22 Nisan 2022 Cuma

Ders almıyoruz!

 

Ders almıyoruz!

Mustafa Durmuş

21 Nisan 2022

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile başlayan savaş ikinci ayına doldururken, Türkiye 18 Nisan’da Kuzey Irakta “Pençe-Kilit” adlı büyük bir askeri operasyon başlattı. Bu arada Ukrayna savaşının bölgedeki ülkelere ve Türkiye’ye olası ekonomik etkileri konusunda uluslararası raporlar da gelmeye devam ediyor.

Dünya Bankası’nın aşağıda da yer verdiğimiz bölgeye ilişkin raporunun ardından, IMF de raporunda (Nisan 2022 Dünya’nın Ekonomik Görünümü) bu yıl için küresel ekonomik büyüme tahminini yüzde 3,6’ya çekti.  Örgüt Türkiye ekonomisinin bu yılki büyümesini yüzde 2,7’ye düşürürken (Dünya Bankası da bu ayın başlarında büyüme oranını yüzde 2’den yüzde 1,4’e indirmişti), Rusya ekonomisinin yüzde 8,5 küçüleceğini öngörüyor. (1)

Yani bu yıl (kısmen önümüzdeki yıl da), sadece savaşan iki ülke için değil,  dünyadaki neredeyse tüm gelişkin, azgelişmiş ülkelerin ekonomileri, dolayısıyla da halkları için kara bir yıl olacak.

Bu savaştan en fazla etkilenen ekonomilerin başında ise Türkiye ekonomisinin geldiği neredeyse tüm uluslararası analistlerce öngörülüyor. Nitekim Danske Bank’ın son raporuna göre, savaştan etkilenen ülkelerin başında Türkiye gelirken, ikinci sırada Ukraynalı mültecilerin büyük çoğunlukla yöneldiği Polonya yer alıyor. (2)

Türkiye’den sermaye çıkışları artabilir

Bu raporda ABD Merkez Bankası’nın (Fed) parasal sıkılaştırma politikasının giderek sertleşerek devam edeceğine ve faizlerin aşamalı olarak,  bu yılın sonuna kadar toplamda 250 baz puan artırılacağına vurgu yapılıyor.

Kuşkusuz ABD’deki yıllık yüzde 8’e yaklaşan enflasyon faiz oranlarındaki bu artışların nedeni ancak bunun özellikle de azgelişmiş ekonomilerden (Türkiye dâhil) sermaye çıkışlarını tetikleyeceği de aşikâr.  Ayrıca Rusya üzerindeki yaptırımların giderek artması sonucunda enerji fiyatlarının küresel çapta daha da artması bekleniyor.

Her iki gelişmenin Türkiye gibi dışa bağımlı ve son derece kırılgan ekonomilerin büyümesini yavaşlatacağı, daha da önemlisi mevcut yüksek enflasyon oranını daha da artıracağı ve borç stoklarını şişirerek onları temerrüt riski ile karşı karşıya bırakacağı açık.

Borç temerrüdü riski yüksek

Nitekim UNDP’nin Borç Kırılganlık Raporu, hali hazırda 72 ülkenin borç ödeme yetkinliklerinin risk altında olduğunu, bu ülkelerden 19’unun her an temerrüde düşebileceğini ya da hali hazırda düşmüş olduğunu gösteriyor. Türkiye de listenin ‘yüksek spekülatif’ kategorisinde yer alıyor. (3)

Ayrıca Türkiye ekonomisinin, 2018 yılında yaşandığı gibi, bir ödemeler dengesi ya da döviz krizine girmesi de söz konusu olabilir. Çünkü Ukrayna savaşından bu yana Türk Lirası,  ABD doları karşısında, Mısır Lirasından sonra en fazla değer kaybeden (yüzde 15) ikinci para birimi konumunda.


Gelir adaletsizliği daha da artırıldı

Bu arada, döviz kurunun daha fazla yükselmesini önlemeye yönelik olarak, Kur Korumalı Mevduat uygulaması altında, kur farkı ödemesi biçiminde bu ülkenin para sahibi zenginlerine sadece 3 ayda 25 milyar TL’ye yakın bir kaynak aktarıldı. Böylece,  Hazine, dolayısıyla da vergi mükellefleri olarak bizler zarara uğratıldık.

Böyle bir kaynak transferinin bir diğer boyutu mevcut gelir adaletsizliğini daha da artırması. Çünkü hayatın bu denli pahalı hale geldiği bir dönemde siyasal iktidar 13,6 milyon emeklinin bayram ikramiyesini 1,100 TL ile sınırlı tutuyor. Bunun maliyetinin de yaklaşık 25 milyar TL olduğu biliniyor. Kısaca emeklinin bayram ikramiyesini enflasyon oranında dahi artırmayan iktidar bir çırpıda emekli sayısının on da biri kadar zengine onlarca milyar TL’yi aktarmada bir sakınca görmedi. (4)

Daha da önemlisi, bir süre önce MB’nin döviz rezervleri eritildiğinden, iktidar bloku bundan böyle de döviz bulabilmek için her türlü yolu denemeye, bunların yol açacağı zararı da toplumsallaştırmaya, yani halka ödettirmeye kararlı gibi görünüyor.

Tüm bunlara rağmen kurun ateşinin söndürülmesi zor görünüyor. Nitekim Danske Bank dolar kurunun önümüzdeki 6 ay içinde 17,0 ve bir yıl içinde 19,0 olmasını öngörüyor.  (5)

Enflasyonda, maliyet artışlarına ek olarak, hızlı kamu harcaması ve emisyon artışı etkisi

Bir başka sorun kuşkusuz ülkedeki yüksek enflasyon (resmi olarak dahi yüzde yıllık 61’in üzerinde). Aşağıdaki grafikten de görüldüğü gibi Türkiye dünyada açık ara enflasyon şampiyonu. Buna karşılık elinde kullanabileceği etkin bir para politikası da yok çünkü bu politikanın en önemli aracı olan faiz politikası deyim yerindeyse “yalama” olmuş durumda.


Bu arada bazı Genel Bütçeli kuruluşların bu yılın Ocak-Şubat-Mart aylarını kapsayan ilk çeyreğinde, başlangıç bütçe ödenekleri ile toplam ödenekleri arasındaki fark çok çarpıcı.   

Öyle ki Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın 775 milyar TL olan 2022 yılı başlangıç ödeneği 80,3 milyar TL artırıldı. Kurum başlangıç ödeneğinin yüzde 40’ını ilk üç ayda kullandı. Cumhurbaşkanlığı’na bağlı Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nın 27,7 milyar TL olan başlangıç ödeneği ise yüzde 369’luk bir artışla 130 milyar TL’ye çıkartıldı. Benzer bir biçimde 80,4 milyar TL başlangıç ödeneği olan Milli Savunma Bakanlığı’nın toplam ödeneği 95 milyar TL’ye yükseltildi (yüzde 18 artış). Son olarak Cumhurbaşkanlığı’nın 3,9 milyar TL olan başlangıç ödeneği 4,3 milyar TL’ye yükseltildi. Bu arada Milli Eğitim Bakanlığı’nın başlangıç ödeneği 117,1 milyar TL azaltıldı (yüzde 62) (6)

Kur (ve Enflasyon) Korumalı Mevduatların sahibi zenginlere nakit transferi, yaklaşmakta olan seçimin ekonomisi ve güvenlikçi politikalar için daha fazla kaynak ayırmayı anımsatan bu ödenek artışlarını karşılayabilmek için, KDV ve ÖTV gibi vergilerle halkan daha fazla vergi alma yoluna gidilmesinin yanı sıra, Merkez Bankası emisyonuna başvurulduğu da gözden kaçmıyor.

Bu çerçevede Kuzey Irak’taki askeri operasyon genişleyerek devam ederse, hem bu vergiler, hem de emisyon daha da artar ve bu da arz/maliyet yönlü mevcut enflasyona bir de talep yönlü bir enflasyonu ekler. Bu da sabit gelirli çalışan ve emekli emekçiler için hayat bundan böyle çok daha da pahalı hale gelecek demektir.

Türkiye ekonomisi “en kırılgan 20 ekonominin” ilk sırasında

Toparlarsak, aşağıdaki tablodan da görülebileceği gibi, Türkiye, Rusya-Ukrayna savaşından ekonomisi en fazla etkilenen “en kırılgan 20 ekonominin” başında yer alıyor.

Ülke ekonomisinin bu kırılganlığı asıl olarak buğday ithalatında yüzde 75 oranında Rusya ve Ukrayna’ya bağımlı olması ve enflasyon kontrolünde tamamen yanlış bir para politikası izlemekten dolayı enflasyonun kontrolünü elden kaçırmış olmasından kaynaklanıyor.

Tabloda bu sorunlara denk düşen Türkiye’nin iki kırmızı alanının bulunması, buna karşılık iyi bir performans göstergesi olabilecek bir tek yeşil alanının dahi bulunmaması bunun bir göstergesi. (7)

Türkiye ekonomisi Rusya ekonomisinden daha iyi durumda değil

Dünya Bankası’nın Nisan tarihli son raporuna göre (8); savaşın içinde olan Rusya’nın bu yıl yüzde 11,2 küçülmesi, buna karşılık Türkiye ekonomisinin bu yılki büyümesinin yüzde 1,4 ile sınırlı kalması öngörülüyor.

Ancak Türkiye’nin toplam dış borç stoku (2020) yüzde 62,5; buna karşılık Rusya’nın yüzde 32,6. Yani Türkiye’nin dış borç stoku ciddi düzeyde yüksek. Bunun yarısından fazlası ise kısa vadeli borç ve Türkiye bu konuda da savaş bölgesinde en yüksek riske sahip ülke konumunda.

Yani savaşlarda genel olarak yaşandığı gibi, Türkiye’nin yeni bir savaşa girmesi durumunda bu borçların (ülke riskini ve dış borçlanma faizlerini yükselteceğinden) daha da artması ve döviz kuru da yükseleceğinden bu borçların TL karşılığının da artması kaçınılmaz olacak.

Ayrıca Türkiye’de, TÜİK verisine göre dahi, enflasyon (TÜFE) şu anda yüzde 61’in üzerinde. Buna karşılık, Dünya Bankası’nın yukarıda adı geçen raporuna göre, Rusya’daki enflasyon Türkiye’dekinin üçte biri düzeyinde, yani sadece yüzde 22.  

Dahası, Rusya ekonomisinin bu yıl yüzde + 9,8 cari fazla, yüzde -1,8 bütçe açığı vermesi bekleniyor. Türkiye’de ise bu veriler sırasıyla; yüzde - 6,4 cari açık ve yüzde -5,2 bütçe açığı biçiminde.

Kısaca bu yıl belki de son 18 yılın en yüksek açıkları verilecek. Bunlar bir süre sonra halka dönük yeni kemer sıkma önlemlerini de beraberinde getirecek. Yeni bir savaş söz konusu olursa, büyük çaptaki işsizlik ve enflasyonun yanı sıra ufuktaki daha fazla kemer sıkma politikalarıyla ile birlikte halkın yoksulluğu daha da artıracak.

Sonuç olarak

Putin Yönetimi tarihsel bir yanlışa imza atarak Ukrayna’yı işgal etti ve mevcut savaşı başlattı. Böylece hem kendi ülkesini, hem de Ukrayna’yı ateşe attığı gibi aralarında Türkiye’nin de bulunduğu çok sayıda ülkeyi enerji, gıda temini ve ekonomik durgunluk, dış borç temerrüdü ve yüksek enflasyon gibi sorunlarla baş başa bıraktı.

Diğer yandan Türkiye ekonomisine ait veriler Rusya ile karşılaştırıldığında, Türkiye ekonomisinin Rusya’dan daha iyi durumda olmadığı görülüyor. Üstelik Türkiye ekonomisi Rusya’dan farklı olarak, temel girdi niteliğindeki enerji-petrol ve gıda/hububat açısından dışa bağımlı.

Olası bir savaş Orta Doğu’daki başka aktörleri de devreye sokarak çok daha büyük bir savaşa dönüşebilir. Bu da neden olacağı insani kayıplar ve doğa üzerinde yaratacağı tahribatın, yeni mülteci akınlarının yanı sıra kırılgan ekonomik sorunlarımızı içinden çıkılmaz bir hale sokabilir.

Ekonomisi kendisinin doğrudan dâhil olmadığı Ukrayna savaşından dahi bu denli ağır etkilenen, diğer yandan savaşan taraflar arasındaki ateşkes ve barış görüşmelerine de aracılık eden bir devletin kendisinin yeni bir savaşın içinde yer alması nasıl açıklanabilir?  

Tarihte, savaşların içerdeki ekonomik ve politik sorunları örtme ve her ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmayı sürdürme amacının bir aracı olarak kullanıldığına tanık olduk.

Ancak bir başka tanıklığımız da, savaşların bu sorunları daha da derinleştirdiği ve insanlığı büyük felaketlere sürüklediği gerçeği değil mi?

Dip notlar:

(1)    https://blogs.imf.org/2022/04/19/war-dims-global-economic-outlook-as-inflation-accelerates (19 April 2022).

(2)    Danske Bank, Emerging Markets Monthly, Rising commodity prices divide- EM Outlook (5 April 2022.

(3)    https://www.dunya.com/kuresel-ekonomi/gelisen-ulkeler-icin-borc-krizi-uyarisi-haberi (14 Nisan 2022).

(4)    https://t24.com.tr/yazarlar/ugur-gurses/kkm-ye-25-milyar-emekliye-dusunelim (20 Nisan 2022).

(5)    Danske Bank, agr.

(6)    Kuruluş bazında ödenek ve harcamalar tablosu, https://muhasebat.hmb.gov.tr/merkezi-yonetim-butce-istatistikleri (20 Nisan 2022).

(7)    Agr.

(8)    World Bank, War in the region, Europe and Central Asia Economic Update (Spring 2022), https://www.worldbank.org, s. 98  (11 Nisan 2022).

 

 

 


17 Nisan 2022 Pazar

Ukrayna savaşı, gıda enflasyonu, artan yaşam maliyetleri ve kapıdaki açlık

 

Ukrayna savaşı, gıda enflasyonu, artan yaşam maliyetleri ve kapıdaki açlık

Mustafa Durmuş

17 Nisan 2022

Savaşların neden olduğu ekonomik sorunların başında yüksek enflasyon, emekçi kitlelerin yaşam maliyetlerindeki hızlı artış (dolayısıyla hayat pahalılığındaki artış), yoksulluk ve açlık gibi sorunların geldiği tarihsel olarak kanıtlanmış bir gerçek.

Örneğin yüksek enflasyon, küresel üretimde fiziki olarak durma ya da kesintiler gibi arz yönlü nedenlerden kaynaklanabildiği gibi, savaşı finanse edebilmek için aşırı bir para basımına gidilmesi gibi parasal genişleme yoluyla da, yani talep yönlü olarak da gerçekleşebiliyor.

Birinci Dünya Savaşı tarihin en büyük hiper-enflasyonuna yol açtı

Tarihte savaşın enflasyonist etkileri konusundaki en somut örneklerden biri Almanya’ya ait çünkü 1914’te başlayan Birinci Dünya Savaşının ve ardından gelen yüksek savaş tazminatlarının ardından Almanya hiper-enflasyonla karşı karşıya kaldı.

Öyle ki 1923 yılının Temmuz-Kasım ayları arasında enflasyon insanlık tarihindeki en yüksek seviyeye ulaştı (yüzde 374 milyon oldu). (1) Bunun sonucunda çok ciddi biçimde değer kaybeden Alman Mark’ı (banknot) İmparatorluk Mark’ı anlamına gelen Reichsmark (madeni para) ile değiştirildi.

Enflasyon Almanya’da faşizm ve 1939’da başlayan İkinci Dünya Savaşı döneminde, sadece bu ülkede değil tüm Avrupa ülkelerinde hızla arttı. Bunun nedenlerinin başında savaş yüzünden tarımsal üretimin ciddi biçimde azalması ve bunun da gıda ürünlerinin fiyatlarını hızla yükseltmesi geliyordu. Savaşların bu etkisi Afganistan, Irak, Libya ve Suriye savaşlarında da yaşandı.

İşçi sınıfı savaşların asıl kaybedeni

Savaş ekonomik olarak toplumun neredeyse tüm kesimlerini etkilese de, bundan en fazla emekçiler zararlı çıkıyor. Örneğin Almanya’da (1913-1923 arasında) nominal işçi ücretleri trilyon kat arttı ama bu artış yaşam maliyetlerindeki artışın çok gerisinde kaldı. Çünkü reel işçi ücretleri 1913’teki seviyenin yarısı ile üçte ikisi düzeyine kadar geriledi. Hitler Yönetimi ise, iktidarı ve savaş boyunca hızla artan enflasyonu kontrol edebilmek için çok katı bir ücret rejimi uyguladı. Bunun sonucunda, 1933-1944 arasında, nominal ücretlerdeki artış sadece yüzde 3’te kaldı. Böylece,  artmaya devam eden enflasyon karşısında, reel ücretler 1944 yılında 1932’deki düzeyin yüzde 15 altına indi. (2) Bu da emekçi sınıfların yaşam maliyetlerini artırarak onları yoksullaştırdı.

Bugün kuşkusuz bu çapta bir dünya savaş yaşanmıyor. Mevcut savaş Ukrayna topraklarında ama (şimdilik) emperyalist-yayılmacı devletler arasındaki bir vekâlet savaşı gibi sürüyor. Buna rağmen, tüm dünyada, başta enerji ve gıda fiyatlarındaki hızlı yükseliş nedeniyle, yüksek bir enflasyon, beraberinde gelen yaşam maliyetlerinin artması ve artan yoksullaşma süreci yaşanıyor.

Çünkü ekonomiler 80-100 yıl öncesine göre birbirine çok daha fazla entegre ve küresel gelişmelerden çok daha fazla etkileniyorlar. Üstelik Birinci ya da İkinci Dünya Savaşları yıllarında enerji-gübre, gıda ve yarı-iletken maddelerin ve bazı hafif metallerin  “küresel tedarik zincirlerindeki aksamalarından” söz edilemezken, bugün yaşananlara bunlar damgasını vuruyor.

“Enflasyon küresel”, söylemine sığınmak siyasal iktidarları sorumluluktan kurtarır mı?

Diğer taraftan, önce Covid-19 salgını, ardından da Ukrayna savaşının neden olduğu iktisadi sorunlardan yola çıkıp, örneğin Türkiye’yi yönetenlerin yaptığı gibi, ülkedeki yüzde 100’leri aşan enflasyonu, hızla artan yaşam maliyetlerini ve giderek derinleşen yoksullaşmayı, bütünüyle “küresel olumsuz gelişmelere” bağlayarak sorumluluktan kurtulabilmek mümkün değil.

Ya da, örneğin savaşın yakından etkilediği Avro Bölgesi’nde Mart ayında gıda enflasyonu yüzde 5, savaşan iki tarafı olan Rusya’da aynı ayda gıda enflasyonu yüzde 18 ve Ukrayna’da yüzde 19 (3) ve hatta Çin hariç Asya ülkelerinde ortalama yüzde 4,5 iken (4), Türkiye’de resmi verilerle dahi yüzde 70 olduğu gerçeği “enflasyon dünyanın her yerinde yaşanıyor” açıklamalarını boşa çıkartıyor.

Son 15 yılda 3 derin kriz

O halde, son 15 yıldır, önce 2008 Küresel Finans Krizi ve peşinden gelen Büyük Resesyon, ardından Covid-19 salgını ve nihayet Ukrayna savaşının ekonomileri ciddi biçimde etkilediği tespiti ile başlayalım. Öyle ki 1970’li yılların ortalarından itibaren onlarca yıl sürecek olan yapısal bir durgunluk sürecine giren kapitalizm bugün artık çok daha yavaş büyüyebiliyor. Yüksek enflasyon ve işsizlik ise artık ‘yeni normal’ olarak kabul edilmeye başladı.

Bugün kapitalizmin krizlere yatkın mekaniğini harekete geçiren ya da açığa çıkartan faktörlerse şöyle özetlenebilir:  Küresel tedarik zincirlerinde Covid-19 salgını ile başlayan kırılmalar ya da bozulmalar, Ukrayna savaşı ile başlayan enerji ve temel gıda maddeleri başta olmak üzere, bazı metaların tedarikiyle ilgili sorunlar ve ciddi boyutlara erişen fiyat artışları.

Bozulan küresel tedarik zincirleri

Öncelikle Ukrayna'daki savaş, Covid-19 salgını nedeniyle bir süredir aksayan küresel tedarik zincirlerini daha fazla aksatmaya başladı. Şöyle ki Ukrayna ve Rusya, Almanya ve ABD gibi büyük sanayi üreticisi ülkelerin ithalatının yalnızca küçük bir bölümünü oluştursalar da, her ikisi de temel hammadde ve enerji tedarikçisi ülke konumunda. Örneğin Rusya, AB gibi dünyanın ikinci en büyük ekonomisinin ve Türkiye gibi bazı az gelişmiş ekonomilerin en büyük doğal gaz ve petrol sağlayıcısı.

Kuşkusuz milyonlarca Ukraynalı ve Rus’un hayatını ve geçim kaynaklarını tehdit eden bir savaşın ekonomik sonuçları, savaşın neden olduğu insani kayıpların yanında ikincil olarak kabul edilebilir.

Ancak savaş devam ederse, sadece bugün değil, gelecekte de enerji, gıda temini, ulaştırma, metaller ve mikroçip temininde ciddi sorunların yaşanması kaçınılmaz olacak. Bu sorunlar tüm ekonomileri bir yandan durgunluğa sokarken, diğer yandan da enerji, gıda başta olmak üzere temel metalardaki artan maliyetler ve savaşla birlikte hızla yükselen deniz, kara ve demiryolu taşımacılığı maliyetleri yüzünden yükselen navlun fiyatları nedeniyle, daha da yüksek bir enflasyona neden olacak. (5)

‘Dünyanın tahıl ambarları’ aynı zamanda petrol, doğal gaz ve kıymetli metal üreticileri

Çünkü Rusya ve Ukrayna, sadece tahıl değil, aynı zamanda nikel, bakır ve demir gibi metallerin ve mikroçip üretimi için gerekli olan neon (bu maddenin yüzde 90’ını tek başına Rusya karşılıyor), paladyum ve platin gibi girdilerin küresel üretimine ve ihracatına öncülük ediyorlar.

Örnek olarak Rusya (2020 yılında), dünyadaki buğday üretiminin yüzde 11’ini karşılamanın yanı sıra, ham petrol üretiminin yüzde 12,1’ini, doğal gazın yüzde 16,6’sını, paladyumun yüzde 43’ünü ve alüminyum arzının yaklaşık yüzde 6’sını sağladığı gibi, aynı zamanda önemli bir titanyum, nikel, bakır ve platin üreticisi bir ülke. Öyle ki ABD, Avrupa ve İngiltere'nin sivil havacılık sanayileri Rusya'dan yapılan titanyum tedarikine bağımlılar. Ukrayna da benzer bir biçimde önemli bir uranyum, titanyum, demir cevheri, çelik ve amonyak üreticisi. Bu yüzden de Rusya'ya yönelik olarak uygulanan yaptırımlar, 2018’de olduğu gibi,  alüminyum piyasasını sarsabilir ve bir bütün olarak metal piyasasını ciddi sıkıntıya sokabilir. (6) Bu da bu maddelerin girdi olarak kullanıldığı çok sayıda sektörde üretim sorunlarına ve ciddi fiyat artışlarına yol açabilir.

Enerji krizi

Rusya-Ukrayna savaşı, enerji temini açısından neden olduğu zorluklar ve bunun enerji maliyetlerini artırması yüzünden, sadece Avrupa ülkelerini değil,  azgelişmiş ülkeleri de etkiliyor zira sanayi başta olmak üzere ekonominin birçok sektörünü darboğaza sokuyor.

Bu durum temel gıda üretimi ya da teminini de etkiliyor. Başta buğday olmak üzere gıda malları bakımından savaşan ülkelerden yapılmakta olan ithalata bağımlı olan yüzlerce milyon insanı (özellikle de Afrika ülkelerinde yaşayanları) açlık tehlikesiyle karşı karşıya bırakıyor.

Ukrayna savaşı, Ortadoğu'daki petrol krizini tetikleyen 1973 Yom Kippur savaşına benzetiliyor ve bunun dünya ekonomisinin temellerini sarsarak, küresel ekonomik büyümeyi sona erdiren bir olgu olduğu vurgusu yapılıyor. (7)

Rusya, dünyanın en büyük ikinci petrol üreticisi ve Suudi Arabistan'dan sonra en büyük ikinci ham petrol ihracatçısı olduğu için, bu savaş küresel petrol fiyatlarını yükseltiyor. Nitekim savaş öncesinde, dünya petrol fiyatlarının 2022 yılında varil başına 70 dolar civarında olacağı beklentisi çoktan terk edildi. Öyle ki ham petrolün fiyatı bir ara 130 dolarları aşarken, bu günlerde yeniden çıkış için 100 doların üzerinde bir yerde bekliyor. Ayrıca Rusya, Avrupa'nın doğal gaz ithalatının yüzde 40-50’sini de karşıladığından, bu ürünün arzındaki kesinti ya da fiyatındaki hızlı artışlar gelişmekte olan Avrupa'daki birçok ülkede fabrikaların kapanmasına ve ekonomik büyümenin durmasına neden olacaktır.

Yeni bir mülteci akını

Kısaca, savaş gıda malları üretimi ve tedarikinde de ciddi güçlüklere neden olarak gıda üretimini, tedarikini ve dağıtımını sekteye uğratıyor. Bu durum da bir süredir iklim değişiklikleri ve Covid-19 salgını gibi faktörler yüzünden artmış olan küresel açlık riskini daha da büyütürken, aynı zamanda özellikle de Afrika ve Güney Asya’dan kaynaklı yeni mülteci akınlarına da neden olacak gibi görünüyor.

Nitekim 13 Nisan itibariyle, Ukrayna'da yaşayan yaklaşık 4,6 milyon insan kalıcı veya geçici olarak savaştan korunmak için ülkeyi terk etmiş durumda. Bunların yaklaşık 2,7 milyonu Polonya’ya,  709 bini Romanya’ya, 434 bini Macaristan’a, 433 bini Rusya’ya, 416 bini Moldova’ya, 323 bini Slovakya’ya ve 22 bini Belarus’a gitti. (8)

Gıda güvenliği tehlikede

Bu arada dünyada gıda fiyatları Şubat ayından bu yana zirveye çıktı. Aslında gıda fiyatları küresel olarak, yüksek enerji fiyatlarından iklim değişikliğine kadar birçok faktör yüzünden 2021’de zaten hızlı bir biçimde artmıştı. Yani mevcut savaşla ortaya çıkan krizden önce gübre, petrol ve nakliyenin yanı sıra gıda fiyatları da hızlı bir şekilde yükseliyordu.

Ancak, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) dünya çapında gıda fiyatlarının bir göstergesi olan Gıda Fiyat Endeksi’nin (FFPI), bu yılın Şubat ayından bu yana tüm zamanların en yüksek seviyesine ulaştığı görülüyor.

Bu artış devam ederse, geçmişte yaşandığı gibi büyük kıtlıklara yol açabilir. Nitekim Nobel ödüllü Hintli iktisatçı Amartya Sen, 1943 yılında 2 ila 4 milyon insanın ölümüne neden olan Bengal kıtlığının başlıca nedeninin artan gıda fiyatları olduğunu ortaya koymuştu. (9)

Gıda fiyatları endeksleri hızla yükseliyor

Mart 2022’de, FAO “Gıda Fiyat Endeksi” ortalama 159,3 puan, Şubat ayına göre 17,9 puan (yüzde 12,6) artarak 1990’daki başlangıcından bu yana yeni bir en yüksek seviyeye sıçradı. Son artış, bitkisel yağlar, tahıllar ve et alt endeksleri için tüm zamanların yeni en yüksek seviyelerini yansıtırken, şeker ve süt ürünlerinin fiyatları da önemli ölçüde yükseldi.

“Hububat Fiyat Endeksi”, Şubat ayına göre 24,9 puan (yüzde 17,1) artarak Mart ayında ortalama 170,1 puan ile 1990'dan bu yana rekor düzeydeki en yüksek seviyesine ulaştı. Bu artış, büyük ölçüde Ukrayna'daki savaşla bağlantılı ihracat kesintilerinden kaynaklanan buğday ve iri taneli tahılların dünya fiyatlarındaki artışını yansıtıyor. “Bitkisel Yağ Fiyat Endeksi” de Mart ayında ortalama 248,6 puan, Şubat ayına göre 46,9 puan (yüzde 23,2) artarak yeni bir rekor kırdı. Keza “Süt Ürünleri Fiyat Endeksi” Mart ayında ortalama 145,2 puan, Şubat ayına göre 3,7 puan (yüzde 2,6) artarak art arda yedinci kez arttı ve bir yıl önceki değerinin 27,7 puan (yüzde 23,6) üzerine çıktı.Et Fiyat Endeksi” Mart ayında ortalama 120,0 puan olarak, Şubat ayına göre 5,5 puan (yüzde 4,8) artarak tüm zamanların en yüksek seviyesine ulaştı. Son olarak “Şeker Fiyat Endeksi “Mart ayında Şubat ayına göre 7,4 puan (yüzde 6,7) artarak 117,9 puan oldu. (10)


Bir başka anlatımla, 2021 yılında FAO “Hububat Fiyat Endeksi” 2008’deki zirveyi yakalarken, Ukrayna savaşından bu yana adeta patlama yaşıyor. 2019 ile Mart 2022 arasında ise hububat fiyatları yüzde 48, akaryakıt fiyatları yüzde 86 ve gübre fiyatları yüzde 35 arttı. (11)

Dünya gıda fiyatlarının finansal spekülasyon, iklim değişikliğinden kaynaklı aşırı hava koşulları gibi kapitalist sisteme içkin birçok nedeni olduğu gibi, yine sisteme içkin ekonomik durgunluk ve krizlerden, büyük çaplı politik çatışmalardan ve savaşlardan etkilendiği de biliniyor.

2007-2008 Gıda Krizi, Arap Baharı ve Ukrayna Savaşı

Nitekim aşağıdaki grafikten de görülebileceği gibi, dünya gıda ürünleri fiyatları 2007-2008 krizi ve ardından gelen gıda isyanları ve Arap Baharı gibi politik çatışmalardan ve Ukrayna savaşından ciddi bir biçimde etkilenmiş durumda.

Öte yandan, 2007- 2008 gıda krizi nispeten kısa sürdü çünkü küresel gıda sistemi hızlı bir şekilde artan arzla buna karşılık verdi. Buna karşılık, Ukrayna savaşıyla ortaya çıkan krizin gıda, akaryakıt ve gübre fiyatları üzerindeki etkilerinin yakın zamanda bitip bitmeyeceğini bugünden bilebilmek mümkün değil.



Hali hazırda bir süredir devrede olan iklim yıkımı ise temel gıda üretimi ve fiyatları üzerindeki etkisini sürdürüyor. Geçen yıl Kuzey Amerika'daki aşırı sıcaklar ve kuraklıklar ile Avrupa ve Çin'deki fırtınalar ve seller ürünlere zarar vermişti.

Yakıt ve gübredeki darboğaz gıda arzını zorlaştırıyor

Savaşla birlikte enerji ve gübre gibi temel girdi fiyatları arttıkça gıda üreticilerinin daha fazla baskı altına girmesi ve buna bağlı olarak gıda fiyatlarının artması da kaçınılmaz olacak. Dünyanın diğer bölgelerinde üretimi hızlandırmak, gıda arzındaki kesintilerin etkisini azaltmaya yardımcı olabilirse de, Rusya aynı zamanda gübre üretiminde kullanılan kimyasalların da ana tedarikçisi olduğundan, dünyanın başka yerlerindeki olası gübre üretimi de bundan olumsuz etkilenecek. (12)

Bilindiği gibi, Rusya, dünyanın en büyük gübre ihracatçısı. Ancak ihracatı artan enerji fiyatlarından, Batının yaptırımlarından ve Rus hükümetinin Mart ortasında aldığı bir dizi ürünü ihraç etmeme kararından etkileniyor. İhracı kısıtlanan ürünler arasında gübre de yer alıyor. Bu durumdan etkilenen ülkelerin başında ise Latin Amerika ülkeleri geliyor. Örneğin Peru bu savaş yüzünden artık Rusya’dan çok az gübre temin edebiliyor ve bunu da normal fiyattan 4 kat daha fazla fiyat ödeyerek sağlayabiliyor. Peru Hükümetinin açıklamasına göre, akut gübre kıtlığı yüzünden gıda üretimi yaklaşık üç ila altı ay içinde yüzde 40’a kadar azalabilir. Benzer bir durum diğer Latin Amerika ülkeleri için de geçerli. Örneğin Meksika gübre ihtiyacının yüzde 33’ünü, Brezilya yüzde 22’sini ve Kolombiya yüzde 20’sini Rusya’dan yaptıkları ithalatla karşılayabiliyorlar. Şimdi bu hem fiziki olarak çok zorlaştı, hem de ithalat maliyetleri ciddi biçimde arttı. (13)

Açlık konusundaki haklı endişe

Rusya ve Ukrayna’nın dünya gıda malları üretimindeki paylarına bakıldığında, küresel bir açlık tehlikesinin son derece gerçek olduğu anlaşılıyor.

Öncelikle FAO’ya göre, bu iki ülke dünya tarımsal gıda ürünleri piyasasının en önemli aktörleri arasında yer alıyorlar. İki ülke, birlikte, küresel ayçiçeği yağı ihracatının yüzde 10’unu, kolza yağı ihracatının yüzde 12’sini, mısır ihracatının yüzde 16’sını,  arpa ihracatının yüzde 23’ünü ve buğday ihracatının yüzde 27’sini gerçekleştiriyorlar. (14)

Yani toplamda, uluslararası ticarete konu olan ve açlık sınırı ilgili tanımlarda kullanılan ‘kalorilerin’ yaklaşık yüzde12’si bu iki ülke tarafından karşılanıyor. Öte yandan, Ukraynalı çiftçiler savaş nedeniyle yakıt ve gübre sıkıntısı çekiyorlar. İş gücünün çoğu şu anda Rus ordusuyla savaşıyor ya da ülkeden kaçmak zorunda kaldı. Hali hazırda ülkenin tüm limanları abluka altında tutuluyor. Rusya ise, 2010’da olduğu gibi tahıl ihracatını yasaklayabilir ve bu da 2011’deki gibi büyük bir fiyat artışına neden olabilir. Nitekim bu tehdit, Macaristan, Türkiye, Arjantin ve Çin gibi ülkelerin kendi gıda ihracatlarını kısıtlamalarıyla sonuçlandı. Dahası,  Avrupa ülkeleri Rus gazına ve petrolüne bağımlı oldukları gibi, Rus ve Belarus gübresine de bağımlılar. Kısaca bu savaş (daha fazla iklim ya da salgın tahribatı olmayacağı varsayımı altında dahi) bu yıl küresel gıda fiyatlarını ilave olarak yüzde 20 daha artırabilir ve hali hazırda milyonlarca insan açlıktan ölmek üzere iken, her artış giderek daha fazla insanın aç kalmasına neden olabilir. (15)

‘Kusursuz Fırtına’

Birleşmiş Milletler  (BM) Genel Sekreteri A. Guterres, 13 Nisan’da toplanan BM Küresel Kriz Müdahale Grubu’nun ilk bilgilendirme toplantısında savaşın azgelişmiş dünya halkları üzerindeki etkilerinin yol açtığı durumu,  birçok kötü şeyin bir arada gerçekleştiği “aşırı kötü bir durum” anlamına gelen, “kusursuz fırtına” sözcüğü ile aşağıdaki gibi ifade etti:

 “Şu anda gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerini mahvetme tehdidinde bulunan kusursuz bir fırtınayla karşı karşıyayız. Ukrayna halkı kendilerine uygulanan şiddete dayanamayacağı gibi, dünyanın her yerindeki en savunmasız insanların, sorumluluklarının olmadığı bir felaketten zarar görmelerine de izin verilemez”. (16)

‘Stoklama’ en çok, en düşük gelirli -yoksul ülkeleri etkiliyor

Bu olumsuzlukların en düşük gelirli ya da en yoksul ülkeleri en çok etkileyeceği açık. Çünkü savaş, gerçek ya da algısal kıtlık korkularına bir yanıt olarak, ülkelerin kendi ürettikleri gıdayı yurt içinde stoklama eğiliminin artmasına yol açabilir. Örneğin hali hazırda Ukrayna “çavdar, arpa, karabuğday, darı, şeker, tuz ve et ihracatını bu yılın sonuna kadar yasakladı. Diğer ülkeler de aynı şeyi yapabilirler, bu da Yemen, Libya ve Bangladeş gibi özellikle ithalata bağımlı olan yoksul ülkeleri vurabilecek bir durumla sonuçlanabilir. (17)

Bu ülkeler arasında özellikle Afrika ve Ortadoğu ülkeleri ön planda zira bunlar Rusya ve Ukrayna'dan yapılan buğday ithalatına çok büyük ölçüde bağımlılar. Öyle ki, BM Comtrade veri tabanına göre (18), Benin ve Somali, buğdaylarının tamamını bu iki ülkeden temin ederken, Mısır'ın bağımlılığı yüzde 82 düzeyinde.

Hali hazırda Yemen ve Etiyopya'da devam eden çatışmalar bu iki ülkede kıtlığa yol açtı,  Taliban'ın Afganistan'da yönetimi ele geçirmesi ve bunun sonucunda ABD tarafından dayatılan yaptırımlar milyonlarca insanı açlığın eşiğine getirdi. Ukrayna savaşı ise bu ülkelerdeki açlık tehlikesini daha da büyütüyor.

Tahılda ülkelerin ithalata asimetrik bağımlılığı

Ayrıca, aşağıdaki tablodan da görülebileceği gibi (19), gelişkin ekonomilerin Rusya ve Ukrayna tahılına olan bağımlılığı ile yoksul ülkelerin ya da düşük gelirli ülkelerin bağımlılık derecesi birbirinden oldukça farklı.

Avrupa ülkelerinde bu oran yüzde 10’un altında kalırken, diğerlerinde yüzde 70’in üzerine çıkabiliyor. Örneğin Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkeleri, Ukrayna ve Rus tahılına yüzde 25-74 oranında bağımlı. Dünyanın en büyük buğday ithalatçısı olan Mısır, ithalatının yaklaşık yüzde 73’ünü savaşan bu iki ülkeden sağlarken, Türkiye’nin buğdayda bu iki ülkeye olan bağımlılığı yüzde 75’i buluyor.

Bir başka anlatımla, bazı ülkelerin bu iki ülkeden sağlanan gıda ürünlerine olan bağımlılığı, savaşın bu ülkelerde, diğerlerine göre çok daha ağır hasara neden olacağının bir kanıtı olarak görülmeli.

Türkiye temel gıdada savaşan iki ülkeye bağımlı

Türkiye’ye gelince, aşağıdaki tablodan da görülebileceği gibi (20), Türkiye’nin belli başlı gıda ürünü ithalatı içinde bu ülkelerden yapılan ithalatın payı yüzde 26’ya yaklaşmış durumda.

Böylece Türkiye, bu iki ülkeye en bağımlı, dolayısıyla da savaşan iki taraf dışında savaştan en fazla etkilenecek bir ülke konumunda. Türkiye’yi yüzde 23 ile Çin ve yüzde 13 ile Hindistan takip ediyor. Dahası yoksul ülkelerin ithalat sepetlerinin yüzde 5’inden fazlası savaşın yol açtığı fiyat artışlarından etkilenirken, bu oran zengin ülkelerde yüzde 1’in altında kalıyor.

Sonuç olarak

Dünya halkları, kapitalizmin yol açtığı ekonomik krizlerde, tetiklediği Covid-19 salgını gibi salgınlarda olduğu gibi, bir kez daha kapitalist –emperyalist sistemin neden olduğu bir savaşın bedelini ödüyor.

Bu bedel insan kıyımı, katliamlar,  zorunlu göçler ve ekolojik yıkım biçiminde olduğu kadar, enerjiye erişememekten kaynaklı üretim ve dağıtım sorunları gibi iktisadi de oluyor. Ayrıca gıda temini ve üretiminde yaşanan zorlukların neden olduğu yüksek enflasyon, aşırı yoksullaşma, yaşam maliyetlerindeki hızlı artışlar ve yaşam standartlarındaki düşüşler ve son olarak açlık gibi ciddi sosyal sorunlarla boğuşmak biçiminde de ödeniyor.

Özcesi, Rusya’daki, oligarkların denetimindeki otokratik devlet ve ABD’deki plütokratların denetimindeki sözde burjuva demokrasisinin liderleri, Chomsky’nin deyimiyle (21), gezegenimizi “insanlık tarihinin en tehlikeli noktasına” doğru sürüklüyorlar. Öyle ki “nükleer savaş tehlikesiyle birlikte, dünyadaki organize insan yaşamı yok olma tehlikesi ile karşı karşıya”.

Bu bağlamda “post kapitalizm”  gibi moda kavramlar giderek anlamını yitiriyor ve bundan böyle insanlığın da, gezegenin de kaderinin son tahlilde, Roza Lüksemburg’un 100 yıl öncesinde öngördüğü gibi, barbarlıkla sosyalizm arasında yaşanacak kavgadan hangi tarafın galip çıkacağı ile belirleneceğini gösteriyor.

Dip notlar:

(1)    https://www.stratejivefinans.com/hiperenflasyonun-kiskacindaki-almanya (12 Nisan 2022).

(2)    Gerhard Bry, “Introduction to "Wages in Germany, 1871-1945", Wages in Germany, 1871-1945 (Edt: Gerhard Bry, Charlotte Boschan, 1960 içinde), s.7-8, http://www.nber.org (9 Nisan 2022).

(3)    https://ec.europa.eu/eurostat/Euro_area_annual_inflation_rate_and_its_main_components;   https://tradingeconomics.com/russia/inflation-cpi; https://tradingeconomics.com/ukraine/inflation-cpi (9 Nisan 2022).

(4)    https://www.oxfordeconomics.com/resource/asias-food-inflation-to-peak-in-q3-but-not-at-alarming-levels (12 April 2022).

(5)    https://theconversation.com/ukraine-how-the-russian-invasion-could-derail-the-fragile-world-economy (25 February 2022).

(6)    https://www.brinknews.com/quick-take/russias-attack-on-ukraine-drives-up-commodity-prices (24 February 2022).

(7)    https://theconversation.com/ukraine-how-the-russian-invasion-could-derail-the-fragile-world-economy (25 February 2022).

(8)    https://www.statista.com/chart/26960/number-of-ukrainian-refugees-by-target-country (13 April 2022).

(9)    https://theconversation.com/famines-what-20th-century-food-crises-tell-us-about-how-to-cope-with-the-ukraine-fallout (31 March 2022).

(10)                   https://www.fao.org/worldfoodsituation/foodpricesindex (12 Nisan 2022).

(11)                   https://www.ifpri.org/blog/food-crisis-was-brewing-even-ukraine-war--taking-these-three-steps-could-help-most-vulnerable (25 March 2022).

(12)                   https://theconversation.com/five-essential-commodities-that-will-be-hit-by-war-in-ukraine (24 February 2022).

(13)                   https://www.nakedcapitalism.com/the-global-fertilizer-shortage-is-already-wreaking-havoc-in-latin-america (15 April 2022).

(14)                   https://www.statista.com/chart/27225/russian-and-ukrainian-share-of-global-crop-exports (11 April 2022).

(15)                   https://www.monbiot.com/the-ploughs-share  (21 March 2022 ).

(16)                   https://unctad.org/news/un-crisis-response-group-calls-immediate-action-avert-cascading-impacts-war-ukraine (13 April 2022.

(17)                   https://truthout.org/articles/russias-invasion-of-ukraine-is-predicted-to-worsen-existing-famines (13 March 2022).

(18)                 UNCTAD, The Impact on trade and development of the war in Ukraine,Unctad rapid assessment,  https://unctad.org/system/files/official-document/osginf2022d1_en.pdf, s.5 (16 March 2022).

(19)                   https://thenextrecession.wordpress.com/ukraine-russia-like-an-earthquake (20 March 2022).

(20)                   UNCTAD, agr, s. 4.

(21)                 https://www.commondreams.org/news/most-dangerous-point-human-history-looming-warns-noam-chomsky (6 April 2022).

 

 


13 Nisan 2022 Çarşamba

Yeni ekonomik model” başlamadan bitti!

 

Yeni ekonomik model”  başlamadan bitti!

Mustafa Durmuş

13 Nisan 2022

Son dört aydır (Kasım 2021-Şubat 2022) Türkiye ekonomisinin cari açıkları artarak sürüyor. Üstelik bu açıklar göz ardı edilemeyecek kadar büyük. Öyle ki Kasım’da 13,9 milyar dolarla başlayan süreç, Şubat’ta 21,8 milyar doları aştı. Bunda en büyük etken kuşkusuz dış ticaret açığındaki (ithalat-ihracat) patlama. Çünkü bu açık Kasım’da 29,5 milyar dolar iken, Şubat’ta 39,6 milyar dolara erişti. (1)

Oysa geçen yıl siyasal iktidar,  temelini “cari fazla (ve ithal ikamesine kısmen geri dönüşün) oluşturacağı yeni bir ekonomik modeli hayata geçirmeye başladıklarını” açıklamıştı.

Evdeki pazar çarşıya uymadı

Ancak ödemeler dengesi verilerine bakılınca, ülkeyi yöneten iktidar bloku açısından “evdeki pazarın çarşıya uymadığı” görülüyor. Üstelik “daha yılın başlarındayız, yılsonuna kadar toparlarız” demek de mümkün değil zira birkaç gün önce bir başka darbe de Dünya Bankası’ndan geldi.

Dünya Bankası geçenlerde yayınladığı son “Bölgedeki Savaş-Ekonomik Güncellemeler Raporunda” (2), bir yandan Türkiye ekonomisinin bu yılki büyüme tahminini (Şubat’ta yüzde 2 olarak açıkladığı), yüzde 1,4’e çekerken, aynı zamanda bu yıl ekonominin yüzde - 6,4 ile son yılların en yüksek cari açığını vereceğini öngörüyor. Bu arada aynı raporda bir başka açığın da, bütçe açığının bu yıl rekor düzeyde (yüzde – 5,2) olması bekleniyor.

Üçü bir arada: Bir yandan ‘yatırım-tasarruf açığı’, bir yandan ‘cari açık’ ve bir yandan da ‘bütçe açığı’. Bu üçünün bir arada ve yüksek düzeylerde bulunması ekonomi ve ülke için pek hayra alamet olmasa da, siyasal iktidar bunu dert etmiyor gibi ya da öyle görüntü vermeyi tercih ediyor. Sözcüleri, ısrarla, “her şeyin yoluna gireceğini, yılsonuna kadar enflasyonun makul seviyelerine çekileceğini” söylüyorlar.

‘Yeni’ bir model var mıydı?

Sahi yeni olduğu ileri sürülen bu model neden bu kadar çabuk eskidi? Yoksa hiç yoktu da biz var mı sandık?

Hatırlamakta yarar var. Ülke ekonomisi AKP’nin ilk iktidar yılı olan 2003’ten bu yana yüksek cari açıkla büyüdü. İktidar, dönemin olumlu dış konjonktüründen (bol küresel likidite ve dış destek) yararlanarak bu cari açığını (kabaca ithalat-ithalat farkı) fonladı. Bu süreçte (2020 yılına kadar 1 trilyon dolar civarında bir yabancı kaynak kullanıldı) (3) sermaye/servet birikimi asıl olarak inşaat, emlak/konut ve finans sektörü üzerinden gerçekleştirildi. Bugün eleştirilen dolar milyarderleri ve onların dev inşaat firmaları ve onların etrafındaki büyük sermaye ve iktidar ağı aslında bu stratejinin bir ürünü.

Birikim modeli tıkanınca…

Ancak bu model 2015 yılından bu yana teklemeye ve 2018’den beri de işlememeye başladı. Ülke bu süreçte ciddi döviz krizleriyle beraber, yüksek dış borç stoku, yüksek işsizlik, yüksek enflasyon ve tabi ki bunlarla birlikte daha da kötüleşen gelir adaletsizliği ve yoksullaşma yaşıyor.

Ekonominin sanal olarak büyütülmesi dışında bu model sürdürülemez bir noktaya geldi. Ukrayna savaşının da etkileriyle birlikte bu yıl artık böyle bir ekonomik büyüme de olmayacak.

İktidar bloku açısından, eski hikâye işlevsiz kalınca bu kez yeni bir hikâye anlatmak gerekli oldu. “Asıl yeni başlıyoruz” sloganı ile artık “cari fazla vereceğimiz” ilan edildi. Öyle ki bu söylemlerden yola çıkarak, bazıları “Çin Modeli uygulanacağı” çıkarımlarında bulundular.

Cari açık “out”, cari fazla “in”

Cari fazlanın, turizm gelirlerinin yanı sıra, “ihracatın ithalattan daha fazla artması ve ithalatın giderek azaltılarak yerli üretimle ikame edilmesiyle mümkün olabileceği” söylendi. Bu bağlamda ihracatı artırabilmek için, döviz kuru 1 dolar 15 TL bandına kadar çekilip (Kur Koruma Mevduatı uygulamasıyla yüzlerce milyar TL’lik potansiyel kamu zararı sayesinde 15 TL’nin altında tutulurken), tüfe bazlı reel efektif döviz kurları 120’lerden 55’e kadar düşürüldü (4). Asgari ücret 289 dolara kadar çekilirken, bunun yarısına dahi çalışmaya razı ‘sığınmacı emeği’ ihracat sektörünün çoklukla başvurduğu bir ‘ucuz emek deposu’ haline getirildi.

Bütün bunlardan murat edilen (ya da bize söylenen) “cari fazla ile döviz rezervlerinin artması, böylece döviz arz ve talebinin dengelenmesi, bunun döviz kurunu düşürmesi ve nihayetinde bunun da enflasyonu indirmesiydi”.

Böylece tıpkı “faiz ve döviz kurunda yapıldığı gibi, yılsonunda enflasyon da makul seviyelere düşürülecekti”. Tek yapılması gereken “sabırlı olmak ve iktidara güvenmekti”.

Cari açık 1 yılda 3 kat arttı

Ama bu öngörüler bir türlü gerçekleşmedi. Nitekim dün Merkez Bankası ödemeler dengesi istatistiklerini (Şubat 2022) açıklarken, kötü haberi de verdi. Buna göre yıllık cari açık hali hazırda 21,9 milyar dolara ulaşmış durumda.

Bu istatistiki verilerden derleyerek hazırladığımız aşağıdaki tablo bu konuda daha ayrıntılı bilgi sunuyor.  Buradan da görülebileceği gibi; cari açık bu bir yılda 3 kat, en önemli bileşeni olan dış ticaret açığı ise 3,6 kata kadar artmış. Bunun asıl nedeni (azalmasını bir kenara bırakın) ithalatın ihracattan daha hızlı artması.

Örneğin bu yılın Ocak-Şubat aylarında (geçen yılın aynı ayları ile kıyaslandığında) ithalat yüzde 51 artarken, ihracat sadece yüzde 24 artabilmiş. Kısaca ihracat beklendiği hızla artırılamazken, ithalat azaltılamıyor, hatta artışı yavaşlatılamıyor.


Tablo: Son bir yıldaki (2021-2022) cari açık, dış ticaret açığı, ihracat, ithalat değişimleri (milyar $, % artış)

 

Şubat 2021

Şubat 2022

Artış (milyar $, %)

Ocak-Şubat 2021

Ocak-Şubat 2022

Artış (milyar $, %)

Cari açık

 

-2.447

-5,154

-2.707

 

-4.250

-12.136

(3 katına çıktı)

7.886

 

Dış ticaret açığı

-2.101

-6.003

-3.902

 

-4.006

-14.348

(3.6 katına çıktı)

10.342

 

İhracat

15.894

20.150

4.256

(% 27)

30.713

39.971

7.258

(% 24)

İthalat

17.995

26.153

8.158

(% 45)

34.719

52.319

17.600

(% 51)

 

Mevcut birikim modeli sürdürülemez olunca ve bu durum daha fazla otoriterleşmenin de önünü açınca iktidarın Batı ile ilişkileri de sıkıntıya girdi. Batılı ‘dostlarla’ ara açılınca, iktidar önce ekonomik ve politik çözümleri yeni rota arayışı altında Doğu’da, yani Rusya ve Çin gibi otokrasi ile yönetilen ülkelerde aradı ama bu da tutmadı.

Çünkü sermaye, ara malı ve teknoloji açısından Batıya bağımlı bir ülkenin bunları riske sokacak yaptırımları göze alması beklenemezdi. Ayrıca devletin ve sermaye gruplarının onlarca yıldır Batı ile kurmuş olduğu ekonomik ve politik çıkar ilişkileri öyle kolay feda edilebilecek türden ilişkiler değildi.

İthal ikamesine geri dönülebilir mi?

İkinci olarak, bizi yönetenlerin kendileri kabul etmeseler de, bu ülkenin mevcut siyasal yönetim anlayışı, benimsediği iktisadi paradigma ve buna uygun ekonomi politikaları altında ithal ikamesine tekrardan (1960’larda olduğu gibi) dönülebilmesi neredeyse imkânsız. Buradan hareketle de ekonomide cari fazla yaratılabilmesi çok zor.

Çünkü:

• Cari fazla verebilmek için ülkenin sanayi ve teknoloji alt yapısının güçlü olması ve ihracatın da bu alt yapı üzerinden şekillenerek dünya pazarlarında karşılık bulabilecek düzeyde, yani sermaye-teknoloji ve beceri yoğun ürünlerden oluşması gerekiyor. Ülkenin ne ekonomisi, ne de ihracatı bu yetkinlikte.

• Ülke ileri teknoloji üreten bir ülke olmadığından teknolojiyi ithal etmek gerekiyor. Ancak bunun için ülkenin ya yeterli dövizi olmalı ya da ülkeye ileri teknolojiyi beraberinde getirebilecek nitelikte doğrudan yabancı sermaye yatırımı gelmeli. Örneğin Çin 1970’li yıllarda ileri teknoloji ihtiyacını böyle yatırımlarla çözdü ve sonrasında kendi yerli teknolojilerini üretmeye başladı.

Oysa Türkiye’ye son yıllarda çok az miktarda doğrudan yabancı sermaye yatırımı geliyor. Üstelik bu yatırımların önemli bir kısmı ileri teknoloji ile ilgisi bulunmayan, örneğin emlak ve konut alımına dönük yatırımlar. TL değersizleştikçe ülkedeki konut, emlak, toprak ucuzluyor, bu da yabancı yatırımcıyı çekiyor, bunlar da sözde doğrudan yabancı sermaye yatırımları arasında sayılıyor. Bunun ileri teknoloji ihtiyacını karşılamaya her hangi bir katkısının olmayacağı çok açık.

• İleri teknoloji olmayınca emek gücü verimliliği de yeterince artmıyor. Ayrıca böyle ileri teknolojiyi özümseyebilecek bir emek gücü için, buna uygun eğitim sistemi ve politikaları da gerekiyor. İktidarsa bunu pek dert ediniyor gibi görünmüyor zira eğitimin hali ortada. Üstelik ülkeden gitmek durumunda kalan nitelikli, eğitimli emek gücüne en kibarca “çekip gidin” denilebiliyor.

İthal ikamesini hayata geçirebilmek içinse ya özel sektör buna niyetli olacak ya da devlet bu işi üstlenecektir. Özel sektör mevcut maliyetlerle böyle bir yerli üretime girmekte zorlanır zira özellikle de Çin’den gelen ucuz mallar karşısında rekabet şansı çok az.

Devletse bu işe tekrar girebilecek konumda değil çünkü ülke tarihindeki özelleştirmelerin neredeyse yüzde 90’ı bu iktidar döneminde yapıldı. Yani tüm kamu iktisadi teşebbüsleri (KİT) özelleştirildiğinden, yerli üretimi yapacak kurum kalmadı artık. Kaldı ki bırakın kamulaştırmayı, devletleştirme düşüncesi bile neo-liberalizmi düstur edinmiş olan bir iktidarın pek benimseyebileceği bir şey değil.

Sonuç olarak

İktidar blokunun “yeni ekonomi modeli” olarak topluma sunduğu şey dört ayın sonunda kendiliğinden iflas etti. İktidarın anlatabileceği başka yeni bir hikâye de mevcut değil.

Diğer yandan, şu ana kadar açıkladıklarından hareketle,  merkez sağda buluşan ‘Millet İttifakı’nın ortaya koyduğu ‘toparlanma ya da çıkış modeli’ de yeni değil. Eskinin tekrarı, daha ziyade pansuman niteliğinde önerilerle ne yüksek cari açık, enflasyon, işsizlik, yoksulluk ortadan kaldırılabilir, ne de ülke gerçek bir ekonomik ve sosyal kalkınma rotasına sokulabilir.

Gerçek bir özgürleştirici sosyo-ekonomik kalkınma ve gelişme için; emekten yana, doğa ile uyumlu, kadınları güçlendiren, eşit yurttaşlık temelinde toplumun tüm ezilen kesimlerini, kimliklerini kucaklayan bir bakışa, buna uygun bir stratejiye ve ekonomi politikalarına ve bunu harekete geçirecek bir siyasal ve toplumsal iradeye ihtiyacımız var.

Dip notlar:

(1)    TCMB, Ödemeler Dengesi İstatistikleri, Tablo 3. Ödemeler Dengesi Altıncı El Kitabı - Yıllıklandırılmış Ayrıntılı Sunum,  https://www.tcmb.gov.tr (11 Nisan 2022).

(2)    World Bank, War in the region, Europe and Central Asia Economic Update (Spring 2022), https://www.worldbank.org, s. 98  (11 Nisan 2022).

(3)    https://t24.com.tr/yazarlar/mustafa-durmus/cari-aciga-dayali-buyumeye-devam-dis-borc-stoku-ve-heba-edilen-18-yil (23 Mayıs 2021).

(4)    TCMB, Tüfe Bazlı Reel Efektif Döviz Kuru, https://evds2.tcmb.gov.tr (12 Nisan 2022).