22 Mart 2015 Pazar

Kriz sonrası "Yeni Avrupa Ekonomik Yönetişimi": Burjuva demokrasilerinden finansal oligarşiye geçiş stratejisi

Kriz sonrası "Yeni Avrupa Ekonomik Yönetişimi": Burjuva demokrasilerinden finansal oligarşiye  geçiş stratejisi

Mustafa Durmuş

Abstract
New phase of the capitalist crisis has led some radical superstructural changes both at national and supranational levels in Europe. A so called "New European Economic Governance Strategy" is being imposed by EU, IMF and ECB (aiasTroika) at European level while democratically elected governments in Italy and Greece were replaced by so called techno governments at national level."The Fiscal Compact"signed by seventeen members of the Euro zone is the last link of the chain. Although the proposal of this compact is to form a fiscal union among the members, the true aim seems to be setting a prolonged and long lasting austerity program for the working classes of Europe, making them pay for the crisis. By the strategy,Troika will intervene in labour markets and fiscal policies It will reduce socials pending, impose new tax measures and reallocate the public budget recources for the rich,removing people's budget rights in national economies and transfering it to the supranational financial oligarchy.
Keywords: Capitalist crisis, New European Economic Governance, Techno governments, Fiscal Compact, Austerity

Özet
Kapitalist krizin yeni aşaması hem ulusal hem de ulus üstü düzeyde siyasal üst yapıda önemli değişikliklere yol açıyor. "Yeni Avrupa Ekonomik Yönetişimi" adlı ulus üstü bir hegemonya stratejisi AB, IMF ve Avrupa Merkez Bankası "Troyka"sı tarafından hayata geçiriliyor. Ulusal düzeyde ise seçimle gelmiş hükümetlerin yerini Yunanistan ve İtalya'da olduğu gibi teknokrat hükümetler alıyor. 9 Aralık'ta 17 avro bölgesi üyesi ülkenin imzaladığı "mali anlaşma" bu stratejinin son halkasıdır. Anlaşmanın amacı üye ülkelerin mali birliğini sağlamak olarak açıklansa da uygulamalar bunun daha sert bir kemer sıkmayı kalıcı hale getirmek olduğunu, böylece de krizin faturasını çalışan sınıflara ödetmek olduğunu ortaya koyuyor. Strateji ile başta maliye politikaları ve bütçe hakkı olmak üzere tüm işgücü ve gelir politikaları ulusal hükümetlerin elinden alınarak ulus üstü finans oligarşisinin emrine veriliyor.
Anahtar sözcükler:  Kriz, Yeni Avrupa Ekonomik Yönetişimi, Teknokrat hükümetler, Mali Anlaşma, Kemer Sıkma

I. Giriş: Kriz derinleşiyor
2008 yılında ABD'de başlayan ve günümüze kadar başta Avrupa olmak üzere tüm dünyayı sarmalına alan kriz ana akım iktisatçılar ve büyük sermaye çevrelerince değişik biçimlerde tanımlandı ve her bir kriz tanımına göre de farklı çözümler önerildi. Bazı iktisatçılara göre bu kriz "finansal bir kriz"ve "kredi krizi"idi. Finansal kriz için finans sektörünün daha fazla regüle edilmesi, kredi krizi için ise likiditenin restore edilmesi gerektiği savunuldu. Ardından İzlanda, Yunanistan, Portekiz ve İrlanda'nın kamu borçlarını ödeme güçlüğüne düşmesiyle bunun bir"borç krizi ve avro krizi" olduğuna karar verildi ve kamu borç krizi için bazı reformist liderlerce "zenginlerin vergilendirilmesi ve Tobin Vergisi " önerildi. Ancak bu çözüm ciddiye alınmadı.Uluslararası sermaye çevrelerinin son çözümü ise Troyka olarak adlandırılan IMF, ECB (Avrupa Merkez Bankası) ve AB patentli  "Yeni Avrupa Ekonomik Yönetişimi" adlı sıkılaştırılmış bir mali ve finansal birlik ve kalıcı kemer sıkma anlaşmasının üyelere kabul ettirilmesi oldu.
Siyasal alanda kriz piyasaların hükümetlerle yaşadığı bir "güven krizi"olarak da tanımlanıp bunun kararlı hükümetlerin uygulayacağı kemer sıkma politikaları ile aşılabileceği savunuldu. Son olarak krizin bir "politik liderlik krizi" olduğu açıklandı ve seçilmiş hükümetlerin piyasaların kemer sıkmaya ilişkin taleplerini güvenilir ve yeterli bir biçimde yerine getiremediği tespitinden hareketle İtalya ve Yunanistan örneğinde olduğu gibi bu seçilmiş hükümetleri devirip yerine ulusal (!) çıkarları gözeten atanmış bürokratlardan oluşan hükümetler getirildi. Böylece Avrupa'da yaklaşık iki yüz elli yıllık burjuva demokrasilerinden oligarşik-Bonapartistdevlet biçimlerine geçiş dönemi başlamış oldu.
Bugün itibariyle, yakın geleceğe ilişkin dünya ekonomisinin gidişatı ile ilgili her cepheden gelen haber ve yorumların oldukça kötümser olduğu ileri sürülebilir. Örneğin IMF Baş ekonomisti Blanchard gelişmiş ülkelerdeki toparlanmanın durduğunu ve 2012 yılının 2008'den daha kötü olabileceğini, kararlı hükümet politikaları özel sektör beklentilerini iyi yönetmediği sürece negatif beklentilerin hâkim olacağını açıkladı. Ancak hükümetlerin bu beklentileri yönetebilmesinin çok zor, zira özel yatırımcıların bütçe açığı ve büyüme ilgili olarak şizofrenik bir tutum sergilediklerini de vurguladı:
"Finansal piyasalar devlet tahvili faizlerine çok yüksek spreadler uygulayarak mali konsolidasyon talep etmekte, ardından da mali kemer sıkma ekonomik faaliyetleri ve büyüme prospektini azalttığında şaşırmaktadırlar. Bu kendi kendini besleyen daralma, liderler kemer sıkmayı zorladıkça, sürüp gitmektedir. ABD' deki mevcut politik konfigürasyonlar ekonomik toparlanma için gerçek bir mali teşvik ortamının da yaratılamadığını ortaya koymaktadır" .
IMF verileri (Global Economic Indicators Database) Blanchard'ın kaygılarında ne denli haklı olduğunu ortaya koymaktadır. Nitekim gelişmiş ülkelerde toparlanma tamamen yok olmasa da ciddi anlamda sönümlenmiş durumdadır.  Örneğin Japonya'da iktisadi büyüme bir kez daha negatife dönerken, ABD'de son derece anemik bir durumda ve avro bölgesi, bölgenin iç sorunları göz önüne alındığında, bu yıl çok daha kötü olacak gibi görünmektedir. Azgelişmiş ülkeler ise resesyon döneminde ciddi düşüşler yaşamış olsalar da göreli olarak daha iyi durumdalar. Ama 2011 yılının ortalarından bu yana ortaya çıkan büyüme yavaşlaması eğilimi artarak sürmektedir .
Keza cılız bir toparlanmanın ortaya çıktığı "yeşil filizler"olarak da anılan 2009 sonrası dönemde milli gelirin artmasına rağmen açık işsizlik oranları gelişmiş ülkelerde azalmamıştır. Benzer bir durum az gelişmiş ülkeler için de geçerlidir. ILO' nun 2011 Eylül raporuna göre  2011 yılının ilk çeyreğinde sadece bir avuç ülke (Arjantin, Türkiye , Brezilya ve Endenozya)  2008 yılının ilk çeyreğindeki istihdam düzeyinin üstünde bir istihdama sahip olabildiler. Kısaca, bugünün ve yakın geleceğin olumsuz beklentileri işgücü piyasalarının çok zayıf olduğu bir dönemde gelmiştir. Bu gelişmelerin özellikle ihracatları ve kısa vadeli sermaye kaynakları açısından gelişmişlere göbekten bağlı az gelişmiş ülkeler için kötü haber niteliğinde olduğu açıktır.
IMF başkanının açıklamaları ise durumun ne denli ciddi olduğunun yetkili ağızdan kabul edilmesi niteliğindedir. Lagarde eğer ülkeler kendi aralarındaki ayrışmaya son vermeyip, Avrupa'nın derinleşen borç krizi konusunda ortak hareket etmezlerse dünya ekonomisinin, içe kapanma, korumacılığın artması ve izolasyon gibi gelişmeler nedeniyle 1930'lardakine benzer bir çöküş yaşama riskinin olduğunu ileri sürdü ve tüm ülkeleri uyardı. Mevcut durumu son derece iç karartıcı olarak tanımlayan Lagarde'ye göre kriz gelişmiş ve azgelişmiş tüm dünyayı etkileyecek ve hiçbir ülke bundan kurtulamayacaktır. Bu nedenle de tüm dünyanın birlikte hareket etmesi şarttır .
Finansal krizin derinleştiğini gösteren bir başka gösterge Fitch'in Aralık ayında aralarında Barclays, Bank of America ve Deutsche Bank'ın bulunduğu dünyanın en büyük sekiz bankasının kredi notunu düşürmesi oldu. Ancak bu durum sosyal gerilimle giderek daha da kötüleşen Avrupa borç krizini derinleştirmekten başka sonuç üretmedi.
Aynı tarihlerde bu kez ABD'li Nobel ödüllü iktisatçı P. Krugman, New York Times gazetesindeki "Depresyon ve Demokrasi" başlıklı yazısında ABD ve Avrupa'daki krizin depresyona dönüşmekte olduğunu, bunun da politik bir krize neden olarak otoriteryan yönetimlere yol açtığını ve Avrupa demokrasilerinin tehdit altında olduğunu yazmıştı .
Standard and Poor'sise 13 Ocak'ta aralarında Fransa, Avusturya ve İtalya'nın da bulunduğu dokuz avro bölgesi ülkesinin kredi notunu düşürdü. Fransa ve Avusturya'nın 'AAA' olan kredi notunu birer puan düşürerek 'AA+'ya çeken S&P, kamu borcu % 90'a yaklaşan Fransa'nın görünümünü de 'negatif' olarak belirlediğini duyurdu ve İtalya ve İspanya'nın da kredi notlarını birer basamak indirdi, Portekiz ve Kıbrıs Rum Kesimi'nin notlarını iki puan düşürdü. Malta, Slovakya ve Slovenya da bu fırtınaya yakalanan ülkeler arasında yer aldı. Not indirimlerine gerekçe olarak, avro bölgesinde artan sistemik stres ve negatif görünümün nedeni olarak da avro bölgesindeki olası yeni resesyon riskindeki artış gösterildi . Paralelinde avro, dolar karşısında hızla değer kaybederek 1,27 seviyesinin altını gördü. Avrupa borsaları eksiye döndü. İMKB haftayı yüzde 1,1 düşüşle 51 bin 661 puandan tamamladı .   S& P 16 Ocak'ta bu kez Avrupa Finansal İstikrar Fonu'nun (EFSF) 'AAA' olan kredi notunu 'AA'ya düşürdü  ve sonunda Dünya Bankası da kötümserler kampına katılarakküresel ekonomi için daha önce yaptığı büyüme tahminini aşağı çekti. Gelişmekte olan ülkeleri "en kötüye hazırlıklı olun" yolunda uyaran kuruluş, örneğin Türkiye için 2012 yılı büyüme tahminini aşağı yönlü revize ederek % 2,9 olarak açıkladı .


II. Yeni Avrupa Ekonomik Yönetişimi
Ekonomik krizin derinleşerek bir sosyal ve politik krize dönüşmekte olduğunu fark eden finans kapital o zamana kadar desteklediği, teşvik-destek, genişletici para ve maliye politikaları gibi ekonomi politikalarını ikinci plana atarak kemer sıkmaya ve bunu uzunca bir dönem kalıcı hale getirebilmek için yeni politik yapılanmalara ve örgütlenmelere yöneldi. Avrupa'nın neo liberal ya da sosyal demokrat / reformist hükümetleri kemer sıkma uygulamalarında yeterince başarılı olamayınca bu kez "Yeni Avrupa Ekonomik Yönetişimi" adı altında hem ulusal düzeyde hem de ulus üstü bir açık hegemonya modeline dönülmeye başlandı.   
Yeni ekonomik yönetişim fikrinin ilk adımı Mart 2010'da, Komisyon Avrupa 2020 Stratejisi açıkladığında, atıldı.Avrupa Parlamentosu daha sonra 28 Eylül'de "Altılı Paket" olarak da bilinen ve Avrupa Komisyonu'na üye ülkelerin bütçelerine ciddi anlamda karışma imkânı tanıyan düzenlemeyi oylayarak kabul etti.


A. Mali Anlaşma

9 Aralık 2011 tarihli "mali anlaşma"(fiscal compact) ile son adım (şimdilik) atılmaktadır . 17 avro üyesi ülkenin imzalayıp, İngiltere'nin imzalamaktan kaçındığı bu anlaşma Almanya'nın talepleri doğrultusunda mali ve finansal disiplini yasal zorunluluk haline getirmekte, ayrıca ilerde yapılacak olan banka ve hükümet kurtarmaları için yeni fonlar yaratmayı hedeflemektedir.

Bu anlaşma çerçevesinde "Avrupa Finansal İstikrar Kolaylığı" (EFSF) finansmanı yaygınlaştırılacak ve ECB, EFSF adına piyasa operasyonlarında görev alacaktır. Ayrıca Avrupa İstikrar Mekanizması  (ESM) anlaşmasının üye ülkelerin % 90'ının sermaye taahhütlerini onaylanmasının ardından,  EFSF /ESM' nin hali hazırda 500 milyar avroluk kaynağının yeterli olup olmadığı Mart 2012'de gözden geçirilecektir. İlave olarak üye ülkeler tarafından IMF için 200 milyar avroluk ek kaynak taahhüt edilecektir. ESM'nin her koşulda gerekli olan kararları alabilmesini sağlayabilmek için oylama kuralları "acil durum prosedürü" nü içerecek şekilde değiştirilecektir.
Bir başka anlatımla, bu anlaşma ile avro bölgesi parasal birliğine eşlik edecek bir mali birlik önerilmektedir. Bu öneri altında sırasıyla ECB'nin eurobond çıkarması, bunun tüm avro bölgesi hükümetlerince teminat altına alınması, borçlu PIIGS (Portekiz, İrlanda,İtalya,Yunanistanve İspanya) ülkelerine ECB tarafından sınırsız fon temini ve Brüksel'in ulusal bütçeler üzerine yasal kısıtlar koyması mümkün olmaktadır.
İlk iki öneri Almanya gibi güçlü ülkelerin parasını ECB aracılığıyla PIIGS ülkeleri gibi yüksek borçlu ülkelere transfer etmek anlamına gelmektedir.  Ancak transfer ihtiyacının Yunanistan ve Portekiz gibi küçük ülkelerle sınırlı kalmayıp İtalya ve İspanya'nın da kurtarılacaklar arasına girmesi bu transferi zorlaştıracaktır. Keza Fransız bankalarının konumundan ötürü Fransada kurtarılacaklar potasına girebilir. Almanya'nın bu çapta bir yükü kaldırıp kaldıramayacağı ise şüphelidir. Ayrıca mali birlik altında yapılacak bu transfer bir kereliğine değil, devam eden bir süreç olacaktır. Çünkü PIIGS ülkelerindeki yavaş büyüme ve devasa bütçe açıkları gibi temel sorunlar ortadan kaldırılamayacaktır.
Bu noktada operasyonu yöneten Almanya'nın bu çapta bir kaynağı nereden sağlayacağı sorusu önemli olmaktadır. Son tahlilde bu kaynaklar Alman vergi mükelleflerinden alınan vergilerle oluşturulacaktır. Bu nedenle de Almanya da hali hazırda uygulamakta olduğu kemer sıkmayı daha da sertleştirmek durumunda kalacaktır.  Böylece kapitalist temelde yeşerecek olan "Avrupa Birleşik Devletleri" gerçekte sadece "Kemer Sıkma Birleşik Devletleri" olabilecektir. ECB'nin para basarak bu kaynakları sağlaması önerisi ise Almanya başbakanı Merkel tarafından "hiper enflasyona neden olacağı ve ABD deki miktarsal genişleme programlarında olduğu gibi her hangi bir sonuç vermeyeceği" gerekçesiyle reddedildi. Böyle bir enflasyon sıradan insanlar için başka tür bir kemer sıkma anlamına gelecektir.
Kısaca bu anlaşma ile kısa vadede daha kuvvetli ve etkili önlemler alınması, uzun vadede avro bölgesi kurallarının gözden geçirilerek yenilenmesi ve böyle bir merkezileştirilmiş mali ve finansal disiplinin Almanya'nın himayesi ve denetiminde olması karara bağlanmaktadır.





B. Avrupa Sömestiri
Yeni Ekonomik Yönetişim Stratejisi'nin üç ana ayağı mevcuttur :  İlk olarak,"Avrupa Sömestiri" (The European Semester) adı verilen ve Aralık 2011'den itibaren devreye giren yeni bir düzenleme söz konusudur. Bu mali anlaşma çerçevesinde oluşturulacak olan "yeni mali kural"ın temel unsurları şöyle açıklanmaktadır :
-    "Genel yönetim bütçesi ya dengede olacak ya da fazla verecektir: Genel bir kural olarak yapısal bütçe açığı nominal GSYH'nin binde 5'ini aşmadığı sürece bu ilkeye uyulacaktır.
-    Böyle bir kural üye ülkelerin yasal sistemlerinde anayasa düzeyinde ya da buna eşit bir düzeyde yer alacaktır. Bu hedeften bir sapma söz konusu olduğunda otomatik bir düzeltme mekanizması devreye girecektir. Bu her bir üye ülke tarafından Avrupa Komisyonu'nca önerilen ilkelere göre tanımlanacaktır.  Bu kuralın ulusal düzeyde transpozisyonu konusunda Adalet Mahkemesi'nin (Court of Justice) yetkili olduğu kabul edilmiştir.
-    Üye ülkeler kendi özgün mali süreçlerini Komisyon tarafından önerilen takvime uyarlayacaklardır.
-    Aşırı düzeyde açığı bulunan ülkeler bütçe ön onayı için ve bu açıkları etkin bir biçimde kapatabilmek için yapılması gerekli olan yapısal reformların detayları ile ilgili onay için Komisyon ve Konsey'e başvuracaklardır. Yıllık bütçeler ve program uygulamaları Komisyon ve Konsey'in gözetiminde olacaktır.
-    Üye ülkelerin kamu borçlanmasına ilişkin planlarının dönem başında (exante) raporlanmasını mümkün kılacak bir mekanizma oluşturulacaktır".

Görüldüğü gibi bu düzenlemeyle her bir üye devlet bütçesinin önce Avrupa Komisyonu ve Konseyi'nin onayına sunulup sonra ulusal parlamentolarda yasalaşmasını öngören bir ulus üstü bütçe denetim ve gözetimi prosedürü söz konusudur.  Böylece Avrupa Komisyonu da kriterlere uygunluğun sağlanması için değişiklikler önerme yetkisine sahip olacaktır. Ayrıca hükümetler birbirlerini hazine bonosu ikrazının miktarı ve anayasa ve kanunlarında yer verecekleri borçlanma sınırları ile ilgili olarak bilgilendirmek zorundadırlar. Ülkeler bu borç sınırlarını aştığında otomatik bir düzeltme mekanizması devreye girecek ve Avrupa Adalet Mahkemesi üye ülkelerin kanunlarında yazılı olan borçlanma sınırı ile ilgili kurallara uyulup uyulmadığının denetiminden sorumlu olacaktır.
Bu düzenlemeyle finans kapital başta Almanya olmak üzere tüm Avrupa'da eski tarz hükümet anlayışından, ulusal meclislerin (örneğin Alman Meclisi Bundestag'ın)  bütçe yapma hakkını ortadan kaldıracak olan yönetişim anlayışına doğru bir geçişin ihtiyacını parlamentolara kabul ettirmiştir .

Bir başka deyişle Alman burjuvazisi İspanya ve İtalya'nın borçlarını üstlenmeye yanaşmamakta ve tüm yükün çalışan sınıfların omuzlarına binmesini istemektedir. Ayrıca Alman burjuvazisinin mali disiplin ve bütçesel sorumluluk önerileri sadece Yunanistan ya da İtalya'da değil tüm Avrupa'da kalıcı kemer sıkma rejiminin uygulanması girişimidir. Bu, derinleşen bir iktisadi çöküş ve paralelinde gelebilecek olan sınıf mücadelesi patlamasına karşı da bir önlem olarak da düşünülebilir.

Bu anlaşma kanunlarla anayasal düzenlemelerle kesinleştirilecek olan aşırı bir kemer sıkma anlaşmasıdır. Yani krizin bedelinin çalışan sınıflar tarafından ödenmesinin seçilmemiş bürokratlarca denetlenmesi yasal bir zemine kavuşturulmaktadır. Financial Times'ın yazarlarından Martin Wolf bu durumu şöyle açıklamaktadır: " Bütçe açıkları GSYH'nın binde beşini aşamayacak, aşması halinde yasalar bu sapmanın düzeltilmesi için gerekli otomatik düzeltmelere imkân tanıyacaktır. Seçilmemiş olan bürokratlardan oluşan Komisyon seçilmiş olan hükümetlere yasaklar koyacak, seçilmişler ısrarcı olurlarsa Komisyon onların yerini alacaktır".

Bu durum sosyalistler tarafından anayasa üzerinden yürütülen bir gasp olarak değerlendirilmektedir. Buna göre : "Küresel piyasaların hegemonyası altında hiçbir zaman bir tür aldatmacadan öte gidemeyen ulusal bağımsızlık şimdi bütünüyle içi boş bir kavrama dönüşmektedir. Ayrıca mevcut koşullarda daha büyük bir entegrasyon Avrupa halklarının kendi aralarında dayanışmayı artırmayacak, tam tersine Almanya'nın Avrupa üzerindeki baskınlığını artıracaktır"

Bu kurala ana akım içinden de eleştiriler söz konusudur. Buna göre, 2009 Anayasa değişikliği ile Alman anayasasına konulan "sıfır yapısal açık kuralı"nın kendi içinde açmazları mevcuttur. Bu mali kural diğer üye ülkelerin anayasaları ve politik ortamlarıyla uyumlu olmayabilir. Anayasada yer almış bir düzenleme ne kadar anti-popüler olursa olsun uyulmak durumunda olacağından uygulamacıların işini kolaylaştıracağı açık olsa dabir kuralı anayasaya koymak karmaşık bir iştir. Süper çoğunluk, referandum ve yasal bekleme sürelerinin uzunluğu gibi engeller söz konusu olabilir. Ayrıca esneklik sorunu ortaya çıkacaktır.  Anayasal bir kuralı, değişen bir ortama kolayca uygun hale getirmek ya da kötü hazırlanmış olarak anayasaya yerleştirilmiş olan bir mali kuralı büyük çoğunlukla ikinci kez değiştirmek çok zordur .

Keza yapısal bütçe dengesi döngüsel olarak ayarlanmış figürlere dayanır ki bunları tahmin etmek sorunludur ya da bu tahminler tam olarak yapılamayacaktır. Sermaye bütçesi operasyonlarının etkilerinin gelecek kuşaklara yayılabilme olasılığı yüksek olmasına rağmen kural cari bütçe ve sermaye bütçesi ayrımı yapmamaktadır.  Sıfır yapısal açık kuralı sonuçta çok sıkı uygulanmak durumunda olduğundan uzun vadede kamu borçlanmasını ortadan kaldırmaya neden olacaktır. Ancak mali sürdürülebilirlik böyle bir işlev yüklenmez, zira borçlanma sermaye hesabını fonlamada kullanılan en değerli araçtır. Ayrıca bütçe açığı ekonomik stabilizasyon açısından faydalı olabilen bir araçtır. Son olarak bu kuralın uygulanması politik gerilimi artırabilir. Örneğin % 100'lük bir kamu borç stokuna sahip bir ülke bu kural ile borç stokunu azaltıp, kısa vadede negatif borçlanmaya dahi geçebilir. Ama anayasal olarak kural hala orada durmaktadır. Böyle bir ekonomik durum arzu edilemeyeceğinden anayasanın yeniden değiştirilmesi gerekecektir. Fırsatçı küçük bir parti grubu dahi bu oylamayı önleyebilir .

İkinci olarak"Büyüme ve istikrar Anlaşması"nın (the Growth and Stability Pact) güçlendirilmesi kapsamında kamu borç stokunda % 60 ve bütçe açığında  % 3 sınırlarına kesinlikle uyulmasını teminen yeni kurallar getirilerek borç stokları azaltılacaktır.


C.  Aşırı Dengesizlik Prosedürü

Üçüncü olarak makroekonomik dengesizliklerin ortaya çıkışı önlenecektir. Burada iki şey önemli hale gelmektedir: Makroekonomik dengesizlik kavramının geniş tutulması ve bir ön uyarı sisteminin kurulması. Öyle ki artık dengesizlik tanımı yüksek bütçe açığı ya da kamu borcu ile sınırlı kalmayacaktır. Örneğin bir üye ülke ekonomisinin rekabet gücü azalırsa ya da kamu harcamalarının düzeyi aşırı artarsa bir ön uyarı sistemi altında AB kurumları bu ülke ekonomisine müdahale edebilecektir. AB Komisyonu'na göre rekabet trendinden sapmalardan, konut balonlarına, etkinsiz kaynak tahsisinden, iç ve dış borç birikimine ve sürdürülemez tüketim düzeylerine kadar pek çok şey makroekonomik dengesizlik olarak nitelenecektir. Böylece maliye politikasından işgücü politikası ve borçlanma politikasına kadar her araca müdahale edilecektir.

Bu yeni "aşırı dengesizlik prosedürü"(Excessive Deficit Procedure -Article 126) ve diğer önerilerin temelinde rekabetçilik yatmakta ve alınan kararların gerekçelerinde Komisyon, rekabet gücünün geliştirilmesine olan ihtiyaca vurgu yapmaktadır.

Geçtiğimiz on yıl boyunca AB'nin kilit hedefi rekabetçilik olmuştur. Ekonomik yönetişim tartışmalarına paralel bir biçimde AB kurumlarınca "Avrupa 2020" adı verilen ve esasta Lizbon Stratejisi (2000)'in bir revizyonu niteliğinde olan yeni bir uluslararası rekabetçilik stratejisi benimsenmiştir. Bu stratejide yer alan rekabetçilik, esnek işgücü piyasaları, kamusal emeklilik haklarının budanması, eğitim ve araştırma politikalarının doğrudan büyük iş ve sermaye çevrelerine hizmet eder bir hale getirilmesi anlamına gelmektedir . Böylece bir üye ülkenin rekabet gücünde bir sapma biçiminde bir dengesizlik tespit edildiğinde ekonomik yönetişim çerçevesinde bu ülkeden kamu kaynaklarının tahsisi, vergi önlemleri, işgücü piyasası müdahaleleri ve daha öte konularda taleplerde bulunulacaktır.

Nitekim AB'nin son on yılının temel hedefi olan rekabetçilik stratejisi AB politikaları üzerinde derin sonuçlar yaratmıştır. Hizmet serbestleştirilmesi üye ülkelerin iş yasalarını tehdit eder duruma gelirken, kamusal hizmetler özelleştirilmiş, büyük sermaye ve çevrelerinin şikâyetçi oldukları bürokrasi azaltılmış, sosyal sorunlar gündemden düşürülmüş,  karar süreçleri hızlandırılmış ve kısmen açık politik tartışma alanlarından kaldırılarak diğerlerinin sesini kısıp iş âleminin hizmetine sunulur bir hale getirilmiştir .

"Makroekonomik dengesizlik savı"nın eleştirilecek çok sayıda yönü mevcuttur. İlk olarak önerilen mali işbirliği Çevre ülke işçilerinin büyük bedeller ödemesine neden olacaktır. Muhtemelen avro dışı AB ülkeleri de bundan etkilenecektir.  Ancak burada bir çelişkiye değinmek gerekir. Eğer rekabet gücünü artırmanın yolu önerildiği gibi kamu harcamalarının ve vergilerin düzeyini düşük tutmaktan ve kamu hizmetlerini özelleştirmeden geçseydi İskandinav ülkeleri OECD'nin en rekabetçi ekonomileri listesinin başında yer almaması gerekiyordu (hepsi ilk onda yer almaktadır). Kaldı ki ücret ve tüketim kısıntısının rekabeti artırıp büyümeyi hızlandıracağı tezinin ne denli ters sonuçlar verdiği 1929 Bunalımı sonrasında uygulanan kemer sıkma politikalarının neden olduğu deflasyon ile görülmüştür.

İkinci olarak avro bölgesindeki dengesizlikler finansal kriz öncesinde de vardı ve Avrupa Komisyonu bu gerçeği görmek istemediğinden yeni ekonomik yönetişim de çare olmayacaktır. Yüksek teknolojili Almanya gibi ülkeler karşılığında devalüasyona da başvuramayan Güney ülkelerinin rekabet gücünü kaybetmeleri çok doğaldır. "Komşun aleyhine devalüasyon yapmak" anlamına gelen politikalardan (beggar-thyneighbour) kaçınmak gerekçesinin ardına sığınılarak aslında sadece Almanya'nın lehine çalışan yeni, bir tür "beggar-thy-neighbour" politikası uygulanmaya başlamıştır. Çünkü diğerlerinin eli kolu bağlıyken Almanya giderek tek güç haline gelmiştir. Alman işçisi ise hiçbir ülke işçisinin yaşamadığı kadar ücretlerinde bir durgunluk yaşamak durumunda kalmıştır .


D. Gözetim Sistemi (scoreboard)

Yeni Ekonomik Yönetişim Stratejisi'nin ikinci aşamasında (Scoreboard) üye ülke ekonomilerinin gelişiminin izlenmesi ve dengesizliklerin tanımlanabilmesi için bir gözetim sisteminin kurulması yer almaktadır. İzleme parametreleri belirlendiğinde Komisyon alarm düzeylerini ya da eşikleri tanımlayacaktır. Böylece ön izleme sistemi önceden belirlenmiş olan parametreler ve alarm düzeylerinden oluşacaktır. Üye ülke fiyat rekabeti ya da kaynak tahsisi üzerindeki eşiği aşıyorsa "aşırı dengesizlik prosedürü" başlatılacaktır.  Böyle bir durumda Avrupa Konseyi üye ülkenin bir eylem planı yapmasını isteyecek ve bu plan yeterli bulunmazsa, nitelikli çoğunluğun oylarıyla kabul edilmiş olan prosedüre göre Konsey eylem planının değiştirilmesini üye ülkeden talep edecektir.

Üçüncü aşama, alınan bu kararlara uymayan üye ülkelere uygulanacak yaptırımların tespiti aşamasıdır. Yaptırım üyenin avro bölgesi üyesi olup olmadığına göre değişmektedir. Eğer söz konusu ülke üye ise yaptırımlar kesinlikle uygulanacaktır. Bir öneriye göre bu ülkenin GSYH'sinin binde birine kadar bir para cezası olabilecektir. Bu durumda örneğin İspanya yılda 1 milyar avro ceza ödemek durumunda kalabilecektir . Eğer kurala uymayan ülke avro bölgesi dışında bir AB üyesi ise yapılacak şey düzenli bir biçimde kamuya açık yollarla bu ülkenin teşhir edilmesi (kara liste) ve bütçe ön onayı prosedürünün bu ülkeler için hayata geçirilmesi olacaktır. Para cezalarına alternatif olarak avro bölgesi dışındaki ülkelere verilen krediler kesilebilir.

Ancak kara listeye alınmanın önemsiz olduğu düşünülmemelidir. Kısa dönemde dahi bu ülkeler İrlanda örneğinde olduğu gibi bundan ciddi biçimde etkilenebilir. İrlanda 2010 yılında aylarca AB/IMF kredilerini almamak için dirense de Kasım'da bunu almak zorunda kalmıştı. Büyük ülkeler bu kredileri alması için İrlanda Hükümetini ciddi olarak baskılamışlardı. Burada amaç İrlanda'yı kurtarmak değil, avro bölgesini ve bankaları zararın yayılma etkisinden kurtarmak olmuştur. Bu karar İrlanda'nın ekonomi politikalarını kıskaca alan bir karar oldu.

Kısaca mali anlaşmanın iktisadi boyutunda üye devletlerden işgücü politikaları ve kamu bütçesinin yeniden bölüşüm politikalarını emek aleyhine ve sermaye lehine (rekabet gücünü artırmak adına) değiştirecek reformlar uygulamaları ve ücretleri ve yaşam standartlarını düşürmeleri yani hali hazırdaki kemer sıkma önlemlerini daha da sertleştirerek kalıcı hale getirmeleri istenmektedir. Ayrıca kamuda özelleştirmelerin hızlandırılması, kamu sendikalarının etkisizleştirilmesi ve sosyal güvenlik-sağlık hizmetleri azaltılması talep edilmektedir.


III. Bütçe hakkının sonu

Bu anlaşma maliye politikasının kontrolünün ele geçirilmesi anlamına gelmektedir. Vergi koyacak bir Pan-Avrupa parlamentosunun yokluğunda maliye politikası ECB'ye bırakılmaktadır. Bankalar adına hareket eden ECB ise 20yyın karakteristiği olan artan oranlı vergilemeyi tersine çevirmekten yanadır. Bankalar / kreditörler hükümetlerden kamusal yükümlülüklerini, harçlar ya da kullanıcı ücretleri temelinde yeniden yapılandırmalarını talep etmektedirler. Böylece vergi yükünün servetten ve finanstan emeğe ve reel ekonomiye kaydırılmasıyla mali ele geçirme özelleştirme biçiminde yürütülmekte olan ekonomik gaspın daüstüne çıkmaktadır.

Bu durum kendi kendini yok eden bir kısa dönemli durumdur. İronik olan ise PIIGS ülkelerinin bütçe açıklarının temel nedeninin servetin yeterince vergilendirilmemesi olması ve vergi yükünün bu kesimlerden daha da alınıp diğer kesimlere kaydırılması halinde bütçenin daha da kötüleşeceğidir. Fakat bankalarşu anda kısa dönemde ne elde edebilecekleriyle ilgilenmektedirler. Bu kesimler devletin kendilerinden almadıkları vergilerin dışarıya verecekleri kredi miktarını artıracağını iyi bildiklerinden Yunanistan gibi devletlere sosyal harcamaları kısmaları (Alman ve Fransız silahlarına dayalı savunma harcamaları hariç ) ve vergileri emekçiler ve sanayi üzerine kaydırmaları ve henüz özelleştirilmemiş olan kamu hizmetlerinin fiyatlarının artırılması söylenmektedir .

Mali anlaşmanın siyasal boyutunda ise politik erkin seçilmiş hükümetlerden büyük bankalar ve finansal kuruluşların adına hareket eden teknokrat hükümetlere transferi öngörülmektedir. Böylece politik gündem AB düzeyine taşınırken, politik güç de ulusal düzeyden Avrupa düzeyine transfer edilmektedir.

Bu anlaşma ile AB, İtalya ve Yunanistan'daki seçilmiş hükümetleri devirerek ve yerine şirket seçkinlerini koyarak, avro bölgesinde sıkışmış olan tüm üye devletlerin bütçelerinin kontrolünü ele geçirmek istemektedir. Bu Alman-Fransız ortak operasyonu bir "altın kural"ı içermektedir: Sermaye avrodan kaynaklanan ciddi krizlerden asla zarar görmemelidir. Yani ulusal parlamentolar, ESM altında etkin bir biçimde kapitalizmi ve özel sektörü tazmin edecek olan nakit makinelerine dönüştürülmektedirler.
Bir başka anlatımla bugün Avrupa'yı sarmalına alan gelişmeler sadece ekonomik değildir. Finansal oligarşi demokratik hükümetlerin yerini almakta ve bütçe yapma hakkını yitiren uluslar adeta borç kölelerine indirgenmektedirler. Kuşkusuz bu durum yeni bir şey değildir. Dünya geçmişte IMF ve Dünya Bankası'nın L. Amerikan diktatörlükleriyle, Afrikalı askeri şeflikler ve diğer oligarşik yönetimlerle yönetilen ülkeler üzerine kemer sıkma politikaları uyguladığına tanık olmuştu.  Bugün İrlanda, Yunanistan, İspanya ve Portekiz aynı tür bir gasp eylemiyle karşı karşıyalar.
Keza Yunanistan ve İrlanda gibi AB'nin en zordaki iki ülkesinin ekonomi politikalarının hali hazırda çok büyük kısmının AB tarafından yönetilmekte olduğu bir gerçektir. AB ve IMF kredileriyle gelen "şartlılık" (conditionality) önümüzdeki yıllarda da bu ülke ekonomilerinin AB tarafından yönlendirileceğini ortaya koymaktadır. Ancak çok az insan özellikle de ulusal bütçe önceliklerine müdahalenin bu iki ülke ile sınırlı kalmayacağının ve tüm üye ülkelere, bilhassa avro bölgesindekilere ve borçları ciddi olsun olmasın,  yayılacağının farkındadır.
Uluslararası finansal sermayenin yeni ekonomik ve sosyal gündemini hayata geçirmek demek olan ve Avrupa Komisyonu Başkanı José Manuel Barroso tarafından "sessiz devrim"  olarak nitelendirilen bu gelişmeler demokrasi karşıtı tepede inme bir sessiz karşı devrim niteliğini taşımaktadır. Finans oligarşisi tarafından yapılan bu sessiz darbe ile vergileme ve bütçenin planlanması ve denetimi uluslararası banka kartellerince atanmış olan bir avuç seçkin yöneticinin ellerine bırakılmaktadır.
Kısaca uluslararası sermaye krizi fırsata dönüştürmekte, kamusal alana olan müdahaleler daha sistematik bir hale getirilmekte ve geleneksel politik hassasiyetler bir kenara atılarak başta maliye politikaları olmak üzere ekonomi politikaları üzerine ciddi kısıtlar konulmaktadır.

IV. Türkiye'ye yansımalar

Avrupa tarihinde karanlık bir sayfa açılırken, Türkiye'nin bu gelişmelerden etkilenmemesi mümkün değildir. Bu yıl Türkiye ekonomisinin belirgin biçimde daha az büyüyeceği öngörüsü yaygındır. Hatta Merrill Lynch'e göre Türkiye bu yıl hiç büyümeyecektir . Çünkü Avrupa krizi yüzünden Türkiye'ye artık eskisi gibi bol ve ucuz dış kaynak gelmeyecek. Yani AKP'yi üç kez iktidar yapan etkenlerden biri olan büyüme modelinin sonuna gelinmektedir. Ayrıca resmi enflasyon oranının  % 10'u aşması beklenmektedir.
Yeterli yabancı kaynak bulamayan, zengini vergilemeyen ve özelleştirme de yapamayan hükümetin işgücünün maliyetlerini düşürürken verimliliğini artıracak ve vergi yükünü de bu kesimin üzerine daha da kaydıracak politikalara yöneldiği anlaşılmaktadır. Bunun da toplumsal muhalefeti yükselteceği endişesi otoriter uygulamaların önünü açmaktadır. Öyle ki Türkiye'nin 'otoriterleşmesi' ve 'çoğunluk diktası' giderek dünyada daha fazla konuşulmaktadır. NewYork Times Türkiye'de tutuklu gazetecilerin durumunu birinci sayfaya taşırken , Financial Times gazetesi başyazısında  "Türkiye'nin lideri otoriter bir yönetime doğru sürükleniyor, Türkiye'den otoriter bir rejim olmaya yönelik rahatsız edici işaretler alınıyor." yorumunu yapmıştır.
Bazı iktisatçılar "Ayrışma Tezi" ne (de coupling)atfen 2008 krizi sonrasında Türkiye'nin diğerlerinden ayrışarak dünyanın en sağlam ekonomileri arasına girdiğini ileri sürmüşlerdi. Oysa son ekonomik gelişmeler bunu doğrulamamaktadır.  Burjuva demokrasilerinden oligarşik -otokratik yönetim biçimlerine doğru ilerleyen bir Avrupa gerçeği ortadayken Türkiye'nin ayrışarak "ileri demokrasiye" doğru gittiğini söylemek bu yanılgının politik alanda sürdürülmesi anlamına gelmektedir.

V. Sonuç
Küresel kapitalist krizin, çözülmek bir yana, ikinci bir dip yapma ihtimalinin yüksekliği ve Avrupa özelinde giderek sosyal ve politik krizlere dönüşmesi uluslararası finans çevrelerinin bir süredir dillendirmekte oldukları "Avrupa Ekonomik Yönetişim Stratejisi"adlı bir stratejinin hayata geçirilmesine olanak sağlamıştır.
Bu stratejinin son halkası olarak Almanya'nın talepleri doğrultusunda 9 Aralık 2011 tarihinde imzalanan "Mali Anlaşma" mali ve finansal disiplini yasal zorunluluk haline getirmektedir. Bu anlaşma ile ayrıca ilerdeki kurtarmalar için de ilave fonlar yaratılmaya çalışılmaktadır.
Diğer yandan böyle ciddi bir resesyon ortamında çok katı bir mali sıkılaştırma risklidir. İngiltere'nin anlaşmanın dışında kalması mali sıkılaştırma önlemlerinin uygulanmasını zorlaştırırken Almanya'nın etkinliğini ve patronajını artıracaktır.
Bu anlaşmayla yirmi yıl önce avroya katılma şartı olarak kabul edilen ilkelere kesin olarak uyulması, uymayanlara ilişkin cezaların mutlaka hayata geçirilmesi ve bunun için de uluslar üstü bir karar ve koordinasyon merkezinin kurulması karara bağlanmaktadır.Ayrıca avro bölgesi hükümetleri ulusal bütçe tahminlerini parlamentolarına sunmadan önce Avrupa Komisyonu'na sunacaktır. Komisyon da böylece kriterlerle uygunluğun sağlanması için değişiklikler önerme yetkisine sahip olacaktır. Keza hükümetler birbirlerini hazine bonosu ikrazının miktarı ve anayasa ve kanunlarında yer verecekleri borçlanma sınırları ile ilgili olarak bilgilendirmek zorundalar.Ülkeler bu borç sınırlarından saptığında otomatik bir düzeltme mekanizması devreye girecek ve Avrupa Adalet Mahkemesi üye ülkelerin kanunlarında yazılı olan borçlanma sınırı ile ilgili kurallara uyulup uyulmadığının denetiminden sorumlu olacaktır.
Bu strateji de, Avrupa krizinin gerçek nedenlerini göz ardı ettiğinden, bir çözüm oluşturmayacaktır. Bu gelişmeler krizden çıkamayan Avrupa'nın daha sıkı ve kalıcı bir kemer sıkmaya yönelmesinin kesinleştiği anlamına gelmektedir.
Sonuç olarak yeni yönetişim anlayışı altında üye devletlerden rekabet gücünü artırmak adına,işgücü politikaları ve kamu bütçesinin yeniden bölüşümü politikalarını, emek aleyhine ve sermaye lehine değiştirecek reformlar uygulamaları ve ücretleri ve yaşam standartlarını düşürmeleri yani hali hazırdaki kemer sıkma önlemlerini daha da sertleştirerek kalıcı hale getirmeleri istenmektedir. Ayrıca kamuda özelleştirmelerin hızlandırılması, kamu sendikalarının etkisizleştirilmesi ve sosyal güvenlik-sağlık hizmetlerinin azaltılması şart koşulmaktadır.

Siyasal alanda ise politik erkin seçilmiş hükümetlerden büyük bankalar ve finansal kuruluşların adına hareket eden teknokrat hükümetlere transferi öngörülmektedir. Böylece politik gündem AB düzeyine taşınırken, politik güç de ulusal düzeyden Avrupa düzeyine transfer edilmektedir. Tüm bu gelişmeler kapitalist krizden çıkamayan Avrupa'da burjuva demokrasilerinden oligarşik- Parlamenter Bonapartist  devlet biçimlerine doğru bir geçiş döneminin başladığının işaretlerini vermektedir.


Kaynakça
Aydıntaşbaş,  Aslı (2011), "O zaman bu rejimin adı ne?" ; "Tüm teröristler bizdeymiş!",http://siyaset.milliyet.com.tr,(15.12.2011).
Brenke Karl (2009),  "Real wages in Germany. Numerousyears of decline", Weeklyreport 28/2009, GermanInstituteforEconomicResearch.

Campanella,  Edoardo (2011) , "Whatconstitutionalfiscalruleformembers of the EU?",http://www.voxeu.org, (20.02.2011).
Chandrasekhar C.P.,GhoshJayati (2011), "Prospectsforthe World Economy in 2012", www.thehindubusinessline.com, (26.12.12011).
CorporateEUtopia (2011), Corporate Europe Observatory,http://www.corporateeurope.org,  (January 2011).

Corporate Europe Observatory (2010), "Bigbusiness as usual", http://www.corporateeurope.org, (March 2010).
ElliottLarry, StewartHeather,Watts, Nicholas (2011), "IMF warnsthatworldrisksslidinginto a 1930s-style slump",www.guardian. co. uk, (15.12.2011). 
EuropeanCouncil (2011), Statement bythe Euro AreaHeads of StateorGovernment,  Brussels, (09.12. 2011).
Haar,  Kenneth  (2011), "EU'sSilentRevolution in EconomicGovernanceUnderminesDemocratic Control",  www.corporateeurope.org, (19.01. 2011).

http://ekonomi.milliyet.com.tr, (18.01.2012).
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr, (14.01.2012).

Hudson,  Michael (2011), "Europe's Deadly TransitionFromSocialDemocracytoOligarchy", http://www.zcommunications.org,  (14.12.2011).
International Labour Office(2011),  Global EmploymentTrends 2011: Thechallenge of a jobsrecovery, Geneva, 2011.
Krugman, Paul (2011), "DepressionandDemocracy", www.nytimes.com, (11.12. 2011).
Morley, Daniel (2011), "National Contradictions in the EU Intensify", http://www.marxist.com,  (16.12.2011).
OutingtheOligarchy (2011), A Special Report byThe International Forum on Globalization(IFG), (December 2011).
Streeck, Wolfgang (2011), "TheCrises of DemocraticCapitalism",New LeftReview,
(September-October 2011), http://brechtforum.org.
www.milliyet.com.tr, (11 Ocak 2012).
www. radikal.com.tr, "S&P Fransa'nın notunu kırdı", (13.01.2012).
www. radikal.com.tr, " S&P' den bir tokat da EFSF'ye", (17.01.2012).
























Hiç yorum yok:

Yorum Gönder