28 Şubat 2024 Çarşamba

Türkiye-Somali askeri anlaşması

 

Türkiye-Somali askeri anlaşmasının satır arası okumaları

Mustafa Durmuş

28 Şubat 2024


Bizler içeride Erzincan İliç’teki iş ve doğa cinayeti ve yerel seçim gibi konularla meşgulken, siyasi iktidar dışarıda Somali ile bir anlaşma daha imzaladı. (1) Anlaşma onay için henüz TBMM’ye gönderilmediği için muhalefet partilerinin bu  konudaki yaklaşımlarını bilmiyoruz.

Bu anlaşmanın iktidar tarafından, “iki ülke arasındaki tarihi ve kültürel bağları daha da güçlendirmeyi ve ekonomik kalkınmayı teşvik etmeyi amaçladığı ve her hangi bir biçimde sömürgeci amaçlar taşımadığı” ileri sürülse de, anlaşmanın başta güvenlik/savunma ve Türkiye sermayesi ve devletinin Afrika’daki uzun vadeli çıkarları olmak üzere çok önemli boyutları mevcut.

Somali ile askeri anlaşma

Öncelikle anlaşmaya göre, Somali/Mogadişu’da hali hazırda kapsamlı bir askeri üssü bulunan Türkiye, “Somali karasularını 10 yıl boyunca koruyacak ve deniz kaynaklarının gelişimine katkıda bulunacak”.

Şeytan ayrıntıda gizlidir misali, bu anlaşma, Somali’nin düşman olarak gördüğü Etiyopya’nın bağımsızlıkçı Somaliland Bölgesi üzerinden denize erişim sağlama çabalarını caydırmayı amaçlayan bir güvenlik/savunma anlaşması niteliğinde. (2)

Zira bu yılın başında Somaliland, bir deniz limanını geçici olarak verme karşılığında, Etiyopya’nın Somaliland’in bağımsızlığını tanımayı kabul ettiğini açıklayarak, bu ülke ile bir mutabakat zaptı imzalamıştı. Bu mutabakat doğallıkla Somaliland’i topraklarının bir parçası olarak gören Mogadişu Hükümetini (Somali) fena halde kızdırmıştı.

Kısaca ifade etmek gerekirse, bu anlaşma Türkiye’nin Somali donanmasını eğitmesini, desteklemesini ve “yabancı müdahalelere” karşı korumasını taahhüt ediyor ama işin özünde, Etiyopya’nın Aden Körfezi'ne erişim sağlamak için ayrılıkçı Somaliland Bölgesiyle ortaklık kurma çabalarını engelleme çabası var. (3)

Burada bizim açımızdan sorulması gereken asıl soru ise, Türkiye’nin neden oldukça sıkıntılı ve büyük çatışmaların yaşandığı bir bölgede bir başka devletin korumasını üstlendiği, hatta kanlı bir iç savaşta taraf olmayı seçtiğidir.

Arı kovanına çomak sokmak!

Bu destek, ileri sürüldüğü gibi “mazlum bir halkın yanında olmak ya da din kardeşliği” ile açıklanabilecek bir durum değil elbette. Zira hem Somali hem de yıllardır çatışma içinde olduğu Somaliland halkları Müslüman. Kaldı ki Somali diktatörlükle yönetilen bir ülke ve Somaliland göreli olarak daha demokratik gibi görünüyor.

O halde şu soruların yanıtlarını arayabiliriz:

•Bu yeni anlaşma, Türkiye’nin Libya, Suriye ve Irak’taki mevcut askeri faaliyetlerine paralel bir alt emperyalist müdahale midir?

•Türkiye, yeni sömürgeci maddi beklentilerin yanı sıra, Rojava örneğinde olduğu gibi, kendi kontrolünde olmayan, özellikle de ulus ötesi alternatif devletlerin ya da yapıların ortaya çıkmasından mı endişe duyuyor?

•Ya da geçmişte sömürgeci Avrupalı ulus devletlerin kendi ülkelerindeki sınıf savaşlarının üzerini örtmek veya içerde yaşanabilecek iç savaşlardan kaçınmak için yürüttükleri sömürgeci faaliyetler gibi, ülkede son yıllarda giderek derinleşen ekonomik ve politik sorunların üzerinin örtülmesi mi amaçlanıyor?

İHA-SİHA pazarı

Bu arada, Türkiye’nin Afrika’ya da, Somali’ye de ilgisinin bu anlaşmayla sınırlı olmadığının altını çizelim. Daha önce Libya’daki kanlı iç savaşın tarafı olan Türkiye bu kez benzer bir tercihi Somali’de yapıyor. Ayrıca Türkiye Somali’de iktidara bir süredir hem nakdi ve ayni yardım yapıyor hem de bu ülkede büyük miktarlarda tarımsal üretimde bulunmak üzere toprak satın aldı. Keza bu ülkeye (verdiği krediler karşılığında) İHA ve SİHA satıyor.

Yani bu ülke ve bir bütün olarak Afrika, Türkiye’deki son zamanlarda ciddi atılımda bulunan askeri sanayi karması sektörünün ihracatının önemli potansiyel pazarlarından birisi.

Kuşkusuz böyle yardımların Somali halkına ne kadar ulaştığı ya da Somali halkının bu yardımlar karşılığında nasıl bir bedel ödediği konuları da araştırmaya değer konular.

Hatırlanacağı gibi, AKP hükümeti Eylül 2017’de Somali’de denizaşırı en büyük askeri eğitim tesisini kurmuştu. O tarihten bu yana TSK, TÜRKSOM Askeri  Eğitim Üssü’nde Somali ordusunu eğitiyor. BM Güvenlik Konseyi’nin 1992’den bu yana silah ambargosu uyguladığı Somali’ye Kasım 2022’de Türkiye dâhil bazı ülkeleri muaf tutmasıyla birlikte Ankara’nın sağladığı silah ve İHA/SİHA’lar Eş-Şebab’a yönelik mücadelede önemli üstünlük sağladı. Ayrıca Mogadişu Uluslararası Havalimanı ve Mogadişu Limanı halen Türk firmaları tarafından işletiliyor (Mogadişu Limanı'nın işletmesi 2014’ten bu yana Albayrak Grubu’nda bulunuyor). Türkiye’deki şirketler, sivil toplum kuruluşları ve kurumlarıyla Somali’den başlayıp Afrika geneline yayılmaya çalışıyorlar. AKP iktidarı 5 Kasım 2020’de Somali'nin Uluslararası Para Fonu'na (IMF) borcunu da ödemişti. (4)

Somaliland nasıl bir bölge ve Somali’nin bu bölge ile derdi ne?

Somaliland, Somali'nin ve daha büyük “Afrika Boynuzu” diye adlandırılan bir bölgenin önemli bir parçası. Kuzeyde Aden Körfezi boyunca yüzlerce kilometrelik kıyı şeridine sahip ve güney ve batıda Etiyopya ve kuzeybatıda Cibuti ile sınır komşusu.


Somaliland 1991'de, Somali’den bağımsızlığını ilan ettikten sonra Somali hükümetiyle bağlarını kopardı ve o zamandan beri bağımsız bir devlet olarak uluslararası tanınırlık arayışı içinde. Tayvan dışında hiçbir devlet şu ana kadar bağımsızlığını tanımadı ancak bu devletlerin birçoğu Somaliland’in Somali'den ayrı bir bölge olduğunu net bir biçimde kabul ediyor.

Diğer taraftan Somali devleti Somaliland'in bağımsızlık çağrısını reddetmeye devam ediyor ve önemli uluslararası anlaşmaları müzakere etmeye yönelik tek taraflı girişimlerini şiddetle kınıyor. (5)

“Kısmen özgür” bir ülke

Demokrasi ve sivil özgürlükler gözlemcisi olarak bilinen Freedom House, Somaliland’in 2023 yılındaki özgürlük endeksindeki puanından hareketle (100 üzerinden 44 puan) “kısmen özgür ülke" olarak değerlendirirken, Somali aynı yıl sadece 8 puan alarak “özgür olmayan ülke” statüsünde kaldı. Öyle ki Somali demokrasi açısından dünyadaki en düşük 14’ncü ülke konumunda (raporda Türkiye de 100 üzerinden 32 puan ile “özgür olmayan ülke” statüsünde değerlendiriliyor). (6)

Yoksul bir ülke

4,3 milyonluk bir nüfusa sahip olan Somaliland’in milli geliri yaklaşık 3,3 milyar dolar ve bunun büyük bir kısmını yurtdışında çalışan Somalilandlilerin getirdiği işçi dövizleri oluşturuyor. Ülkede işsizlik oranı özellikle gençler arasında çok yüksek ve yetkililer eğitimli insanların başka yerlerdeki fırsatları değerlendirmek üzere göç etmesiyle ortaya çıkabilecek potansiyel bir “beyin göçü” olgusundan endişe ediyorlar. Başlıca ihracatı, komşu Cibuti ve Etiyopya'nın yanı sıra Suudi Arabistan ve Umman gibi Körfez ülkelerine gönderdiği canlı hayvan ve hayvansal ürünler. Kişi başı gelir sadece 775 dolar. Bu haliyle Somaliland bugün dünyanın en yoksul 18’nci ülkesi konumunda (Somali ise dünyanın en yoksul 5’inci ülkesi konumunda). (7)

Jeopolitik konumu oldukça önemli bir bölge

Somaliland, Aden Körfezi boyunca, dünya deniz taşımacılığının neredeyse üçte birinin geçtiği büyük bir deniz şeridi olan Bab al-Mandeb Boğazı’nın girişine yakın bir konumda yer alıyor. Kıyı şeridi, onu ve komşuları Eritre ve Cibuti’yi denize erişim ve bölgede denizcilik varlığı arayan yabancı devletler için cazip ortaklar haline getirdi. Öyle ki Cibuti yabancı askeri üsler için bir merkez haline geldi. Çin, Fransa, İtalya, Japonya ve ABD’nin bu ülkede askeri tesisleri bulunuyor. Keza Çin, Rusya ve BAE gibi devletler de Eritre'ye giderek daha fazla ilgi göstermeye başladılar.

“Somaliland’in güneyinde yer alan ve Aden Körfezi kıyısından Hint Okyanusu ve Kızıldeniz’e uzanan Somali ise, neo Osmanlıcıların Afrika’ya açılma kapısı. Gerek deniz ticaret yolları üzerinde yer alması, gerek Arap Yarımadası’nın hemen karşısındaki konumu, gerekse de Doğu Afrika’ya başlangıç noktası olması nedeniyle stratejik bir öneme sahip. 20 Ocak 2020’de Berlin’de düzenlenen Libya Zirvesi’nde Erdoğan, Somali’nin kendilerine denizlerde petrol arama teklifinde bulunduğunu söylemiş, “bizim oralarda da atacağımız adımlar olacaktır” ifadelerini kullanmıştı. Birçok petrol tekeli ve ülkenin gözü bu bölgede. Somali’nin Hint Okyanusu kıyıları açıklarında zengin petrol rezervlerinin olduğu tahmin ediliyor”. (8)

Çatışmalı bir bölge

Ancak Somali 2007’den bu yana da El Kaide’ye bağlılık ilan eden radikal İslamcı Eş Şebap örgütünün saldırılarıyla sarsılırken, Somaliland’in yakınındaki Sudan ve Etiyopya gibi ülkelerde yayılma etkileri olan iç çatışmalar yaşanıyor ve bölge bir bütün olarak şiddetli açlığa neden olan tarihi kuraklıklar ve şiddetli seller de dâhil olmak üzere iklim felaketleriyle boğuşuyor.

Uzmanlar ayrıca Berbera liman anlaşmasının Etiyopya, Mısır ve Sudan arasında Mavi Nil Nehri üzerindeki Büyük Etiyopya Rönesans Barajı’nın inşası konusundaki tartışmaları tırmandıracağından endişe duyuyor. İsrail - Hamas arasındaki savaşın bölgeye doğru yayılma tehlikesi ise hala devam ediyor.

Emperyalizm, sömürgecilik, yeni sömürgecilik

Hafızamızı tazelersek, hegemonya ya da siyasi güç kullanımı anlamına gelen Latince “imperium” sözcüğünden gelen “emperyalizm”, tarihsel olarak, imparatorluklar genişlediğinde ortaya çıkan bir olgu iken, “sömürgecilik” emperyalistlerin bunu nasıl hayata geçirdiği ile ilgili bir durumdur.

Emperyalizm, kendini daha da zenginleştirmek isteyen bir imparatorluk, iktisadi kaynak ve ucuz işgücü elde etmek ya da sermaye ihraç etmek amacıyla yabancı topraklara ulaştığında ortaya çıkarken, sömürgecilik bu işlevi yerine getirmeleri için emperyalistlerin yerleşimciler göndermesi anlamına geliyor.

Diğer yandan, emperyalistler ilhak etmedikleri toprakları (resmi olduğu kadar), gayri resmi yollarla da yönetirler. Aslında bu “gayri resmi imparatorluklar”  ilhaka tercih edilirler. Gana’nın ilk devlet başkanı olan Kwame Nkrumah'ın “yeni sömürgecilik” olarak adlandırdığı gayri resmi imparatorluklar günümüzde de varlığını sürdürüyor. Bunun için yerel aracılar, yani halkın zararına kişisel çıkarları için sömürgeciyle işbirliği yapan bir yönetici sınıf gereklidir. (9)

Alt emperyalizm

“Alt-emperyalizm” kavramı ise, 1965 yılında, Bağımlılık Teorisi’nin kurucularından Ruy Mauro Marini tarafından ortaya atıldı. Bu kavram daha yakın zamanlarda, David Harvey, Patrick Bond ve Alex Callinicos gibi sosyalist akademisyenler tarafından, genellikle BRICS ülkelerinin ekonomi politiği ile ilgili olarak kullanıldı. Marini’ye göre alt-emperyalizm “bağımlı kapitalizmin tekeller ve finans sermayesi aşamasına ulaştıktan sonra aldığı biçimdir.” Harvey ise. BRICS ülkelerini, işçi sınıflarının aşırı sömürüsünü, hinterlandlarıyla ilgili yağmacı ilişkileri ve özellikle hem artı emek değerlerinin hem de “doğanın bedava armağanlarının” (eşitsiz ekolojik mübadele) Güney’den Kuzey’e aktarılmasında aracı olarak emperyalizmle (gerilimli de olsa) işbirliğini içeren “alt-emperyal” güçler olarak tanımlıyor.

Marini ve Bond, sırasıyla Brezilya ve Güney Afrika örneklerinde, şu anda BRICS'in bir parçası olan bazı ülkelerin emperyalizmle işbirliği yaptığını ve Harvey’in belirttiği gibi hinterlandlarının yağmalanmasına katıldığını ileri sürerler. Bu çerçevede, bu ülkelerin oynadığı “alt-emperyalist” işlev nispeten açıktır. Callinicos’a göre, “Türkiye, Hindistan, Pakistan, İran, Irak ve Güney Afrika” gibi “alt-emperyalist” devletler basitçe daha alt düzeydeki emperyalistlerdir. (10)

İlhan Uzgel ise alt-emperyalizmin küresel sistemdeki gelişmelerin ve kapitalist dönüşümün gündeme getirdiği bir olgu olduğuna ve bu sistemin işleyişini kolaylaştıran bir katkı sağladığına vurgu yapıyor ve ABD ya da diğer her hangi bir kapitalist merkez karşısında belli bir özerkliğe sahip olabilen bir devlet olarak Türkiye’nin alt emperyalist bir devlet olduğunu ileri sürüyor.

Uzgel’e göre, alt-emperyalist devlet sistem karşıtı değildir ama zaman zaman “sistem dışı” gündemlerini oluşturmaya çalışır. Burada en fazla sistem içindeki ekonomik konumlanışı aşan, daha yukarıda bir bölgesel nüfuz arayışı görülebilir. Bunun izini Türkiye’nin dış politikasından sürebilmek mümkündür. (11)

“Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı”

Somali ile Türkiye’nin yaptığı anlaşmanın bir diğer önemli yanı ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını kabul etmeyen bir anlaşma olması. Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı, siyasal anlamda bağımsızlık hakkını, ezen ulustan siyasal bakımdan serbestçe ayrılma hakkını savunur.

“Ulusların kendi geleceklerini kendilerinin belirlemesi teorisi, tarihin belli bir döneminde belirli bir ülkesinde (Çarlık Rusya’sı), emperyalizm döneminin Marksizm’i olarak bilinen Leninizm’in kuramcısı Lenin tarafından formüle edildi. Daha sonraki yıllarda bu teori, Marksist Leninist literatürün temel argümanlarından birisi haline geldi. Lenin’in bu formülasyona ulaşmasının politik-pratik temeli, bir halklar hapishanesi olan Rusya ise, kuramsal temeli de Marx’ın ”Başka bir ulusu esen ulus özgür olamaz” ve “ezilen ulusların özgürleşmesi hâkim ulus bünyesinde sosyalist devrimin önkoşullarından birisidir” yaklaşımıdır. (12)

Birbirinden farklı özelliklere sahip olsalar da, Somaliland-Somali ilişkisi, İngiltere-Kuzey İrlanda, Sri Lanka-Tamil Bölgesi ve Suriye-Rojava ilişkisini anımsatıyor. Her üç örnekte de “ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı” ilkesine dayalı olarak mücadele eden bağımsızlıkçı hareketler bastırılmak isteniyor.

Türkiye’nin, bir yandan Afrika’ya yönelik olarak alt emperyalist amaçlara sahip olması, diğer yandan Rojava’daki özerk, demokratik ve ulus devleti aşan bir modelin inşasına verdiği sert tepkiye benzer bir tepki (13) ile Somaliland’e karşı çıkarak, dünyanın en despotik rejimlerinden biri olan Somali’deki diktatörlüğü desteklemesi Türkiye’deki rejimin ve devletin karakteri konusunda önemli ipuçları veriyor.

Her ne kadar Türkiye’nin durumu Lenin’in emperyalizm teorisine göre emperyalist olarak nitelenemese de, kendisi ABD emperyalizmine bağımlılığını sürdürürken, Somali gibi bir yeni sömürge ülkeye yaptığı fiziki ve finansal yatırımlar, verilen maddi ve gayri maddi destekler, krediler, satılan İHA ve SİHA’ lar, diğer askeri destekler alt emperyalist/ yayılmacı amaçlarını ortaya koyuyor.

Sonuç olarak

Somali devleti ile yapılan bu anlaşma, neo liberal, siyasal İslamcı otoriter rejimin bölgesel olarak alt emperyalist/yayılmacı amaçlarını yansıtan adımlardan birisidir. İlave olarak, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının reddedilerek, bağımsızlıkçı mücadelelere karşı, üzerinde hegemonya tesis ettiği devletin yanında yer alması ise, Rojava deneyimi ile birlikte ulus devletin daha da sertleşen tipik bir refleksidir.

Ne geçmişte ne de şimdi, emperyalizm ya da alt emperyalizm hiçbir zaman işçi sınıfının ve emekçi halkların çıkarına olmuştur. Bu tür faaliyetlerden fayda sağlayanlar sadece emperyalistler ve onların içerdeki işbirlikçisi konumundaki yerli egemenler oldular.

Türkiye’nin, kendi sınırlarının ötesindeki askeri faaliyetlerinin “Türkiye ekonomisinin sorunlarının çözümüne de katkı sağlayacağı, kalkınmayı ve gelişmeyi hızlandıracağı” iddiası ise tam bir efsanedir, gerçekle ilgisi yoktur.

Kendi ülkesinde başta yüksek enflasyon, işsizlik, derin yoksulluk ve açlık problemleri giderek büyürken, alt emperyalist amaçlar için Afrika’da yeni maceralara girişmek, İktidar Blokunun ve onu destekleyen sermaye çevrelerinin halkın içinde bulunduğu durumu da umursamadıklarının tipik bir göstergesidir.

Türkiye’nin tıpkı Suriye ve Libya’da olduğu gibi bu tür neo Osmanlıcı girişimlerinin bir benzerini oluşturan Somali Anlaşması ile eğer Türkiye kanlı iç savaşın bir parçası haline gelirse, bunun bedelini sadece bölge halkları değil, Türkiye halkları da, hem politik hem de ekonomik olarak, ağır bir biçimde ödeyecektir.

Diğer yandan, antropologların yaptığı araştırmalar, efsanelerin çökmesiyle birlikte, bu efsanelerin etrafında dönen şeylerin de değişmeye başladığını gösteriyor. Böylece daha önce, bırakın yapılabilir olmasını, düşünülebilir bile olmayan fikirler ete kemiğe bürünmeye başlıyor, yeni olanaklar ortaya çıkıyor. (14)

Kıssadan hisse, efsaneler yıkıldığında ihtiyacımız olan sosyal devrimler gerçekleşir. O halde efsaneleri çökertmek, bir kez daha militarizme ve savaşlara karşı çıkmak ve barışı savunmak gerekiyor.

Dip notlar:

(1)    8 Şubat 2024 tarihinde imzalanan ‘Somali ve Türkiye Arasındaki Ekonomik Çerçeve Anlaşması.

(2)    https://apnews.com/article/somalia-ethiopia-somaliland-sea-deal-turkey  (21 February 2024).

(3)    Agm.

(4)    İbrahim Varlı, https://www.birgun.net/makale/neo-osmanlicilarin-afrikaya-acilma-planlari-erdoganin-yeni-macerasi-somali (24 Şubat 2024).

(5)    Mariel Ferragamo and Claire Klobucista, https://www.cfr.org/backgrounder/somaliland-horn-africas-breakaway-state? (25 January 2024).

(6)    https://freedomhouse.org/explore-the-map?type=fiw&year=2023; https://freedomhouse.org/country/turkey/freedom-world/2023 (26 Şubat 2024).

(7)    Ferragamo ve Klobucista, agm.

(8)    Varlı, agm,

(9)    https://www.redpepper.org.uk/global-politics/africa/a-common-enemy-colonialism-and-imperialism (20 September 2023).

(10)  https://www.cadtm.org/Western-Imperialism-and-the-role-of-Sub-imperialism-in-the-Global-South ve  https://roape.net/2018/05/16/is-imperialism-still-imperialist-a-response-to-patrick-bond’den aktaran   Renfrey Clarke, “Is Russia ‘sub-imperialist’?”,  https://links.org.au/russia-sub-imperialist (1 August 2023).

(11)  https://sendika.org/2020/08/alt-emperyalizm-ya-da-dis-politikada-ozerklik-mumkun-mu-ilhan-uzgel-gazete-duvar (3 Ağustos 2020).

(12)  Mustafa Kahya, Ulusal Sorun -Sömürgecilik ve Kürt Sorunu, Erginbay Yayıncılık, İkinci Baskı, 2008, s. 42-43.

(13)  https://truthout.org/articles/unremitting-turkish-attacks-leave-rojava-in-peril-and-in-need-of-solidarity (15 Şubat 2024).

(14)  Jason Hickel, The Divide, A Brief Guide to Global Inequality and its Solutions, Windmill Books, 2018, s. 13-14.

 

 

23 Şubat 2024 Cuma

Bankaların dış borçlanması

 

Dış krediye kolay erişim mi, emperyalist sömürü mü?

Mustafa Durmuş

24 Şubat 2024

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, dün attığı bir twitte, artık Türk şirketlerinin (bankaları kastediyor olsa gerek) dış krediye erişiminin kolaylaştığını ve dışarıdan daha ucuza borçlanabildiklerini (BBVA’nın yüzde 8,3 yıllık faizle borçlanma örneğinden hareketle) ileri sürüyor.(1)

Fitch ellerini ovuşturuyor

Diğer taraftan, uluslararası derecelendirme kuruluşu Fitch Rating ise son raporunda, Türk bankalarının borçlanmalarının yabancı yatırımcılar açısından “ne denli kârlı olduğuna” vurgu yapıyor.

Fitch’e göre, “Türk bankalarının yüksek faizle borçlanmaları yabancı yatırımcılar için daha yüksek getiri sunmaya başladı. Bu durum yabancı yatırımcılar açısından çok iyi bir fırsat”.

Yani mealen “şimdi Türkiye’ye, dünya piyasa faizlerinin çok üstünde faiz oranlarıyla para satmanın zamanıdır” diyor. Bu konuda Türk bankalarının yaptığı son borçlanmaların faiz oranlarını ve vadelerini aşağıdaki tabloda sıralıyor.(2)



Yüksek faizle borçlanmanın bedelini kimler ödüyor?

Şimşek, uyguladığı sıkı para ve maliye politikalarının sonucunda Türk bankalarının daha rahat borçlanabilmesi ile övünebilir. Bu onun ve temsil ettiği egemen sınıfların bakış açısıdır. Uluslararası finans piyasalarından gelen birisi olarak bu bakış açısı yadırganmayabilir de.

Ancak yüksek faizle alınan dış kredilerin daha yüksek faizlerle içerde satılacağı, bunun üretim maliyetlerini artıracağı ve sonuçta bunun da bizimki gibi bir yüksek tüketim toplumunda bedelinin başta emekçi sınıflar olmak üzere, tüm toplumca ödeneceği gerçeği de ortada.

Emperyalist sömürü göz ardı ediliyor

Ayrıca, işin bir de emperyalist sömürü boyutu söz konusu. Zira emperyalist sömürünün ortaya çıktığı alanlardan birinin de (ucuz işçilik ve yer altı kaynaklarına el koyma biçimleri dışında), dışarıdan yüksek faizle kredi almak şeklinde gerçekleştiğini biliyoruz.

Özetle, yabancı sermaye için kârlı olanın bizim için toplumsal zarar anlamına geldiğinin farkında olmalıyız. Örneğin dış borçlanmada bu yüksek faiz maliyeti biçiminde kendini gösteriyor. Özellikle de finans piyasalarında “kazan-kazan” durumu gerçekte söz konusu değildir. Yabancı fonlar ve yerli işbirlikçileri, ortakları kazanırlar ama bu ülkenin emekçileri kaybeder.

İktidarın başarısı mı?

Bu bağlamda, yabancı sermayenin kredi sunumu biçiminde Türkiye’ye artan yönelimini iktidarca izlenen ekonomi politikasının başarısına bağlamak, en hafifinden bu sömürünün üzerini örtmek anlamına geliyor.

Ülkeyi daha fazla emperyalist sömürüye maruz bırakarak ekonomik istikrarın sağlanması sadece mevcut sömürü ve baskı düzeninin sürmesine yarayacaktır. Bu kaynaklar emekçi sınıfların, emeklilerin ve gençlerin yoksulluğunu ve yoksunluklarını (bırakın ortadan kaldırmayı) azaltılmayacak, hatta orta vadede daha da artıracaktır.

Gerçekçi çözüm, yüksek faizler ve bir takım ekonomik ve siyasal tavizlerle özellikle de spekülatif amaçlarla gelen yabancı sermayeyi ülkeye çekmek değil, mevcut emperyalist-kapitalist sömürü düzenini bütünüyle ortadan kaldırarak, yerine istikrarlı, adil, etkin, emek ve doğadan yana, cinsiyet eşitlikçi bir ekonomik ve politik düzen inşa etmektir.

Dip notlar:

(1)  https://twitter.com/memetsimsek/status/1760633226182201539 (22 Şubat 2024).

(2)  https://www.fitchratings.com (29 Ocak 2024).

 

16 Şubat 2024 Cuma

Sömürgeci madencilik

 

İliç’te yaşananlar bir ‘toplumsal cinayet’tir

Mustafa Durmuş

17 Şubat 2024

Bundan dört gün önce, Erzincan'ın İliç ilçesinde yer alan Çöpler Madeninde yığın liç alanında kayma meydana geldi ve bunun sonucunda 9 işçi 10 milyon metreküplük kütlenin altında kaldı. Dahası arama bölgesinde çatlaklar oluştu ve yeni heyelan riski ortaya çıktı.

İliç’teki altın madeni ile ilgili olarak yaşananlar, son 22 yıllık neo liberal-siyasal İslamcı AKP iktidarları döneminde, uluslararası sermaye ve onun ülkedeki işbirlikçisi yerli sermaye şirketlerinin ve onların siyasal iktidardaki temsilcilerinin halka, işçi sınıfına ve ekolojiye karşı, özü doğa ve emek talanı üzerinden devasa kârlar sağlamak olan, sınıfsal saldırılarından sadece biri.

Keza, bu madende siyanürle yapılan altın arama çalışmaları insana, içme suyuna ve toprağa zarar verdiği gibi, yer altı sularının ağır biçimde kullanılması yüzünden tarıma da zarar veriyor. Aynı zamanda çiftçilerin göç etmesine neden olurken, gıda güvenliğimizi de tehdit ediyor.

İşçilerinin ölüm riski altındaki şirketin devasa kârları

Bir yandan, altın madenciliği sektöründe faaliyet gösteren çok uluslu büyük sermaye şirketleri (başta yabancı sermayeli olmak üzere) devasa kârlar elde ederken,  diğer yandan bu madenlerde çok güç koşullarda ve artık geçinilemeyecek, hatta açlık sınırının dahi altında ücretler karşılığında işçiler bu ölüm ocaklarında çok büyük riskler altında çalıştırılıyorlar. Şirket ise 2021 yılında 5,4 milyar TL ve 2022 yılında 5,9 milyar TL satış geliri elde etti. (1)

Yüzlerce milyon liralık teşvik

Madeni işleten şirket 15 Haziran 2012 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile (1 Ocak 2012 tarihinden geçerli olmak üzere);  Büyük Ölçekli Yatırımların Teşviki, Bölgesel Teşvik Uygulamaları, Genel Teşvik Uygulamaları ve Stratejik Yatırım Teşvik Uygulamaları adı altında dört farklı teşvikten yararlanıyor.

Öyle ki 118829 numaralı teşvik belgesi kapsamında, yatırımı teşvik amaçlı indirimli kurumlar vergisi oranları uygulanıyor (son iki yılda sırasıyla yüzde 50 ve yüzde 70). Böylece şirketin 2021 ve 2022 yıllarında kurumlar vergisinden indirim şeklinde kullandığı toplam vergi teşviki tutarı sırasıyla 744 milyon TL ve 257 milyon TL oldu. (2)

Faizsiz evlilik kredisinin kaynağı maden faaliyeti gelirleri

Şirketin bu faaliyetlerinden, siyasal iktidarın 3213 Sayılı Maden Kanunu çerçevesinde Devlet Maden Hakkı karşılığı olarak sağladığı gelir ise 2021 yılında 304 milyon TL ve 2022 yılında 168 milyon TL oldu.

Bu şirketin 2024 yılından bu yana elde edeceği gelirin yüzde 20’si ise yakınlarda kurulan ve amacının “evlenecek kişileri maddi olarak desteklemek” olduğu ileri sürülen Aile ve Gençlik Fonu’na aktarılacak. (3)

Yani yer altı kaynaklarımızın talanı yerli ve yabancı sermaye ve siyasal iktidar işbirliğinde yürürken, 15 Şubat tarihinden başlamak üzere, bir sus payı ve muhafazakârlaşmayı teşvik etmek amaçlı olarak, evlenemeyen gençlere bu faaliyetlerden elde edilen gelirin bir kısmı, faizsiz evlilik kredisi olarak verilecek (150 bin TL).

Özcesi, işçilerin canı ve doğanın talanı pahasına elde edilen bir gelir, aile kurumu üzerinden toplumu kontrol altında tutmak amaçlı olarak kullanılacak.

“Toplumsal cinayet”

İliç’te yaşananlar tam da bir zamanlar F. Engels’in 19’ncı yüzyıl İngiltere’sindeki vahşi kapitalizm döneminde işlenen iş cinayetlerini tanımlarken kullandığı, taammüden işlenmiş toplumsal bir cinayetten (social murders)  (4) başka bir şey değil.

Bu yüzden de, bundan sadece bir kaç yıl önce aynı maden bölgesindeki siyanür sızıntısı karşısında duyarsız kalan, hatta şirketin bölgedeki altın arama kapasitesinin artırılmasına izin veren ve gerekli denetimleri yapmayan dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Bakanı Murat Kurum bu gelişmelerden sorumlu tutulmalı, yargılanmalı ve bu ve benzeri maden ocakları derhal kapatılmalıdır.

Hesap sorulmalı

İşçi kayıplarının yanı sıra, siyanür kaynaklı zehrin Fırat Nehri’ne ulaşmış olabileceği ve bunun da ölümcül sonuçlarının ortaya çıkabileceği gerçeğini kabul etmeyen İktidar Bloku ve Anagold şirketi, onun emperyalist Kanadalı ortağı SSR Mining ve Türk ortağı Lidya Madencilik (Çalık Holding) ve iktidar medyası olmak üzere bu sömürü ve talan düzeninden nemalananlar;  emek, toplum ve doğaya dönük bu katliamdaki kendi hatalarını ve sorumluluklarını gizlemeye çalışarak halkımızı yine “kaza”,  “kader”, “fıtrat” gibi sözcüklerle uyutmaya ve birkaç şirket çalışanını gözaltına aldırarak olayı geçiştirmeye çalışıyorlar.

İşin daha da kötüsü, bu ve benzeri facialar gelecekte de ortaya çıkacaktır zira etkisiz ve dağınık siyasal muhalefetin varlığında, iyice cesaretlenen İktidar Bloku yerel seçimlerin ardından emek ve doğa talanını ön planda tutan faaliyetlerini artırarak sürdürecektir.

Sonuç: Birlikte mücadele şart!

Bu yüzden de, emek ve doğa mücadelesinin demokrasi ve barış mücadelesinden ayrı tutulmaması gerektiğinin bilincinde olarak, başta işçi sendikaları, diğer emek ve meslek örgütleri, toplumsal mücadele veren örgütler, ekoloji mücadelesi yürüten örgütler ve kadın örgütleri olmak üzere, tüm Türkiye toplumunun emekçilerimizi ve doğamızı korumak için, böyle toplumsal cinayetlere ve doğa talanına karşı birlikte mücadele etmesi kaçınılmazdır.

Dipnotlar:

(1)      Anagold Madencilik Sanayi ve Ticaret A.Ş, 1 Ocak - 31 Aralık 2021 ve 2022 Hesap dönemlerine ait finansal tablolar ve bağımsız denetçi raporları, https://www.anagold.com.tr/tr/company/bilgi_toplum_hizmetleri.html (16 Şubat 2024).

(2)      Agr.

(3)      22 Kasım 2023’te TBMM’de kabul edilen 7474 sayılı "Aile ve Gençlik Fonu Kurulması Hakkında Kanun.

(4)      https://marxistsociology.org/2022/09/why-a-19th-century-concept-of-social-murder-is-very-much-relevant-today (16 Şubat 2024).

 

 

 

 

 

 

 


7 Şubat 2024 Çarşamba

Deprem ve yerel yönetimler

 

“Ben ona derdimi anlatıyorum, o bana parmak sallıyor!”

Mustafa Durmuş

7 Şubat 2024


İktidar tarafından “Asrın felaketi” olarak adlandırılan Kahramanmaraş merkezli depremlerin üzerinden tam bir yıl geçti. Resmi açıklamalara göre 50 binin üzerinde can kaybı söz konusu. Gayri resmi açıklamalarda ise gerçek sayının bunun birkaç katı olduğu ileri sürülüyor.

Depremin neden olduğu ekonomik yıkımın maliyetinin ise 110 milyar dolar olduğu ve şu ana kadar 30 milyar dolarlık (950 milyar TL) bir harcama yapıldığı tahmin ediliyor. Bu yıl da kabaca 30 milyar dolara denk düşen 1 trilyon 28 milyar liralık bir harcama daha yapılacak. (1)

Sadece yüzde 8

Siyasi iktidarın deprem sonrası hasar görmüş olan kentlerin yeniden ayağa kaldırılması, hayatın normale döndürülmesi doğrultusunda 319 binini bir yıl içinde teslim etmek kaydıyla 650 bin konutun yapılacağı yönündeki beyanları ise gerçekleşmedi.

Zira aşağıdaki tablodan da görülebileceği gibi,  depremden bu yana TOKİ tarafından ihalesi yapılmış konut miktarı toplamda 108.936 adet. Bu ihalelerin toplam bedeli yaklaşık 204 milyar TL. Bunlardan bir kısmının inşasına henüz hiç başlanmadı. Bunlardan yüzde 70’i tamamlanmış olan,  yani kısa vadede bitirilip teslim edilebilecek konut miktarı 25.119 adet. Bu, hedeflenenin sadece yüzde 8’i demek oluyor. (2)

İL GENELİ

YIKIK BAĞIMSIZ BÖLÜM

ACİL YIKILACAK BAĞIMSIZ BÖLÜM

AĞIR HASARLI BAĞIMSIZ BÖLÜM

YIKILMIŞ VEYA YIKILACAK TOPLAM

6 ŞUBAT SONRASI İHALESİ YAPILAN KONUT SAYISI

TAMAMLANMA ORANI %70'İN ÜZERİNDE OLAN KONUT SAYISI

ADANA

383

302

5.965

6.650

3.191

511

ADIYAMAN

14.833

6.497

44.038

65.368

4.629

297

DİYARBAKIR

490

453

14.672

15.615

5.156

1.250

ELAZIĞ

101

211

24.172

24.484

1.869

1.869

GAZİANTEP

8.561

6.677

30.520

45.758

18.826

7.149

KAHRAMANMARAŞ

20.381

13.843

78.953

113.177

19.576

7.042

MALATYA

14.565

9.009

82.563

106.137

13.989

3.973

HATAY

41.290

37.503

180.181

258.974

31.654

1.185

KİLİS

623

189

2.736

3.548

1.854

756

OSMANİYE

1.518

2.296

17.002

20.816

3.723

190

ŞANLIURFA

873

1.271

11.745

13.889

4.469

897

674.416

108.936

25.119

 Hatay: Depremin ilk üç gününde devletin gözükmediği “garip” kent

Depremden en büyük ekonomik zararı gören il Hatay oldu zira bu ilde ağır hasarlı ve kullanılamaz hale gelen, yıkılacak olan konut sayısı yaklaşık 259 bin.

Bu gerçeğe rağmen, Erdoğan, 6 Şubat depremlerinin birinci yıldönümü nedeniyle gittiği Hatay’da yaptığı konuşmada Hataylılara adeta gözdağı vererek, “Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay’a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı” diye konuştu. (3) Bu ifadeler bize halk arasında yaygın bir deyiş olan, “ben ona derdimi anlatıyorum o bana parmak sallıyor” sözünü anımsatıyor.

Sorunlar devam ediyor

Erdoğan’ın bu itiraf gibi konuşmasını TMMOB İnşaat Mühendisleri Odasının 6 Şubat depremlerinin birinci yılına dair açıklamasındaki şu tespitlerle birlikte değerlendirmekte yarar var:

“Afet sonrası arama-kurtarma, yardım ulaştırma, beslenme ve acil barınma ihtiyaçlarını karşılama çalışmalarında kamu gücünün sınıfta kaldığı, geçmiş depremlerden ders alınmadığı tüm kamuoyunun malumudur. Yurttaşlarımızın dayanışma bilinci ve gönüllü çalışmalarının büyük katkısıyla depremin ilk elden yaralarının sarılması konusunda eksiklikler giderilmeye çalışılmış olsa da afete müdahalenin devamındaki aşamalarında da kriz yönetilememiştir. Geçici yerleşim alanlarının kurulması, enkaz kaldırma işlemleri, ulaşım, elektrik, su, kanalizasyon, haberleşme gibi altyapı hizmetleri, depremin üzerinden aylar geçmesine rağmen sağlanamamıştır. Depremlerin 1. yılını geride bırakırken depremin en çok etkilediği Antakya başta olmak üzere deprem bölgesinde barınma, beslenme, sağlık, hijyen, içme suyu, eğitim gibi en temel insani ihtiyaçlara yönelik sorunlar hala devam etmektedir. Yıkılmayı bekleyen ağır hasarlı yapılar insan hayatını tehlikeye sokmaya devam ederken, kontrolsüz bir şekilde yürütülen enkaz kaldırma işlemleri çevreye ve insan sağlığına zararlar vermekte, enkaz toplama alanları ise içme suyu kaynaklarını kirletmesi bakımından ciddi riskler oluşturmaktadır”. (4)

Halkına yabancı siyasal iktidar

Kısaca, depremin ardından koca bir yıl geçmiş olmasına rağmen yaralar sarılmamış, acılar devam ediyor. Nitekim Hatay halkı bunu iktidar partisinin bir bakanını yuhalayarak protesto etti.

İktidar blokunun böyle büyük bir felaketin ortaya çıkmasındaki sorumluluğu ve deprem sonrasında, özellikle ilk üç gün, devletin hiç ortada olmadığı biliniyor. Buna rağmen, bilhassa da deprem çalışmalarında ayırımcılığa uğrayan “Hataylılara iktidar partilerine oy vermedikleri için kendilerine yardım elinin uzatılmadığının” açıkça ifade edilmesi, bir yandan yerel seçimler yaklaşırken iktidar blokunun oy devşirmek için her şeyi yapabileceğini, diğer yandan iktidar blokunun ülke halklarından nasıl koptuğunu, onlara nasıl yabancılaştığını gösteriyor.

Bu açıklama aynı zamanda ülkedeki yerel yönetimlerle merkezi yönetim arasındaki ilişkinin ne denli sorunlu olduğunu ve bu konuda mutlaka acilen bir şeyler yapılması gerektiğini de ortaya koyuyor.

Bu yüzyılda eli kolu bağlı yerel yönetimler olur mu?

Zira bırakın özellikle de böyle afetler sırasında daha hızlı ve etkin önlemler alınmasını sağlayabilecek idari özerkliği, yerel yönetimlerin mali özerklikleri bile söz konusu değil. Gelir kaynaklarının çok büyük bir kısmı merkezi yönetimden sağlanıyor. İktidar da bunu bildiğinden bunu bir tehdit ya da şantaj aracı olarak kullanıyor.

Bu bağlamda Türkiye’de yerel yönetimlerin (ağırlıklı olarak belediyelerin) gelir kaynaklarını masaya yatırmakta yarar var.

Üç temel gelir kaynağı

Türkiye’de yerel yönetimleri oluşturan birimlerin gelirlerini üç temel kaynak üzerinden değerlendirmek mümkündür. Bunlar; vergi ve vergi benzeri gelirler (diğer bir ifadeyle öz gelirler), yerel yönetim idarelerinin merkezi idareden aldığı paylar ve yerel yönetimlere merkezi yönetim tarafından yapılan mali transferler, olarak özetlenebilir.

Sınırlı kaynağa sahip yetkisiz belediyeler

Aşağıda da gösterildiği üzere, Türkiye’de yerel yönetimlerin öz gelirleri oldukça sınırlıdır. Üstelik bu gelirleri arttırmak yerel yönetimlerin yetkisi dâhilinde de değildir.

Yerel yönetimlerin öz gelirlerini oluşturan vergi, vergi benzeri ve diğer gelirlerin oranları, payları ve bunları belirleme yetkisi kanuni çerçevede düzenlenmiş olmasına rağmen oldukça sınırlı bir şekilde yetkilendirme söz konusudur. Bu nedenlerden dolayı, Türkiye’de yerel yönetimlerin en önemli gelir kaynakları öz gelirlerinden ziyade merkezi idare tarafından yapılan transferlerden meydana geliyor. Yerel yönetimlerin transfer gelirlerini oluşturan bu paylar, genel bütçe vergi gelirleri üzerinden yerel yönetimlere aktarılan paylar, merkezi idare bünyesinden ve diğer idarelerden alınan bağış ve yardımlar ve proje karşılığı alınan bağış ve yardımlardan oluşuyor. (5)

Belediyelerin vergi gelirleri ağırlıkla emlak vergisinden

Bunlardan, Emlak Vergisi, Arsa Vergisi, İlan ve Reklam Vergisi, Eğlence Vergisi, Haberleşme Vergisi, Elektrik ve Havagazı Tüketim Vergisi, Yangın Sigorta Vergisi ve Çevre Temizlik Vergisi gibi yerel vergiler, yerel harçlar, harcamalara katılma payları, ücrete tabi işlerden sağlanan gelirler, taşınmazlardan elde edilen gelirler ve iştirak gelirleri yerel yönetimlerin en önemli öz gelir kaynaklarını yaratıyor. Bina ve arsalardan alınan emlak vergisi ise belediye vergi gelirlerinin ortalama yüzde 60’ını oluşturuyor.

Belediyelere Genel Bütçeden yüzde 6 pay ve Hazine yardımı

Ayrıca, büyükşehir belediyelerine, belediyelere ve il özel idarelerine 2380 sayılı Kanunla belirlenen oranlarda genel bütçe gelirlerinden pay ayrılıyor. Buna göre, Türkiye genelinde toplanan genel bütçe vergi gelirlerinden il, ilçe ve belde belediyelerine yüzde 6, il özel idarelerine ise yüzde 1.12 oranında pay veriliyor.

Son olarak, her yıl bütçe kanunlarında yer alan belediyelere yardım koduna konulan ödenekten Hazine ve Maliye Bakanı tarafından, ihtiyacı olan belediyelere yardım yapılabiliyor.

Belediyelerin bütçesi merkezi devlet bütçesinin sadece yüzde 15’i kadar

Öncelikle, Türkiye’de belediyelerin toplam bütçelerinin göreli olarak küçüklüğü yerel yönetim birimi olarak kamusal hizmetlerin verilmesinde en önemli engeli oluşturuyor.

Bir örnek vermek gerekirse, 2022 yılında merkezi yönetim bütçesinin (ek bütçe dâhil) giderleri 3 trilyon 133 milyar 658 milyon TL iken, ülkedeki toplam 213 belediye ve bağlı idarenin bütçe toplamı 486 milyar 238 milyon 813 bin TL idi. Bu yüzde 15,5’lik bir paya denk düşüyor. Aynı yıl faiz harcamaları için merkezi yönetim bütçesinden ayrılan ödenek ise yaklaşık 330 milyar TL idi. Keza 2023 yılındaki fon paylarına bakıldığında, Savunma Sanayi Destekleme Fonu’na 90,4 milyar TL ayrılırken, Büyükşehir Belediyeleri ve İl Özel İdarelerine ayrılan toplam pay 420 milyon TL ile sınırlı kaldı. (6)

Sadece bu veriler bile ülkedeki iktidarın siyasal tercihlerini ve bu bağlamda belediyelerin elinin kolunun nasıl bağlandığını göstermeye yeterlidir.

Belediye gelirlerinde aslan payı merkezi yönetimden yapılan transferlere ait

İkinci olarak, 2008-2014 dönemini kapsayan bir araştırma belediyelerin öz gelirlerinin toplam gelirleri içindeki payının ortalama yüzde 48 olduğunu ve bu payın yıllar itibarıyla giderek azaldığını ortaya koyuyor. Karaaslan ise bu payın yüzde 41 olduğunu ileri sürüyor. (7)


Anayasanın amir hükmüne rağmen

Görüldüğü gibi, Anayasa’nın 127’nci maddesi uyarınca, “belediyelere görevleriyle orantılı gelir kaynakları sağlanması gerekirken” bu görev yerine getirilmiyor ve belediyeler yerel halka sunmak durumunda oldukları hizmetleri yerine getirmek için yeterli öz gelir kaynaklarından mahrum bırakılıyorlar.

Keza daha önce de vurgulandığı gibi, belediyelerin kendi yerel vergi ve harç tarifelerini düzenleme konusunda yetkileri yok. Bu konudaki yetki son düzenlemelerle tamamen merkezi yönetime verilmiş durumda. Hatta 5 Aralık 2019 yılında yürürlüğe giren ve özünde yerel vergiler olan Konaklama Vergisi ve Değerli Konut Vergisinin gelirlerinden belediyeler pay dahi alamıyorlar.(8)

Kayyımlar

Ayrıca yukarıdan aşağıya tekçi, despotik devlet yapılanması nedeniyle, belediyeler kendilerini ilgilendiren yasal düzenlemeler konusunda önceden bilgilendirilmiyorlar, çok önemli konularda dahi fikirleri yeterince alınmıyor.

Kürtlerin ağırlıklı olarak yaşadığı illerin ve ilçelerin neredeyse tamamında seçilmiş belediye başkanlıklarının yerine kayyımların atanması ve İstanbul gibi 20 milyon nüfuslu bir mega kentin belediyesinin, sırf muhalefetin eline geçmiş olması nedeniyle, her türden engellemeye maruz bırakılması, ülkedeki yerel yönetimlerin gelir sağlama dışında da çok ciddi politik baskılara maruz kaldığını gösteriyor.

Kaynak sağlama biçimi merkeze bağımlılığı artırıyor

Türkiye’de belediyelerin asıl gelir kaynağını merkezi yönetim bütçesinden sağlanan transferler oluşturuyor. Bu da doğallıkla belediyeleri merkezi iktidara sadece ekonomik-mali değil, politik olarak da bağımlı kılıyor.

Bu yüzden de Erdoğan’ın son açıklaması karşısında merkezi yönetime biat etmek değil, merkezi yönetimden daha fazla idari ve mali özerklik talep etmek halkın sorunlarının çözümü ile ilgili en doğru iş olacaktır. Eğer belediyeler bu tür bir özerkliğe sahip bulunsalardı muhtemelen son depremlerin neden olduğu insani ve ekonomik kayıplar daha az olacaktı.

Sonuç olarak

Alternatif bir halkçı belediyecilik anlayışının hayata geçirilmesi gerekiyor. Bunun için de öncelikli olarak yerel yönetimlerin idari ve mali açıdan tam ya da kısmen özerk kılınması lazım.

Bu bağlamda, Birleşik Krallık’ta beş belediyenin mali açıdan iflaslarını açıklarken, özerkliğe sahip Almanya ve İtalya’daki başarılı belediyecilik uygulamaları son derece çarpıcı örnekler oluşturuyor. (9)

Kuşkusuz, belediye öz gelirlerinin de artırılması gerekiyor. Bu bağlamda; mevcut gelirlerin iyileştirilmesi, yeni gelir kaynakların yaratılması ve bu gelirlerin, kamusal/yerel hizmetlerin sunumu sırasında harcanırken etkin ve verimli bir biçimde kullanılması gerekiyor.

Ancak, Türkiye’de mevcut gelir kaynaklarının artırılmasında en önemli sorun yerelin vergilendirme yetkisinden yoksun olmasıdır. Ayrıca belediyeler borçlanma da serbestliğine de sahip değiller.

Diğer taraftan, 2462 sayılı Belediyeler Kanunu çerçevesinde, belediye gelirleri arasında birçok verginin ve harcın olduğu ileri sürülebilirse de, tutar açısından bu gelir kaynaklarının nispi önemi düşüktür. Ayrıca maktu vergi ve harç tarifeleri güncel değildir. Örnek olarak, Çevre ve Temizlik Vergisi gibi belediyelerde doğrudan doğruya hizmet karşılığı alınan bir verginin belediye vergi gelirleri içerisindeki payı yalnızca yüzde 3,7’dir. Oysa belediyeler açısından sürdürülebilir bir çevrenin inşası ve çevreye duyarlı bir kent ortamı için en gerekli ve doğrudan bu amaçla ilgili olan kaynak bu vergidir. (10)

Yeni gelir kaynaklarının yaratılması anlamında, şu anda merkezi yönetim tarafından toplanan Motorlu Taşıtlar Vergisi ve Konaklama vergisi gibi, özellikle de çevre kirliliği gibi olumsuz etkileri daha çok yerelde hissedilen faaliyetlerden alınan vergilerin tahsilatının yerele devredilmesi gerekir. Ya da gelirinin tamamı yerel yönetimlere bırakılacağı yeni bir rant vergisi çıkartılabilir.

Ayrıca Almanya’da olduğu gibi, gelir vergisi ve KDV gelirlerinden belli bir pay doğrudan yerel yönetimlere bırakılabilir. Nitekim Almanya’da bu paylaşılan vergi gelirleri belediyelerin gelirlerinin çok önemli bir bölümünü oluşturuyor. (11)

Tamamlayıcı olarak, Almanya, İtalya ve Japonya “bölgesel eşitleme uygulaması” olarak bilinen bir uygulamaya benzer bir biçimde, vergi gelirleri sadece merkezden belediyelere değil, aynı zamanda farklı belediyeler arasında da yeniden bölüştürülebilir. (12)

Böylece yerelin toplum yararına yapılacak kamu yatırımlarının belirlenmesindeki payı artırılmış ve ekonomik demokrasinin hayata geçirilmesi de kolaylaştırılmış olur.

Nitekim Avrupa Birliği’nde toplam kamu yatırımlarının yaklaşık üçte ikisi bölgesel yönetimler ve yerel yönetimler üzerinden gerçekleştiriliyor. Böylece, bölgelerarası farklıkların kapatılmasında yerel yönetimler en az merkezi yönetim kadar önemli bir görev üstleniyor. (13)

Ancak açıktır ki halkçı belediyecilik uygulaması özünde bir demokrasi meselesidir. Ülkede, kısıtlı parlamenter demokrasiyi de aşan, yerinden ve doğrudan demokrasi mekanizmaları ile güçlendirilmiş bir devrimci demokrasiyi inşa etmeden, ne halkçı belediyeciliği hayata geçirmek ne de olası İstanbul depremi gibi depremlerin neden olabileceği kayıpları azaltabilmek mümkün olacaktır. Mart yerel yönetim seçimlerine bu gözle de bakılmasında ve en geniş demokratik seçim cephesinin oluşturulmasında büyük yarar var.

Dip notlar:

(1)    https://www.ekonomim.com/gundem/yuzyilin-felaketinin-1-yili-depremin-maliyeti-110-milyar-dolar-yapilan-harcama-30-milyar-dolar-haberi (6 Şubat 2024).

(2)    TMMOB İnşaat Mühendisleri Odasının 6 Şubat Depremlerinin 1. yılına dair açıklaması, https://imo. org.tr (5 Şubat 2024).

(3)    https://medyascope.tv/erdogan-hatayda-kimsenin-hakki-yerde-kalmayacak-kimse-magdur-olmayacak (3 Şubat 2024).

(4)    TMMOB, agb.

(5)    Aydın ve Geyik, 2016: 655’ten aktaran Murat Demir, Osman Geyik, “Yerel Yönetimlerin Gelir Kaynakları: Seçili AB Ülkeleri Türkiye Karşılaştırması”, Siyasi, İdari ve Mali Yönleriyle Yerel Yönetimler (Türkiye Üzerine Bir İnceleme) (pp.293 -320), Çizgi Kitabevi (Aralık 2019) içinde, https://www.researchgate.net (5 Şubat 2024).

(6)    2023 Yılı Bütçe Gerekçesi ve Muhasebat Genel Müdürlüğü Verileri.

(7)    Ülkü Arıkboğa, “Türkiye’de belediyelerin gelir yapısı: Sorunlar ve çözüm önerileri”, Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Yıl: 2016, Cilt: 13, Sayı: 33, s. 287; Erkan Karaaslan, Tüm Yönleriyle Belediye Gelirleri, http://bekad.org (5 Şubat 2024).

(8)    7193 Sayılı Dijital Hizmet Vergisi İle Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun (5 Aralık 2019), https://www.resmigazete.gov.tr (6 Şubat 2024).

(9)    https://theconversation.com/four-reforms-to-stop-english-councils-from-going-bankrupt (1 February 2024).

(10)  Erdal Eroğlu, “Belediye Gelirlerinin Yapısının ve Gelir Artırımı Konusunda Yapısal Kısıtların Değerlendirilmesi”, Maliye Çalışmaları Dergisi,  https://dergipark.org.tr/tr/pub/jpfs/issue (22 Ocak 2021).

(11)  Kevin Muldoon-Smith, Cameron Forbes, Jonathan Pearson and Mark Sandford,  A system wide perspective of local government finance in Germany, Lgiu’s Local Democracy Research Center (July 2023), s. 16.

(12)  https://theconversation.com/four-reforms-to-stop-english-councils-from-going-bankrupt (1 February 2024)

(13)   Andersson, 2014: 3’dan aktaran M. Demir et al.