ESNAF:
POLİS Mİ, KARŞI DEVRİMCİ Mİ, KAYPAK BİR OPORTÜNİST Mİ?
Son
olaylar üzerinden bir küçük burjuvazi/ esnaf ve sanatkâr değerlendirmesi
Mustafa
Durmuş
Esnaf sahneye, önce Gezi İsyanı sırasında ‘eli
palalı’ bir kebapçı ve ardından hemen her protesto eylemine saldıran esnaf
grupları ile çıktı. Ama asıl şok eden olaylar Eskişehir’de Ali İsmail
Korkmaz’ın dövülerek öldürülmesinde polisin yanı sıra bir fırıncının yer
alması, Özgecan Aslan’ın bir minibüs şoförü tarafından hunharca katledilmesi ve
gazeteci Nuh Köklü’nün, dükkânının camına gelen bir kartopu yüzünden bir dükkân
sahibi esnaf tarafından öldürülmesiydi.
Son dönemde küçük esnafın ekonomik sıkıntıları
giderek artarken, hatta önemli bir kesimi güvenceli devlet memurlarının
standardının altında dahi bir yaşam standardına sahip olamazken, bu kesimin, bu
düzenin çarpıklıklarına dikkat çeken ve bunu protesto etmek için sokağa çıkan
insanlara, özellikle de gençlere ve kadınlara yönelik olarak tepkisi arttı ve
bu tepki bazı gençlerin dövülmesi, hatta hunharca öldürülmeleriyle sonuçlandı.
Neden bu insanlar böyle tepkiler veriyorlar? Bu
sadece esnafın içine sızan sivil ya da resmi görevlilerin provokasyonları ya da
Özgecan örneğinde olduğu gibi erkek egemen bir toplumda canavarlaşmış bir
erkeğin saldırganlığı ile açıklanabilir mi?
Esnafın ve genel olarak onun da içinde yer aldığı
toplumsal bir grup olarak ‘küçük burjuvazi’nin, ‘lümpen proletarya’ ya da ‘sınıf
altı’ olarak adlandırılan sosyal katmanların toplumsal hareketler ve
devrimlerde ya da karşı devrimlerdeki rolleri 19. Yüzyılın ikinci yarısından bu
yana tartışılıyor. Örneğin Marx, 1848 Devrimi sırasında Paris esnafının
tutumunu değerlendirirken[1],
küçük esnafın nasıl devrimcilere saldırdığını ve bunların sonraki hayal
kırıklığını anlatır.
Teoriye başvurmadan önce, küçük esnafın toplumsal
olaylar karşısındaki tutumlarını kavrayabilmemize yardımcı olması için,
Türkiye’den bazı istatistiklerle başlayabiliriz.
Esnaf ve sanatkârlar, hem Türk Ticaret Kanunu (6102
sayılı) hem de Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu’na göre; ekonomik
faaliyetleri sermayesinden daha fazla bedeni çalışmasına dayanan ve geliri
belli bir sınırı (örneğin yıllık satışlarının tutarı 200,000 TL’yi) aşmayan
sanat ve ticaretle uğraşanlar olarak tanımlanıyor.
Vergileme açısından ise, esnaf ve sanatkârların bir
kısmı hiç vergilendirilmeyerek ‘vergiden muaf tutulan esnaf’ olarak, kalanlar
Vergi Usul Kanunu’ndaki ölçülere göre ya ‘Basit Usulde vergilenen esnaf’ ya da ‘Gerçek
Usulde vergilenen esnaf’ olarak tanımlanıyorlar.
Esnafın Türkiye’deki sayıları açısından, birbirinden
farklı rakamlar söz konusu. Örneğin Maliye Bakanlığı’nın verilerine göre
Türkiye’de 711 bini Basit Usule ve 1milyon 765 bini Gerçek Usule tabi olmak
üzere toplam kayıtlı 2 milyon 476 bin esnaf ve sanatkâr var[2].
Esnaf muafiyetinden yararlanan, yani “kazancı ancak geçimini sağmaya yetecek
kadar az olanların”, (gezici olarak
perakende ticareti ve zanaat işleriyle uğraşanlar, küçük nakliyeciler, evlerde
el işi üretim yapıp satanlar, hurdacılar, Milli Piyango bileti satanlar ya da
kapıda satış yapanlar gibi) tam sayısının ne olduğu ise bilinmiyor.
Basit Usule tabi esnaf ve sanatkâr (örneğin minibüs
ve taksi şoförleri) yasal olarak, yıllık beyanname vererek vergisini ödüyor,
ancak defter tutmuyor, geçici vergi
ödemiyor, sattıkları üzerinden KDV tahsilâtı yapmıyor. İş kapasiteleri ve
kazançları daha yüksek olan Gerçek Usulde vergilendirilen esnaf ve sanatkâr ise
işletme hesabı ya da bilanço esasına göre vergilendiriliyor.
Diğer taraftan, Esnaf ve Sanatkârlar örgütlerine
göre, TTK kapsamına giren kayıtlı esnaf ve sanatkâr sayısı 31 Ocak 2015 tarihi
itibariyle, 1.578.188 ve bunlara ait 1.699.846 işyeri mevcut. Bunlar 3,061 Esnaf
Odası’nda örgütlüler[3].
Bu haliyle bu kesim toplam nüfusun % 2’sini, aileleriyle birlikte % 10’undan
fazlasını oluşturuyor.
Bu rakamlara kayıt dışılığı da dâhil ettiğimizde, TESK’e
göre, bugün itibariyle Türkiye’de 2 milyon civarında küçük esnaf ve sanatkâr
var. AKP iktidarları boyunca bu kesimin sayısında 500 bine yakın bir azalma görüldü.
Esnaf ve sanatkârların aileleri ve yanlarında çalıştırdıklarıyla beraber 10
milyon civarında, yakın etkisi altında olan, bir nüfusu oluşturdukları tahmin
ediliyor.
Türkiye çapında Esnaf ve sanatkârlar, tahmin
edileceği gibi, simetrik olarak dağılmıyorlar ve aşağıda Tablo 1 ve Tablo 2’den
de görüleceği üzere, belli ilerde
yoğunlaşırken, Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da sayılarında belirgin bir azlık
göze çarpıyor.
Tablo
1: Esnaf ve sanatkârların en yoğun olduğu
ilk 10 il (31 Ocak 2015, TESK)
İl
|
Sayı
|
İşyeri sayısı
|
Toplam nüfus içindeki payı (%)
|
||
İstanbul
|
178,689
|
187,451
|
% 11
|
163
|
% 1,24
|
İzmir
|
100,829
|
110,008
|
% 6,5
|
129
|
% 2,45
|
Ankara
|
77,275
|
81,060
|
% 4,8
|
114
|
% 1,5
|
Antalya
|
66,179
|
76,742
|
% 4,5
|
75
|
% 3,0
|
Bursa
|
60,023
|
64,920
|
% 3,8
|
105
|
% 2,15
|
Konya
|
45,964
|
47,718
|
% 2,8
|
84
|
% 2,18
|
Mersin
|
44,353
|
48,000
|
% 2,8
|
72
|
% 2,57
|
Manisa
|
41,757
|
45,537
|
% 2,7
|
94
|
% 3,0
|
Adana
|
41,119
|
43,964
|
%
2,6
|
86
|
% 1,9
|
Balıkesir
|
38,110
|
41,199
|
%
2,4
|
88
|
% 3,2
|
(Kaynak: TESK)
Tablo
2: Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da esnaf ve sanatkârlar
İl
|
Sayı
|
İşyeri sayısı
|
Türkiye genelindeki payı (%)
|
Örgütlü oda sayısı
|
Toplam nüfus içindeki payı (%)
|
Ağrı
|
5,809
|
6,437
|
%
003
|
14
|
%
1,06
|
Bingöl
|
4,001
|
4,383
|
%
002
|
7
|
%
1,5
|
Bitlis
|
5,437
|
5,941
|
%
003
|
12
|
%
1,6
|
Diyarbakır
|
14,817
|
15,876
|
%
009
|
42
|
%
0.9
|
Elazığ
|
11,997
|
12,452
|
%
007
|
26
|
%
2,11
|
Gazi
Antep
|
31,778
|
32,980
|
%
019
|
78
|
%
1,68
|
Hakkari
|
2,809
|
2,929
|
%
0017
|
5
|
%
1,02
|
Mardin
|
10,651
|
10,926
|
%
006
|
21
|
%
1,35
|
Muş
|
5,476
|
5,913
|
%
003
|
6
|
%
1,33
|
Siirt
|
3,822
|
4,089
|
%
002
|
13
|
%
1,20
|
Şanlı
Urfa
|
29,556
|
30,558
|
%
018
|
58
|
%
1,60
|
Tunceli
|
2,081
|
2,282
|
%
0013
|
5
|
%
2,41
|
Van
|
14,864
|
16,263
|
%
009
|
19
|
%
1.37
|
(Kaynak: TESK)
Esnaf ve sanatkârların
kendi içlerinde meslek gruplarına göre dağılımı açısından ise en yaygın meslek
grubunun şoförlük esnafı olduğu aşağıda Tablo
3’ten görülmektedir. Nitekim ilk sırada % 11 ile “bakkallık, bayilik,
büfecilik” yer alsa da, alt gruplara ayrılmış olan şoförlük mesleği toplamda 406,707
ile % 26’lık bir paya sahiptir. Yani Türkiye’de her esnaf ve sanatkârdan en az
biri şoför esnafıdır.
Tablo
3: Türkiye’de esnaf ve sanatkârlar içinde ilk 15 sırada yer alan meslekler
Meslek dalı
|
Sayı
|
Toplam içindeki payı (%)
|
166,675
|
%
11
|
|
Minibüsçülük
|
111,382
|
%
7
|
Kadın
ve erkek kuaförlüğü
|
83,767
|
%
5
|
Nakliyecilik
ve nakliye komisyonculuğu
|
82,535
|
%
5
|
Taksicilik
|
75,971
|
%
5
|
Kahvecilik,
kıraathanecilik ve internet kafe işletmeciliği
|
75,955
|
% 5
|
Pazarcılık
|
57,934
|
%
4
|
Kamyonculuk,
kamyonetçilik
|
55,048
|
%
3,5
|
Servis
aracı işletmeciliği
|
52,829
|
%
3,3
|
Lokantacılık
(her türlü)
|
41,400
|
%
2,6
|
Otobüsçülük
|
29,005
|
%
1,8
|
Tuhafiyecilik
|
24,295
|
%
1,6
|
Konfeksiyon
imalat ve satıcılığı
|
22,307
|
%
1,4
|
Kır
kahvesi, çay bahçesi, piknik işletmeciliği
|
21,648
|
%
1,4
|
Oto
motor tamiri
|
20,645
|
%
1,3
|
(Kaynak: TESK)
Türkiye’deki küçük esnaf ve sanatkârların bir önemli
özelliği çok akışkan bir yapıya sahip olmaları: Çok hızla var olup, çok hızla
ortadan kaybolmaları. Örneğin, sadece Ocak 2015’de 12,832 yeni tescil
yapılırken, 8,385 esnaf tescilden düşürüldü. Yeni tesciller içinde % 23 ile
bakkallar, bayiler ve büfeciler ilk sırada, % 20 ile şoförler ikinci sırada yer
alıyor. Mesleği bırakanlar (tescilden düşenler) içinde ilk sırada ise % 29 ile
şoförler ve ikinci sırada % 25 ile bakkallar, bayiler ve
büfeciler geliyor. Böyle hızlı bir var oluş ve yok oluş gerçeğinin bu
kesimin özellikle toplumsal olaylar karşısındaki tutumları üzerinde etkili
olması beklenir.
Bu kesimin bir diğer özelliği iktisadi krizlerden
ilk ve neredeyse en çok etkilenen kesimlerin başında gelmesi. Nitekim resmi
verilere göre, 2008 yılında 1.903.465 olan esnaf ve sanatkâr sayısı, krizden bu
yana 1.578.188’e (31 Ocak 2015 itibariyle) geriledi[4]. Kısaca
krizin de etkisiyle, ama daha çok AKP iktidarlarının büyük alışveriş
merkezlerini (AVM) ön planda tutan ticaret modeli nedeniyle esnaf ve sanatkârın
sayısında belirgin bir azalma olduğu ileri sürülebilir.
Diğer taraftan, tüm kapitalist dünyada olduğu gibi,
esnaf ve sanatkârlar, büyük sermaye grupları kadar olmasa da, devlet
desteklerinden en fazla yararlanan kesimlerden birini oluşturuyorlar.
Esnaf, özellikle de en küçük ve en yaygın olanları, bir
yandan, ticari bankaların neredeyse tefecilik düzeyindeki faiz oranları
nedeniyle ağır bir faiz yükü altında eziliyor ve adeta bu bankalara faiz ödemek
için ticareti sürdürmek zorunda kalıyor. Diğer yandan örneğin önemli bir kısmı Kredi
Kefalet Kooperatifleri aracılığıyla bir kamu bankası niteliğinde olan T. Halk
Bankası’ndan sübvansiyonlu kredi kullanabiliyor. 2013 yılı sonu itibariyle bu bankanın
1 yıla kadar vadeli kredilerine uyguladığı faiz oranı % 10, 1 yıldan uzun
vadeli olanlarınkinde ise % 8 idi. Ancak bu faizler esnaf ve sanatkâr için
sırasıyla % 5 ve % 4 olarak
kullandırılıyor ve bu aradaki fark görev zararı olarak Banka tarafından (son
tahlilde de vergi ödeyen diğer kesimlerce) ödeniyor.
Esnafa verilen bu kredi faizi desteğinin tutarı 2004
yılından bu yana sürekli bir artış gösteriyor. Öyle ki 2004 yılında yaklaşık 35
milyon TL olan bu faiz desteği 2102’de 369 milyon TL’ye çıktı ve bu 9 yıl
içinde toplamda 1,7 milyar TL’yi aştı.
Bütçe içinde payı açısından, bu destek 2004 yılında binde 2’den 2012’de
% 1’e yükseldi[5].
Buna karşılık bu kesimin 2012 yılında ödediği Gelir
Vergisi tutarı 1,2 milyar TL’yi biraz aşabildi. Bu rakamı işçi ve memurların
ödediği gelir vergisi rakamı ile karşılaştırdığımızda esnafın ödediği verginin
ne denli yetersiz kaldığı ortaya çıkıyor. Öyle ki aynı yıl ücret ve maaş geliri
elde eden emekçilerin ödediği Gelir Vergisi tutarı 34 milyar TL’yi aştı[6].
Bu haliyle emekçiler toplam Gelir Vergisinin % 60’ını öderken, esnaf ve
sanatkârın ödediğinden 28 kat daha fazla vergi ödediler. Esnaf sanatkâr ve diğer sermaye gelir elde
edenlerin ödediği Gelir Vergisi, toplam vergilerin sadece % 1’inin biraz
üzerine çıkabilirken, emekçilerin ödediği verginin payı ise % 13’ü aşıyor.
Böylece toplam vergi yükü dağılımında aradaki fark 13 katı buluyor.
Bir başka açıdan özellikle işçiler, 2012 yılında
kişi başına ortalama 2,000 TL Gelir Vergisi öderken, esnaf ve sanatkârlar kişi
başına ortalama 607 TL ödediler (3,5 kat). Bunun nedeni ödeme gücüne göre vergi
alınması, yani bu kesimin işçilerden daha az kazanması değil. Çünkü Türkiye’de
10 milyon civarında işçi ayda 1,000 TL’yi dahi bulmayan asgari bir ücret elde
edebiliyor. En alttaki bazı meslek grupları dışında esnaf ve sanatkârın bu
rakamın bir hayli üzerinde gelir elde ettiği ise açıktır.
Esnafın vergilendirilmesiyle ilgili bir diğer durum
vergilerin tahakkuk etmesi ve tahsil edilmesi oranları arasındaki makasın çok
açılmış olması. Yani hesaplanmış ve kesinleşmiş olmasına rağmen verginin sadece
belli bir kısmı ödeniyor. Öyle ki 2012 yılında Basit Usulde tahakkuk eden (yani
hesaplanıp kesinleşen) verginin toplam
gelir vergisi içindeki payı % 94 iken gerçekleşme (fiilen tahsil edilen) %
59’da kaldı. Bu makas 2003 yılından bu yana giderek açıldı (bu yıl oranlar
sırasıyla % 33 ve % 22 idi). Benzer bir biçimde Gerçek Usulde gerçekleşme /
tahakkuk oranı yüzde 47 civarında. Yani hesaplanan ve kesinleşen verginin
yarısından az bir kısmı fiilen tahsil ediliyor. Bu oran 2003 yılında % 72
civarında idi[7].
Ayrıca ücretliler için sadece, o da tam olarak
uygulanmayan, bir asgari geçim indiriminin varlığına karşılık, bir bütün olarak
sermaye sahipleri ve küçük esnaf ve sanatkârlara yönelik çok sayıda vergi
indirimi, muafiyet ve istisnası ve vergi uzlaşması imkânına ilave olarak 2004
yılından bu yana bu kesimlerin yararlandığı çok sayıda vergi ve SSK prim borcu affı
çıkartıldı.
Küçük
esnaf ve sanatkârlar bir sosyal sınıf mıdır, öyle ise nasıl bir sınıftır?
Marx, Kapital’de dönemin gelişmiş kapitalist ülkelerine
ilişkin yaptığı gözlemlerden hareketle bu ülkelerde “burjuvazi” ve “proletarya”
gibi iki sınıfın olduğunu, ancak dünyanın diğer kapitalist ülkelerinde ayrıca “toprak
sahipleri” diye bir sınıfın mevcut bulunduğunu yazar. Ayrıca köylüler ve küçük
burjuvazi de mevcuttur. Köylüler gerçekte bankalara vs olan borçlarından
dolayı, toprağın gerçek sahibi değildir. Bu nedenle de Marx bir yandan
köylülerin proletaryanın yanında olmak durumunda olduklarını vurgularken,
bunlardan “barbarlar” diye de söz ederek bunların ikili konumlarının altını
çizer[8].
Küçük
burjuvazi ise, üretim aracına sahip bulunmayan ya da bazen
çok küçük üretim araçlarına sahip olan, çok az sayıda işçi çalıştıran küçük dükkân
sahipleri (esnaf) olarak tanımlanır.
Bunların kapitalist üretim tarzı ile ilişkilenme biçimi kapitalist, proleter ya
da toprak sahiplerininki gibi değildir.
Küçük burjuvazi kavramı; küçük kent insanı, küçük iş insanları ve
bazen de orta sınıf üyelerini ve iyi durumdaki çiftçileri kapsayan bir
kavramdır. Bu kavram öncelikle, küçük girişimci (örneğin küçük dükkân sahipleri,
esnaf) sınıfı ve değişik türden el işçiliği yapan insanları anlatır[9].
Bu grup sanayileşme ile birlikte giderek ortadan kalkan bir gruptur, zira büyük
fabrikalar ve satış merkezleri malları daha ucuza üretmekte ve daha hızlı
dağıtabilmektedirler. Daha çok sanayileşmiş bölgelerde sadece giderek küçülen
kalıntılar biçiminde var olurken, sanayileşmemiş bölgelerde küçük burjuvazi bol
miktarda mevcuttur.
Bu insanlar; küçük bir dükkân sahibi olarak işe
başlamak ve bunu bir imparatorluğa dönüştürmek” biçimindeki daha ziyade “Amerikan Rüyası”
olarak da bilinen kapitalist rüyanın temel dayanağıdırlar[10].
Kapitalist gelişme ve büyümenin önemli bir kısmı bu
kesimden sağlanır, ama kapitalizm giderek küçük hiçbir girişimcinin rekabet
edemeyeceği büyük ve güçlü sanayilerle bunları ortadan kaldırır. Bu rüyanın
sürdürülebilmesi ve büyük sermayenin böyle bir rüyayı toplumun alt kesimlerine
yayarak kendini büyütmesi için gerekli meşruiyetin sağlanabilmesi için tüm dünyada bunlara ciddi miktarda vergi, faiz
gibi hem fiskal hem de finansal teşvikler verilir.
Bu kavram aynı zamanda burjuva üretim aparatının
yönetiminde yer alan işçilere verilen addır. Bu işçiler meta üretimine
katılmazlar, ancak dağıtımı, mübadeleyi patronlar adına yönetirler. Bu kesimler
işçiler gibi ücretli oldukları, yaşamak için bu ücrete bağımlı oldukları için
aynı zamanda işçi sınıfının parçasıdırlar. Ama sınıf bilincinden uzaktırlar,
zira üretimin yapılması, dağıtım ve mübadele gibi konularda günlük kontrolü
patronlar adına gerçekleştirirler[11].
Marx, “grup”, “tabaka”, “katman” gibi kavramları
sınıfı anlatmak için kullanır. Dükkân sahipleri, küçük imalatçılar ve esnaf,
köylüler ile birlikte, onun düşük-orta sınıflar kavramı içinde yer alır. Orta
sınıflara memurları da dâhil eder. Doktorlar, hukukçular, profesörler, yazarlar
ve papazlar (intelejensiya) ise burjuvazinin ideolojik temsilcileri ve
sözcüleri olarak nitelendirilir[12].
Marx’ta “geçiş halindeki sınıf” kavramı da vardır.
Bu kaybolmaya yüz tutmuş sınıfı anlatır. Bu tanımlama ile Marx, küçük toprak
sahipleri köylüler ve küçük burjuvaziyi kasteder. Marx bu sınıfların giderek ortadan
kalktığını gözlemlemiştir: “Düşük orta sınıflar, küçük imalatçılar, dükkân
sahipleri, esnaf ve köylüler yok olmamak için burjuvaziye karşı savaşırlar,
ancak tarihin tekerleğini geri çevirmek istediklerinden gerici karaktere
sahiptirler. Sadece proletarya burjuvazi ile göğüs göğse çarpışabilen devrimci
sınıftır.[13]”
Marx özgün bir biçimde “tehlikeli”[14]
bir sınıftan, “rezil” bir sınıf olarak da tanımladığı ‘lümpen proletarya’dan[15]
da söz eder. Bunlar toplumun en alt kesimlerinin yarattığı kitleler; hırsızlar,
suçlular, toplumun kırıntılarıyla yaşamlarını sürdürenler, işsiz güçsüzler,
mesleği olmayanlar, serseriler ya da evsizlerdir. Bunlar burjuvazinin
hizmetindedirler, grev kırıcılığı yaparlar, işçileri ispiyonlarlar, devrim
dönemlerinde işçilere karşı savaşırlar. Bu nedenden dolayı da tehlikeli sınıf
olarak addedilirler. Bunları, bugün, işsiz yoksullar olarak sınıflandırmak daha
doğru olur.
Marx ve Engels bu kesimi çözümlerken, proletarya ve
burjuvaziyi tanımladıkları gibi net bir kategori altına sokmamış, sadece tarihsel bir ana denk düşen bir kavram
olarak bunu kullanmıştır. Bu “sınıf altı” insanlar dolandırıcılar, gangsterler,
hırsızlar ve genelde kriminallerdir. Onların bu hali tüm sınıfları reddetmeyi
ya da tüm sınıfların çürümesini içermektedir. Nitekim 18 Brumarie’de Marx,
lumpen proleteryadan, tüm sınıfların reddi olarak söz eder ve bunların
Fransa’daki gerici karşı devrimci güçlerle nasıl ilişkili olduklarına dikkat
çeker[16].
Engels ise, ‘Alman Devrimi’ nde lümpen proletaryadan, “tüm sınıfların çürüyen
unsurlarının cürufu” olarak söz eder. Bunlar büyük şehirlerde yuvalanan en kötü
halk sınıflarıdır, utanmaz, yüzsüz bir rüşvetçi ekiptirler[17].
Diğer taraftan lumpen proletarya, kriminal sınıf
altı ya da karşı devrimci olarak tanımlanabilecekken, dünyada birçok örnekte
olduğu gibi, büyük bir devrimci potansiyele de sahiptir. Ezilmişlikleri,
marjinalize edilmişlikleri, dışlanmışlıkları devrimci bir potansiyele sahip
bulunduklarının bir göstergesidir.
Küçük
burjuvazi oportünisttir!
Bir yandan büyük sermaye karşısında giderek yok
olmaya yüz tutması, diğer yandan büyük sermayenin sürekli canlı tuttuğu bir gün
büyük sermaye olabilme hayali ve bunu desteklemeye dönük kapitalist devletin
faiz ve vergi politikaları gibi politikaları küçük burjuvazinin, burjuva demokrasisi
illüzyonuna kapılarak kaypak bir tavır almasına, genellikle de egemen
sınıfların yanında yer almasına neden olan oportünizminin asıl kaynağını
oluşturur.
Zira gerçekte liberal temsili burjuva demokrasisi
burjuvazinin diktatörlüğünü gizleyen bir maskedir, bir illüzyondur, yalandır.
Ancak bu yalan burjuva orta sınıf ideolojisi için olmazsa olmaz bir koşuldur.
Küçük burjuvazinin kendi ideolojik açlığını bastırabilmek için burjuva
demokrasisi yalanından başka bir ideolojik kaynağı yoktur. Onu besler,
destekler, ona başvurur, onu talep eder, güçlülerin kendine sırt çevirmemesi
için yalvarır, onu dişiyle tırnağıyla savunur, zira onu sosyal itibarının ve
ekonomik ve politik savunmasının bir aracı olarak görür[18].
Faşizm
ve küçük burjuvazinin karşı devrimci rolü
İtalya, Almanya ve İspanya’daki faşizm deneyimleri toplumun
aşağıdan yukarı totaliterleştirilmesi ve giderek faşist rejimlerin kurulması
sırasında küçük esnafı da kapsayan bir kategori olarak küçük burjuvazinin ve
lümpen proletaryanın önemli bir rol oynadığını ortaya koymaktadır.
Faşizm, ister iktidara gelirken şiddet kullansın,
ister iktidara geldikten sonra bu şiddeti kurumsallaştırsın, her zaman en alçak demogojilere başvurmuştur.
Büyük sermayeye hizmet eden doğasını gizlemeye çalışırken, mutsuz emekçileri ve
özellikle de işsiz işçileri, yoksullaşan köylüleri, yarınından emin olmayan
memurları, durumları kötüleşen dükkân sahibi küçük esnafı kandırmaya çalışmış, hatta
halkın sefaletini ve düzenin neden olduğu yolsuzlukları ve skandalları riyakârca
sömürerek, sermayenin diktatörlüğüne kitle tabanı oluşturmaya çalışmıştır[19] .
Zira karşı devrimci büyük burjuvazinin en büyük korkularından biri küçük
burjuvazi ile işçi sınıfı arasında kurulacak olan ittifak olmuştur.
Bu ülkelerde, küçük ticaret ve küçük şehir
burjuvazisi, sermaye ve özellikle de bankerlerin inisiyatifindeki kredi
zilletinden nefret etmiş, ama mülkiyetin ebedi varlığına hatta onu artırma
olanağına inandığı için onlara karşı bir tavır almamıştır. Benzer bir tutumu ön
yargılı meslek sahipleri, memurlar ve üretimdeki orta ve üst kadrolardaki
görevliler sergilemişlerdir. Şehir ve kırsaldaki bu halk kitleleri orta
sınıflar, özel olarak köylüler ya büyük burjuvazinin ve sermayenin etkisinde
kalıp onun politikasının aleti haline gelmiş ya da işçi sınıfına müttefik olmuşlardır.
İlk durum, tüm emekçi sınıflar üzerinde baskı ve sömürünün artması ve faşizmin
güçlenmesi sonucunu doğurmuştur. 1848-1852’de Fransa’nın, 1918’den 1933’e kadar
Almanya’nın ve 1931’den sonra İspanya’nın yaşadığı deneyler bunu ortaya
koymaktadır. İkinci durum, halkın üzerindeki sömürü ve baskının son bulmasını,
demokrasinin ve halk özgürlüklerinin açılıp serpilmesini getirir. 1917 Ekim
Devrimi deneyimi bunu göstermiştir[20].
Almanya’da faşizmin iktidara gelmesindeki
etkenlerden biri sosyalist hareketin ya da anti-faşist cephenin emekçi
kitlelerin güncel isteklerine ve özellikle de faşizmin demagojilerine kolayca kanabilen
orta sınıfların gereksinimlerine yeterince önem vermeyişi olmuştur[21].
Bu deneyim günümüzde giderek tırmanışa geçen faşizm
tehlikesi ile bir arada düşünüldüğünde oldukça önemlidir.
Emek ve demokrasi hareketi ve örgütleri bir yandan
ülkenin demokratikleşmesi için mücadele verirken, diğer yandan giderek artan faşizm
tehlikesine karşı olabildiğince en geniş anti-faşist cepheyi oluşturmalıdır. Bu
noktada tarihsel deneyimlerden görüldüğü gibi faşizmin yedeği durumuna düşmüş
olan küçük burjuvazi ve lümpen proletaryanın bir kez daha böyle bir tutum
almasının nasıl önleneceği üzerinde ciddi olarak düşünülmelidir.
Gerici- faşist demagojinin etkisinden
kurtarılabilmesi için, onun nasıl bir kaygan zeminde yer aldığı ve oportünist
eğilime sahip bulunduğu da göz ardı edilmeden, ama aynı zamanda büyük sermaye
karşısında ezilmişliği, itibarsızlaştırıldığı ve marjinalleştirildiği ve
giderek yok olduğu gerçeğinden hareketle emek ve demokrasi mücadelesinin
potansiyel yandaşı olabileceği unutulmamalıdır. Bu hassas dengeyi gözeten bir
esnaf ve köylülük programına olan ihtiyaç kendini giderek dayatmaktadır.
KAYNAKÇA
Frederick , Engels, “Revolution and Counter
Revolution in Germany”, Karl Marx and Frederick Engels, Selected Works I, Progress Publishers, Moscow, Fourt Printing, 1977.
Gümrük ve
Ticaret Bakanlığı, ESBİS, Gelir İdaresi Başkanlığı, www.gib.gov.tr
Marx,
Karl, “The Class Struggles in France”, Karl Marx ve Frederick Engels, Selected Works I, Progress Publishers
Moscow, 4th printing, 1977.
Karl Marx,
Frederick Engels, “Capital, Part VIII”, Karl Marx ve Frederick
Engels, Selected Works II,
Progress Publishers, Moscow, Fourth
Printing, 1977, içinde.
Karl Marx, Frederick
Engels, “Manifesto of the Communist Party”, Karl Marx ve Frederick
Engels, Selected Works I,
Progress Publishers, Moscow, Fourth
Printing, 1977 içinde.
Karl Marx, “The Eighteenth Brumarie of Louis Bonaparte”, Karl Marx ve Frederick Engels, Selected Works I, Progress
Publishers, Moscow, Fourth Printing,
1977, içinde.
Muhasebat Genel Müdürlüğü, www.muhasebat.gob.tr, Gelir İdaresi Başkanlığı, Faaliyet Raporları, www.gib.gov.tr.
Ollman, Bertell, “Marx’s Use of “Class”,
http://www.nyu.edu/projects/ollmmöçan/docs/class.php,
(22.02.2015).
The counter revolutionary role of oportunizm, («Proletarian»; Nr. 1; February
2002), http://www.pcint.org/07_TP/003/003-counter-rev-role.htm.
The
Slippery Concept of "Lumpenproletariat" , http://moufawad-paul.blogspot.com.tr/2012/06/slippery-concept-of-lumpenproletariat.html, (22.02.2015).
Thorez, Maurice, Faşizm
ve Anti-Faşist Güç Birliği (Türkçesi: Hüseyin Yavuz), Ser Yayınevi, Ankara,
1979.
Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonu verileri
Yeşilkaya, S. Cüneyt, Esnaf
ve sanatkâr ile çiftçilere devlet yardımlarının karşılaştırılması, PP
Sunumu, Ankara, 2013.
[1] Karl Marx, “The Class Struggles in France”, Karl
Marx ve Frederick Engels, Selected Works
I, Progress Publishers Moscow, 4th printing, 1977, s. 230.
[3] (TESK)
[4] (TESK)
[5] S.
Cüneyt Yeşilkaya, Esnaf ve sanatkar ile
çiftçilere devlet yardımlarının karşılaştırılması, PP Sunumu, Ankara, 2013.
[7] www. muhasebat.gov.tr ve
www.gib.gov.tr.
[8]
Bertell Ollman, Marx’s Use of
“Class”, http://www.nyu.edu/projects/ollmmöçan/docs/class.php, (22.02.2015).
[9] Karl Marx, Frederick
Engels, “Manifesto of the Communist Party”, Karl Marx ve Frederick
Engels, Selected Works I, Progress
Publishers, Moscow, Fourt Printing,
1977, s. 115.
[10] https://www.marxists.org/glossary/terms/p/e.htm ; Frederick Engels, “Revolution and Counter Revolution in
Germany”, Karl Marx ve Frederick Engels,
Selected Works I, Progress
Publishers, Moscow, Fourt Printing,
1977, s. 304.
[11] age.
[12] Ollman,
agm.
[13] Karl Marx, Frederick Engels, “Capital, Part VIII”, Karl
Marx ve Frederick Engels, Selected Works II, Progress
Publishers, Moscow, Fourth Printing,
1977,içinde s. 145.
[14] Karl Marx, Frederick
Engels, “Manifesto of the Communist Party”, Karl Marx ve Frederick
Engels, Selected Works I,
Progress Publishers, Moscow, Fourth
Printing, 1977, içinde, s. 118.
[15] Karl
Marx, “The Eighteenth Brumarie of Louis Bonaparte”, Karl Marx ve Frederick
Engels, Selected Works I, Progress
Publishers, Moscow, Fourth Printing,
1977, içinde, s.442.
[16] agk.
[17]
The
Slippery Concept of "Lumpenproletariat" , http://moufawad-paul.blogspot.com.tr/2012/06/slippery-concept-of-lumpenproletariat.html, (22.02.2015).
[18] The
conter revolutionary role of oportunizm, («Proletarian»; Nr. 1; February 2002), http://www.pcint.org/07_TP/003/003-counter-rev-role.htm.
[19] Maurice
Thorez, Faşizm ve Anti-Faşist Güç
Birliği (Türkçesi: Hüseyin Yavuz), Ser Yayınevi, Ankara, 1979, s. 98.
[20] agk.,
s. 63-64.
[21] agk.,s.
38.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder