Fed’in
faiz artırımı yılan hikâyesine mi dönüyor?
Mustafa
Durmuş
(25 Mart 2015)
ABD Merkez Bankası Fed’in
Açık Piyasa Komitesi’nin geçen hafta,16 Mart Çarşamba günü yaptığı toplantı
sonrasında yapılan yazılı açıklamada, beklendiği gibi, daha önceki metinlerde
yer alan “sabır/patient” ibaresi kaldırıldı. Ancak bu Nisan ayında her hangi
bir faiz artırımına gidilmesinin ihtimal dâhilinde olmadığı belirtildi.
Bu açıklamanın ilk
etkisi, ABD dolarının diğer temel para birimleri karşısında, ama özellikle de
avro karşısındaki son bir yılki hızlı yükselişinin yavaşlaması biçiminde oldu.
Nitekim bu açıklamanın ardından, aşağıdaki
grafiklerden de görüleceği gibi, son bir yıldır düşmekte olan avro dolar paritesi
(Grafik 1), geçtiğimiz beş gün içinde yavaş da olsa, tekrar yükselmeye başladı
ve avro, dolar karşısında 1.06 sevilerinden 1.09 seviyesinin üstüne çıktı
(Grafik 2).
Grafik
1: Son 12 aylık avro / dolar kuru (http://data.cnbc.com/quotes/EUR%3D/tab/2)
Grafik
2: Son 5 günlük avro / dolar kuru (http://data.cnbc.com/quotes/EUR%3D/tab/2)
Doların yükselişinin
hız kesmesi hali dolar /TL kurunda da görüldü ve açıklama günü 2.65’i bulan
doların kuru 24 Mart itibariyle yaklaşık 0. 10 puan gerileyerek 2.55’e kadar
düştü.
Doların bundan böyle
diğer paralar ve TL karşısında nasıl bir seyir izleyeceği ve bunun etkilerinin
neler olabileceğinin bilinmesi, en azından öngörülmesi, kuşkusuz önemli. Zira önceki
finansal krizlere bakıldığında bu krizlerin öncesinde doların böyle hızlı
yükselişinin krizlerin temel tetikleyici olduğu görülüyor. Bu durum
azgelişmişlerden hızlı sermaye çıkışlarına ve bu da kurun daha da yükselmesine
ve dış borç krizi dâhil olmak üzere ülke ekonomilerinin krize girmesine neden
olmuştu.
Örneğin
1980’lerin başlarında yükselen dolar L. Amerika’da borç krizini ve 1990’ların
sonlarındaki Asya’daki finansal krizleri tetikledi (örneğin 1997 Rusya krizi).
Bu bölgelerdeki ekonomilerin bazıları göreli olarak daha hızlı büyüyorlardı ama
yabancı yatırımcılar için bir o kadar da
riskli idiler. Bu ekonomiler hızlı büyürken, yabancı yatırımcılar onların
tahvillerini satın almak için onlara adeta para akıttılar. Keza yabancı
bankalara da devasa miktarda dolar yatırdılar ve bu ülkelerdeki, kendi
ülkelerindekilere nazaran belirgin bir biçimde yüksek olan tahvil faizlerinden
yararlandılar.
Bu
gelişmeler 2008 krizinden önce de sonra da yaşandı ve halen de yaşanıyor. Bu
nedenle de ‘merkez bankaların bankası’ olarak da bilinen BIS’e göre yükselecek
Fed faizleri, azgelişmiş /yükselen ekonomilerdeki gölge bankacılığı ve özel
sektörün aşırı borçlanması nedenleriyle finansal krizi tetikleyecektir[1].
Bu da dolara olan ihtiyacı daha da artıracak ve böylece doların değeri
yükselmeye devam edecektir. Ayrıca
dolardaki yükseliş, değeri dolara
bağlı olan yaklaşık 70 trilyon dolarlık türev araç ticaretinde ciddi
dalgalanmalara neden olacaktır.
Bir başka anlatımla, yabancı
yatırımcılar son dönemlere kadar, örneğin binde 25’i aşmayan ABD tahvil faizi
veya negatif faizli on yıllık Alman devlet tahvilleri[2]
yerine Türkiye’deki % 10’lara ulaşan devlet tahvili getirilerini tercih ettiler.
Diğer yandan, dolar daha da yükseldiğinde dolara bağlı tahvillerin faiz
ödemeleri de daha pahalı hale gelecektir. İlave olarak, genelde Türk
bankalarında mevduattan elde edilen faiz, lira cinsinden bir faizdir. Dolar
değerlenip, TL’den çıkışlar arttığında ve bu paralar dolara çevrildiğinde, iki
paranın faiz getirisi, aradaki kur farkının neden olduğu zararı
karşılayamayabilir. Bu durumda uluslar arası yatırımcıların gerilimi artar. Böylece
bu tür ülkelerdeki yüksek tahvil ve bono faizlerinin çekiciliği kaybolur,
yatırımcı güvenli limanlara yönelir. Bu çıkışlar yavaş başlar ama tarihsel
deneyimlerin de gösterdiği gibi, hızlı
bir biçimde kontrolden çıkar.
O halde Fed’in geçmiş deneyimlerden
ders çıkartarak dolardaki bu yükselişi durdurma yönünde karar aldığı
söylenebilir mi? Sanmıyoruz. Zira özellikle son bir iki yıldır BIS (hatta IMF[3]) Fed’i
bol ve ucuz para politikaları (miktarsal kolaylaştırma ve parasal
kolaylaştırma) aracılığıyla finansal balonlar şişirdiği ve bu balonların patlama
noktasına gelerek, 2008 krizinden daha büyük bir finansal kriz tehlikesinin
varlığı riskine karşı uyarıyordu ama son dönemlere kadar bu uyarılara kulak
asılmadı. ABD kendi ekonomisini bu tür
genişletici para ve faiz politikalarıyla resesyondan çıkartmakla meşguldü. Ne
zaman ki 2013 sonlarından itibaren ekonomik toparlanmanın kalıcı olduğuna inanıldı,
o zaman Fed’in bu para politikasını sıkılaştırılmasına karar verildi. Ancak
küresel ekonominin diğer büyük aktörü konumundaki ekonomilerin içinde bulunduğu
durum ve bazı ‘yükselen’ tabir edilen ekonomilerin, faiz oranlarının
yükseltilmesiyle birlikte çöküşe geçebileceği ve bunun yaratacağı küresel çaptaki
etkiler ve itirazlar yüzünden miktarsal kolaylaştırmaya son verilirken, faiz
oranlarının artırımına gidilmesi, bu yöndeki açıklamalara rağmen, ertelendi.
Son erteleme geçen
hafta geldi, zira bir kaç ay öncesine kıyasla son haftalarda ABD ekonomisinden
iyi haberler gelmiyor.
Geçen yılki iyimser
tahminlerden farklı olarak, son veriler ABD
ekonomisinin büyümesinin yavaşlamakta olduğunu ortaya koyuyor. Chicago Fed’in
bir çalışmasına göre[4]
2015 Ocak-Şubat döneminde ülkede ekonomik faaliyet endeksi % 10 düştü.
Eylül-Kasım 2014’teki güçlü büyümenin aksine son 3 aylık dönemde ekonomik
büyüme giderek hız kesti. Şubat 2015’te verimlilik artışı yavaşladı. Özellikle
de imalat sanayi verimlilik hızı düştü. Ayrıca istihdam ve talep artışı da
zayıfladı. Örneğin 2015 Ocak ayında 759 bin olan yeni istihdam artışı Şubat’ta
sadece 96 bin olarak gerçekleşti. Çalışma Bakanlığına göre işsizlik yardımı
başvuruları arttı. Özel tüketim ve konut alımlarında net bir
yavaşlama söz konusu. Freddy Mac’a göre, konut satışları, üstelik de mortgage
kredi faizi oranları tarihsel olarak rekor seviyede düşük iken, % 20 oranında
düştü. Konut stoklarında ise sadece binde 5’lik bir azalma var.
Tüm bu gelişmelerin
sonucunda Fed % 3 olarak öngördüğü
büyüme hızını geçen hafta en fazla % 2,7 ve an düşük % 2,3 olarak aşağıya doğru
revize etmek durumunda kaldı[5].
Böyle olunca pek çok
yatırım bankası müşterilerini bilgilendirirken, ekonomi yavaşlarken Fed’in faiz
artırımına, bırakın Haziran’da, bu yıl hiç gitmeme ihtimalinin giderek
arttığının altını çizdi.
Goldman Sachs’a göre
faiz artırımı olsa bile bu çok büyük bir artırım olmaz ve bu Eylül 2015’ten
önce gerçekleşmez. Fed Fund Futures sözleşmeleri ise Haziran’da faiz artırımı
ihtimalinin % 9 ve Eylül’de ise % 46 olduğunu ortaya koyuyor[6].
Fed başkan yardımcıları
da ortadan bir yerden açıklama yaparak aslında bu yeni gelişmeyi anlatmaya
çalışıyorlar. Fischer’e göre[7],
Haziran-Eylül aylarındaki dönemde yapılabilecek olan bir faiz artırımı, ‘ultra
genişlemeden’ ‘aşırı genişlemeye’ doğru bir düzeltme politikası olarak
anlaşılmalı. Ancak Fischer dolardaki yükselişin bir nedeni olarak ABD
ekonomisinin diğer ekonomilere kıyasla güçlü konumda olduğu vurgusu yaparak
faiz artırımının bütünüyle gündemden kalkmadığının altını da çiziyor.
Amerikan ekonomisinde,
faiz artırımı kararı üzerinde etkili olabilecek bir diğer etken kuşkusuz bu
ülkenin artık devasa boyutlara ulaşmış olan cari açıkları.
Cari açığın temel belirleyeni
olan dış ticaret açığı (ithalat-ihracat)
ABD’de 2010 yılından bu yana en üst düzeye çıktı ve 2014 yılının üçüncü
çeyreğinde 98,5 milyar dolar olan bu açık dördüncü çeyreğinde 113,5 milyar
dolar oldu. GSYH’ye oranı ise yine son 3 yılın en yükseğine çıkarak % 2,6 oldu.
Açıktaki bu artışın temel nedeni ihracatın gerilemesi. Zira son çeyrekte % 1,3
oranında düştü[8].
Bu düşüşte kuşkusuz Avrupa pazarlarının talebindeki azalma olduğu kadar,
aşağıdaki tablodan da görüldüğü gibi, doların
diğer paralar karşısında değer kazanması etkili oldu. Çünkü “Dolar Endeksi” (US Dollar Index) 2015 başından bu yana
% 10, geçen yıl ise % 5’ten fazla büyüdü.
Tablo:
ABD dolar endeksi
Para birimi
|
Endeksteki
ağırlığı %
|
Yıllık
performansı
|
Avro
|
57.6
|
-6.0
|
Yen
|
13.6
|
-
1.1
|
Pound
|
11.9
|
-2.1
|
Kanada
doları
|
9.1
|
-2.9
|
İsveç
Kronu
|
4.2
|
-
9.5
|
İsveç
frangı
|
3.6
|
-
4.7
|
US
Dolar Endeksi
|
100.0
|
5.2
|
(Kaynak: Money
Morning, “Why the U.S. Dollar Is Rising, and Why It's Going to
Fall”, http://moneymorning.com,
11 September 2014).
ABD’nin AB ile olan dış
ticaret verilerine bakıldığında doların avro karşısında daha fazla değer kazanmasının
zorluğu da ortaya çıkıyor. IMF’ye göre, bu ticarette ABD’nin bu yılki açığı 484
milyar dolar iken, AB ülkelerinin dış ticaret fazlası 262 milyar dolar oldu. Burada geçen sonbahardan bu yana avronun
dolar karşısında % 20 dolayında değer kaybetmesinin önemi büyük. Bu şu anlama
geliyor. Paritenin böyle kalabilmesi için her yıl Avrupa’dan yüzlerce milyar
dolar ABD’ye akmalıdır. İki bölge arasındaki ticaret dengesizliği genişledikçe
bu sermaye akışı daha da artmalıdır. Bu teorik olarak mümkün olsa da pratikte
bunun gerçekleşmesi uzak bir ihtimaldir[9].
ABD’de bunlar olurken,
dünyanın geri kalan kısmında da işler iyi gitmiyor. Bunun göstergelerinden biri
HSBC tarafından düzenli olarak hazırlanan “İmalat Sanayi Satın alma Endeksi”
(Manufacturing Purchasing Manager’s Index- PMI). Bu endeksin değeri 50 puanın
altına düştüğünde ekonominin daralmakta olduğu kabul ediliyor. Bu endeks Japonya’da Şubat 2015’te 51,6’dan Mart’ta 50,4’e geriledi. Bu
ülkede bir süredir yapılmakta olan çok büyük çaplı miktarsal kolaylaştırmanın
henüz işe yaramadığı görülüyor. Bu nedenle de BoJ bu hafta sonu ülkede
deflasyonist güçlerin hala geriletilemediğini açıklamaya hazırlanıyor. Avrupa
ekonomilerinden Almanya ve Fransa’da durum biraz daha iyiye doğru
gidiyor gibi. Bu endeksin değerlerinde Almanya’da 51,1’den 52,4’e ve Fransa’da 47,6’dan
48,2’ye artış var[10].
Düşük petrol fiyatları,
düşük faiz ve düşük avro bu gelişimde rol oynamış gibi görünüyor ama bölge hala
bütünüyle ciddi bir deflasyon riskini yaşarken, çeperdeki ülkelerdeki resesyon
durumu değişmedi. Örneğin Yunanistan hala
Birliğin yumuşak karnı olmaya devam ediyor.
Geçen haftaki Merkel-Tsipras görüşmesinden net olumlu bir sonuç
çıkmadı. Yunanistan’ın bu hafta sonuna
kadar 2 milyar dolarlık bir dış borç geri ödemesi ve ilave olarak memur ve
emekli maaş ödemesi yapması gerekiyor.
Son olarak, Çin ekonomisindeki bir süredir görülen
yavaşlama hız kazanmış gibi görünüyor. ABC News’a göre, Çin ekonomisi bu Mart’ta
sadece yavaşlamadı, aynı zamanda da fiilen küçüldü. Yukarıda sözü edilen PMI
Martta 49,2’ye gerileyerek son 11 ayın en düşüğü oldu. Bunun nedeni asıl olarak
sanayi ihracatına olan dünya talebinin azalması[11].
Çin’de özellikle
perakende satışlar, sabit sermaye yatırımları, konut satışları ve imalat sanayi
rakamlarında belirgin kötüleşme mevcut. Bu nedenle de Hükümet bu yılki büyüme
oranını % 7’ye düşürdü. İnşaat sektörünün yavaşlaması ve çok büyük birçok
projenin durdurulması yakındaki bir resesyonun ön belirtileri olabilir.
Aslında aşırı inşaat
yatırımlarıyla şişirilen inşaat balonu gelmekte olan resesyonu perdeliyor. Bu
tıpkı 2008 krizi öncesinde ABD’de konut balonunun gelen resesyonu perdelemesi
gibi bir durum. O yıllarda da başta konuta bağlı olarak çıkartılan menkul kıymetlerdeki
aşırı şişkinlik ve genelde finansallaşmanın geldiği boyut dönemin Fed başkanı
Bernanke tarafından ABD ekonomisinin sağlıklılığının bir göstergesi olarak
yorumlanmıştı ve balon şişirme politikalarına göz yumulmuştu. Ardından patlayan
finansal kriz ve sonrasında ortaya çıkan küresel kapitalist krizden ise hala
çıkılamadı. Ancak Çin’de patlayan bir balon ABD’de yarattığı etkiden daha büyük
bir etkiye neden olabilir, zira ABD’dekinden mislince fazla bir balon
şişirilmiş durumda. 4.4 trilyon dolarlık bir gölge bankacılığının varlığı[12]
bunu ortaya koyuyor.
Türkiye
ekonomisine gelince, son dönemde en çok konuşulan iktisadi konuların başında
kuşkusuz doların TL karşısındaki durdurulamaz yükselişi geliyor. Zira 2014
sonundan bu yana dolar % 10’un üstünde değer kazandı. Bu gelişmenin ülkeye olan
ekonomik etkilerini daha önceki bir yazımızda ele almıştık[13].
Burada sadece iki önemli konuya daha değinelim.
İlk olarak dolar, borsa
ve faiz oranları gibi konular, IMF gibi uluslar arası kuruluşların ve ana akım
burjuva iktisatçıların ekonomideki gelişmeleri değerlendirirken başvurdukları
temel parasal göstergeler. Bütün tartışmalar genelde bunların üzerinden yürütülüyor
ve örneğin bu göstergeler iyiye doğru gittiğinde ekonominin iyi durumda olduğu
varsayılıyor. Tersi durumlar ise daha ziyade olağanüstü gelişmelerle, dünya
piyasalarının durumu ile ya da siyasal çalkantılarla açıklanıyor. Yani bunların
sadece semptomlar olduğu, kapitalist sistemin
iç çatışmalarının ve çelişkilerinin kaçınılmaz olarak bu sorunları yarattığı
gerçeği hep göz ardı ediliyor. Böylece hem sistem eleştirilerden korunmuş oluyor,
hem de halkın, emekçilerin, işçi sınıfının durumunu daha iyi yansıtan; çalışma
koşulları, işsizlik, yoksulluk, gelir ve servet bölüşümü adaletsizlikleri gibi
asıl sorunlar da gizlenmiş oluyor.
Diğer taraftan seçimlere
sayılı haftalar kala, özellikle de Parlamentodaki ana muhalefetin umudu gibi
görünen bir iktisadi kriz ya da ciddi bir türbülans beklentisinin gerçekleşmesi
de uzak bir ihtimal gibi görünüyor. Fed’in aldığı kararların çok ciddi
etkilerine açık durumdaki ekonomi açısından ve seçimlere giderek azalan bir güç
ile giren iktidar partisi açısından Fed’in belirsizlikler içeren ama hemen faiz
artırımına yönelmeme biçimindeki son kararı lehte bir durum. En iyi ihtimalle
Haziran’da, muhtemelen Eylül’de yapılacak, belki de bu yıl yapılmayacak olan
bir faiz artırımı doları bir kez daha zıplatmayacak ve sermaye çıkışları
üzerinde beklenen etkileri yapmayacaktır. Bu süreçte siyasal iktidarın kendi
içindeki çatlağın büyümesiyle ortaya çıkabilecek bir siyasal kriz, dolar ve seçim
sonuçları üzerinde Fed’den daha etkili olabilir.
Kuşkusuz bu tespit Türkiye
ekonomisinin mevcut krize doğru olan kırılganlığının[14]
seçim sonrasındaki gelişmelere paralel olarak artacağı gerçeğini ortadan
kaldırmıyor. Zira bu temel sorunlar
olduğu yerde duruyor. Emek ve demokrasi güçleri ise umudunu doların yaratacağı
etkilerden ziyade, hali hazırda en geniş yığınların temel sorunu olan
yoksulluk, işsizlik, güvencesiz istihdam, iş cinayetleri, gelir ve servet bölüşümü
adaletsizliği, devasa boyutlara ulaşan ihtiyaç kredisi ve borçlanma,
tarımsızlaştırma, özgürlükler ve demokrasi sorunlarına ürettiği çözümlerin
gerçekliğine ve bunu en geniş yığınlara, en etkin yollarla anlatabilmesine bağlamalıdır.
Kaynakça
Bank for International
Settlements (BIS), 84th Annual Report,
1 April 2013–31 March 2014.
Durmuş, Mustafa, “Doların yükselişinin iktisadi ve siyasal etkileri”, http://siyasihaber.org, 11 Mart 2015.
http://data.cnbc.com/quotes/EUR%3D/tab/2.
“Is Slowing Chinese Economic Growth Gaining Momentum?”, http://www.economywatch.com, 24 March 2014.
Kozanoğlu, Hayri, “Dövizde yedi
kırılganlık noktası”, BirGün, 24
Mart 2015.
Money Morning, “Why the U.S. Dollar Is Rising, and Why It's Going to
Fall”, http://moneymorning.com, 11 September 2014).
Roos,Jerome, “The next financial crisis may be just around the
corner”, http://roarmag.org, 20 October 2014.
Roubini, Nouriel, “The
Negative Way to Growth?”, http://www.project-syndicate.org, 28 February
2015.
“US Q4 current account deficit largest since 2012”, http://www.cnbc.com,
9 Mar 2015 |
9:32 AM ETReuters.
[1] Bank for
International Settlements (BIS), 84th
Annual Report, 1 April 2013–31 March 2014.
[2]
Nouriel Roubini, “The Negative
Way to Growth?”, http://www.project-syndicate.org, 28 February 2015.
[3] IMF, Global Financial Stability Report, 8 October
2014, http://www.imf.org.
[6] agm.
[8] “US Q4 current account deficit largest since 2012”,
http://www.cnbc.com,
9 Mar 2015 | 9:32 AM ETReuters.
[9] Anatole Kaletsky, “How Far
Will the Euro Fall?”, http://www.project-syndicate.org,
17 March 2015.
[10] Chandler, agm.
[11] “Is Slowing Chinese Economic Growth Gaining Momentum?”, http://www.economywatch.com, 24 March 2014.
[12]
Jerome Roos, “The next financial
crisis may be just around the corner”, http://roarmag.org, 20 October 2014.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder