”, https://www.tcmb.gov.tr
(5 Nisan 2024).
(2) https://www.imf.org/en/Publications/WEO/Issues/2022/10/11/world-economic-outlook-october-2022,
s. 53-68.
(3) Muhammed
Bahça, Tunç Bayram, Huzeyfe Torun, “Gıda Perakende Sektöründe Fiyat Belirleme
ve Değiştirme Dinamikleri, TCMB Ekonomi Notları Sayı: 2023-10 (5 Aralık 2023).
(4) https://www.ekonomim.com/ekonomi/tcmb-olaganustu-kurulda-850-milyar-zarar-aciklayacak-haberi
(12 Mart 2024).
(5) 2024 Yılı Hazine Nakit Gerçekleşmeleri
(Şubat 2024), https://www.hmb.gov.tr (7 Mart 2024).
(6) Hazine ve Maliye Bakanlığı ve T.C.
Merkez Bankası borç stoku verileri.
(7) Nobukazu
Ono and Álvaro Pina, https://oecdecoscope.blog/do-central-bank-losses-matter (6 July 2023).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder