30 Aralık 2022 Cuma

2017’den bu yana Türkiye’nin dünya ekonomisi içindeki yeri

 

2017’den bu yana Türkiye’nin dünya ekonomisi içindeki payı beşte bir azaldı

Mustafa Durmuş

31 Aralık 2022


Bu yılı çok ciddi ekonomik sıkıntılarla geride bırakıyoruz. Bir avuç zengin ve politik elit dışında, yurttaşların geneli ve Türkiye ekonomisinin bütünü açısından durum parlak olmadı.

2022 emekçiler açısından kötü bir yıl oldu

Yüzde 100’ü aşan gıda enflasyonu, giderek artan yaşam maliyetleri, işsizlik ve artan yoksulluk gibi durumlar dikkate alındığında 2022’nin özellikle de dar ve sabit gelirliler, işsizler, emekliler, küçük üreticiler ve yoksul köylüler, kısaca emekçi sınıflar açısından çok kötü bir yıl olduğu açık.

Bu durumu 2020’den bu yana Covid-19 salgınına ve Rusya-Ukrayna savaşına bağlayanlar olabilir ama gerçek tam olarak bu değil. Her iki olgu da ülke ekonomisini etkiledi ama sadece Türkiye ekonomisi değil, dünyadaki tüm ekonomiler bunlardan (hatta bazıları çok daha kötü bir biçimde)  etkilendi.

OHAL ve 2017 sonrasında kurulan rejim asıl neden

Türkiye’deki asıl kötüleşme Temmuz 2016’da ilan edilen OHAL ve esas olarak da 2017 Nisan’ında yapılan anayasa değişikliği ile getirilen Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nden bu yana başladı. Aşağıda yer verdiğimiz veriler bunu açıkça ortaya koyuyor. (1)

Öyle ki 2017 yılında dünyanın en büyük 17’nci ekonomisi olarak G20 içinde 17’nci sırada yer alan Türkiye ekonomisi 2022’de 20’nciliğe geriledi. Bir kıyaslama yapmak gerekirse, AKP’nin ilk iktidar yılı 2003’te Türkiye’nin milli geliri 261 milyar dolardı. Türkiye o zaman da G20 üyesiydi zira G20’nin kurulduğu 1999 yılından bu yana bu yapının bir üyesi (o tarihte 16’ncı sıradaydı).


Türkiye uluslararası bir aktör değil

Bilindiği gibi G20 ülkelerinin toplam hasılaları toplam dünya gayri safi hasılasının yaklaşık yüzde 90’ını, küresel ticaretin yüzde 80’ini ve dünya nüfusunun üçte ikisini oluşturuyor. Bu yüzden de dünya ekonomisini ve siyasetini bu ülkeler belirliyor denilebilir. Bu anlamda payı yüzde 1’in altında olan Türkiye’nin iktisadi bir güç olarak dünya ekonomisi ve siyaseti üzerinde etkili olduğunu ileri sürebilmek mümkün değil.

Çünkü bugün yaklaşık 854 milyar dolarlık bir büyüklüğü olan Türkiye ekonomisinin 101,6 trilyon dolar büyüklüğündeki dünya ekonomisinin içindeki payı binde 8. (G20’de yer almayan ve Türkiye ile aynı nüfusa sahip İran ise yaklaşık 2 trilyon dolarlık büyüklük ve yaklaşık yüzde 2’lik bir pay dünyanın en büyük 11’nci ekonomisine sahip).

Dünya ekonomisi reel olarak büyürken, Türkiye ekonomisi küçülüyor

2016 yılında Türkiye ekonomisinin büyüklüğü yaklaşık 898 milyar dolar, 2017 yılında ise yaklaşık 891 milyar dolardı. Dünya ekonomisinin büyüklüğü ise aynı yıllarda sırasıyla 76,5 trilyon dolar ve 81,4 trilyon dolardı. Yani Türkiye ekonominin büyüklüğü her iki yılda da dünya ekonomisinin yüzde 1’ini aşıyordu.

Oysa 2016’da ilan edilen OHAL ve 2017 yılında yapılan anayasa değişikliği sonucunda yürürlüğe sokulan Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nden bu yana dünya ekonomisi büyürken, Türkiye ekonomisi küçüldü ve 6 yıl önce dünya ekonomisi içindeki payı yüzde 1’i aşarken bugün binde 8’e geriledi. Yani mevcut rejim altında ülke ekonomisinin dünya ekonomisi içindeki payı beşte bir oranında azaldı.

Sonuç: Ekonomide başarı için demokrasi gerekli

Bugünlerde siyasal iktidarın arkasına sığındığı tek gösterge olan GSYH ya da ekonomik büyüklük göstergesinin dahi tersine döndüğü bir gerçek. İşte size uygulanmakta olan ve gücün tek bir elde, merkezde toplandığı otokratik politik bir rejim ile ekonomik başarı ya da performans arasındaki ters yönlü ilişki.

Kıssadan hisse: ekonomide başarı ancak sosyal barış ve demokrasi ile mümkün olabiliyor. O halde şimdi gerçek bir halk demokrasisini inşa etmek için kolları sıvamak gerekiyor.

(1)  https://www.visualcapitalist.com/countries-by-share-of-global-economy (29 December 2022).

 

 

 

26 Aralık 2022 Pazartesi

B-21 Raider

 

B-21 Raider: Pentagon’un yeni ölüm makinesi

Mustafa Durmuş

26 Kasım 2022


ABD’de bu ayın başında,  yıllardır tüm dünyadan gizli olarak üretilen ‘B-21 Raider’ adlı, ‘hayalet bombardıman uçağı’ olarak da nitelenen, yeni bir savaş uçağı görkemli bir törenle basına tanıtıldı. (1)

ABD ordusunun bu yeni savaş uçağının en belirgin özellikleri; hem konvansiyonel hem de nükleer silahlarla donatılmış olması, yüklü bombaları tam isabetle atabilmesi ve ‘delici vuruş’ yapabilmesi.

Ayrıca uçak gökyüzünde radarlara yakalanmadığı için de  ‘hayalet uçak’ diye anılıyor. Nitekim tanıtımı sırasında, “en gelişmiş hava savunma sistemlerinin dahi B-21Raider’i gökyüzünde tespit etmesinin çok zor olduğu” açıklandı.

İnsanlı ya da insansız

Keza B-21 Raider, bir insan tarafından çalıştırılabildiği gibi, kokpitte her hangi bir pilot olmadan uçabilmek üzere de tasarlanmış bir uçak. Yani insanlı veya insansız uçabilen ama silah yüklü ve ileri teknoloji ile donatılmış bir ölüm makinasından daha söz ediyoruz.

Şu an bu uçaklardan beşi üretim aşamasında bulunuyor. B-21 Raider’in seri üretiminin 2027’de tam olarak devreye girmesi bekleniyor ve bu üretim Çin'in yaptığı ileri sürülen askeri yığınağa ABD’nin yanıtının bir parçası olarak görülüyor.

Tanesi 692 milyon dolar

Bir B-21 Raider uçağının üretim maliyeti 692 milyon dolar. Uçağın üreticisi ise geçen yıl 30 milyar dolarlık cirosuyla dünyanın en büyük dördüncü silah üreticisi olan Northrop Grumman adlı ABD’li bir şirket. Projede 400 tedarikçi firma da yer alıyor.

İklim yıkımını hızlandıracak bir uçak

Bu uçağın bir önceki modeli olan B-2, nükleer silaha sahip bir bombardıman uçağı ve her uçuşunda 251,400 kg CO2 emisyonuna neden oluyor. (2) Bu durum dikkate alındığında B-21 Raider’in de ağır bir biçimde iklim yıkımına neden olan karbon emisyonu salması kaçınılmaz olacak.

Hatırlatmakta yarar var: ABD, 2019 yılında yaklaşık 801 milyar dolarlık bir askeri harcama ve yüzde 12’lik bir pay ile dünyada en fazla karbon emisyonuna sahip ikinci ülke konumunda. İlk sırada 293 milyar dolarlık bir askeri harcama ve yüzde 24’lük pay ile Çin ve üçüncü sırada 77 milyar dolarlık bir harcama ve yüzde 6,8’lik pay ile Hindistan yer alıyor.

Militarizm yükseliyor!

Türkiye ise askeri harcamalarıyla en fazla karbon salımı yapan 20 ülke arasında yaklaşık 16 milyar dolarlık bir askeri harcama ve yüzde 1’lik bir pay ile 17’nci sırada yer alıyor. (3) Ülke savunma sanayi ihracatının ise rekor tazelediği ileri sürülüyor.

Bir habere göre, “Türkiye’nin savunma sanayi ihracatı, 2022’nin 11 aylık döneminde 3,7 milyar doları aşarak yeni bir rekor kırdı. Savunma sanayi ihracatı 2021 yılının tamamında 3,2 milyar dolar olarak gerçekleşmişti”. (4)

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile başlayan savaş sonrasında başta Almanya olmak üzere birçok ülke ‘savunma’ bütçelerinde tarihi artışlara gitti. Öyle ki bir zamanlar barışın ve refah toplumunun en belirgin örneklerinden biri olarak gösterilen İsveç’te artık bu hedeflerin yerinde neredeyse yeller esiyor, ülke giderek sağa ve militarizme kayıyor.

Nitekim bu sonbaharda iktidara geldiğinden beri, İsveç’in yeni sağcı hükümeti üç savunma önceliği belirledi. İlki NATO’ya katılmak, ikincisi “daha gelişmiş askeri silah sistemlerinin transferi dâhil” olmak üzere Ukrayna'ya askeri desteği artırmak. Üçüncüsü ise, İsveç'in savunma bütçesini zaman içinde artırmak. Kasım ayında İsveç silahlı kuvvetleri, askeri harcamaları 2028’e kadar yapmak yerine, öne çekerek,  2026'ya kadar milli gelirinin yüzde 2'sine (NATO üyeleri için uzun süredir devam eden hedef) artırma talebinde bulundu. (5)

Temiz enerjiye, açlıkla mücadeleye daha az kaynak

Öte yandan, 2021’de dünyadaki militarist harcamaların toplam tutarı 2 trilyon doları aşarken, yalnızca 750 milyar dolarlık temiz enerji ve enerji verimliliğine yatırım yapıldığı biliniyor. Aslında enerji altyapısına yapılan toplam yatırım 1,9 trilyon dolardı, ancak bu yatırımın büyük kısmı fosil yakıtlara (petrol, doğal gaz ve kömür) gitti. Dolayısıyla fosil yakıtlara yapılan yatırımlar devam ediyor ve silaha yapılan yatırımlar artarken,  temiz enerji biçimlerine geçiş yatırımları yetersiz kalıyor. (6) Bu arada dünyada 810 milyondan fazla insan aç ve 2,4 milyar insan yetersiz besleniyor. (7)

Özetle, sürekli olarak açlık ve yoksulluk üreten kapitalizm ve emperyalizm, bir yandan otoriterlik ve faşizmi beslerken, bir yandan da militarizmi yükseltiyor ve savaş makinesini de sürekli olarak güçlendiriyor.

Demokrasi inişte!

Öyle ki 2016 yılında dünya çapında 97 ülkede liberal ve seçimli demokrasi varken, bu rakam 2021’de 89’a geriledi. 2017 yılında 3,9 milyar olan bu tür demokrasilerde yaşayan insan sayısı 2021’de 2,3 milyara geriledi. Bugün dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 70’inin antidemokratik, otoriter rejimler altında yaşadığı tahmin ediliyor. (8)

İçerdeki otoriterleşmeye paralel bir biçimde, sistemin egemenleri savaşsız yapamıyorlar. Savaşlar sistemi krizlerden çıkarmak anlamında önemli bir işlev de gördüğünden, otoriter rejimler sürekli olarak yeni savaşlara yöneliyorlar. Bunu yaparken de rıza üretebilmek için milliyetçiliği ve yabancı düşmanlığını körüklüyorlar.

Kendilerini iktidar muhalifi olarak gösterseler de, aslında düzenin muhalifi olmayan burjuva muhalefet partilerinin “ulusal çıkarların savunusu” adı altında iktidarlara verdikleri destekler ise otoriter rejimlerin ömrünün uzatılmasına yardımcı oluyor.

Sonuç olarak

Kapitalizm ve onun koruyucusu ulus devletler, kıt iktisadi kaynakları sebep olduğu açlık ve yoksulluk gibi derin sorunları çözmek yerine yeni savaşlara ve onun ardındaki sanayilere aktarıyorlar. Başta Ukrayna savaşı ve Orta Doğu’daki savaşın neden olduğu yıkım ortada iken çabayı barışı tesis etmek için değil, yeni savaşların önünü açmak için harcıyorlar.

B-21 Raider, üreticisi çok uluslu şirketin sermayedarlarına ve askeri sanayi sektörüne devasa kârlar ve dünyanın efendisi konumundaki sınıflara ve onların sözcülüğünü yapan liderlere güvenlik sağlarken, aynı zamanda yeni kitlesel ölümlere ve doğanın daha fazla tahrip edilmesine aracılık edecektir.

İnsanlığın çabası yeni savaş makinaları üretmek değil, dünyada demokrasiyi, kalıcı bir barışı inşa etmek ve teknolojik yenilikleri insanlığın, emeğin ve doğanın hizmetinde kullanmaktır.

Dünya 1930’larda, 1960’larda ve 1970'lerde otokratlaşma evrelerinden geçti. O zamanlar insanlar durumu tersine çevirmek için savaştılar ve demokratik haklarını daha da geliştirebildiler. Aynı şey tekrar yapılabilir ve şiddet, otokrasi, savaş çabaları geriletilebilir.

Tüm bu kötülüklerden ‘kalıcı olarak’ kurtulabilmenin ise kapitalizm altında mümkün olmadığını yaşayarak görüyoruz. Bunun için kapitalizmden ve onun olmazsa olmazı emperyalizmden kurtulmak gerekiyor.

Yeni yılın demokrasi, barış ve emeğin yılı olması dileğimle…

Dip notlar:

(1)    https://breakingdefense.com/2022/12/top-secret-b-21-raider-finally-revealed-in-high-powered-ceremony ( 2 December 2022).

(2)    Stuart Parkinson, A Movement for the abolition of war in June 2019, Responsible Science, No.2 (Winter 2020).

(3)    https://www.sgr.org.uk/sites/default/files/2022-11/SGR%2BCEOBS-Estimating_Global_MIlitary_GHG_Emissions_Nov22_rev.pdf,s.12 (25 Kasım 2022).

(4)    https://www.ekonomim.com/ekonomi/savunma-sanayii-ihracati-rekor-tazeledi-haberi (21 Aralık 2022).

(5)    https://breakingdefense.com/2022/12/drones-sats-and-rockets-as-sweden-looks-to-boost-spending-its-taking-lessons-from-ukraine (19 December 2022).

(6)    https://thetricontinental.org (5 May 2022).

(7)    https://www.mckinsey.com/featured-insights/themes/hunger-is-pervasive-and-solvable (28 May 2022).

(8)    https://www.statista.com/chart/28353/democracies-and-autocracies-around-the-world (28 September 2022).

 

 

 

 

 


23 Aralık 2022 Cuma

Konaklama Vergisi

 

Konaklama Vergisi ve dışlanan yerel yönetimler

Mustafa Durmuş

23 Aralık 2022


7194 sayılı Kanun aracılığıyla Gider Vergileri Kanunu’na eklenen 34’üncü madde ile, Covid-19 salgını yüzünden daha önce ertelenen Konaklama Vergisinin tahsil edilmesine 2023 yılı başından itibaren başlanacak. (1)

Otel, motel, tatil köyü, pansiyon, misafirhane, kamping gibi tesislerde konaklayanlar, buralardan aldıkları yeme-içme dâhil, hizmetler üzerinden yüzde 2 oranında vergi ödeyecekler. Cumhurbaşkanı bu oranı bir katına kadar artırma, yarısına kadar indirme ve bu sınırlar içinde farklı oranlar tespit etme konusunda tek yetkili makam.

Tıpkı KDV gibi aylık olarak tahsil edilecek olan bu vergi ile Hazine yılda 2,3 milyar TL gelir sağlamayı amaçlıyor.

Ancak bu vergiyi, Kurumlar Vergisi gibi doğrudan söz konusu işletmelerin net kazançlarından alınan vergi ile karıştırmamak gerekiyor. Zira bu verginin yasal mükellefi her ne kadar bu işletmeler olsa da, vergi konaklayanlara yani bizlere yansıtılacağından bu işletmelere her hangi bir yük getirmeyecek, onlar sadece vergi tahsilatı konusunda aracılık yapacaklar.

Zurnanın zırt dediği yer: Yerel yönetimlere pay yok!

Ancak bu düzenlemede çok önemli bir nokta söz konusu: Bu vergiyi merkezi yönetim tahsil edecek, yani verginin gelirlerinin tamamı Genel Bütçe ’ye, merkezi iktidara gidecek. Yerel yönetimlere, belediyelere bu tahsilatlardan her hangi bir payın verilmesi de söz konusu değil.

Yani toplanacak olan vergi gelirleri, tıpkı diğer Genel Bütçe vergileri gibi, ortak bir havuzda toplanacak ve siyasal iktidarın tercihleri doğrultusunda harcanacak. Büyük bir ihtimalle de bu harcamalardan bu vergiyi sağlayan yereller  faydalanamayacak.

Oysa yerel yönetimlerin gelirleri zaten son derece yetersiz, bu yüzden pek çok hizmeti vermekte zorlanıyorlar. Bu yüzden de kendi bölgelerindeki turistik işletmeler başta olmak üzere, faaliyet gösteren böyle konaklama tesislerinden böyle bir vergiyi tahsil etmek ve bu gelirlerle de yerel halkın ihtiyaçlarını karşılamak bu yönetimlerin en temel hakları olmalı.

‘Ekonomide Demokrasi’ yerelde başlar

Her yıl milyonlarca yerli ve yabancı turistin trafik, kalabalıklaşma kirliliği dâhil, doğaya verilen zarar ve yüksek mal ve hizmet fiyatları (örneğin yüksek kiralar) gibi maliyetler yüzünden sıkıntısına katlanan yerel halkın bu işletmelerden sağlanacak vergi gelirlerini kendileri için kullanmaları son derece adil olmaz mıydı?

Ayrıca cari açığın daraltılmasında önemli bir etken olan döviz gelirlerinin sağlandığı turistik tesislerin konuşlandığı bu bölgelerden alınan bu verginin gelirlerinin yereller tarafından yine bu bölgeler için harcanması gerekmez mi?

Kaldı ki bu vergiler dünyada genelde, ‘Local Hospitality Tax’ adı altında ve brüt hizmet satış gelirinin yüzde 2’si oranında tahsil ediliyor. Bazı ülke uygulamalarında ise vergi ‘konaklama’, ‘tesiste yeme içme’ ve ‘eğlence vergisi’ olarak yüzde 3’e varan oranlarda ayrıştırılabiliyor. Ancak hepsinin ortak özelliği bu vergilerin, hizmetin yerel olarak verildiği gerekçesiyle,  yerel yönetimlerce tahsil edilmesi yani gelirlerinin yerel yönetimlere (örneğin County) gitmesi. (2)

Sonuç olarak

Yerelin sorunlarını en iyi yerel yönetimler bilir çünkü halka daha yakındırlar, halkla daha çok iç içedirler ve daha şeffaftırlar. Bu yüzden de kendilerini ilgilendiren bölgesel yatırımlar, harcamalar ve vergileme gibi konularda asıl söz sahibi olmaları gerekenler onlar olmalıdır. Bu, halkın iradesine saygının da bir gereğidir.

Dip notlar:

(1)    Konaklama Vergisi Uygulama Genel Tebliği, https://www.resmigazete.gov.tr  (14 Aralık 2022).

(2)    http://www.seviervilletn.org/index.php/i-want-to/file-hospitality-tax/62-faq/hospitality-tax/129-what-is-hospitality-tax.html  (22 Aralık 2022).

 

21 Aralık 2022 Çarşamba

Borçlanma limiti yükseltildi

 

Borçlanma limiti yükseltildi: “Al gülüm ver gülüm”

Mustafa Durmuş

21 Aralık 2022

Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın bir raporuna göre (1), Hazine bu yıl Kasım ayı sonuna kadar net 350 milyar TL’lik iç ve dış borçlanma yaptı.

Yetkisiz borçlanma

Ancak bunun 71 milyar TL’lik kısmını yasal bir borçlanma olarak kabul etmek zor çünkü yetkisiz bir kullanım söz konusu. Öyle ki Hazine 4749 Sayılı Kanuna göre belirlenmiş olan mevcut yasal borçlanma limitini (2) bu miktarda aşmış. Aralık ayında da bu borçların devam ettiği biliniyor (bu rakam yılsonuna kadar 400 milyar TL’nin üzerine çıkabilir).

Bunun sonucunda Meclis’te ‘Sanayi ve Ticaret Komisyonu’na götürülerek orada görüşülüp kabul edilen Torba Yasa’ya eklenen bir hüküm ile borçlanmaya 200 milyar TL’yi aşan bir limit artışı getirilerek, durum geriye dönük olarak meşrulaştırılıyor.

‘Bütçe Hakkı’nın ruhuna Fatiha

Yani artık bir norm haline gelen “istim arkadan gelsin” durumu bir kez daha sahnelendi. Böylece normalde halk adına bütçeyi yapmaya, denetlemeye yetkili kılınan Plan Bütçe Komisyonu da, Türkiye Büyük Millet Meclisi de yine devre dışı bırakıldı.

Kısaca uzunca bir süredir, harcamalar ve gelirler boyutuyla ciddi biçimde örselenen Bütçe Hakkı bu kez yetkisiz borçlanmalarla ortadan kaldırıldı. Bu nedenle de, uluslararası bütçe denetimi kuruluşlarınca, Meclis’in yaptığı denetim açısından ülke puanının 100 üzerinden 55'e kadar gerilemesi hiç sürpriz değil. (3)

Bankaların işi Hazine’yi fonlamak oldu

İşin bir diğer boyutu ise ticari bankaların artık reel sektöre kredi verip üretimi ve yatırımı desteklemek yerine, Hazine’yi fonlar duruma gelmeleri ya da getirilmeleri.

Daha önce ‘makro ihtiyati tedbirler’ adı altında, bünyesinde belli miktar dövizin üstünde döviz tutan ya da belli ölçülerin üzerinde faiz uygulayan bankalara uzun vadeli devlet tahvili alma zorunluluğu getirilmişti. Son borçlanma limit artışı bankaların iktidarı fonlamaya dönük bu işlevini daha da pekiştiriyor.

Bankalarsa bu işlevlerinden şimdilik memnun görünüyorlar zira Hazine’ye uzun vadeli, ağırlıkla sabit faizli borç veriyorlar. Öyle ki Merkez Bankası politika faizinin yüzde 9 olduğu bir zamanda, bankalar ortalama 68 ay vadeli borç karşılığında yüzde 17,6’lık bileşik faiz elde ediyorlar. (4)

Ancak uzun vadede sabit faizli krediler bankaların bilançolarını kötüleştirdiğinde bankalar asıl o zaman sızlanmaya başlayacaklar. Zira kamu maliyesi krizinin sistemik bir bankacılık krizi riskini oluşturduğunu deneyimleyecekler.

Özetle şu anda Hazine ile ‘piyasa yapıcı’ bankalar arasında “al gülüm ver gülüm’ ya da ‘sen benim sırtımı kaşı, ben de seninkini’ durumu yaşanıyor.

1 trilyon TL’lik bir vergi alınmayacak ama borçlanma hız kesmeden devam edecek

Diğer yandan, önümüzdeki yıl neredeyse miktarı neredeyse 1 trilyon TL’yi bulan bir verginin çok büyük bir kısmı, ‘vergi harcamaları’ (5) adı altında, sermaye kesiminden alınmayacak.

Dolayısıyla da yapılan borçlanmaları bu gerçekle birlikte de değerlendirmekte yarar var. Yani Hazine tarafından yapılan bu borçlanmanın bugünkü ve gelecekte vergi mükellefleri yani bizler tarafından ödeneceği çok açık. 

Kısaca olay, öz itibarıyla, bankalar da dâhil sermaye kesiminden yeterince vergi almayıp, bunun yerine bankalardan yüksek faizli borç almaktan ve bu borçları, faizleriyle birlikte toplumun geri kalanına ödetmekten ibaret gibi görünüyor.

Son olarak, Kasım ayı bütçe gerçekleşmesi raporuna (6) göre, Merkezi Yönetim Bütçesi 2021 yılının Kasım ayında yaklaşık 32 milyar TL fazla vermiş iken, bu fazla 2022 yılının Kasım ayında 108,3 milyar TL’ye çıktı (yüzde 239’luk bir artış).

Üstelik toplam 11 aya (Ocak-Kasım) bakıldığında, bütçe açığının  – 20,5 milyar TL olduğu görülüyor. Yani bütçe açığı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 56 oranında azaldı.

O halde, “bütçe açığı azalırken borçlanmayı bu denli artırmanın nedeni nedir”, diye sormak gerekmiyor mu?

Dip notlar:

(1)    https://www.hmb.gov.tr/kamu-finansmani-istatistikleri, Kasım ayı hazine nakit gerçekleşmeleri (19 Aralık 2022).

(2)    Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkındaki Kanun, Üçüncü Bölüm, Madde 5, İkinci Fıkra, https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuatmetin/1.5.4749.pdf  (19 Aralık 2022).

(3)    https://internationalbudget.org/open-budget-survey/country-results/2021/turkey (19 Aralık 2022).

(4)    https://ms.hmb.gov.tr/uploads/2022/12/Web_Kamu_Borc_Yonetimi_Raporu_Kasim_2022_v4.pdf (19 Aralık 2022).

(5)    https://www.sbb.gov.tr/wp-content/uploads/2022/10/2023-Yili-Merkezi-Yonetim-Butce-Kanunu-Teklifi-ve-Bagli-Cetveller.pdf. s, 170. B Cetveli, s. 169 (19 Aralık 2022).

(6)    https://ms.hmb.gov.tr/uploads/2022/12/Butce-Gerceklesme-Raporu-2022Kasim_-1.pdf (19 Aralık 2022).

 

 


17 Aralık 2022 Cumartesi

Emeklilikte Yaşa Takılanlar

 

EYT’de KGF çözümü: ‘Zararı toplumsallaştırmak!’

Mustafa Durmuş

17 Aralık 2022


Siyasal iktidar bu yılsonuna kadar, EYT olarak da bilinen ‘Emeklilikte Yaşa Takılanlar’ın sorunlarına ilişkin bir çözüm planı açıklayacak.

EYT bu yıl yeniden gündeme geldiğinde iktidar başlangıçta yaş konusunu hiç gündeme getirmemişti ama sonrasında işin rengi değişti. Prim ödemelerini tamamlamış olmaları şartıyla, kadınlarda 48, erkeklerde ise 50 yaşı doldurmuş olanların emekli olabileceklerini öngören bir plan üzerinde çalışıldığına dair haberler basında yer aldı.

Patronlar karşı çıkıyor

Bu sorunun nasıl çözümleneceğini ancak iktidar çözümünü açıkladığında öğreneceğiz ama bugünlerde EYT sorununun gündeme getirdiği başka önemli sorunlar da var.

Bu sorunların başında patronların itirazları geliyor. Patronlar genel olarak EYT’lilerin emekli edilmelerine iki nedenle karşı çıkıyorlar: Bir yandan emekli olacak nitelikli işçilerin yerine yenilerini koymakta zorlanacaklar, diğer yandan da bu işçilerin birikmiş kıdem tazminatlarını ödemek zorunda kalacaklar.

Bu yıl, yüksek enflasyon ve yaklaşan seçim nedeniyle asgari ücretin 8 bin TL’nin üzerine çıkarılması bekleniyor. Patronlar bir yandan böyle bir zammın işçilik maliyetlerini artırırken, diğer yandan toplamda 500 milyar TL’yi bulabileceği tahmin edilen (1) kıdem tazminatı ödemeleri yüzünden kârlarının azalmasından endişe duyuyorlar. Bu yüzden de bu durumdaki işçilerinin emekli edilmesini istemiyorlar.

Kıdem tazminatı ödemesi yasal bir zorunluluk

Aslında patronlar, işçilerinin çalıştıkları her 1 yıl karşılığında 1 aylık ücretlerini bir fonda tutmak, saklamak zorundalar. Bu gönüllü bir iş değil, yasal bir zorunluluk. Ancak işletmelerin çok büyük bir kısmı bu zorunluluğa uymuyor ve genelde ‘Kod 29 uygulaması’ ile işçileri kıdem tazminatı ödemeksizin işten atıyorlar. (2)

Ancak bugünlerde gelinen durum, iktidar açısından EYT sorunun çözülmesini gerekli kılıyor. Bir kere yıllardır bu yönde verdikleri sözler var. Ayrıca çok yakında seçimler var ve iktidar blokunun durumu pek parlak değil. Sermaye dostu olarak bilinen iktidar bu nedenlerle bu sorunu çözmek zorunda. Bunu yaparken de sermayeyi, patronları gücendirmek istemiyor.

‘Elin taşıyla elin kuşunu vurmak’

İktidar, genelde yaptığı gibi, bu sorunu da mali olarak halkın sırtına yıkacak bir çözümle karşımıza gelecek gibi görünüyor. Çünkü basında yer alan haberlere göre, iktidar bloku bu konuyu Hazine ve Kredi Garanti Fonu aracılığıyla çözmeyi planlıyor. (3)

Yani KGF’nin başlangıçta 150 milyar TL’yi bulabilecek teminatıyla kıdem tazminatı ödemesi yapacak olan firmalara kamu bankalarından uygun koşullu (ucuz, reel olarak negatif)  faiz oranlarından kredi verilecek. Bu işletmeler de böylece alacakları bu kredilerle kıdem tazminatlarını ödeyebilecekler.

“Bunda eleştirilecek ne var” diyebilirsiniz ama aşağıda görülebileceği gibi, çok şey var.

Öncelikle, daha önce de vurgulandığı gibi,  patronların kendi işletmeleri bünyesinde oluşturacakları kıdem tazminat fonunda para tutmaları bir yasal zorunluluk. Dolayısıyla bu onların görevi iken, bunu Hazine ve KGF aracılığıyla kamu bankalarından sağlayacakları teşvikli kredilerle yapmaları adil değil.

Neden kendi sermayesinden değil?

İkinci olarak KGF’nin sahibi başta TOBB, TESK, KOSGEB olmak üzere sermaye örgütleri ve kamu bankaları. Bu fonun ciddi büyüklükte bir öz sermayesi ve bankalar nezdinde bir kredibilitesi var. Neden kendi kaynağını kullanmıyor da Hazine’ye yükleniyor. Çünkü belli ki Hazine bu amaçla, KGF’ye ciddi büyüklükte bir kaynak aktaracak.

Üçüncü olarak, alınacak kredinin en az yüzde 75 oranında olacağı tahmin edilen KGF teminatı karşılığında bankalar bu işletmelere ucuz kredi verecekler. Yani işletmeler piyasa fiyatının altında, enflasyonun ise çok altında faiz oranlarından kredi kullanabilecekler.

Kamu bankalarının zararı?

Bu krediyi verecek olan bankalar asıl olarak devlet bankaları olacak gibi görünüyor. Bu operasyon nedeniyle kaçınılmaz olarak zarar edecekler. Zararları her zamanki gibi Hazine tarafından karşılanacak.

Diğer yandan Hazine’nin parasal kaynağı asıl olarak aralarında mevcut EYT’lilerin de olduğu emekçiler tarafından ödenen vergilerden oluştuğundan, kabak yine emekçinin başında patlayacak.

Bu kredilerin geri ödemesi yılları bulacağı için, patronlar bu geri ödemeleri de yüksek enflasyona yedirecekler. Yani aldıkları kredinin reel olarak çok altında bir değerle geri ödeme yapacaklar, böylece bu işten duble kazanç sağlayacaklar.

Sonuç: Kârlar özelde kalırken zarar toplumsallaştırılıyor!

Siyasal iktidar ‘elin taşıyla elin kuşunu vurmaya’ çalışıyor: Hem EYT’lilerin sorununu çözmüş olacak hem de patronları incitmeyecek.  Bu operasyonun zararını da vergi mükellefleri olarak, başta emekçiler olmak üzere toplumun bütünü üstlenecek.

Yani ‘kârlar özelde kalırken zarar topluma mal edilecek’: Eğer sorun bu şekilde çözülürse,  EYT’lilerin de bir parçasını oluşturdukları işçi sınıfının cebinden yapılacak ödemelerle bu sorun çözülmüş olacak.

Bu hiç ama hiç adil değil? Yapılması gereken belli: Yaş sınırlamasını gündeme getirmeden EYT’lilerin emekli olma hakları verilmeli, patronlarsa yasal olarak ödemek zorunda oldukları kıdem tazminatlarını ödemeli.

Dip notlar:

(1)   https://www.milliyet.com.tr/ekonomi/kgf-simdi-de-eyt-icin-devrede (3 Aralık 2022).

(2)   https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/kod-29-nedir-kod-29-ile-isten-cikarma-ne-demek (8 Nisan 2021).

(3)   https://www.bloomberght.com/yeni-kgf-paketinin-150-milyar-tl-olmasi-bekleniyor (15 Aralık 2022).

 

 

 

Dış ticaret hadleri

 

Dış ticaret hadleri ve artan emperyalist sömürü

Mustafa Durmuş

16 Aralık 2022

Türkiye’nin dış ticaret hadleri açıklandı, gerçek ortaya çıktı: İktidar blokunun bir süredir ‘ihracat artışını zorlayarak kuru ve enflasyonu düşürme denemesi’ çöktü, Türkiye acımasız bir emperyalist sömürüye maruz kaldı.

Kapitalist ‘Eşitsiz Değişim Kanunu’ işliyor, Türkiye her gün böyle bir dış ticaret yoluyla daha da fakirleşiyor.

Ülke insanına açlık ücreti verilerek, haftalık 50 saati bulan ağır çalışma koşullarında ürettirilen ürünler her gün daha ucuza dışarı satılırken, dışarıdan satın alınanlar her gün daha pahalıya geliyor.

Bu yüzden de ‘dış güçler umacısıyla’ dikkatleri başka yerlere çekenlere değil, emperyalizme ve oligarşiye karşı gerçekten mücadele edenlere inanın!


15 Aralık 2022 Perşembe

Kapitalizm hasta ediyor

 

Kapitalizm hasta ediyor!

Mustafa Durmuş

15 Aralık 2022

Şu an dünyada sadece 10 çok uluslu şirket küresel paketlenmiş gıda ve meşrubat/içecek ürünleri piyasasını kontrol ediyor. Bunlar:

Nestlé, PepsiCo, Coca-Cola, Unilever, Danone, General Mills, Kellogg's, Mars, Associated British Foods, and Mondelez gibi ülkemizde de ürünleri çokça tüketilen çoğunluğu ABD menşeli küresel finans kapitalin kontrolü altındaki çok uluslu şirketler. (1)

Bu şirketlerin her biri her yıl milyarlarca dolar gelir elde ediyor. Toplamda paketlenmiş gıda ve içeceklerin küresel çaptaki satışlarından elde edilen gelir 2020’de 2,8 trilyon doları buluyor. 2027’ye kadar bunun 3,4 trilyon dolara çıkması bekleniyor.

2002’de 995 milyar dolar olan Coca Cola, PepsiCo ve Cadbury-Schweppes gibi meşrubat satışlarının toplam gelirlerinin ise 2027’de 1,4 trilyon dolara çıkacağı tahmin ediliyor.  (2)

Şirketlerin satış gelirlerindeki bu artışların çok büyük bir kısmı Güney’in azgelişmiş ülke pazarlarında gerçekleşiyor. Bu durum kapitalizmin ve emperyalizmin bir diğer kötü yüzünü daha açığa çıkarıyor:

Giderek daha fazla azgelişmiş ülkelere yönelen sağlıksız yiyecek ve içecek ürünleri üreten ve pazarlayan çok uluslu şirketler, küresel çapta obezite, diyabet, kalp hastalığı, kanser ve ekolojik tahribat gibi “küresel sermaye kaynaklı hastalıklara” neden oluyorlar.

Bu yüzden de, bu çok uluslu şirketlerin yerli ortaklığını yapıp ya da onlara ülkedeki üretim ve satış faaliyetleri için her türlü kolaylığı sağlayıp aynı zamanda antiemperyalist olmak mümkün değil. Yani sözde anti Amerikancılık ile antiemperyalist olunmuyor.

Antiemperyalist olmak öncelikle, emeğimizi sömüren, sağlığımıza ve doğaya zarar veren böyle çok uluslu şirketlere ve onların işbirlikçilerine karşı çıkmaktan geçiyor.

(1(1) http://www.independent.co.uk (6 November 2016)(2) https://www.localfutures.org/chak-chok-a-campaign-against-junk-food (14 December 2022).

 

12 Aralık 2022 Pazartesi

“İnşaat kapitalizmi” çöktü, ekonomi ve toplum altında kaldı

 

“İnşaat kapitalizmi” çöktü, ekonomi ve toplum altında kaldı

Mustafa Durmuş

12 Aralık 2022



20 yıldır ülkeyi kesintisiz biçimde yönetmekte olan AKP hükümetlerine iktisadi alanda yöneltilen en önemli eleştirilerin başında; trilyon doları aşan dış ve iç kaynağı esas olarak inşaat, emlak ve finans gibi büyük rantlar yaratmayı hedefleyen ve bu rantların da esas olarak yönetici sınıflar ve onların elitleri arasında paylaşılmasını temel alan, kısaca “belli bir kesimi zenginleştiren buna karşılık toplumun büyük bir kesimini yoksullaştıran” bir stratejiyi yürütmüş olmaları, geliyor.

Şu ana kadar hiçbir iktidar bu çapta bir kaynağa sahip olmadı

Öyle ki AKP Hükümetleri 2003 yılından itibaren uzunca bir süre, dünyadaki küresel likidite genişlemesinden hem doğrudan yatırımlar hem dış krediler hem de sıcak para girişleri biçiminde ciddi biçimde yararlandı.

Diğer yandan bu süreçte, ülkede iç mali kaynak anlamında ulusal gelirin ortalama yüzde 25’ine denk düşen vergi gelirlerine, 70 milyar doları bulan özelleştirme gelirlerine, milyarlarca liralık kamu bankalarının ve TCMB’nin kârları gibi diğer kamu gelirlerine ve 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi sonrasında ilan edilen OHAL ile birlikte milyarlarca dolarlık şirketlere, mal varlığına ve servete el konuldu.

Ayrıca bu 20 yıllık dönemde hem TL hem de döviz cinsinden yapılan iç borçlanma hükümetler için ciddi bir diğer finansman kaynağı oldu.

“Toplum olarak zenginleşiyoruz” algısı yaratıldı

Neticede, ülke insanında sahte bir “zenginleşiyoruz algısı” yaratan yüzbinlerce konut, lüks rezidanslar, AVM’ler, plazalar, şehir hastaneleri, şehirlerarası duble yollar,  büyük köprüler ve görkemli camilerden oluşan ve dünyada ‘Beyaz Fil’ olarak da adlandırılan devasa büyüklükte bir inşaat ekonomimiz oldu.

Kuşkusuz bunun sonucunda ülkede ‘Beşli Çete’ olarak da anılan dünyanın sayılı dolar milyarderleri ortaya çıkarken, böyle bir inşaat-finans- rant ekonomisinin bedeli ülkenin giderek tarımsızlaşması ve sanayisizleşmesi oldu.

İha ve Siha’lardan oluşan bir yeni sanayi

Ülkede, iktidara çok yakın bir sermaye grubunun üstlendiği İHA, SİHA üretimi ile ünlenen askeri-sanayi karması sektör dışında yeni bir sanayi alanı yaratılamadığı gibi, ihracatın içindeki yüksek teknolojili sınai ürünlerin payı da yüzde 4’ü dahi bulamadı. (1)

Askeri sanayi karması sektöründeki gelişim ülkedeki yükselen militarizmin ve otoriterleşmenin hem sonucu hem de nedeni oldu. Bu durum özellikle de 2015 yılından bu yana ülkenin hızla demokrasiden uzaklaşmasıyla sonuçlandı. Ülke yoksulluk ve yolsuzluklarda olduğu gibi, tüm diğer uluslararası ölçütler açısından da (başta hukukun üstünlüğü ve temel insan hakları ve özgürlükleri olmak üzere) dünya sıralamasında hızla dibe doğru geriledi. (2)

Devasa büyüklükte bir borç stoku

Ülke önümüzdeki yıl aynı anda yapılacak olan iki seçime doğru yol alırken, bu dönemden geriye büyük çapta bir borç stoku kaldı.

Ülkenin toplam iç ve dış (özel ve kamu) borçları bu yılın üçüncü çeyreği itibariyle 16,5 trilyon TL’yi bulurken, dış borçlar son 20 yılda neredeyse üç katına çıkarak bu yılın Haziran ayında 444 milyar doları aştı. (3) Toplam borçlardaki özellikle 2022 yılının ilk 9 ayında görülen aşırı büyümenin nedenleri iç borçlar açısından yüksek enflasyon ve dış borçlar açısından hızla artan döviz kurları oldu.

Bu borçların içinde özel kesimin ve bilhassa bankacılık dışı reel sektörün borçları toplam borçların yüzde 60’ından fazlasını oluşturuyor. Bu da 20 yıllık iktidar döneminin sadece kamu dış borcu açısından değil, aynı zamanda özel sektör dış borcu açısından da (bankacılık sektörünü de içine alabilecek) bir borç krizi riskini büyüttüğünü gösteriyor.


Yüksek faiz, yoksullaşma, gelir adaletsizliği ve artan otoriterleşme

Bu süreçte iç ve dış borçlara ödenen faizlerin yüksekliği rekor düzeye çıktı. Öyle ki Hazine bu yıl dış borçlanmasını yüzde 10 gibi yüksek bir orandan yaparken, 2023 yılı Merkezi Yönetim Bütçesine faiz ödemeleri için 566 milyar TL’lik bir ödenek konuldu. (4)

Böyle bir iktisadi modelin siyasal izdüşümü otoriter ve militarist bir siyasal yapılanma iken, sosyal izdüşümü gelir ve servet dağılımının emekçiler aleyhine olmak üzere daha da kötüleşmesi ve ülkedeki yoksulluğun derin bir yoksulluğa dönüşmesi biçiminde oldu.

Öyle ki işçi sınıfının ulusal gelirden aldığı pay dörtte bire kadar gerilerken, ülkedeki yoksulluk orta sınıf ve kesimleri de kuşatan, kuşaklar ötesine geçen ve en çok da kadınları, çocukları, gençleri,  emeklileri ve ötekileştirilmiş kimlikleri vuran bir yoksulluğa dönüştü.

Yaşam maliyeti krizi ve yüksek işsizlik

2018 yılından itibaren derinleşen döviz krizinin yanı sıra, iktidar izlediği yanlış faiz politikalarıyla manşet enflasyonu resmi olarak yüzde 80’in üzerine ve gıda enflasyonunu yüzde 100’ün üzerine çıkarınca, bu kriz aynı zamanda bir yaşam maliyeti krizine ve açlık krizine dönüşmeye başladı.

Gelinen nokta itibariyle, siyasal iktidarın en yakınındaki halka içinde yer alabilen birey ve cemaatlerin ve siyasal grupların dışındakilerin devletin sunduğu olanaklardan yararlanmaları neredeyse mümkün olamadığı gibi iş bulmaları da giderek imkânsızlaştı.

Kamuda sunulan istihdam asıl olarak polislik, bekçilik, koruculuk gibi üniformalı istihdam ya da imamlık ve diğer din görevliliği gibi işlerin ötesine geçemedi. Bu durum başta üniversite mezunları olmak üzere, gençler arasındaki işsizliği yüzde 25’in, ülkedeki toplam işsiz sayını ise 7 milyonun üzerine çıkardı.

Diğer yanda ülke muadil ülkeler arasında yüzde 48’lik bir istihdam oranı ile en düşük istihdam oranına sahip olurken, bu istihdam büyük ölçüde kayıt dışı, güvencesiz, düşük ücretli ve daha ziyade geçici bir niteliğe sahip oldu. Öyle ki 20 yılın sonunda ülkede her çalışan üç kişiden sadece birinin kayıtlı ve kalıcı-güvenceli bir işi var. Kadınlar açısından durum daha vahim zira her beş kadından biri dahi böyle bir imkâna sahip değil.

‘Yerli ve milli büyüme modeli’ çöktü

Son bir- iki yıldır iktidar tarafından, “ihracata yönelik yerli ve milli büyüme modeli” ile ihracatın artacağı, ithalattaki artışın yavaşlayacağı, kurun düşeceği, böylece enflasyonun giderek sönümleneceği ve ekonomik büyümenin de hızlı bir biçimde sürdürüleceğini ileri sürülüyordu. Ancak istatistiki veriler ve diğer somut gelişmeler bunun böyle olmadığını, aksine bu modelin kısa sürede çöktüğünü gösteriyor. Sırasıyla:

Dış ticaret açığı ve cari açık patladı

Ocak-Ekim 2022 döneminde ihracat yüzde 15,4, ithalat yüzde 39,4 arttı. Ekim ayında ise ihracattaki artış sadece yüzde 3,0 olurken, ithalat yüzde 31,4 yani 10 kat daha fazla arttı.

Enerji hariç ithalatın yüzde 29,6 artması, ithalattaki (2022 Ocak-Ekim döneminde) ara mallarının payının yüzde 81,2, sermaye mallarının payının yüzde 10,8 ve tüketim mallarının payının yüzde 8,0 olması, 20 yılın sonunda hem üretimin hem de ihracatın nasıl dışa bağımlı hale getirildiğinin bir kanıtı niteliğinde.

Benzer bir biçimde, Ekim ayında imalat sanayinin toplam ihracattaki payının yüzde 94,7 buna karşılık yüksek teknolojili ürünlerin imalat sanayi ihracatı içindeki payının sadece yüzde 3,9 olması ihracata dönük işletilen bu birikim stratejisinin fakirleştirici bir ekonomik büyümeye yol açtığını ortaya koyuyor.

‘Eşitsiz Değişim’e dayalı emperyalist sömürü

İlk 10 ayda ihracatın ithalatı karşılama oranı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 84,3’ten yüzde 69,7’ ye gerilerken (5), dış ticaret haddinin 74,4’e kadar düşmüş olması, ülkenin eşitsiz bir değişim üzerinden nasıl sömürüldüğünün ve yoksullaştırıldığının açık bir diğer göstergesi. (6)

Bu dönemde (Ekim’den Ekim’e yıllıklandırılmış) dış ticaret açığı üç kat artarak - 27,9 milyar dolardan - 83,1 milyar dolara çıktı. Paralel olarak bu yılın ilk 10 ayındaki cari açık (geçen yılın aynı dönemine göre yıllıklandırılmış) beş kata yakın artarak 8,6 milyar dolardan, 43,5 milyar dolara yükseldi. Cari açığın  (Ocak-Ekim döneminde) yaklaşık yüzde 55’i ‘Net Hata ve Noksan’ adlı “sebebi belli olmayan sermaye girişleri” kaleminden karşılanıyor. Geçen yıla göre bu şekilde finansman yaklaşık 2,2 kat artmış durumda. (7)

Dış ticaret açığı ve cari açıktaki artışın giderek büyümesi, hem dövize olan ihtiyacın artması ve kurun ve enflasyonun yükseleceğinin bir işareti hem de olası bir dış döviz- borç krizinin işareti olarak okunmalı.

Kısaca cari açıktaki bu patlama ve finansman biçiminin bu denli anormalleşmesi iktidar tarafından krizden kurtuluş reçetesi gibi sunulan modelin çöktüğünün en belirgin göstergesi oldu.

Enflasyon fırladı,  yaşam maliyeti krizi derinleşti

Tüketici fiyat endeksi (TÜFE) bu yılın Kasım ayında yıllık yüzde 84,4 (aylık yüzde 2,9) ve gıdada yüzde 102,6 oldu. Aynı ay Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksinin yıllık yüzde 136,0 (aylık yüzde 0,74) artması, Ekim ayında Tarım Ürünleri Üretici Fiyat Endeksinin yıllık yüzde 163,3 (aylık yüzde 4,5) artması, Hizmet Üretici Fiyat Endeksinin yıllık yüzde 104,3 (aylık yüzde 2,0) artması ve son olarak bağımsız iktisatçılar grubu ENAG’ın hesapladığı yıllık enflasyonun yüzde 170,7 (aylık yüzde 4,24) olması (8), TÜİK’in  enflasyonu olduğundan daha düşük göstermeye devam ettiğinin bir göstergesi.

Enflasyondaki bu hızlı artış emekçi kitlelerin ve toplumun büyük çoğunluğunun yoksullaşmasına neden oldu. Nitekim DİSK-AR emeklinin enflasyonunu yüzde 118, en yoksulun enflasyonunu ise yüzde 120-137 aralığı olarak hesaplıyor. (9)

İşsiz sayısı arttı, istihdam azaldı

Siyasal iktidar, söz konusu model altında özellikle de ihracat sektöründe olmak üzere istihdamın artacağı, işsizliğin ise azalacağını ileri sürse de TÜİK verileri bu öngörüyü doğrulamıyor.

Zira resmi verilere göre, mevsim etkisinden arındırılmış işsizlik oranı bu yılın Ekim ayında yüzde 10,2  (3,5 milyondan fazla işsiz) seviyesinde iken, istihdam oranı yüzde 48,0 oldu. (10)

Diğer yandan DİSK-AR’a göre, geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 20’ye yakın ve işsiz sayısı 7,3 milyonun üzerinde.  Ayrıca ülkede çalışma çağındaki 64,5 milyon kişinin sadece 21,4 milyonu kayıtlı ve tam zamanlı istihdamda yer alıyor. Bu oran kadınlarda sadece yüzde 18. (11)

İktisadi büyüme hız kesti, ekonomi üçüncü çeyrekten itibaren daralmaya başladı

Ekonomi bu yılın ikinci çeyreğinde yüzde 6,7 büyümüştü. Bu yılın üçüncü çeyreğinde ise,  yıllık olarak geçen yılın aynı çeyreğine göre, sadece yüzde 3,9 büyüyebildi. Dahası, mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış GSYH zincirlenmiş hacim endeksi, bir önceki çeyreğe göre yüzde 0,1 azaldı. Bu çeyrekte hane halkı tüketim harcamaları yüzde 19,9 ve devletin nihai tüketim harcamaları yüzde 8,5 artarken,  yatırım harcamaları azaldı zira gayrisafi sabit sermaye oluşumu yüzde1,3 geriledi. (12)

Kısaca, mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış serilere göre, Türkiye ekonomisi dokuz çeyrek sonra küçüldü. Yüzde 3,9’luk üçüncü çeyrek büyümesine özel tüketim harcamaları 2,4 yüzde puan pozitif katkı yaparken, dış ticaret 2,5 yüzde puan negatif katkı yaptı. Stok değişimi ve yatırımlar ise çeyreklik büyümeyi sırasıyla 0,8 ve 0,6 yüzde puan aşağı çekti. (13)

Bu gelişme siyasal iktidarın arkasına sığındığı tek gösterge olan iktisadi büyümenin daralmaya dönüştüğünün ve ardındaki iktisadi modelin çöktüğünün somut ifadesidir.

Yani ekonomi kredi pompalaması ve seçim harcamaları biçiminde sadece tüketim harcamaları ile bu kadar büyütülebildi. Ancak içinde bulunduğumuz son çeyrekte bunun da yeterli olamayacağı ve ekonomik daralmanın daha da artacağı, dahası önümüzdeki iki yılın daha da kötü olacağı başta OECD olmak üzere uluslararası kuruluşlarca öngörülüyor.

İmalat sanayinin önemi

Prof. Alfredo Saad-Filho imalat sanayi ve bu sanayide yapılan yatırımların ekonomilerin büyümesini beş kanal üzerinden hızlandırdığını, bu nedenle de bu yatırımlarda yaşanan azalmanın ciddi sorunlar oluşturacağını şöyle anlatır:

“İmalat sanayi yatırımları, hızlı büyüme ve gelişmede beş nedenden dolayı kilit rol oynuyor. İlk olarak, üretimdeki büyüme, yaparak öğrenme yoluyla çeşitlendirmeyi, geriye ve ileriye dönük bağlantıları, yığılma ekonomilerini ve dinamik ölçek ekonomilerini teşvik ediyor. Bu nedenle imalat, başlangıçta daha büyük olsalar bile diğer ekonomik sektörleri 'çekme' (güdüleme) eğilimindedir. İkincisi, imalat sanayi yeni teknolojilerin geliştirilmesi ve uyarlanması yoluyla verimlilik artışı için tarım veya hizmetlerden daha geniş bir alan sunar. Bu yenilikler daha sonra yeni becerilerin ve üretim yöntemlerinin yayılması ve üretilen girdilerin satışı yoluyla ekonomi geneline yayılır. Üçüncüsü, imalat sanayi üretkenliği imalat çıktısının büyüme hızıyla birlikte artma eğiliminde olduğundan, potansiyel olarak ekonomi genelinde verimli büyüme döngüleri yaratıyor. Dördüncüsü, imalat sanayi yatırımları ihracat çeşitlendirmesini ve ithalat ikamelerinin üretimini daha kolay teşvik edebiliyor, bu da ödemeler dengesi kısıtlarını hafifletebiliyor. Beşincisi, imalat sanayindeki işçi ücretleri nispeten yüksek olma eğiliminde olduğundan bu durum toplam talep artışını ve yaşam standartlarındaki iyileştirmeleri destekleyebiliyor. Bu nedenle, sektörler arası işgücü ve diğer kaynakların imalat sanayine doğru kayması, gelişmekte olan ekonomilerde üretkenliği ve büyüme oranlarını artırmaya yardımcı olabilir”. (14)

Emekçilerin milli gelirden aldığı pay azaldı!

Son olarak, üçüncü çeyrekte de ekonomi büyürken, işçilerin/emekçilerin milli gelirden aldığı pay (15) geçen yılın aynı çeyreğinde yüzde 29,5’ten bu yıl yüzde 26,3’e geriledi. Sermayenin aldığı pay ise aynı dönemde yüzde 54,1’den yüzde 54,8’e çıktı.

Bu çeyrekte üretimden alınan vergilerin binde 6 oranında azalması vergisel teşviklerin sermaye kesimine kullandırıldığının, işçilerin milli gelirden aldığı payın işçi sayısında ciddi bir artış varken yüzde 26’ya kadar gerilemesi ise ciddi bir emek sömürüsünün ve buna paralel olarak gelir dağılımının çok daha kötüleştiğinin somut bir işareti.

Ülkenin süper zenginlerinin toplam servetlerini, Covid-19 salgını sırasında dahi, yüzde 60 oranında artırarak servetlerinin ulusal gelir içindeki payını 2020’de yüzde 5’ten 2021’de yüzde 8’e çıkarmış olmaları ise (16) izlenen ekonomi modelinin kimleri zengin ettiğinin bir kanıtı gibi.


Sonuç olarak

Ülke ekonomisinin sistemik yapısal sorunlarına çözüm üretmeyen, başta emekçiler olmak üzere, toplumun çoğunluğunun gelir ve refah seviyesini yükseltmeyen, sosyal adaleti ve sosyal barışı sağlamayan, gelir ve servet dağılımı eşitsizliğini azaltmayan bir iktisadi strateji ya da model emekçi sınıflar açısından olduğu kadar, toplumun büyük çoğunluğu açısından da, adil olmadığı gibi, etkin/ verimli bir biçimde sürdürülebilir de değildir. Nitekim iktidarın izlediği model de bu nedenlerden dolayı çökmüştür.

20 yılın sonunda ekonomide yaşanan krizlerin ve nihayetinde çöküşün üretim biçiminden kaynaklanan sistemik nedenleri olduğu gibi, ülkeyi yönetenlerin yaptıkları tercihlerden, özellikle de bunların daha da derinleştirdiği bölüşüm ilişkilerini adaletsizliğinden kaynaklı nedenleri de söz konusudur.

Öte yandan, ülkeyi yönetenlerin ne benimsedikleri ideoloji, ne de sınıfsal konumları bu gerçeği anlamaları için yeterlidir. Bu sorunların kalıcı bir biçimde çözümü, kısa dönemde öncelikle, gerçek bir katılımcı halk demokrasisinin inşasını, emekten yana ekonomi politikalarının cesur biçimde uygulanmasını, orta dönemde ise antikapitalist, demokratik katılımcı bir ekonomi modelinin hayata geçirilmesini gerekli kılıyor. Ancak böyle bir bakış açısı ve bunu hayata geçirebilecek sağlamlıkta bir irade ve örgütlülük ülkenin sorunlarına gerçek çözümler sunabilir.

Dip notlar:

(1)    TÜİK, Dış Ticaret İstatistikleri, Ekim 2022, https://data.tuik.gov.tr (29 Kasım 2022).

(2)    World Justice Project, Rule of Law Index 2022, s. 169

(3)    https://www.hmb.gov.tr/kamu-finansmani-istatistikleri (11 Aralık 2022).

(4)    https://ms.hmb.gov.tr/uploads/2022/11/20221108_Basin-Duyurusu.pdf; https://www.sbb.gov.tr/wp-content/uploads/2022/10/2023-Yili-Merkezi-Yonetim-Butce-Kanunu-Teklifi-ve-Bagli-Cetveller.pdf (11 Aralık 2022).

(5)    TÜİK, Dış Ticaret İstatistikleri, Ekim 2022, https://data.tuik.gov.tr (29 Kasım 2022).

(6)    TÜİK, Dış Ticaret Endeksleri, Ekim 2022, https://data.tuik.gov.tr (12 Aralık 2022).

(7)    TCMB, Ödemeler Dengesi İstatistikleri - Ekim 2022, https://www.tcmb.gov.tr (12 Aralık 2022).

(8)    TÜİK, Tüketici Fiyat Endeksi, Kasım 2022, https://data.tuik.gov.tr (5 Aralık 2022); Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi, Kasım 2022, https://data.tuik.gov.tr (5 Aralık 2022); TÜİK, Tarım Ürünleri Üretici Fiyat Endeksi, Ekim 2022, https://data.tuik.gov.tr (15 Kasım 2022); TÜİK, Hizmet Üretici Fiyat Endeksi, Ekim 2022, https://data.tuik.gov.tr (30 Kasım 2022);  ENAGrup Tüketici Fiyat Endeksi (E-TÜFE) Kasım 2022, https://enagrup.org (5 Aralık 2022).

(9)    DİSK-AR, “Emekçinin enflasyonu üç haneli!”, https://arastirma.disk.org.tr (3 Ekim 2022).

(10)                 TÜİK, İşgücü İstatistikleri, Ekim 2022,  https://data.tuik.gov.tr (12 Aralık 2022).

(11)                 DİSK-AR, İşsizlik ve İstihdamın Görünümü Raporu, Ekim 2022, https://www.cloudsdomain.com/uploads/dosya/47536.pdf; https://disk.org.tr/2022/08/disk-ar-calisabilir-645-milyonun-sadece-214-milyonu-kayitli-tam-zamanli-istihdamda (16 Ağustos 2022).

(12)                 TÜİK, Dönemsel Gayrisafi Yurt İçi Hasıla, III. Çeyrek: Temmuz-Eylül 2022, https://data.tuik.gov.tr (30 Kasım 2022).

(13)                 https://betam.bahcesehir.edu.tr/2022/12/buyume-degerlendirmesi-2022-3-ceyrek (10 Aralık 2022).

(14)                 Alfredo Saad-Filho, The "Rise of the South" and the Troubles of Global Convergence, Chapter 3 in Growth and Change in Neoliberal Capitalism, Chicago: Haymarket Books, 2021, s.79’dan aktaran: https://peofdev.wordpress.com/quote-of-the-week-five-reasons-why-manufacturing-matters-for-growth-and-development (12 May 2022).

(15)                 TÜİK, Dönemsel Gayrisafi Yurt İçi Hasıla, III. Çeyrek: Temmuz-Eylül 2022, https://data.tuik.gov.tr (30 Kasım 2022).

(16)                 Ruchir Sharma, “The billionaire boom: how the super-rich soaked up Covid cash”, https://www.ft.com (14 May 2021).