29 Mayıs 2022 Pazar

Seçim sathı mailinde jeopolitik riskler de, kur da yükselişe geçti

 Seçim sathı mailinde jeopolitik riskler de, kur da yükselişe geçti

Mustafa Durmuş

29 Mayıs 2022

Artık bir şey net olarak biliniyor:

Ülkede bir süredir uygulanmakta olan, başta faiz politikası olmak üzere ülkeyi yönetenlerin sınıfsal ve siyasal çıkarlarını önde tutan bir dizi ekonomi politikası sonucunda işsizlik, gelir adaletsizlikleri ve yoksulluk iyice arttı.

Bu politikalar sonucunda, aynı zamanda, hem dövize ve altına yönelim arttı, hem enflasyon yüzde 100’leri aştı, hem Merkez Bankası rezervleri eridi, hem de Hazine adeta patlayan faiz ödemeleri yüzünden ciddi bir krize doğru sürüklendi.

Buna bugünlerde bir de artan jeopolitik riskler eklenince enflasyonun da, döviz kurunun yükselişinin de artık dizginlenebilmesi çok zor görünüyor.

İşin kötüsü, iktidar bloku tüm bunların farkında olmasına rağmen, seçim sathı mailine girildiğinden olsa gerek, bu kötü ekonomik tablo ortada iken bu durumu daha da kötüleştirecek bazı jeopolitik riskleri göz almaktan çekinmiyor.

Üstelik ekonomideki bu kötü durumu düzeltebilecek ne Merkez Bankası’nın, ne de Hazine’nin elinde araç kalmış olmasına rağmen bu riskleri alıyor. Bu da iktidar blokunun derinde yatan zorluklarının ve zorunluluklarının boyutlarının üzerinde iyice düşünüp, ona göre analiz yapmamızı gerekli kılıyor.

KKM servet sahiplerine yaradı

Faizden başlayalım.

Ülkedeki normal banka mevduat faizi oranı dünyanın en düşük reel (enflasyondan arındırılmış) faiz oranı çünkü yaklaşık eksi (-) yüzde 54-56 civarında seyrediyor.

Diğer yandan büyük mevduatlara sahip olanların önemli bir kısmı paralarını Kur Korumalı Mevduat (KKM) hesaplarında değerlendirdikleri için, hem kur farkını faiz olarak alıyorlar, hem de gelir vergisi ve kurumlar vergisinden muaf tutuldukları için net yüksek reel faiz geliri sağlıyorlar. Yani KKM işi küçük mevduat sahiplerine değil, servetlerini daha önce dövizde tutan bazı servet zenginlerine yaradı.

Maliye halktan vergi alıyor, Hazine bunu rantiyeye faiz olarak ödüyor!

Ancak bu işin Hazine, dolayısıyla da kamu açısından ödenecek bedel cinsinden bir boyutu daha var.

Öyle ki Mayıs 2022 itibariyle Hazine iç borçlarının anapara stoku 1,5 trilyon lira iken, bu borçlar için ödenecek faizlerin toplamı 2 trilyon lirayı geçti. Dahası iç borç anapara (stok) ödemeleri bu yılın ilk 5 ayında 187 milyar lira artarken, iç borç faiz ödemeleri 1,3 trilyon lira civarında arttı. Sadece Mayıs ayındaki bir aylık faiz ödemesi artışı ise 309 milyar liradan fazla oldu. (1) Bu da ülke tarihinde bir ilk olsa gerek.

Kısaca Hazine, özellikle de son beş aydır, artık faizciye çalışır olmuş. Bu da bankaların ilk çeyrekteki net kârlarındaki yüzde 300’lere varan artışın nasıl gerçekleştiğini gösteriyor. Maliye halktan ÖTV, KDV, Gelir Vergisi biçiminde vergi alıyor ve Hazine bu vergi gelirlerini faiz biçiminde rantiyeye ödüyor, işin özü bu.

Dış borçlara gelince; Hazine dünyanın en yüksek faiz getirilerinden birini sunuyor yabancı finansal yatırımcıya. Buna rağmen, Merkez Bankası’nın bu ayki verilerine göre, Hazine bir dış borç çevirme sorunu ile karşı karşıya. Zira önümüzdeki 12 ay içinde ülkenin geri ödemesi gereken yaklaşık 181 milyar doları aşan kısa vadeli dış borcu var. (2)

Buna yaklaşık 40 milyar dolarlık yıllık cari açığı da eklediğimizde 12 ay içinde 220 milyar doların bulunması gerekiyor. Havuzda böyle bir para yok. Yeni borçlanmanın önündeki en büyük engel ise ülkenin malum nedenlerden ötürü 720’ye kadar yükselen CDS’leri (risk primleri). (3)  Bu da dış borçlanma maliyetlerinin, dolayısıyla da kamunun, halkın ödeyeceği bedelin daha da artacağı anlamına geliyor.

Goldman Sachs’a göre ülkenin yeterli düzeyde döviz rezervi de yok. Zira ticari borç verenler ve diğer merkez bankalarıyla yapılan takaslar (swap) hariç tutulduğunda, Merkez Bankası’nın net rezervleri eksi (-) 63,3 milyar dolara ulaştı. Rezervler sadece 1 haftada 4,8 milyar dolar eridi. (4)


NATO, Yunanistan, Rojava riskleri

Jeopolitik riskler alanına gelince; siyasal iktidar NATO’ya katılmak için başvuran, İsveç ve Finlandiya’nın bu üyeliklerine karşı çıkıyor görünüyor, bu da doğallıkla NATO içinde soğuk rüzgârlar estiriyor.

Ayrıca iktidarın Yunanistan Başbakanı Miçotakis’e yaptığı sert çıkış ve son olarak Suriye’de, özellikle de Rojava’yı hedef alan askeri operasyonlarla ortaya çıkan yeni bir savaş olasılığı TL’nin dolar ve avro karşısında yeniden değer kaybetmesine yol açtı. Öyle ki dolar 25 Mayıs itibarıyla 16.30’u,  avro 17.40’ı aştı.

Sonuç: Seçim yaklaşırken iktidar bloku çoklu krizleri derinleştirme riskini almış görünüyor

Artık iktidarın elinde, döviz kurundaki yükselişi önleyebilecek bir araç neredeyse kalmadı. Merkez Bankası rezervlerinin eritilmesi pahasına, kamu bankaları aracılığıyla dövize yapılan arka kapı müdahaleleri ve tasarruf sahiplerini dövizden uzaklaştırıp ‘liralaştırmaya’ yönelten (büyüklüğü 850 milyar lirayı bulan) Kur Korumalı Mevduat uygulamalarıyla bir süredir yapay bir biçimde belli bir düzeyde tutulan döviz kurunun yükselişi artık önlenemiyor.

Bu da ‘enflasyon korumalı devlet tahvili’ gibi fiilen faiz oranlarını yüzde 80’e fırlatan, “şapkadan yeni bir tavşan daha çıkarmak” anlamına gelebilecek,  yeni bir takım yolların aranmasına neden oluyor. (5)

Eğer bu da hayata geçirilirse, bunun kaçınılmaz sonucu, lira cinsi mevduatlardan kaçış, daha da önemlisi hızla artmakta olan olarak bütçe açıklarının daha da artması, ülkenin çoklu krizlerine bir de kamu maliyesi krizinin eklenmesi, kısaca halkın daha da yoksullaşması olacak.

Özetle, iktidar bloku, bir kez daha, kısa vadeli çıkarlar için, ülkenin, toplumun uzun vadeli çıkarlarını gözden çıkartmış görünüyor.

Dip notlar:

(1)    https://www.dunya.com/kose-yazisi/bu-nasil-borc-yonetimi-ic-borc-faizi-bes-ayda-13-trilyon-artti (23 Mayıs 2022).

(2)    Kısa vadeli dış borç istatistikleri, Mart 2022, https://www.tcmb.gov.tr (23 Mayıs 2022).

(3)    https://tr.investing.com/rates-bonds/turkey-cds-5-year-usd-streaming-chart (25 Mayıs 2022).

(4)    https://www.bloomberg.com/news/articles/turkish-lira-weakens-to-lowest-since-2021-currency-meltdown?srnd=premium-middle-east (24 May 2022).

(5)    https://www.sozcu.com.tr/2022/finans/bankacilik-sektoru-enflasyon-korumali-tahvil-nedeniyle-endiseli (18 Mayıs 2022).

 

 

 


22 Mayıs 2022 Pazar

Konutta üç müjdeli haber (2): Alternatif bir konut politikası nasıl olmalı?

 

Konutta üç müjdeli haber (2): Alternatif bir konut politikası nasıl olmalı?

Mustafa Durmuş

22 Mayıs 2022

Öncelikle, sanıldığı gibi, Türkiye’deki konut sorunu konut açığı olduğundan ya da konut arzının konut talebini karşılayamamasından kaynaklanan bir sorun değil. Sorun arz yetersizliğinden ziyade, üretilmiş konutları toplumun büyük bir çoğunluğunun satın alabilecek gelirlerinin ve birikimlerinin olmamasından, yani gelir eşitsizliğinden kaynaklanıyor.

Nitekim 2002-2020 yılları arasında ülke genelinde 12,5 milyon yeni konut üretildi. Aynı dönemde toplam hane sayısına yaklaşık 4 milyon yeni hane eklendi. Yani her yeni 1 hane için en az 3 yeni konut üretildi. Dışarıdan göçün arttığı 2010 yılı sonrasında ise yılda ortalama 280 bin yeni haneye karşılık 820 bin yeni konut üretildi. Özellikle büyük kentlerde, nicel olarak bir stok sorunu olduğu söylenemez. Öyle ki, sadece İstanbul’da 1 milyon 800 bin konut boş durumda. (1)

Özetle, ülkede çok sayıda, hatta boş durumda konut var ama insanlarımızın bu konutları satın alabilecek gelirleri ya da birikimleri yok. Küçük bir azınlığın ise birden fazla, hatta bazılarının onlarca, yüzlerce konutu var. Bunun nedeni de ülkedeki son derece adaletsiz gelir dağılımı ve sürekli artan konut fiyatları.

Türkiye konut fiyatlarındaki artışta Avrupa birincisi

2020 yılına ait bir veriye göre, AB genelinde ev sahibi olma oranı yüzde 70 iken, Türkiye’de bu oran yüzde 58. Bu açıdan Türkiye 30 Avrupa ülkesi ile kıyaslandığında en az ev sahibi (en fazla kiracı) oranına sahip dördüncü ülke. Hırvatistan, Slovakya, Macaristan ve Romanya gibi ülkelerde ev sahipliği oranı yüzde 90’ın üzerinde. (2) Bu da bir dönem bu ülkelerde hayata geçirilmiş olan sosyalist uygulamaların sağladığı faydalardan biri olsa gerek.

Bir IMF çalışmasından alınan aşağıdaki grafiğe göre, salgın yılı olan 2020’de Türkiye, dünyada konut fiyatlarının reel olarak (yüzde 14 civarında) en fazla arttığı ülke oldu. (3)


Covid-19 salgını sonrasında konut fiyatları daha da arttı

Öyle ki BIS’in bir çalışmasına göre, 2021 yılının üçüncü çeyreğinde nominal konut fiyatı endeksi en yüksek olan ülke 424.1 puan ile Türkiye oldu (bu haliyle toplam 58 ülke endekslerinin 2-3 katı civarında). (4)

Yüksek enflasyon ve Ukrayna savaşının tetiklediği fırsatçılık ise son aylardaki konut fiyat artışlarının nedenleri oldu. Öyle ki Betam’ın bir araştırmasına göre 2022 yılının Mart ayında, bir önceki yıla göre ülke genelinde ucuz konutların fiyatı yıllık yüzde 107,6 ve lüks konutların fiyatı yüzde 130,8 arttı. Büyükşehirlerdeki ortalama ise yıllık yüzde 134,3 oldu. Bazı kentlerde bu artış çok daha yüksek, örneğin Mersin’de yüzde 172,7; İstanbul’da 159,3 ve Diyarbakır’da yüzde 140,0 oldu. Kiralık konut fiyatlarındaki yıllık fiyat artışı da Türkiye ortalaması olarak yüzde 123,5 olarak gerçekleşti. Kiralar yüzde 166,6 ile en fazla Antalya’da arttı. (5) Bunda başta Ruslar ve Almanlar olmak üzere yabancı nüfusundaki son yıllardaki patlama etkili oldu.

Konut fiyatlarını ve kiralarını artıran iki faktör

Konut fiyatlarını artıran iki faktörse; inşaat maliyetlerindeki çok hızlı artışlar ve konutun spekülatif bir kazanç alanı olarak değerlendirilerek ona yönelik talebin artması, bu alanda finansal köpük oluşması.

Her ikisinin gerisinde de siyasal iktidarın yanlış faiz politikası ile tetiklediği son döviz krizi var çünkü bu krizle birlikte döviz kuru çok yükseldi bu da inşaat malzeme fiyatlarını artırdı.

Örneğin, konut amaçlı inşaat maliyet endeksi, 2022 yılı Mart ayında bir önceki aya göre yüzde 8,7; bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 96,0 arttı. Ancak burada önemli bir ayrıtı var. O da işçilik maliyetlerindeki artışın malzemedekinin çok gerisinde kalması. Öyle ki bir önceki aya göre malzeme endeksi yüzde 11,1; işçilik endeksi yüzde 0,1 arttı. Ayrıca bir önceki yılın aynı ayına göre malzeme endeksi yüzde 122,0; işçilik endeksi ise sadece yüzde 42,0 arttı. (6)

Görüldüğü gibi konut fiyatlarının artmasında işçilik maliyetlerindeki artışın rolü çok az. Asıl artışı kur artışına bağlı olarak malzeme maliyetlerindeki hızlı yükseliş sağladı.  

Diğer yandan söz konusu konutları inşa eden işçilerin, yaptıkları bu konutların sahibi olabilmelerinin olasılığı artık neredeyse sıfır. Konut fiyatlarında oluşan köpük ise ülkede her şeyin metalaştırılması ve finansallaşmaya kurban edilmesinin bir sonucu ve önümüzdeki yıllarda ortaya çıkabilecek olan yeni finansal krizlerin habercisi.

Ancak konut fiyatlarındaki bu artışa rağmen konut satışları hız kesmeden devam ediyor. Öyle ki bu yılın Nisan ayında geçen yılın aynı ayına göre konut satışları yüzde 38,8 artış göstererek 133.058 oldu. (7)

Kiracılar artık ev sahipleri için de çalışıyorlar!

Konut fiyatlarındaki artışın ilk ve doğrudan etkisi konut kiralarında hızlı artışlara yol açması biçiminde oluyor. Nitekim Tüm Emlak Müşavirleri Federasyonu’na göre, sadece son 6 ayda Türkiye genelinde gayrimenkul kiralarında en az yüzde 100 artış oldu. (8)

Böyle olunca da emekçiler öyle bir duruma geldiler ki sadece patronları için değil, konut kiralarının aşırı bir biçimde yükseldiği kentlerde ev sahipleri için de çalışmaya başladılar. Birçok emekçi her ayın az üçte birinde ev kirasını ödeyebilmek için işe gidiyor artık. Ya da evden birden fazla asgari ücretle çalışan varsa bunlardan birinin maşının yaklaşık üçte ikisi kira için harcanıyor. 

Bu bağlamda G. Monbiot’un belirttiği gibi, yüksek kiralar, sanki ev sahiplerinin kiracılardan tahsil ettiği özel bir vergiye dönüşmeye başladı. Ancak bu vergi normal vergilerden farklı zira normal vergiyi ödeyemediğinizde devlet sizi evinizden atmıyor ama kirayı ödeyemediğinizde ev sahibi sizi kapının önüne koyabiliyor. (9)

Yüksek enflasyon, negatif reel faiz ve iyice kötüleşen gelir dağılımı

Konut fiyatları bu hızla artarken, konut satışlarının da artmasının nedenleri; tasarruf sahiplerinin yüksek enflasyon, buna karşılık negatif faiz getirisi karşısında nakitlerini konut alımlarına yöneltmeleri ve kuşkusuz ülkedeki son yıllarda çok hızlı bir şekilde kötüleşmiş olan gelir dağılımı.

Öyle ki TÜİK’in resmi verilerine göre işçilerin ücret biçiminde milli gelirden aldıkları pay Covid-19 salgınının öncesinde (2019’un son çeyreği) yüzde 32,0 iken, 2021 yılının son çeyreğinde bu pay yüzde 25,8’e geriledi. Buna karşılık sermayenin kâr biçiminde aldığı pay ise aynı süreçte yüzde 51,5’ten yüzde 57,8’e çıktı. (10)

BDDK verileri ise, işçilerin emeğinin sömürüsünde elde edilen artı değerden ve faiz, komisyon gibi diğer finansal gelirlerden oluşan kârın bir kısmının adresini gösteriyor: 2021 yılının ilk çeyreğinde 16,4 milyar TL net kâr elde eden bankalar, 2022 yılının aynı çeyreğinde yüzde 285’lik bir artışla bu kârlarını 63,2 milyar TL’ye yükselttiler. (11)

Konut, barınma hakkının temel aracıdır

Oysa konut, tıpkı ulaştırma ve enerji gibi, ekonomik ve sosyal yaşamın ve kuşkusuz barınmanın en temel araçlarından biri. Bu nedenle de metalaştırılmaması, piyasalarda alım satıma konu edilmemesi, edilecekse de bunun emekçiler lehine kamuca çok iyi düzenlenmesi gerekiyor.

Oysa kapitalizmin doğasında böyle düzenlemeler yok. Zira kapitalizm önüne gelen her şeyi (tıpkı eğitim ve sağlıkta olduğu gibi) metalaştıran bir sistem. Bu sistemde sermaye sahipleri bunu daha fazla kâr elde etme güdüsüyle yapıyor, devlet de buna aracılık yapıyor. Bunun en somut biçimi yaygın olarak yapılarak halkımızı yoksullaştıran özelleştirmeler.

Bu yüzden sorunu çözmeye “konutun bir ticari mal (meta) olarak değil, barınma hakkının temel bir aracı” olarak kabul edilmesiyle başlamak gerekiyor. Bir başka deyimle barınma hakkı eğer bir insanlık hakkı ise, konut da gelir ya da parası olanların sahip olabildiği bir ayrıcalık değil, tüm insanların sahip olabildiği bir yaşam aracı olarak kabul edilmelidir.

Bunun somut ifadesi konut üretimi ve dağıtımının bugün olduğu gibi piyasalara bırakılmaması, bunun kamu tarafından üstlenilmesi ve konutların insanlara mümkünse ücretsiz, bu mümkün değilse karşılanabilir en düşük maliyetlerle ve koşullarla sunulmasıdır.

Biyo-politika

Oysa ülkeyi yönetenler bizlere ya enflasyon düştüğünde konut arz ve talebinin dengeleneceğini ve konut fiyatlarının düşeceğini, bu yüzden de sabretmemiz gerektiğini söylüyorlar. Ya da aylık faizini dahi ödemeye gücümüzün yetmeyeceğini bilmelerine rağmen, bankaların verdikleri konut kredisine bizleri mahkûm edecek yollar öneriyorlar.

Böylece hayatları boyunca kredi borcunu ödemek zorunda olan, bu şekilde teslim alınmış apolitik kitlelere dönüşmemizi istiyorlar. Veya bizlere, bu sorunun ancak birkaç ailenin bir arada yaşamasıyla çözülebileceğini anlatmaya çalışıyorlar. Bunların hepsi aslında devletin insanları kontrol etmeye yarayan “biyo-politika” araçları olarak görülmeli.

Oysa konut kredisine dayalı konut edinme yolu güvenli bir yol değil. Örneğin ABD’de konut sektöründe patlak veren 2008 finansal krizi sonrasında milyonlarca Amerikalı,  işsiz kalınca aldıkları konut kredilerinin faizlerini ödeyemedikleri için, konutlarını kaybetti. (12) Türkiye’de de son yıllarda aldıkları konut kredilerini geri ödeyemeyen insanların konutları ise konut kredisine ipotek koymuş olan bankaların ya da onların da satmasıyla başkalarının eline geçti.  

Emeği,  doğayı, kadın ve çocukları ve engellileri gözeten bir sosyal konut politikası gerekiyor

Egemenlerin mevcut konut politikasına karşı alternatif bir konut politikası geliştirmek ve barınmanın insanlık hakkı olduğu gerekçesinden yola çıkarak bu hakkın kullanımında adaleti sağlamak durumundayız.

Bu da konut alanının, bir sektör olarak kârını önceleyen büyük sermayenin kontrolüne bırakılmasından vazgeçilmesini ve bunun yerine toplumsal-kamusal bir demokratik kontrolün konulmasını gerekli kılıyor.

Başka bir deyişle piyasalar, konutu milyonlarca insan için erişilemez hale getiriyorsa, bunun karşısında ayakları yere basan kamusal bir seçeneğimiz olmalıdır.

Bu seçenek kamunun ‘sosyal konut’ üretmesi ve konutu olmayanlara bu konutları tercihan ücretsiz bir biçimde ya da çok düşük kira bedeli gibi kira bedelleriyle süresiz tahsis etmesi ve bu konutların iyileştirilme, bakım gibi işlerini de üstlenmesidir.

Sosyal konut sunumu yerelleşmeli

Bunun da en doğru biçimi bu tahsisisin merkezi yönetimden ziyade, yeni kamusal finansman kaynaklarıyla güçlendirilmiş yerel yönetimlerce karşılanmasıdır.

Buradaki yerel yönetimlerden kasıt sadece belediyeler değildir. Bunlara ek olarak kooperatifler, kolektifler ya da komünler biçimde örgütlenmiş yerel topluluklar bu işlevi yerine getirmelidir.  Böylece barınma ihtiyacının belirlenmesi, bunu karşılamaya dönük konutların tahsisi demokratik bir biçimde yapılabilir, denetlenebilir ve barınma hakkı gerçek anlamda yerine getirilebilir.

Hem etkin-verimli bir kaynak tahsisi, hem de yaratılan çıktının adaletli bölüşümü için bugün küresel ve merkezi olanın karşısında yerel ve merkezi olmayan çözümleri koymamız gerekiyor. Bu ülkemizdeki örneğin can çekişmekte olan tarımı kurtarmanın olduğu kadar, barınma sorununu da ortadan kaldırmanın en doğru yoludur.

Bu tür uygulamaların hem geçen yüzyılda, hem de yüzyılımızda başarılı örnekleri mevcut. Örneğin geçen yüzyılda Birleşik Krallık’ta, özellikle de düşük gelirli emekçi ailelerinin barınma sorunu, belediyelere ait konutların çok düşük kiralar karşılığında süresiz olarak emekçilere ve evsizlere tahsis edilmesiyle büyük ölçüde giderilmiştir.

“Önce Barınma” ve “Herkes İçin Konut”

Keza günümüzde, hem başarılı bir eğitim, hem de başarılı bir ‘Temel Yurttaşlık Geliri’ pilot uygulaması ile gündemde gelen Finlandiya, 2027 yılına kadar tüm evsizliği ortadan kaldırmayı hedefleyen bir "sosyal konut" programına öncülük ediyor.

Öyle ki barınma hakkının anayasal bir hak olarak kabul edildiği bu ülkedeki tüm konutların yüzde 16’sı, belediyelerce evi olmayanların kullanımına sunulmuş durumda. “Housing first/Önce barınma ”mottosu ve “Herkes için Konut” Eylem Planı çerçevesinde, evsiz insanlar hiçbir ön koşula bakılmaksızın boş dairelere yerleştiriliyorlar. Bu plan “herkes için güvenli, erişilebilir, sürdürülebilir ve kalıcı olarak karşılanabilir konutları garanti etmek, gerçek bir kamu seçeneği yaratmak ve barınmayı her yurttaş için temel bir insan hakkı olarak onaylamak” amacını taşıyor. (13)

Daha da önemlisi, bu konut politikası, ülkenin kalkınma planları ve buna uygun olarak hazırlanan programlarında önemli bir yer tutuyor. Öyle ki, 2021–2028 dönemini kapsayan kalkınma programının temel amaçlarından biri “konut politikasında uzun vadeli bir perspektifi geliştirmek” olarak belirlenmiş.

Hem gençler hem de yaşlılar için konut

Bu program altında faaliyet gösteren bir kamu kurumu olan Finlandiya Konut Finansmanı ve Geliştirme Merkezi (ARA), esas olarak da konut talebinin en fazla olduğu bölgelerde, daha fazla insanın makul fiyatlarla konut edinebilmeleri için devlet destekli konut üretimi yapıyor. Merkez 2030 yılına kadar 1 milyon yeni konut inşa ederek, bir yandan gençlerin ilk konutlarını satın almalarını kolaylaştırıcı, diğer yandan da yaşlı nüfusun kendi konutlarında yaşayabilmelerini mümkün kılacak büyük çaplı hibeler sunuyor. (14)

Barınma hakkına böyle bir yaklaşımla hayata geçirilecek olan sosyal konut politikası ile “eşitsizliklerin azaltılabileceği gibi, hem konut sakinleri, hem de doğal çevre açısından en adil ve çevreci sosyal konut alanlarının yaratılabileceği, iklim kriziyle mücadele etmek için gerekli olan düşük karbonlu inşaat ve konutların üretilebileceği” ileri sürülüyor. (15)

Doğa ile uyumlu sosyal konutlar

Çevreci bir perspektiften sosyal konut politikasının temel ilkesi “herkesin, refahının artırıldığı bir yerde ve doğal çevrede yaşama hakkının olduğudur”. Sera gazı emisyonlarının üçte birinin inşaat ve binalardan kaynaklandığı dikkate alındığında, konut politikası geliştirirken, aynı zamanda konutun iklim değişikliği ve diğer ekolojik etkilerine de odaklanmak gerekir. Örneğin iyi bir kent planlaması altında, konutların fosil yakıta dayalı enerji kaynaklarından uzaklaşma ve binaların uzun ömürlü hizmet vermeye göre tasarlanmış olması başta karbon emisyonları olmak üzere, yapılaşmanın olumsuz etkilerini asgariye indirir. (16)

Sosyal konut politikası ayrıca toplumdaki gelir eşitsizliğini azaltmak,  engellilerin sorunlarını ortadan kaldırmak, toplumsal cinsiyet eşitliğini geliştirmek, geçim ve yaşam zorluklarından kaynaklanan iç göçleri durdurmak ve 2008’deki gibi finansal krizleri önleyebilmek için de iyi bir araçtır.

Yapay kıtlıklar ortadan kaldırılmalı

Son olarak, bir yanda boş milyonlarca konut bulunurken, milyonlarca insanın evsiz olması ya da milyonlarca insanın konut edinebilmek için çok ağır bedeller ödemek durumunda kalmaları da kabul edilebilecek bir durum değil.

Bu durum aslında, bir yüzünde bolluk, diğer yüzünde kıtlık olan bir düzenin; keskin sınıfsal bir ayrışmanın ve emek sömürüsünün yarattığı zengin-yoksul farklılaşmasının, kısaca kapitalist sistemin kaçınılmaz bir sonucu. Ancak buradaki kıtlık ya da yokluk doğal değil, yapay bir şey. Yani sistemin egemenlerince yapay olarak yaratılmış bir olgu.

Sorun herkesi konut sahibi yapabilmek için yeterli kaynağın bulunmaması değil, bazılarının bu kaynaklara haksız bir biçimde el koyarak diğerlerinin barınma ve sağlıklı bir yaşam sürme hakkını ortadan kaldırmasıdır. Böylece, konutun barınma hakkının bir aracı olarak, yani bir insanlık hakkı olarak kabul edildiği bir düzeni kurduğumuzda hem konut sorununu ortadan kaldırabiliriz, hem de iklim yıkımını durdurma konusunda önemli bir adım atmış oluruz.

Sonuç olarak

Bu bağlamda, demokratik ve halktan yana bir iktidarın işbaşına gelmesi durumunda, bu iktidar bir yandan emek ve doğadan yana uzun vadeli bir konut politikası tasarlarken, bir yandan da aşağıdaki önlemleri hemen almak durumundadır:

•İnsanların barınma hakkını, servet zengini olmanın ve finansallaşmanın bir aracı haline getiren ve konut edinmeyi, siyasal iktidarların, müteahhitlerin ve bankaların insafına bırakan kredilendirme politikalara son vermelidir.

 •Kiralardaki hızlı artışları göz önüne alarak, işçi-memur ücretlerini enflasyonun üzerinde bir düzeye çıkartmalı, yani yaşanılabilir bir ücret sistemi oluşturmalı ve acilen bir “kira kontrol yasası” çıkartarak özelikle de büyük şehirlerdeki kiralara üst sınır getirmelidir.

• Bireylerin ve şirketlerin sahip olabilecekleri konut sayısına üst sınır getirmeli ya da belli sayının üzerindeki konut edinimini yüzde 100 vergilemeyle caydırmalıdır. Bu anlamda, mutlaka bir sermaye kazançları ya da rant vergisi hayata geçirmelidir. Keza mevcut vergi kanunlarında gerekli değişiklikleri yaparak, konut alım satımında (konutu elde tutma süreleri anlamında) vergiden kaçınmayı kolaylaştıran vergi teşviki uygulamalarına son vermelidir.

Sosyal-ekolojik konut yapımı ve sunumunu piyasa dışına çıkartarak bütünüyle kamuya bırakmalı ve yeni sosyal konutlar üretmelidir. Bu üretim ve dağıtımda TOKİ gibi doğrudan merkezi devlet yapılanması değil, yerelden karar alabilen yani mali ve idari özerkliğe sahip belediyeler, kooperatifler, komünler ve kâr amacı gütmeyen diğer toplulukların oluşturacakları özerk kurumsal yapılar söz ve yetki sahibi olmalıdır. Bunların hayata geçireceği sosyal konut projeleri ise emekten yana yeniden bölüştürücü vergi politikalarını esas alan kamu finansmanı ile sağlanmalıdır.

Emek, demokrasi ve barış güçleri olarak önümüzdeki acil görevlerden biri, uzun vadede emek ve doğadan yana bir barınma ve konut stratejisini benimsemiş,  bugünden de yukarıda sayılan acil önlemleri hayata geçirebilecek kararlılığa sahip, demokratik bir halk iktidarını kurmaktır.

Dip notlar:

(1)    https://www.birgun.net/haber/binlerce-ev-bosken-konut-sorunu-var (26 Mart 2022).

(2)    https://tr.euronews.com/ab-de-en-fazla-kirac-almanya-da-turkiye-ve-avrupa-da-kirac-ve-ev-sahibi-oran-kac (18 Ocak 2022).

(3)    https://www.imf.org/external/research/housing/images/housepricesaroundtheworld (16 Mayıs 2022).

(4)    BIS, Nominal residential property prices, http://stats.bis.org/statx (26 January 2022).

(5)    Sahibinden.com, Betam, “sahibinden Satılık Konut Piyasası Görünümü Konut talebinde ve fiyatlarda artış”, Nisan 2022, s.1-3; Betam, Kiralık Konut Piyasası Görünümü- Kiralık konut talebi ve kira fiyatları artıyor, Nisan 2022, s. 4.

(6)    TÜİK, İnşaat Maliyet Endeksi, Mart 2022 (11 Mayıs 2022).

(7)    TÜİK, Konut Satış İstatistikleri Nisan 2022 (17 Mayıs 2022).

(8)    “Kira ve ev fiyatları neden artıyor?”, https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye (21 Nisan 2022).

(9)    George Monbiot, “Private Taxation”, https://www.monbiot.com (19 July 2019).

(10)                 TÜİK, Dönemsel Gayrisafi Yurt İçi Hâsıla, IV. Çeyrek: Ekim-Aralık 2021 (28 Şubat 2022).

(11)                 https://www.dunya.com/kose-yazisi/bankaciligin-ilk-ceyrek-karnesi-oldukca-iyi (1 Mayıs 2022).

(12)                 Mustafa Durmuş, Kapitalizmin Krizi-Küresel krizin eleştirel bir çözümlemesi, Dördüncü Baskı, Gazi Kitabevi, 2013, s. 149.

(13)                 https://portside.org/how-make-housing-human-right-reality (4 April 2022).

(14)                 Good and affordable housing for everybody, https://www.helsinkitimes.fi/finland/finland-news/domestic/20634-good-and-affordable-housing-for-everybody (17 December 2021).

(15)                 Agm.

(16)                 Agm.

 

 

 


16 Mayıs 2022 Pazartesi

Konutta üç müjdeli paket (1): Emekçiler için mi, sermayenin ihtiyaçlarını karşılamak için mi?

 

Konutta üç müjdeli paket (1):

Emekçiler için mi, sermayenin ihtiyaçlarını karşılamak için mi?

Mustafa Durmuş

16 Mayıs 2022

Cumhurbaşkanı Erdoğan bir kaç gün önce, havuz medyası tarafından da “konut sahibi olmayanlara müjde” olarak servis edilen açıklamasında üç müjdeli paketten söz etti.

Bunlardan ilki “İlk Evim Konut Finansman Paketi”. Bu paket kapsamında kamu bankalarınca, ilk ve tek konutunu alacak vatandaşlara, birinci el konutlar için geçerli olmak üzere, 2 milyon TL değerine kadar konutlar için, 10 yıla kadar vadeli, aylık yüzde 0,99 faizli konut kredisi verilecek.

"Genişletilmiş Konut Finansman Paketi” adını taşıyan ikinci paket ile yine kamu bankalarınca, birinci ve ikinci el konutları da kapsayacak biçimde, konut değerinin en az yüzde 50’si 1 Nisan 2022 tarihinden önce açılmış döviz tevdiat hesaplarının ya da hurda altının TCMB’ye satımı ile karşılanması koşuluyla, 2 milyon TL değerine kadar konutlar için 10 yıla kadar vadeli, aylık yüzde 0,89 faizli konut kredisi sağlanacak.

Üçüncü paket olan “İnşaat Sektörüne Özel Kredi Garanti Paketi” ile 1 Mayıs 2022 tarihi itibarıyla asgari yüzde 40’ı tamamlanmış ve yüzde 50’si satılmamış inşaat projesi sahibi inşaat şirketlerinin tamamlanmayan inşaatlarını tamamlayabilmeleri için 20 milyar TL kaynak ayrıldı. (1)

TOKİ’ye ek finansman, küçük müteahhide ucuz kredi desteği

Bunların dışında Erdoğan, “TOKİ vasıtasıyla yürüttükleri, vatandaşlara uygun fiyatla sunulan, düşük maliyetli ve düşük satış fiyatlı sosyal konut projelerine de hız verdiklerini ve bu amaçla TOKİ’ye 30 milyar TL’lik finansman sağlayacaklarını”, ayrıca küçük ölçekli müteahhitlere şehir içindeki küçük parsellere konut yapabilmeleri için uygun maliyetle kredi kullandırtacaklarını açıkladı. (2)

BES’e katılan ve gayrimenkul alan yabancılara vatandaşlık

Ayrıca, Türk Vatandaşlığı Kanunu’nun uygulanmasına ilişkin yönetmelikte değişiklikler öngören ve Resmi Gazete'nin 13 Mayıs tarihli sayısında yayımlanan karara göre; Bireysel Emeklilik Sigortası’na (BES) 500 bin dolar veya karşılığı döviz tutarında katkı payı ödemesi yapan ve sistemde en az üç yıl kalan yabancılara ve Türkiye’de 400 bin dolar veya karşılığı döviz tutarında gayrimenkul satın alanlara TC vatandaşlığı verilecek. (3)

İhracatçı ve ithal ikameciye ucuz ve bol kredi

Son olarak, ihracata veya ithal ikamesine yönelik üretim taahhüdünde bulunan firmalara kullandırılacak ‘yatırım taahhütlü avans kredisi’, toplam 100 milyar TL’lik limitle yeniden uygulanmaya başlıyor. 

Üst limitin 10 yıl olacağı kredilerde, faizin üst sınırı MB’nin politika faizi olan yüzde 14 olacak. Bazı koşullara göre bu faiz oranı yüzde 9’a kadar inebilecek. Avans kredisi, KOBİ statüsündeki firmalar için 250 milyon TL, diğer firmalar için ise 1,5 milyar TL olarak uygulanacak. (4)

Açıklamalar konut fiyatlarının artırdı

Öncelikle, bu üç paketin açıklandığı gün ülkedeki konut fiyatlarında ani artışlar yaşandı. Bu her ne kadar, Bakan Nebati ve iktidar medyası tarafından, “istenmeyen bir sonuç” ve “sektörün fırsatçılığı” olarak nitelendirilse de (5), bu sonuç gerçekte öngörülen bir sonuçtu.

Kısaca, Erdoğan’ın müjde paketleri ile ilgili açıklamasının ardından konut fiyatları daha da yükseldi ve özellikle de sabit ve düşük gelirliler için artık hiç erişilemez düzeylere erişti.

Tasarruf açığını artıran bir açıklama

Ayrıca bu durum piyasadaki bir kısım nakit paranın gerçek anlamda tasarruf bile sayılamayacak bir finansal yatırım aracı olan konuta daha fazla yönelmesiyle sonuçlanacak.

Oysa ülkedeki tasarruf açığı bilinen bir şey ve bunun kapatılmasına yönelik adımların atılması gerekiyor. Bu açıklamalarsa bu açığın kapanmasına katkı vermeyeceği gibi, açığı daha da büyütecek. Bu da yabancı kaynağa olan ihtiyacı ve bağımlılığı iyice artıracak.

‘Yaşam maliyeti krizi’ derinleşecek

Keza bu açıklamalar ve yapılan düzenlemeler mevcut yüksek enflasyonun daha da yükselmesine, hali hazırda içinde olduğumuz ‘yaşam maliyeti krizinin’ daha da derinleşmesine ve yoksullaşmanın daha da artmasına neden olacak.

Çünkü konut fiyatları arttığında, bunu hemen, zaten bir süredir çok yükselmiş olan, konut kira fiyatlarındaki artışlar izleyecek. Bu da hanelerin bütçesi içinde yüzde 14 ile üçüncü sırada yer alan konuta yönelik harcamaların (6),  enflasyonun ve yaşam maliyetlerinin daha da artmasıyla neticelenecek. Bunun mevcut gelir dağılımı adaletsizliğini ve yoksullaşmayı daha da hızlandıracağı çok açık.

Son olarak, ‘yatırım taahhütlü avans kredisine’ geri dönüş piyasada parasal bir genişlemeye yol açacağı için enflasyondaki yükseliş bu kez talep yönlü faktörlerin baskınlığı ile sürecek. Yani arz /maliyet yönlü enflasyona bir de talep yönlü enflasyon katkıda bulunacak. Bu bağlamda Mayıs ayında yıllık enflasyon resmi olarak yüzde 80’in üzerinde çıkarsa bu durum sürpriz olmayacak.

‘Müjde’ paketi evsizi ev sahibi yapabilir mi?

Bu paketler yurttaşlara, daha doğrusu ev sahibi olmayan yurttaşlara müjde gibi sunulsa da, açıklanan bu paketlerden sadece ilki, görünürde, emekçileri ve toplumun artık yaşam standartları iyice gerileyen diğer kesimlerini ilgilendiriyor (yüzde 99 aylık faizli kredi sunan paket). Çünkü bu paket sayıları onlarca milyonu bulan, konut sahibi olma hayalini kuran yurttaşı konut sahibi yapmaktan çok uzak, “sözde” bir çözüm öneriyor.

Öncelikle 10 yıl boyunca bu krediyi alanların hiç işsiz kalmamaları, yani gelirlerinin aksamaması gerekiyor ki kredi geri ödemesini yapabilsinler.

İkinci olarak, böyle bir bu kredinin aylık geri ödemesi (örneğin kredinin 2 milyon TL’nin yüzde 80’i olarak kullanılması halinde) 25 bin TL’yi aşıyor. Bu çapta aylık düzenli bir geri ödemeyi ne 4,253 TL aylık net asgari ücret alan işçiler, ne de bir zamanlar orta sınıflara mensup olanlar, hatta üst düzey bürokratlar ya da orta halli esnaf yapabilirler.

Varlıklıya ucuz kamu kaynağı aktarmaya devam

Özcesi, ilk paket sanki diğer iki paketi toplum nezdinde meşru gösterebilmek için hazırlanmış gibi. Yani asıl olarak belli başlı kesimlere ucuz kamu kaynağı aktarırken, emekçilere de sanki bir şeyler veriyormuş gibi yapan bir paketle karşı karşıyayız.

Diğer taraftan, bu kredileri geri ödeyebilecek durumda olan, örneğin üzerine kayıtlı bir konutu olmayan ama yüksek gelirli bir aileden gelen biri için böyle bir kredi oldukça cazip. Zira kredinin yıllık faizi yüzde 12’nin altında. Ticari bankaların 10 yıllık konut kredisi faizlerinin yüzde 22 - yüzde 30 aralığında ve resmi enflasyonun yüzde 70 olduğu bir ülkede bu durum, maliyetinin çok altında (eksi) fiyatlardan faiz ile kredi kullanmak demek. Bu da varlıklı kesime kamu bankalarından kaynak transferi yapmaya devam edileceği anlamına geliyor.

Bile bile lades mi?

Bu paketlerin ve düzenlemelerin yukarıda özetlediğimiz olası sonuçlarını öngörebilmek için “iktisatçı” olmaya da gerek yok. Ülkeyi yönetenlerin, karar alıcıların bu sonuçları tahmin etmeleri gerekir, beklenir.

O halde, emekçiler başta olmak üzere, toplumun çok büyük bir kesimi ve ekonomideki fiyat istikrarı açısından ciddi olumsuzluklara neden olabilecek nitelikte kararlar neden alınıyor? Bizleri yönetenler “artık akılcı kararlar almaktan yoksunlar mı”, “panik içinde ne yaptıklarını bilmiyorlar mı” ya da “yanlış mı yönlendiriliyorlar?”

Bu ve benzeri sorular halkımızın bu aralar kendi kendine sorduğu sorular. Ancak bir süredir ısrarla izlenen politikalar bu işlerin, iş bilmemekten ziyade, bilerek ve isteyerek yapıldığını ortaya koyuyor. Bu bağlamda karar alıcıların yanlış yönlendirilmelerinden de söz etmek zor.

Yani her şey belli bir mantık silsilesi içinde ve benimsenmiş siyasal ve sınıfsal tercihlere göre yapılıyor. Geçmişte bu tercihler bu denli açık değildi ya da açıktı toplum olarak farkında değildik. Bugün farklı olan bunların çok açık ve net olması.

Bakış açımızı değiştirelim: Bu kararlar hangi ihtiyaçların ürünü?

O halde daha esaslı bir soru sormalıyız: “Siyasal iktidarı bu kararları almaya zorlayan ya da yönlendiren gerçeklik nedir ya da alınan bu kararlar, izlenen bu politikalar hangi zorunlu ihtiyaçtan ya da ihtiyaçlardan kaynaklanmaktadır?”

İşte bu ‘esas’ soruyu sorduğumuzda, hatalı değerlendirmelere kapılmaksızın nesnel gerçekliğe odaklanabilir ve sorunu bilimsel bir bakış açısıyla ele alabiliriz.

Bu konuda insanlık, toplumlar ve doğa tarihinin değişmez bir yasasına ‘Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm’e başvurabiliriz. Çünkü bu yasa, olayları ve olguları, var oldukları tarihsel koşullar içinde ve mevcut ekonomik ve politik düzenin, üretim tarzının iç çatışmaları, dinamikleri, sınıf mücadeleleri ve toplumsal mücadelelerle açıklar ve genel olarak toplum ve yaşama ilişkin daha zengin, daha kapsayıcı ve açıklayıcı bir bakış açısı sunar. Olup bitenlerin doğru anlaşılmasını önleyen karartmaları ya da perdelemeleri de ortadan kaldırır ve olayları netleştirir.

Bu felsefi yaklaşım altında, doğadaki ya da toplumdaki olaylar, olgular genelde derindeki ihtiyaçların bir sonucu olarak ortaya çıkarlar. Yani bunlar ekonomik ve siyasal alanlardaki zorunlulukların ya da ertelenemez ihtiyaçların dışavurumlarıdır.

Müesses nizamın ihtiyaçları

O halde bugünkü Türkiye kapitalizminin ve onu yöneten konumundaki iktidar blokunun ve etrafındaki çeşitli sermaye ve güç odaklarının ihtiyaçlarının (dolayısıyla da taleplerinin) neler olduğunu ortaya çıkarmak, alınan kararların nedenlerini anlayabilmek için, doğru bir yöntemdir.

Bu bağlamda; 20 yıllık kesintisiz iktidarının son yıllarında hızla inişe geçen ve her geçen gün seçmen desteğini kaybeden iktidar bloku, ekonomi alanında çok yüksek düzeyde işsizlik, yüzde 100’ü aşan bir enflasyon ve giderek büyüyen yaşam maliyeti krizi, yükselmesi bir türlü durdurulamayan döviz kuru, 700 puanı bulan CDS’ler ve son 4 ayda 30 milyar dolarlık MB rezervinin eritilmesiyle (– ) 50 milyar dolara (swaplar hariç) inen bir MB rezerv durumu  (7) , kısaca son 40 yılın en derin ekonomik krizi nedeniyle oldukça zor durumda. Bu durum giderek bir meşruiyet krizine dönüşüyor.

Kur tutulamayınca, inşaatlar yarım kalınca paketler açıldı

Üstelik büyük ölçüde malum ‘faiz politikasının’ bir sonucu olarak, bir süredir hızla yükselmekte olan döviz kurunu belli bir düzeyde tutabilmek için hayata geçirilen ‘Kur Korumalı Mevduat’ uygulamasına (KKM) olan yönelim de giderek azaldı.

Fed’in faiz artırımını giderek artan oranlardan sürdürmesinin de etkisiyle, bir süredir KKM ile baskılanan doların kuru tekrar 15.00 TL’nin üzerine çıktı. Bu yükselişi durdurabilmek için daha fazla döviz ve altına ihtiyaç olduğu açık. Bu yüzden de yurttaşın hala TL’ye dönüşmemiş olan döviz ve altınının bozdurulup, TL cinsinden mevduat hesaplarına kaydırılması hedefleniyor.

İşte verilecek kredinin yarısı kadar döviz ve altını bozdurmak kaydıyla aylık yüzde 89 gibi cazip bir faiz oranından konut kredisi sunmak böyle bir zorunlu ihtiyaçtan kaynaklanıyor.

Bir diğer ihtiyaç ise 20 yıldır uygulanan ve asıl olarak inşaat ve emlak rantının büyütülmesi ve bu rantsal zenginliğin sınırlı bir çevre içinde paylaşılmasına dayalı sermaye/servet birikimi modelinin önemli bir bileşeni olan konut sektöründe yarım kalan inşaatların tamamlanması.

Bu ihtiyaç da, ilk iki paketin yanı sıra, bu sektördeki müteahhitlere 20 milyar TL’lik bir kredinin açılmasını ve küçük ölçekli müteahhitlere uygun koşullu kredi kullandırtılmasını ve TOKİ’ye ayrılan kaynakların artırılmasını gerektiriyor.

Bu paketlerin ve düzenlemelerin yoksuldan zengine kaynak aktarmaya devam etmeye hizmet eder nitelikte olduğu göz önüne alındığında, bu yolla iktidar bloku ile simbiyotik ilişki içinde olduğu artık bilinen yakın sermaye gruplarının gönülleri de yapılmış oluyor.

Hızla taban kaybeden iktidarın ihtiyacı?

Öte yandan, işsizlik, hayat pahalılığı, yoksulluk ve borç batağı içinde çok zor günler geçiren halkın büyük bir kısmı, ne sözde yüksek ekonomik büyümeye, ne de yakın gelecekle ilgili olarak sunulan pembe tabloya ve vaatlere kulak asıyor.

İktidar bloku açısından bu kötü durumu, en azından algı düzeyinde, tersine çevirmek gerekiyor. Yani, yaklaşan seçimler de dikkate alındığında, ev sahibi olma hayalini kuran kesimlere sanki onları ev sahibi yapacakmış görüntüsü verirken, aynı zamanda yaratılan kredi genişlemesi ile ekonomide sahte de olsa bir canlılık yaratmak bugün ülkeyi yönetenlerin en fazla ihtiyaç duyduğu şey.

Sonuç olarak, açıklanan paketlerin evi olmayanları ev sahibi yapmak gibi bir amacı yok. Bu nedenle de, ülkede, sınırlı ve istikrarsız gelirlerinin karşısında yüksek konut ve kira fiyatları altında ezilen ve bütçesinin azımsanamayacak bir kısmını her ay bu amaçla harcamak zorunda kalan milyonlarca insanın bu sorunun çözecek gerçek çözümlere ihtiyaç var.

…devam edecek: Alternatif bir konut politikası.

Dip notlar:

(1)    https://www.dunya.com/ekonomi/konut-destek-paketlerinin-detaylari-belli-oldu-haberi (10 Mayıs 2022).

(2)    https://www.ekonomist.com.tr/haberler/konut-alim-satimiyla-ilgili-3-paket-neleri-iceriyor (10 Mayıs 2022).

(3)    https://www.dunya.com/gundem/turk-vatandasligina-kabul-sartlari-degisti-haberi (13 Mayıs 2022).

(4)    https://www.dunya.com/ekonomi/ihracat-yatirimina-15-milyar-liraya-kadar-avans-haberi (13 Mayıs 2022).

(5)    https://www.trthaber.com/haber/ekonomi/gayrimenkulde-dusuk-faizli-kredi-firsatciligi-1-saat-bile-beklemediler (10 Mayıs 2022).

(6)    https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=T%C3%BCketici-Fiyat-Endeksi-Nisan-2022 (5 Mayıs 2022).

(7)    “4 ayda 30 milyar dolara ne oldu?”, https://t24.com.tr/yazarlar/ugur-gurses (13 Mayıs 2022).

 

 

11 Mayıs 2022 Çarşamba

Konut fiyatları ve Suriyeli Sığınmacılar

 

Konut fiyatları ve Suriyeli Sığınmacılar

Mustafa Durmuş

11 Mayıs 2022

Ülkede giderek sosyal bir sorun haline gelmeye başlayan Suriyeli sığınmacılar sorununun bugünlerde bir kez daha iç siyasete malzeme yapıldığına tanık oluyoruz.  

Dahası, bu sorun aracılığıyla toplumdaki yabancı düşmanlığı körükleniyor ve sanki işsizlik, enflasyon, hayat pahalılığı, yoksulluk,  suç oranındaki artış,  yüksek ev kiraları gibi can yakıcı sorunların nedeni olarak sığınmacılar ya da mülteciler gösteriliyor. Öyle ki bu konuda  “Sessiz İstila” adlı, ülkede korku iklimi yaratmaya hedefleyen son derece distopik bir kısa film dahi yapıldı.

Böylece, bu sorunların asıl kaynaklarının;  ucuz emek sömürüsü, Suriye’de yıllardır yürütülmekte olan emperyalist savaş ve savaşçı politikaları benimsemiş olan siyasal iktidarlar olduğu gerçeği unutturulmaya çalışılıyor.

Örneğin bir patron, işçiyi işten çıkartıp, onun yerine o işi yarı fiyatına yapmaya razı, üstelik de kayıt dışı bir sığınmacıyı işe aldığında sınıf bilinci ve dayanışması yeterli olmayan işçi, hemen en kolay hedef durumundaki sığınmacı işçiyi suçlayabiliyor.

Oysa burada sığınmacı da, emek sömürüsüne, tacize, kötü çalışma ve yaşam koşullarına mahkûm edildiğinden,  işinden çıkartılan Türkiyeli işçi kadar mağdur. 

Asıl sorumlu tutulması gereken en fazla kâr elde etmek için işçilik maliyetlerini olabildiğince düşük tutan, bu yüzden de ucuz sığınmacı emeğine yönelen patronlar ve bunu sözleriyle, uygulamalarıyla teşvik eden siyasal iktidarlar olmalı.

Ayrıca, sığınmacıların son zamanlarda roket hızıyla artan konut fiyatlarının ve kiraların da nedeni olduğu gibi yanlış bir algı da yaratılıyor.

Oysa bu da doğru değil.

Öyle ki, aşağıdaki TÜİK tarafından hazırlanmış olan çizelgeye göre (Konut Satış İstatistikleri Mart 2022), Türkiye’de bu yılın Mart ayında toplam 134,170 konut satışı gerçekleşti. Bu konutların sadece 5,567’sini yabancılar satın aldı ki bu alımı yapanların büyük bir kısmı sığınmacı değil.

Yani toplam konut satışlarının sadece yüzde 4,1’i yabancılara yapıldı. Yılın ilk üç ayında yabancılara yapılan toplam konut satışı ise sadece 14,344. Kısaca, yabancıların toplam konut alımlarındaki payı sadece yüzde 4,5.

Daha da çarpıcı olansa bu yabancılar arasında Suriyelilerin olmaması. İlk üç sırayı İranlılar, Iraklılar ve Ruslar alırken ve listede ABD’li, Alman, Afgan, Kazak tüm uluslardan insanlar var. Bu ülkelerin hepsi ile Türkiye’nin, konut alımına izin veren, ‘karşılıklılık anlaşması’ var.

Listede Suriyelilerin olmamasının bazı nedenleri var:

İlk olarak, bunun önünde yasal bir engel mevcut. Öyle ki halen yürürlükte olan 1927 tarih 1062 sayılı Mukabele-i Bilmisil Kanunu’na göre Suriye vatandaşları Türkiye’den emlak, konut satın alamıyorlar (TC vatandaşları da Suriye’de alamıyor).

Ancak uygulamada bu yasak deliniyor olabilir. Yani T.C. Vatandaşlığını elde etmiş olan Suriyeliler konut alabildikleri gibi,  Türkiye’de kurulmuş olan ve Türk ortaklı bir şirkete Suriyeli biri de ortak ise, bu şirket de konut ya da emlak satın alabiliyor. Özetle bir Suriyeli ancak dolaylı yoldan Türkiye’den konut satın alabilir ki bu tür alımların gerçek sayısını elde edebilmek çok zor.

Son olarak, ülkedeki konut fiyatlarının yüksekliği, Türkiyeli bir işçinin ya da memurun aldığı ücretlerin düzeylerinin düşüklüğü ve konut kredisi faizlerinin yüksekliği gibi faktörler dikkate alındığında, nasıl ki artık Türkiyeli emekçilerin konut sahibi olmaları imkânsızsa,  yüzde 90’ı yoksul oldukları bilinen Suriyeli sığınmacıların konut sahibi olabilmeleri de o kadar imkânsız.

 

 

 


7 Mayıs 2022 Cumartesi

Bazı gazeteciler ve ‘2022 Dünya Basın Özgürlüğü Raporu’

 Bazı gazeteciler ve ‘2022 Dünya Basın Özgürlüğü Raporu’

Mustafa Durmuş

7 Mayıs 2021


İBB Başkanı E. İmamoğlu’nun, Karadeniz gezisi sırasında, gezi otobüsünde bazı gazetecilerle birlikte verdiği bir fotoğraf sosyal medyada haklı olarak çok eleştirildi.

Uzun süre akıldan çıkmayacak bir fotoğraf

Çünkü İmamoğlu’nun bu fotoğrafta birlikte görüntülendiği bazı gazetecilere, özellikle de muhalefet tarafında, uzunca bir zamandır ciddi tepkiler söz konusu. Bu fotoğrafın Başkan’ın milyonlarca destekçisinin kafasını karıştırdığı, birçoğunu da hayal kırıklığına uğrattığı kesin.

Tesadüfe bakın ki, aynı günlerde ‘Sınır Tanımayan Gazeteciler’ tarafından yıllık olarak hazırlanan  ‘2022 Dünya Basın Özgürlüğü Raporu’ yayınlandı.

Can sıkan bir rapor

Bu rapor (1) Türkiye’nin basın özgürlüğü açısından ne kadar kötü durumda olduğunu ortaya koyuyor, söz konusu fotoğrafla birlikte değerlendirildiğinde ise en iyimser değerlendirmeyle, can sıkıyor.

Çünkü Muhalefetin en güçlü potansiyel Cumhurbaşkanı adaylarından birisi olan İmamoğlu’nun hemen solunda ve karşısında ülkedeki basının bu hale gelmesinde azımsanamayacak payları olan büyük iktidar medyasının bazı ünlü (!) gazetecileri de yer alıyor. Bu durum ilkesizliğin artık çürüme boyutlarına eriştiğinin de bir göstergesi maalesef.

Sınır Tanımayan Gazeteciler tarafından hazırlanan yukarıda sözü edilen raporda basın özgürlüğünün durumu ya da düzeyleri; “medya bağımsızlığı”, “şeffaflık” ve “genel olarak medya ortamı” gibi bir dizi gösterge aracılığıyla sergileniyor.

Bu yılki raporda, genel olarak  “demokratik toplumlarda bile ötekileştirmenin ve bölünmelerin arttığı” vurgusu yapılırken, bazı ülkelerin notu raporda yer verilen endeksin en kötü kategorisine (basının çok ciddi baskı altında olduğu durum) düşürülmüş.

Bu ülkeler: Honduras, Belarus, Rusya, Myanmar, Bangladeş, Pakistan, Afganistan, Kuveyt ve Umman gibi daha ziyade despotik yönetimler altında yönetilen ülkeler.

Basın özgürlüğü haritası

Aşağıdaki haritadan da görülebileceği gibi (2), Kuzey Kore endeksin en alt sıralarında (en kötü durumda) yer alırken, onu Eritre ve İran takip ediyor. Kuzey Avrupa dünya çapında en yüksek basın özgürlüğü seviyelerine sahip bölge, örneğin Norveç ilk sırada yer alıyor. Onu ilk üçte Danimarka ve İsveç takip ederken, ilk beşi Estonya ve Finlandiya tamamlıyor.


Bu haritada kullanılan toplam beş rengin her biri farklı basın özgürlüğü durumunu ya da daha açık bir ifade ile “basının ne kadar özgür olduğunu ya da olmadığını” gösteriyor.

Örnek olarak, mavi renkli ülkeler ‘basın özgürlüğünün iyi durumda olduğu’, buna karşılık koyu kahverengi renkli ülkelerse ‘oldukça kötü durumda olduğu’ ülkeler olarak işaretlenmiş.

Türkiye ‘en kötü dördüncü aşamada’

Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu açık kahverengi ile boyanmış ülkelerde ise basın özgürlüğü açısından “ciddi sorunların olduğu”  tespiti var. Yani Türkiye toplam beş düzey arasında en kötü dördüncü düzeyde bulunuyor. Bu düzeyden bir sonrası artık son durak olan ve Rusya, İran, S. Arabistan, K. Kore gibi ülkelerdeki durum olan basın özgürlüğünün neredeyse hiç olmadığı “çok ciddi durum” olarak nitelendiriliyor.

Basın özgürlüğü listesi

Özetle, toplam 180 ülkenin yer aldığı listede Türkiye’nin bu yılki sırası 149. Yani Türkiye 100 puan üzerinden 41.25 puana sahip. Kısaca basın özgürlüğü karnemiz endişe verici bir düzeyde.

Uganda, Özbekistan, Fas, Cezayir, Birleşik Arap Emirlikleri, Zimbabwe, Somali, Libya, Kolombiya ve Sri Lanka gibi ülkeler basın özgürlüğü açısından Türkiye’den daha iyi durumdaki ülkeler.

‘Sosyal Gelişme Endeksi 2021’

Türkiye’nin demokrasi karnesini sadece basın özgürlüğüne indirgemek doğru olmaz. Bunu daha büyük bir resmin içinde görmekte fayda var.

‘Sosyal Gelişme Endeksi’ adı verilen bir endeks de bunu yapmaya çalışıyor. Küresel çapta olmak üzere her yıl hazırlanan bu endeksin en sonuncusu 2021 yılına ait. (3)

Endeksin düzenlenme amacının; 8 milyara yakın insanın ve 168 ülkenin sosyal olarak gelişme durumunu (üstelik on yıl geriye dönük olarak) ölçmek, insanlara ve politika yapıcılara ülkelerinin sosyal ve ekolojik konularıyla ilgili olarak güvenilir bilgiler sunmak, böylece sosyal gelişmeyi (eşitlikçi, içermeci ve refahı artıran bir topluma doğru) hızlandırmaya yarayabilecek eylemlerinde, politikalarında bu verileri kullanmalarını sağlamak olduğu ileri sürülüyor.

Aşağıdaki tablo bu amaçla hazırlanmış. Bu tabloda da üç farklı renk ülkenin ekonomik, demokratik ve sosyal haklarla ilgili durumunu gösteriyor: Mavi renk ‘iyi’, sarı renk ‘orta’ ve kırmızı renk ‘kötü’ durumun göstergeleri.

Türkiye üç ana göstergenin üçünde de (Temel İnsan İhtiyaçlarının Karşılanması, Toplumsal Olarak İyi Olma Durumu, İmkânlar ve Haklar) kırmızı nokta ile işaretlenmiş, yani kötü durumda. Toplamda 168 ülke arasında 87’nci, ilk gösterge açısından 70’nci, diğer ikisi açısından ise 80’inci ve 113’ncü sırada yer alabiliyor.

Yani ülke ekonomik, sosyal ve demokratik haklar açısından oldukça geri bir durumda. Göstergelerin özellikle de 2013 yılından bu yana kötüleştiğinin altını çizelim.

Son olarak, özellikle de ‘İmkânlar ve Haklar’ başlığı altında yer alan ‘Kişi Hakları’nda 150’nci sırada,  ‘Politik Haklar’da 105’nci sırada, ‘İfade Özgürlüğü’nde 154’ncü sırada, ‘Adalete Erişim’de 145’nci sırada ve ‘Azınlıklara karşı ayrımcılık ve şiddet’ sıralamasında 166’ncı sırada olmamız, ülkenin demokrasiden ne denli uzaklaştığını açık ve net bir biçimde gösteriyor.

Dip notlar:

(1)    https://rsf.org/en/2021-world-press-freedom-index-journalism-vaccine-against-disinformation-blocked-more-130-countries (4 May 2022).

(2)    https://www.statista.com/chart/13640/press-freedom-index (4 May 2022).

(3)    https://www.socialprogress.org/?code=TUR (4 Mayıs 2022).