1 Mart 2015 Pazar

ESNAF: POLİS Mİ, KARŞI DEVRİMCİ Mİ, KAYPAK BİR OPORTÜNİST Mİ?



ESNAF: POLİS Mİ, KARŞI DEVRİMCİ Mİ, KAYPAK BİR OPORTÜNİST Mİ?
Son olaylar üzerinden bir küçük burjuvazi/ esnaf ve sanatkâr değerlendirmesi
Mustafa Durmuş
Esnaf sahneye, önce Gezi İsyanı sırasında ‘eli palalı’ bir kebapçı ve ardından hemen her protesto eylemine saldıran esnaf grupları ile çıktı. Ama asıl şok eden olaylar Eskişehir’de Ali İsmail Korkmaz’ın dövülerek öldürülmesinde polisin yanı sıra bir fırıncının yer alması, Özgecan Aslan’ın bir minibüs şoförü tarafından hunharca katledilmesi ve gazeteci Nuh Köklü’nün, dükkânının camına gelen bir kartopu yüzünden bir dükkân sahibi esnaf tarafından öldürülmesiydi.
Son dönemde küçük esnafın ekonomik sıkıntıları giderek artarken, hatta önemli bir kesimi güvenceli devlet memurlarının standardının altında dahi bir yaşam standardına sahip olamazken, bu kesimin, bu düzenin çarpıklıklarına dikkat çeken ve bunu protesto etmek için sokağa çıkan insanlara, özellikle de gençlere ve kadınlara yönelik olarak tepkisi arttı ve bu tepki bazı gençlerin dövülmesi, hatta hunharca öldürülmeleriyle sonuçlandı.
Neden bu insanlar böyle tepkiler veriyorlar? Bu sadece esnafın içine sızan sivil ya da resmi görevlilerin provokasyonları ya da Özgecan örneğinde olduğu gibi erkek egemen bir toplumda canavarlaşmış bir erkeğin saldırganlığı ile açıklanabilir mi?
Esnafın ve genel olarak onun da içinde yer aldığı toplumsal bir grup olarak ‘küçük burjuvazi’nin, ‘lümpen proletarya’ ya da ‘sınıf altı’ olarak adlandırılan sosyal katmanların toplumsal hareketler ve devrimlerde ya da karşı devrimlerdeki rolleri 19. Yüzyılın ikinci yarısından bu yana tartışılıyor. Örneğin Marx, 1848 Devrimi sırasında Paris esnafının tutumunu değerlendirirken[1], küçük esnafın nasıl devrimcilere saldırdığını ve bunların sonraki hayal kırıklığını anlatır.
Teoriye başvurmadan önce, küçük esnafın toplumsal olaylar karşısındaki tutumlarını kavrayabilmemize yardımcı olması için, Türkiye’den bazı istatistiklerle başlayabiliriz.
Esnaf ve sanatkârlar, hem Türk Ticaret Kanunu (6102 sayılı) hem de Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu’na göre; ekonomik faaliyetleri sermayesinden daha fazla bedeni çalışmasına dayanan ve geliri belli bir sınırı (örneğin yıllık satışlarının tutarı 200,000 TL’yi) aşmayan sanat ve ticaretle uğraşanlar olarak tanımlanıyor.
Vergileme açısından ise, esnaf ve sanatkârların bir kısmı hiç vergilendirilmeyerek ‘vergiden muaf tutulan esnaf’ olarak, kalanlar Vergi Usul Kanunu’ndaki ölçülere göre ya ‘Basit Usulde vergilenen esnaf’ ya da ‘Gerçek Usulde vergilenen esnaf’ olarak tanımlanıyorlar.
Esnafın Türkiye’deki sayıları açısından, birbirinden farklı rakamlar söz konusu. Örneğin Maliye Bakanlığı’nın verilerine göre Türkiye’de 711 bini Basit Usule ve 1milyon 765 bini Gerçek Usule tabi olmak üzere toplam kayıtlı 2 milyon 476 bin esnaf ve sanatkâr var[2]. Esnaf muafiyetinden yararlanan, yani “kazancı ancak geçimini sağmaya yetecek kadar az olanların”,  (gezici olarak perakende ticareti ve zanaat işleriyle uğraşanlar, küçük nakliyeciler, evlerde el işi üretim yapıp satanlar, hurdacılar, Milli Piyango bileti satanlar ya da kapıda satış yapanlar gibi) tam sayısının ne olduğu ise bilinmiyor.
Basit Usule tabi esnaf ve sanatkâr (örneğin minibüs ve taksi şoförleri) yasal olarak, yıllık beyanname vererek vergisini ödüyor, ancak defter tutmuyor,  geçici vergi ödemiyor, sattıkları üzerinden KDV tahsilâtı yapmıyor. İş kapasiteleri ve kazançları daha yüksek olan Gerçek Usulde vergilendirilen esnaf ve sanatkâr ise işletme hesabı ya da bilanço esasına göre vergilendiriliyor.
Diğer taraftan, Esnaf ve Sanatkârlar örgütlerine göre, TTK kapsamına giren kayıtlı esnaf ve sanatkâr sayısı 31 Ocak 2015 tarihi itibariyle, 1.578.188 ve bunlara ait 1.699.846 işyeri mevcut. Bunlar 3,061 Esnaf Odası’nda örgütlüler[3]. Bu haliyle bu kesim toplam nüfusun % 2’sini, aileleriyle birlikte % 10’undan fazlasını oluşturuyor.
Bu rakamlara kayıt dışılığı da dâhil ettiğimizde, TESK’e göre, bugün itibariyle Türkiye’de 2 milyon civarında küçük esnaf ve sanatkâr var. AKP iktidarları boyunca bu kesimin sayısında 500 bine yakın bir azalma görüldü. Esnaf ve sanatkârların aileleri ve yanlarında çalıştırdıklarıyla beraber 10 milyon civarında, yakın etkisi altında olan, bir nüfusu oluşturdukları tahmin ediliyor.
Türkiye çapında Esnaf ve sanatkârlar, tahmin edileceği gibi, simetrik olarak dağılmıyorlar ve aşağıda Tablo 1 ve Tablo 2’den de görüleceği üzere,  belli ilerde yoğunlaşırken, Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da sayılarında belirgin bir azlık göze çarpıyor.
Tablo 1:  Esnaf ve sanatkârların en yoğun olduğu ilk 10 il (31 Ocak 2015, TESK)
İl
Sayı
İşyeri sayısı
Toplam nüfus içindeki payı (%)
İstanbul
178,689
187,451
%  11
163
%  1,24
İzmir
100,829
110,008
%  6,5
129
%  2,45
Ankara
77,275
81,060
%  4,8
114
%  1,5
Antalya
66,179
76,742
%  4,5
75
%  3,0
Bursa
60,023
64,920
%  3,8
105
%  2,15
Konya
45,964
47,718
%  2,8
84
%  2,18
Mersin
44,353
48,000
%  2,8
72
%  2,57
Manisa
41,757
45,537
%  2,7
94
%  3,0
Adana
41,119
43,964
% 2,6
86
%  1,9
Balıkesir
38,110
41,199
% 2,4
88
%  3,2
(Kaynak: TESK)
Tablo 2: Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da esnaf ve sanatkârlar
İl
Sayı
İşyeri sayısı
Türkiye genelindeki payı (%)
Örgütlü oda sayısı
Toplam nüfus içindeki payı (%)
Ağrı
5,809
6,437
% 003
14
% 1,06
Bingöl
4,001
4,383
% 002
7
% 1,5
Bitlis
5,437
5,941
% 003
12
% 1,6
Diyarbakır
14,817
15,876
% 009
42
% 0.9
Elazığ
11,997
12,452
% 007
26
% 2,11
Gazi Antep
31,778
32,980
% 019
78
% 1,68
Hakkari
2,809
2,929
% 0017
5
% 1,02
Mardin
10,651
10,926
% 006
21
% 1,35
Muş
5,476
5,913
% 003
6
% 1,33
Siirt
3,822
4,089
% 002
13
% 1,20
Şanlı Urfa
29,556
30,558
% 018
58
% 1,60
Tunceli
2,081
2,282
% 0013
5
% 2,41
Van
14,864
16,263
% 009
19
% 1.37
(Kaynak: TESK)
 Esnaf ve sanatkârların kendi içlerinde meslek gruplarına göre dağılımı açısından ise en yaygın meslek grubunun şoförlük esnafı olduğu aşağıda Tablo 3’ten görülmektedir. Nitekim ilk sırada % 11 ile “bakkallık, bayilik, büfecilik” yer alsa da, alt gruplara ayrılmış olan şoförlük mesleği toplamda 406,707 ile % 26’lık bir paya sahiptir. Yani Türkiye’de her esnaf ve sanatkârdan en az biri şoför esnafıdır.
Tablo 3: Türkiye’de esnaf ve sanatkârlar içinde ilk 15 sırada yer alan meslekler
Meslek dalı
Sayı
Toplam içindeki payı (%)
166,675
% 11
Minibüsçülük
111,382
% 7
Kadın ve erkek kuaförlüğü
83,767
% 5
Nakliyecilik ve nakliye komisyonculuğu
82,535
% 5
Taksicilik
75,971
% 5
Kahvecilik, kıraathanecilik ve internet kafe işletmeciliği
75,955
%  5
Pazarcılık
57,934
% 4
Kamyonculuk, kamyonetçilik
55,048
% 3,5
Servis aracı işletmeciliği
52,829
% 3,3
Lokantacılık (her türlü)
41,400
% 2,6
Otobüsçülük
29,005
% 1,8
Tuhafiyecilik 
24,295
% 1,6
Konfeksiyon imalat ve satıcılığı
22,307
% 1,4
Kır kahvesi, çay bahçesi, piknik işletmeciliği
21,648
% 1,4
Oto motor tamiri
20,645
% 1,3
(Kaynak: TESK)
Türkiye’deki küçük esnaf ve sanatkârların bir önemli özelliği çok akışkan bir yapıya sahip olmaları: Çok hızla var olup, çok hızla ortadan kaybolmaları. Örneğin, sadece Ocak 2015’de 12,832 yeni tescil yapılırken, 8,385 esnaf tescilden düşürüldü. Yeni tesciller içinde % 23 ile bakkallar, bayiler ve büfeciler ilk sırada, % 20 ile şoförler ikinci sırada yer alıyor. Mesleği bırakanlar (tescilden düşenler) içinde ilk sırada ise % 29 ile şoförler ve ikinci sırada % 25 ile bakkallar, bayiler ve büfeciler geliyor. Böyle hızlı bir var oluş ve yok oluş gerçeğinin bu kesimin özellikle toplumsal olaylar karşısındaki tutumları üzerinde etkili olması beklenir.
Bu kesimin bir diğer özelliği iktisadi krizlerden ilk ve neredeyse en çok etkilenen kesimlerin başında gelmesi. Nitekim resmi verilere göre, 2008 yılında 1.903.465 olan esnaf ve sanatkâr sayısı, krizden bu yana 1.578.188’e (31 Ocak 2015 itibariyle) geriledi[4]. Kısaca krizin de etkisiyle, ama daha çok AKP iktidarlarının büyük alışveriş merkezlerini (AVM) ön planda tutan ticaret modeli nedeniyle esnaf ve sanatkârın sayısında belirgin bir azalma olduğu ileri sürülebilir.
Diğer taraftan, tüm kapitalist dünyada olduğu gibi, esnaf ve sanatkârlar, büyük sermaye grupları kadar olmasa da, devlet desteklerinden en fazla yararlanan kesimlerden birini oluşturuyorlar.
Esnaf, özellikle de en küçük ve en yaygın olanları, bir yandan, ticari bankaların neredeyse tefecilik düzeyindeki faiz oranları nedeniyle ağır bir faiz yükü altında eziliyor ve adeta bu bankalara faiz ödemek için ticareti sürdürmek zorunda kalıyor. Diğer yandan örneğin önemli bir kısmı Kredi Kefalet Kooperatifleri aracılığıyla bir kamu bankası niteliğinde olan T. Halk Bankası’ndan sübvansiyonlu kredi kullanabiliyor. 2013 yılı sonu itibariyle bu bankanın 1 yıla kadar vadeli kredilerine uyguladığı faiz oranı % 10, 1 yıldan uzun vadeli olanlarınkinde ise % 8 idi. Ancak bu faizler esnaf ve sanatkâr için sırasıyla  % 5 ve % 4 olarak kullandırılıyor ve bu aradaki fark görev zararı olarak Banka tarafından (son tahlilde de vergi ödeyen diğer kesimlerce) ödeniyor.
Esnafa verilen bu kredi faizi desteğinin tutarı 2004 yılından bu yana sürekli bir artış gösteriyor. Öyle ki 2004 yılında yaklaşık 35 milyon TL olan bu faiz desteği 2102’de 369 milyon TL’ye çıktı ve bu 9 yıl içinde toplamda 1,7 milyar TL’yi aştı.  Bütçe içinde payı açısından, bu destek 2004 yılında binde 2’den 2012’de % 1’e yükseldi[5].
Buna karşılık bu kesimin 2012 yılında ödediği Gelir Vergisi tutarı 1,2 milyar TL’yi biraz aşabildi. Bu rakamı işçi ve memurların ödediği gelir vergisi rakamı ile karşılaştırdığımızda esnafın ödediği verginin ne denli yetersiz kaldığı ortaya çıkıyor. Öyle ki aynı yıl ücret ve maaş geliri elde eden emekçilerin ödediği Gelir Vergisi tutarı 34 milyar TL’yi aştı[6]. Bu haliyle emekçiler toplam Gelir Vergisinin % 60’ını öderken, esnaf ve sanatkârın ödediğinden 28 kat daha fazla vergi ödediler.  Esnaf sanatkâr ve diğer sermaye gelir elde edenlerin ödediği Gelir Vergisi, toplam vergilerin sadece % 1’inin biraz üzerine çıkabilirken, emekçilerin ödediği verginin payı ise % 13’ü aşıyor. Böylece toplam vergi yükü dağılımında aradaki fark 13 katı buluyor.
Bir başka açıdan özellikle işçiler, 2012 yılında kişi başına ortalama 2,000 TL Gelir Vergisi öderken, esnaf ve sanatkârlar kişi başına ortalama 607 TL ödediler (3,5 kat). Bunun nedeni ödeme gücüne göre vergi alınması, yani bu kesimin işçilerden daha az kazanması değil. Çünkü Türkiye’de 10 milyon civarında işçi ayda 1,000 TL’yi dahi bulmayan asgari bir ücret elde edebiliyor. En alttaki bazı meslek grupları dışında esnaf ve sanatkârın bu rakamın bir hayli üzerinde gelir elde ettiği ise açıktır.
Esnafın vergilendirilmesiyle ilgili bir diğer durum vergilerin tahakkuk etmesi ve tahsil edilmesi oranları arasındaki makasın çok açılmış olması. Yani hesaplanmış ve kesinleşmiş olmasına rağmen verginin sadece belli bir kısmı ödeniyor. Öyle ki 2012 yılında Basit Usulde tahakkuk eden (yani hesaplanıp kesinleşen)  verginin toplam gelir vergisi içindeki payı % 94 iken gerçekleşme (fiilen tahsil edilen) % 59’da kaldı. Bu makas 2003 yılından bu yana giderek açıldı (bu yıl oranlar sırasıyla % 33 ve % 22 idi). Benzer bir biçimde Gerçek Usulde gerçekleşme / tahakkuk oranı yüzde 47 civarında. Yani hesaplanan ve kesinleşen verginin yarısından az bir kısmı fiilen tahsil ediliyor. Bu oran 2003 yılında % 72 civarında idi[7].
Ayrıca ücretliler için sadece, o da tam olarak uygulanmayan, bir asgari geçim indiriminin varlığına karşılık, bir bütün olarak sermaye sahipleri ve küçük esnaf ve sanatkârlara yönelik çok sayıda vergi indirimi, muafiyet ve istisnası ve vergi uzlaşması imkânına ilave olarak 2004 yılından bu yana bu kesimlerin yararlandığı çok sayıda vergi ve SSK prim borcu affı çıkartıldı.
Küçük esnaf ve sanatkârlar bir sosyal sınıf mıdır, öyle ise nasıl bir sınıftır?
Marx, Kapital’de dönemin gelişmiş kapitalist ülkelerine ilişkin yaptığı gözlemlerden hareketle bu ülkelerde “burjuvazi” ve “proletarya” gibi iki sınıfın olduğunu, ancak dünyanın diğer kapitalist ülkelerinde ayrıca “toprak sahipleri” diye bir sınıfın mevcut bulunduğunu yazar. Ayrıca köylüler ve küçük burjuvazi de mevcuttur. Köylüler gerçekte bankalara vs olan borçlarından dolayı, toprağın gerçek sahibi değildir. Bu nedenle de Marx bir yandan köylülerin proletaryanın yanında olmak durumunda olduklarını vurgularken, bunlardan “barbarlar” diye de söz ederek bunların ikili konumlarının altını çizer[8].
Küçük burjuvazi ise, üretim aracına sahip bulunmayan ya da bazen çok küçük üretim araçlarına sahip olan, çok az sayıda işçi çalıştıran küçük dükkân sahipleri (esnaf) olarak tanımlanır. Bunların kapitalist üretim tarzı ile ilişkilenme biçimi kapitalist, proleter ya da toprak sahiplerininki gibi değildir.
Küçük burjuvazi kavramı;  küçük kent insanı, küçük iş insanları ve bazen de orta sınıf üyelerini ve iyi durumdaki çiftçileri kapsayan bir kavramdır. Bu kavram öncelikle, küçük girişimci (örneğin küçük dükkân sahipleri, esnaf) sınıfı ve değişik türden el işçiliği yapan insanları anlatır[9]. Bu grup sanayileşme ile birlikte giderek ortadan kalkan bir gruptur, zira büyük fabrikalar ve satış merkezleri malları daha ucuza üretmekte ve daha hızlı dağıtabilmektedirler. Daha çok sanayileşmiş bölgelerde sadece giderek küçülen kalıntılar biçiminde var olurken, sanayileşmemiş bölgelerde küçük burjuvazi bol miktarda mevcuttur.
Bu insanlar; küçük bir dükkân sahibi olarak işe başlamak ve bunu bir imparatorluğa dönüştürmek”  biçimindeki daha ziyade “Amerikan Rüyası” olarak da bilinen kapitalist rüyanın temel dayanağıdırlar[10].
Kapitalist gelişme ve büyümenin önemli bir kısmı bu kesimden sağlanır, ama kapitalizm giderek küçük hiçbir girişimcinin rekabet edemeyeceği büyük ve güçlü sanayilerle bunları ortadan kaldırır. Bu rüyanın sürdürülebilmesi ve büyük sermayenin böyle bir rüyayı toplumun alt kesimlerine yayarak kendini büyütmesi için gerekli meşruiyetin sağlanabilmesi için  tüm dünyada bunlara ciddi miktarda vergi, faiz gibi hem fiskal hem de finansal teşvikler verilir.
Bu kavram aynı zamanda burjuva üretim aparatının yönetiminde yer alan işçilere verilen addır. Bu işçiler meta üretimine katılmazlar, ancak dağıtımı, mübadeleyi patronlar adına yönetirler. Bu kesimler işçiler gibi ücretli oldukları, yaşamak için bu ücrete bağımlı oldukları için aynı zamanda işçi sınıfının parçasıdırlar. Ama sınıf bilincinden uzaktırlar, zira üretimin yapılması, dağıtım ve mübadele gibi konularda günlük kontrolü patronlar adına gerçekleştirirler[11].
Marx, “grup”, “tabaka”, “katman” gibi kavramları sınıfı anlatmak için kullanır. Dükkân sahipleri, küçük imalatçılar ve esnaf, köylüler ile birlikte, onun düşük-orta sınıflar kavramı içinde yer alır. Orta sınıflara memurları da dâhil eder. Doktorlar, hukukçular, profesörler, yazarlar ve papazlar (intelejensiya) ise burjuvazinin ideolojik temsilcileri ve sözcüleri olarak nitelendirilir[12].
Marx’ta “geçiş halindeki sınıf” kavramı da vardır. Bu kaybolmaya yüz tutmuş sınıfı anlatır. Bu tanımlama ile Marx, küçük toprak sahipleri köylüler ve küçük burjuvaziyi kasteder. Marx bu sınıfların giderek ortadan kalktığını gözlemlemiştir: “Düşük orta sınıflar, küçük imalatçılar, dükkân sahipleri, esnaf ve köylüler yok olmamak için burjuvaziye karşı savaşırlar, ancak tarihin tekerleğini geri çevirmek istediklerinden gerici karaktere sahiptirler. Sadece proletarya burjuvazi ile göğüs göğse çarpışabilen devrimci sınıftır.[13]
Marx özgün bir biçimde “tehlikeli”[14] bir sınıftan, “rezil” bir sınıf olarak da tanımladığı ‘lümpen proletarya’dan[15] da söz eder. Bunlar toplumun en alt kesimlerinin yarattığı kitleler; hırsızlar, suçlular, toplumun kırıntılarıyla yaşamlarını sürdürenler, işsiz güçsüzler, mesleği olmayanlar, serseriler ya da evsizlerdir. Bunlar burjuvazinin hizmetindedirler, grev kırıcılığı yaparlar, işçileri ispiyonlarlar, devrim dönemlerinde işçilere karşı savaşırlar. Bu nedenden dolayı da tehlikeli sınıf olarak addedilirler. Bunları, bugün, işsiz yoksullar olarak sınıflandırmak daha doğru olur.
Marx ve Engels bu kesimi çözümlerken, proletarya ve burjuvaziyi tanımladıkları gibi net bir kategori altına sokmamış,  sadece tarihsel bir ana denk düşen bir kavram olarak bunu kullanmıştır. Bu “sınıf altı” insanlar dolandırıcılar, gangsterler, hırsızlar ve genelde kriminallerdir. Onların bu hali tüm sınıfları reddetmeyi ya da tüm sınıfların çürümesini içermektedir. Nitekim 18 Brumarie’de Marx, lumpen proleteryadan, tüm sınıfların reddi olarak söz eder ve bunların Fransa’daki gerici karşı devrimci güçlerle nasıl ilişkili olduklarına dikkat çeker[16]. Engels ise, ‘Alman Devrimi’ nde lümpen proletaryadan, “tüm sınıfların çürüyen unsurlarının cürufu” olarak söz eder. Bunlar büyük şehirlerde yuvalanan en kötü halk sınıflarıdır, utanmaz, yüzsüz bir rüşvetçi ekiptirler[17].
Diğer taraftan lumpen proletarya, kriminal sınıf altı ya da karşı devrimci olarak tanımlanabilecekken, dünyada birçok örnekte olduğu gibi, büyük bir devrimci potansiyele de sahiptir. Ezilmişlikleri, marjinalize edilmişlikleri, dışlanmışlıkları devrimci bir potansiyele sahip bulunduklarının bir göstergesidir.
Küçük burjuvazi oportünisttir!
Bir yandan büyük sermaye karşısında giderek yok olmaya yüz tutması, diğer yandan büyük sermayenin sürekli canlı tuttuğu bir gün büyük sermaye olabilme hayali ve bunu desteklemeye dönük kapitalist devletin faiz ve vergi politikaları gibi politikaları küçük burjuvazinin, burjuva demokrasisi illüzyonuna kapılarak kaypak bir tavır almasına, genellikle de egemen sınıfların yanında yer almasına neden olan oportünizminin asıl kaynağını oluşturur.
Zira gerçekte liberal temsili burjuva demokrasisi burjuvazinin diktatörlüğünü gizleyen bir maskedir, bir illüzyondur, yalandır. Ancak bu yalan burjuva orta sınıf ideolojisi için olmazsa olmaz bir koşuldur. Küçük burjuvazinin kendi ideolojik açlığını bastırabilmek için burjuva demokrasisi yalanından başka bir ideolojik kaynağı yoktur. Onu besler, destekler, ona başvurur, onu talep eder, güçlülerin kendine sırt çevirmemesi için yalvarır, onu dişiyle tırnağıyla savunur, zira onu sosyal itibarının ve ekonomik ve politik savunmasının bir aracı olarak görür[18].
Faşizm ve küçük burjuvazinin karşı devrimci rolü
İtalya, Almanya ve İspanya’daki faşizm deneyimleri toplumun aşağıdan yukarı totaliterleştirilmesi ve giderek faşist rejimlerin kurulması sırasında küçük esnafı da kapsayan bir kategori olarak küçük burjuvazinin ve lümpen proletaryanın önemli bir rol oynadığını ortaya koymaktadır.
Faşizm, ister iktidara gelirken şiddet kullansın, ister iktidara geldikten sonra bu şiddeti kurumsallaştırsın,  her zaman en alçak demogojilere başvurmuştur. Büyük sermayeye hizmet eden doğasını gizlemeye çalışırken, mutsuz emekçileri ve özellikle de işsiz işçileri, yoksullaşan köylüleri, yarınından emin olmayan memurları, durumları kötüleşen dükkân sahibi küçük esnafı kandırmaya çalışmış, hatta halkın sefaletini ve düzenin neden olduğu yolsuzlukları ve skandalları riyakârca sömürerek, sermayenin diktatörlüğüne kitle tabanı oluşturmaya çalışmıştır[19] . Zira karşı devrimci büyük burjuvazinin en büyük korkularından biri küçük burjuvazi ile işçi sınıfı arasında kurulacak olan ittifak olmuştur.
Bu ülkelerde, küçük ticaret ve küçük şehir burjuvazisi, sermaye ve özellikle de bankerlerin inisiyatifindeki kredi zilletinden nefret etmiş, ama mülkiyetin ebedi varlığına hatta onu artırma olanağına inandığı için onlara karşı bir tavır almamıştır. Benzer bir tutumu ön yargılı meslek sahipleri, memurlar ve üretimdeki orta ve üst kadrolardaki görevliler sergilemişlerdir. Şehir ve kırsaldaki bu halk kitleleri orta sınıflar, özel olarak köylüler ya büyük burjuvazinin ve sermayenin etkisinde kalıp onun politikasının aleti haline gelmiş ya da işçi sınıfına müttefik olmuşlardır. İlk durum, tüm emekçi sınıflar üzerinde baskı ve sömürünün artması ve faşizmin güçlenmesi sonucunu doğurmuştur. 1848-1852’de Fransa’nın, 1918’den 1933’e kadar Almanya’nın ve 1931’den sonra İspanya’nın yaşadığı deneyler bunu ortaya koymaktadır. İkinci durum, halkın üzerindeki sömürü ve baskının son bulmasını, demokrasinin ve halk özgürlüklerinin açılıp serpilmesini getirir. 1917 Ekim Devrimi deneyimi bunu göstermiştir[20].
Almanya’da faşizmin iktidara gelmesindeki etkenlerden biri sosyalist hareketin ya da anti-faşist cephenin emekçi kitlelerin güncel isteklerine ve özellikle de faşizmin demagojilerine kolayca kanabilen orta sınıfların gereksinimlerine yeterince önem vermeyişi olmuştur[21].
Bu deneyim günümüzde giderek tırmanışa geçen faşizm tehlikesi ile bir arada düşünüldüğünde oldukça önemlidir.
Emek ve demokrasi hareketi ve örgütleri bir yandan ülkenin demokratikleşmesi için mücadele verirken, diğer yandan giderek artan faşizm tehlikesine karşı olabildiğince en geniş anti-faşist cepheyi oluşturmalıdır. Bu noktada tarihsel deneyimlerden görüldüğü gibi faşizmin yedeği durumuna düşmüş olan küçük burjuvazi ve lümpen proletaryanın bir kez daha böyle bir tutum almasının nasıl önleneceği üzerinde ciddi olarak düşünülmelidir.
Gerici- faşist demagojinin etkisinden kurtarılabilmesi için, onun nasıl bir kaygan zeminde yer aldığı ve oportünist eğilime sahip bulunduğu da göz ardı edilmeden, ama aynı zamanda büyük sermaye karşısında ezilmişliği, itibarsızlaştırıldığı ve marjinalleştirildiği ve giderek yok olduğu gerçeğinden hareketle emek ve demokrasi mücadelesinin potansiyel yandaşı olabileceği unutulmamalıdır. Bu hassas dengeyi gözeten bir esnaf ve köylülük programına olan ihtiyaç kendini giderek dayatmaktadır.
KAYNAKÇA
Frederick , Engels, “Revolution and Counter Revolution in Germany”, Karl Marx and Frederick Engels, Selected Works I, Progress Publishers,  Moscow, Fourt Printing, 1977.
Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, ESBİS, Gelir İdaresi Başkanlığı, www.gib.gov.tr
Marx, Karl,  “The Class Struggles in France”, Karl Marx ve Frederick Engels, Selected Works I, Progress Publishers Moscow, 4th printing, 1977.

Karl  Marx, Frederick Engels, “Capital, Part VIII”, Karl Marx ve Frederick Engels, Selected Works II, Progress Publishers,  Moscow, Fourth Printing, 1977, içinde.
Karl  Marx, Frederick Engels, “Manifesto of the Communist Party”, Karl Marx ve Frederick Engels, Selected Works I, Progress Publishers,  Moscow, Fourth Printing, 1977 içinde.
Karl Marx, “The Eighteenth Brumarie of Louis Bonaparte”,  Karl Marx ve Frederick Engels, Selected Works I, Progress Publishers,  Moscow, Fourth Printing, 1977, içinde.
Muhasebat Genel Müdürlüğü, www.muhasebat.gob.tr, Gelir İdaresi Başkanlığı, Faaliyet Raporları, www.gib.gov.tr.
Ollman, Bertell, “Marx’s Use of “Class”,  http://www.nyu.edu/projects/ollmmöçan/docs/class.php,  (22.02.2015).
The counter revolutionary role of oportunizm,  («Proletarian»; Nr. 1; February 2002), http://www.pcint.org/07_TP/003/003-counter-rev-role.htm.
Thorez, Maurice,  Faşizm ve Anti-Faşist Güç Birliği (Türkçesi: Hüseyin Yavuz), Ser Yayınevi, Ankara, 1979.
Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonu verileri
Yeşilkaya, S. Cüneyt,  Esnaf ve sanatkâr ile çiftçilere devlet yardımlarının karşılaştırılması, PP Sunumu, Ankara, 2013.



[1] Karl  Marx, “The Class Struggles in France”, Karl Marx ve Frederick Engels, Selected Works I, Progress Publishers Moscow, 4th printing, 1977, s. 230.
[2] Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, ESBİS, Gelir İdaresi Başkanlığı, www.gib.gov.tr

[3] (TESK)
[4] (TESK)
[5] S. Cüneyt Yeşilkaya, Esnaf ve sanatkar ile çiftçilere devlet yardımlarının karşılaştırılması, PP Sunumu, Ankara, 2013.
[6] Muhasebat Genel Müdürlüğü, www.muhasebat.gob.tr, Gelir İdaresi Başkanlığı, Faaliyet Raporları.

[7] www. muhasebat.gov.tr ve www.gib.gov.tr.
[8] Bertell Ollman, Marx’s Use of “Class”,  http://www.nyu.edu/projects/ollmmöçan/docs/class.php, (22.02.2015).

[9] Karl Marx, Frederick Engels, “Manifesto of the Communist Party”, Karl Marx ve Frederick Engels, Selected Works I, Progress Publishers,  Moscow, Fourt Printing, 1977, s. 115.
[10] https://www.marxists.org/glossary/terms/p/e.htm ; Frederick  Engels, “Revolution and Counter Revolution in Germany”, Karl Marx ve Frederick Engels, Selected Works I, Progress Publishers,  Moscow, Fourt Printing, 1977, s. 304.
[11] age.
[12] Ollman, agm.
[13] Karl Marx,  Frederick  Engels, “Capital, Part VIII”, Karl Marx ve Frederick Engels, Selected Works II, Progress Publishers,  Moscow, Fourth Printing, 1977,içinde s. 145.
[14] Karl Marx, Frederick Engels, “Manifesto of the Communist Party”, Karl Marx ve Frederick Engels, Selected Works I, Progress Publishers,  Moscow, Fourth Printing, 1977, içinde, s. 118.
[15] Karl Marx, “The Eighteenth Brumarie of Louis Bonaparte”, Karl Marx ve Frederick Engels, Selected Works I, Progress Publishers,  Moscow, Fourth Printing, 1977, içinde, s.442.
[16] agk.
[18] The conter revolutionary role of oportunizm,  («Proletarian»; Nr. 1; February 2002), http://www.pcint.org/07_TP/003/003-counter-rev-role.htm.
[19] Maurice Thorez, Faşizm ve Anti-Faşist Güç Birliği (Türkçesi: Hüseyin Yavuz), Ser Yayınevi, Ankara, 1979, s. 98.

[20] agk., s. 63-64.
[21] agk.,s. 38.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder