Türkiye
işçi sınıfı ve “modern kölelik”
Mustafa
Durmuş
15
Temmuz 2024
Bu yazının yayımlandığı
gün olan 15 Temmuz’u AKP iktidarı, 2016’daki darbe girişimi sırasında
yaşananlarla ilgili olarak, “Demokrasi ve Milli Birlik Günü” adıyla resmi tatil
olarak ilan etti.
Ancak, bilindiği gibi, o
günden bu yana ülkede önce OHAL darbesi, ardından da 2017’de yapılan anayasa değişikliğiyle
birlikte “Tek Adam Rejimi” olarak da akıllara kazınan bir otoriter rejim inşa
edildi. Siyasal İslamcı karakteri ağır basan bu rejim faşist bir diktatörlüğe
doğru yol alıyor. Eğer çok güçlü ve çok geniş bir emek, demokrasi ve barış
cephesi inşa edilmezse faşist tırmanış önlenemeyecektir.
Üstelik aradan geçen 8
yılda ülke ekonomisi içine girdiği kriz sarmalından çıkamadığı gibi, halkı
doğrudan vuran enflasyon, işsizlik, gelir dağılımı ve yoksulluk, deyim
yerindeyse, zirve yaptı. Buna rağmen İktidar Bloku her yıl dönümünde 15 Temmuz
üzerinden bir “kahramanlık hikâyesi” anlatmayı (çaresizce) sürdürüyor.
En
büyük zararı işçi sınıfı gördü
Bu süreçte, başta muhtelif
toplumsal muhalefet katmanları olmak üzere, darbe girişiminden bu yana gündeme
getirilen antidemokratik uygulamalardan en çok payını alanlar ve zarar gören
kesimlerden biri de işçi sınıfı oldu. Yasal grevleri yasaklandı ya da
ertelendi, hak arama girişimleri engellendi.
Bunun sonucunda
örgütlenmeleri zayıflatıldı, reel ücretleri sürekli gerilerken, milli gelirden
aldıkları pay da üçte birin altına düştü. Asgari ücret düzeyi açlık sınırının,
ortalama ücretlerse yoksulluk sınırının altında kaldı.
“Yarın
herkesi kapının önüne koyarım!”
Kısaca ülkeye ne
demokrasi geldi ne de “milli birlik ve beraberlik” sağlandı. İşçilere yönelik
saldırıların son örneği ise Elazığ’da yaşandı. Elazığ’daki Eti Krom’un patronu ve
Yıldırımlar Holding yönetim kurulu başkanı Ali Rıza Yıldırım, ücretlerine zam
isteyen ancak bu talepleri karşılanmayınca iş bırakan işçileri şu sözlerle tehdit
etti:
"
Ben burayı devletten sıfır aldım. Yarın da herkesi kapının önüne koyarım.
Burası kapanır” (1)
Patronların
bu tavrı tanıdık
Özellikle de 12 Eylül
1980 askeri darbesinden bu yana sermaye kesiminin bu ve benzeri tavırlarına
fazlasıyla tanık oluyoruz. 12 Eylül öncesinde ayrıca, bugünlerde kendi
içlerinden birisini infaz etmekle yargılanan malum bir örgütün paramiliter güçleri
patronlar adına işçilere saldırırdı.
AKP döneminde ise, politikacılar/bürokratlar
tarafından yerlerde tekmelenen madencilere, haklarını aradıkları için kapı
önüne konulan emekçilere, jandarma ve polis tarafından patronlar adına dövülen
grevci işçilere bu ülkede çok tanık olduk, hala da olmaktayız.
Öyle ki son 22 yıldır
uygulanan neo-liberal politikalarla iyice itibarsızlaştırılıp, önemsizleştirilen
işçi sınıfı ve neredeyse tüm emekçiler bugün artık adeta modern köleler gibi
muamele görüyor.
Sığınmacı/göçmen
işçiler de sınıfın bir parçası
Şimdi söyleyeceklerimizin
meseleye enternasyonalist bakmayan, yeterli sınıf bilinci de olmayan,
solculukla ulusal solculuğun aynı şey olduğunu zanneden bazılarımızı rahatsız
edeceğini biliyoruz. Ancak bu gerçekler söylenmek zorunda.
Ülkedeki “işçi sınıfı”
derken sadece T.C. vatandaşı olan işçilerden, emekçilerden söz etmiyoruz. Bu
ülkeye yıllar önce Suriye’deki iç savaştan kaçarak gelen ve bir süredir bazı
ırkçı partilerin sözcüleri tarafından da hedef gösterilen, saldırıya uğrayan,
hatta öldürülen insanları, sığınmacı/göçmen/mülteci işçileri de Türkiye işçi
sınıfının içine katıyoruz.
Bu bir bakış açısıyla,
onları da Türkiye işçi sınıfının bir parçası olarak görüyoruz. Çünkü insan
olmaları bir yana, en kötü işlerde ve en ucuza çalıştırılan bu işçiler, tıpkı Türk
ya da Kürt bir işçi gibi kapitalist üretim ve bölüşüm ilişkilerine tabiler. Üstelik
diğerlerine göre, çok daha düşük ücretler karşılığında çok daha fazla
çalıştırılıp, çok daha ağır bir sömürüye tabi tutuluyorlar. Büyük çoğunluğu da
kayıt dışı çalıştırıldığından, sağlık ya da emeklilik güvencesinden yoksunlar.
Çalışma ve yaşam koşulları 18’inci yüzyıldaki köleci Amerika’daki siyahi kölelerinkine
benziyor.
Küresel
Kölelik Endeksi (2023)
Uluslararası Çalışma
Örgütü, Walk Free ve Uluslararası Göç Örgütü tarafından hazırlanan “Küresel
Modern Kölelik Tahminleri Raporu” esas alınarak Walk Free tarafından düzenlenen
bir endeks var. “Küresel Kölelik Endeksi” adı verilen bu endekste 160 ülke için
ulusal modern kölelik istatistiklerine yer veriliyor. (2)
Türkiye ilk 5’te!
Endeksteki en çarpıcı
bulgu ile söze başlayalım.
Modern köleliğin en
yaygın olduğu ilk 10 ülke şunlar: Kuzey Kore, Eritre, Moritanya, Suudi
Arabistan, Türkiye, Tacikistan,
Birleşik Arap Emirlikleri, Rusya ve Afganistan.
Bu
ayıp bize yetmeli!
Anlaşılacağı üzere, Türkiye
10 milyonu bulduğu ileri sürülen sığınmacılarıyla birlikte bu listede 5’nci
sırada bulunuyor.
Çoğunluğunu Müslüman
nüfusun oluşturduğu bu ülkeler, sivil özgürlükler ve insan hakları konusundaki
duyarsızlıklar ve yaygın ihlaller gibi birçok ortak noktaya sahipler. Birçoğu
siyasi istikrarsızlık, çatışma ve/veya otoriterliğin yaşandığı istikrarsız
bölgelerde yer alıyor. Vatandaşlarını farklı sektörlerde, özel hapishanelerde
ya da zorunlu askerlik yoluyla çalışmaya zorlayan iktidarlarca yönetiliyorlar.
Diğer bazıları (örneğin
Türkiye), ilave olarak, genellikle vatandaşlarla aynı yasal korumaya sahip
olmayan ve sömürüye karşı son derece savunmasız olan çok sayıda mülteci veya
göçmen işçiye ev sahipliği yapıyor.
“Modern
kölelik”
Modern kölelik, göz önünde olan ama “gizli” tutulan ve dünyanın her köşesinde yaşamla derinden iç içe bir emekçi, kadın ve çocuk sömürüsü şekli. Öyle ki insanlar bu uygulama altında kandırılıyor, zorlanıyor veya reddedemeyecekleri ya da terk edemeyecekleri durumlara sürükleniyorlar. Dünyanın geri kalanı da böyle gizli bir insani maliyetin farkında olmadan, bu insanların üretmeye veya sunmaya zorlandıkları ürünleri satın alıyor veya hizmetleri kullanıyor.
Modern kölelik, daha
spesifik olarak; “zorla çalıştırma”, “zorla veya köle olarak evlendirme”, “borç
esareti”, “zorla ticari cinsel sömürü”, “insan ticareti”, “kölelik benzeri
uygulamalar” ve “çocukların satılması ve istismar edilmesi” gibi pek çok biçimde
ortaya çıkabiliyor.
Kısaca, tüm biçimleriyle “modern
kölelik, bir kişinin özgürlüğünün - bir işi kabul etme ya da reddetme
özgürlüğü, bir işverenden başka bir işveren için ayrılma özgürlüğü ya da
evlenip evlenmeyeceğine, ne zaman ve kiminle evleneceğine karar verme özgürlüğü
- kişisel ya da ticari kazanç için sömürülmek üzere sistematik olarak ortadan
kaldırılması” demek oluyor. (3)
Modern kölelik bir suç ve bizler suç ortağıyız
Modern kölelik, bu
bağlamda dünyanın her ülkesini etkileyen bir suç. Hazır giyim imalatı,
madencilik ve tarım gibi pek çok sektörde ve tuğla ocaklarından balıkçı
teknelerine, özel evlerden mülteci kamplarına kadar pek çok ortamda yaşanıyor.
Yediğimiz yiyeceklerden giydiğimiz kıyafetlere ve satın aldığımız mallara kadar
geniş bir yelpazede hepimizi etkiliyor. Dolayısıyla, bu suçun meydana geldiği
her yerde ortadan kaldırılmasının herkesin sorumluluğu olması gerekiyor.
50
milyon “modern köle”!
Endeksin içinde yer
aldığı rapora göre, 2021 yılı itibarıyla, dünyada toplam 50 milyon insan modern
kölelik koşullarında yaşıyor. Bunun 28 milyonunu “zorla çalıştırılanlar”, 22
milyonunu “zorla evlendirilenler” ve 12 milyonunu “çocuklar” oluşturuyor.
Üstelik 2018 yılından bu yana bu sayı 10 milyon arttı.
Rapor, modern kölelik
tanımı çerçevesinde Türkiye’de 1 milyon 320 bin modern kölenin olduğunu ileri
sürüyor. Bu da toplam ülke nüfusu anlamında, her 10 bin kişiden 156’sının
modern köle olduğu anlamına geliyor.
Modern
köleliğin emperyalizm ayağı
Modern kölelerin en çok
çalıştırıldığı sektörlerin başında ise hayvancılık (büyük baş hayvan üretimi)
geliyor. Bunu kömür, kakao, kahve, elektronik, balık, hazır giyim, altın,
palmiye yağı, pirinç, güneş paneli, şeker kamışı, tekstil ve kereste takip
ediyor.
Bu sektörlerde üretilen
ürünlerin alıcı ülkelerinin kimler olduklarına bakıldığında modern köleliğin
emperyalizm ayağı da netleşiyor. Zira bu kölelerin ürettiklerini esas olarak
G20 ülkeleri satın alıyor. Bu ülkeler arasında bu ürünleri en fazla satın alan
ülke 169,6 milyar dolarlık bir alımla Amerika Birleşik Devletleri. Bunu, 53,1
milyar dolarla Japonya, 44,0 milyar dolarla Almanya, 26,1 milyar dolarla
Birleşik Krallık, 20,2 milyar dolarla Güney Kore, 20,0 milyar dolarla Kanada,
17,4 milyar dolarla Avustralya, 17,2 milyar dolarla Çin ve 15,2 milyar dolarla
Rusya takip ediyor. “Yükselen ekonomiler” içinde anılan Hindistan’ın yaptığı
alım 23,6 milyar dolar ve Türkiye’nin alımı 5,3 milyar dolar. Satın alınan ürünler
içinde en büyük paya elektronik ve hazır giyim ürünleri sahip. (4)
Kadınlar
ve sığınmacılar en zayıf halka!
Kapitalizmin çoklu
krizleri ve sivil ve siyasi hakların büyük çapta kötüleşmesi, zaten modern
köleliğe karşı savunmasız olan sınıfın bazı katmanlarını çok daha ağır
etkiliyor.
En savunmasız durumda olanlar;
kadınlar, çocuklar, göçmenler ve sığınmacılar. Modern köleliğe maruz kalan
insanların yarısından fazlasını kadınlar, dörtte birini ise çocuklar
oluşturuyor. Kadınlar ve kız çocukları orantısız bir şekilde zorla evlendirilme
riski altındalar (zorla evlendirilen tüm insanların yüzde 68’ini oluşturuyorlar).
Göçmen/sığınmacı
işçilerin zorla çalıştırılma ihtimali, göçmen olmayan işçilere kıyasla üç kat
daha fazla. Dini inançlar, etnik köken, ırk, kast, cinsel kimlik veya cinsiyet ifadesi
gibi birden fazla ötekileştirilmiş gruba mensup olan bu insanlar, dünya çapında
derinlemesine yerleşmiş önyargılarla çok büyük riskler altındalar.
Yani savaşlardan ya da
büyük çatışmalardan, küresel ısınmanın neden olduğu felaketlerden veya kimlik haklarına
yönelik baskılardan kaçan ya da kötü ekonomik koşullardan dolayı çalışmak için
göç eden sığınmacı işçiler özellikle savunmasız durumdalar.
Mülteciler, sığınmacılar,
ülke içinde yerinden edilmiş kişiler ve düzensiz göçmenler, genellikle sosyal
ağlarında ve ekonomik statülerinde önemli sarsıntılarla baş etmeye çalıştıkları
güvencesiz göç yolculukları sırasında daha da büyük risklerle karşı karşıya kalıyorlar;
saldırıya uğruyorlar, kaçırılıyorlar, tecavüze maruz bırakılıyorlar.
Pek çok kişinin yeni bir
hayata başlamak istediği Avrupa da dâhil olmak üzere pek çok ülkede artan
göçmen karşıtı duygular daha sağcı ve kısıtlayıcı politikalara yol açıyor,
ırkçılığı ve faşizmi körüklüyor. Bu da yerinden edilmiş insanları daha da büyük
istismar risklerine maruz bırakıyor.
İktidar
Blokunun ikiyüzlü tavrı
Bu endeks, Türkiye’deki bazı
muhalefet unsurlarının giderek yükselen ırkçılık ve sığınmacı karşıtlığı
düzeyinin bir yansıması olduğu kadar, AKP-MHP İktidar Blokunun ikiyüzlülüğünü de
ortaya koyuyor.
Zira giderek kendi
tabanında da tepkiyle karşılaşan İktidar Bloku, bu insanlara, yardıma muhtaç
insan olmaktan (ya da onların deyimiyle Müslüman olmalarından) dolayı değil,
çok ucuz, bol ve örgütsüz emek kaynağı oldukları için sahip çıkıyor.
Bazılarına göre “AKP
iktidarı bu ülkeyi problem yaratan ve demografiyi değiştiren Suriyeli ve Afgan sığınmacılarla
doldurmuş” olsa da, bu veriler bize bir başka şeyi daha anlatıyor (elbette
anlamak isteyene):
AKP, BOP çerçevesinde dahil
olduğu Suriye iç savaşının ardından Suriyelilerin Türkiye’ye kaçmalarına neden
olarak, onları Türkiye sermayesi ve kapitalizmi için modern kölelere
dönüştürdü. Böylece Türkiye sermaye sınıfı da, nüfus artışının belirgin bir
biçimde yavaşladığı ülkede, ihtiyacı olan ucuz, bol, daha da önemlisi itaatkâr
emek deposuna kavuşmuş oldu. İhracata dönük bir ekonomik büyüme de ancak böyle
ucuz bir emek ile hayata geçirilebilirdi.
Sonuç
500 yıllık kapitalizm ve onun
koruyucusu konumundaki ulus devletler, bu süreçte bir yanda dolar milyarderlerini
ve milyonerlerini, diğer yanda 18’nci yüzyıldaki kölelerin koşullarına benzeyen
koşullarda çalışan modern köleleri yarattı. Yani eşitsizlikleri insanlık
tarihinde görülmemiş bir biçimde artırdı. İşçi sınıfının örgütsüzlüğü ve zayıflığı
bu kölelik koşullarının giderek yaygınlaşmasına yol açtı.
Çözümse belli: Öncelikle
işçi sınıfının, kendi sınıf örgütleri olan sendikalarında ve emekten yana
siyasal partilerde daha güçlü örgütlenmesi ve ayrıca dünya işçi sınıfı ile dayanışma
içinde olması gerekiyor. Bunun için de nihai hedefini “ekonomik koşullarını
iyileştirmenin ötesine” taşıyan, “sınıfsız, sınırsız, savaşsız ve sömürüsüz bir
dünya” inşa etmek olarak belirlemelidir. Yani kapitalizmi kaldırmadan “modern
ücretli işçi köleliğine” son vermek mümkün değildir.
Diğer yandan, bugünden
yapılacak başka işler de olmalıdır. Bunların başında işçilerin üretimden gelen
gücünü kararlı bir biçimde kullanarak, hükümetleri ve uluslararası toplumu modern
köleliği ortadan kaldırmak için zorlaması geliyor.
Ayrıca, dini inançlar,
etnik köken, ırk, kast, cinsel kimlik veya cinsiyet ifadesi gibi birden fazla
ötekileştirilmiş gruba mensup kişilere yönelik ayrımcılığın ele alınması da
dâhil olmak üzere, ekonomik krizlere karşı daha dirençli olabilmek için, iktidardan
emekçilere tam sosyal koruma ve güvenlik ağları sağlamasını talep etmek gerekiyor.
Bunun için de ülkede uygulanmakta olan kemer sıkma politikalarını reddetmek
lazım.
Başta kız çocukları olmak
üzere tüm çocukların 12 yıllık kamusal eğitime erişiminin artırılması ve çağdaş
koşullara uygun sığınma evlerinin kurulması, kriz destek merkezleri ve toplum
temelli koruma dâhil olmak üzere hayatta kalanlara destek hizmetlerinin
sağlanması için iktidarlara baskı yapılmalı. Bu bağlamda iktidarın eğitimi daha
da kötüleştirme ataklarına karşı çıkmalıyız.
Suriye’de olduğu gibi, bazı
bölgelerde devam eden savaşlar, çatışmalar, siyasi istikrarsızlıklar ve zorla
yerinden edilme modern köleliğin başlıca sebeplerini oluşturuyor. Bu yüzden
işçi sınıfı savaşlara karşı olmalı ve bölgede onurlu bir barışın inşa
edilmesini savunmalıdır.
Başka yerlerde ise, modern
köleliği dijitalleşme gibi iş dünyasındaki dönüşümler, iklim değişikliği ve göç
gibi küresel olaylar doğuruyor. Bu nedenle işçi sınıfı doğa yanlısı
politikaların da savunucusu olmalı ve doğa tahribatına itiraz etmelidir.
Son olarak, sendikalar ve
diğer emek örgütleri, emekten yana siyasal partiler ve toplumsal hareketler dünyadaki
hemen her ülkenin, ulusal mevzuatları ve politikaları aracılığıyla modern
köleliği ortadan kaldırmayı taahhüt ettiğini hatırlatarak, iktidarların ve
aşırı sağcı -ırkçı parti ve hareketlerin “ulusal güvenliği insan haklarının
üzerinde tutan düşmanca sığınmacı/göç politikalarına” karşı çıkmalıdırlar.
Dip notlar:
(1) https://sanayigazetesi.com.tr/iscileri-kovarim-diye-tehdit-etmisti-eti-krom-sahibi-ali-riza-yildirim-kimdir
(12 Temmuz 2024).
(2) Walk
Free, The Global Slavery Index 2023 (July
2024), s. 3-11.
(3) Agr.,s.
131-169.
(4) Agr.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder