29 Kasım 2022 Salı

Çocuk yoksulluğu

 

Çocuk yoksulluğu sadece bir adalet eksikliği sorunu mudur?

Mustafa Durmuş

29 Kasım 2022

OECD, yoksulluk oranını “geliri yoksulluk sınırının altına düşen insan sayısının oranı” olarak tanımlıyor ve toplam nüfusun medyan (ortanca) hane gelirinin yarısı olarak hesaplıyor. Çocuk yoksulluğunu ise  (0-17)  yaş arasındaki nüfusun yoksulluğu olarak tanımlıyor.

Çocuk yoksulluğu sıralamasında ilk 3’teyiz!

Bu bağlamda, OECD verilerine göre, Türkiye 2019 yılı itibarıyla, çocuk yoksulluğu açısından dünyada sıralanan 41 ülke arasında Güney Afrika ve Kosta Rika’dan sonra en yüksek yoksulluk oranına sahip 3’ncü ülke (yüzde 22, 4) ve OECD ülkeleri arasında 2’nci ülke (Kosta Rika’dan sonra) konumunda. En düşük çocuk yoksulluğuna sahip ülke yüzde 0,24 ile Finlandiya. Güney Kore’de ve Rusya’da ise bu oran sırasıyla yüzde 0, 98 ve yüzde 1,79. (1)

Özetle, Türkiye’de çocuklar Finlandiya’daki çocuklardan 9, 3 kat; Güney Kore’dekilerden 2,3 kat ve Rusya’dakilerden 1,3 kat daha yoksullar. Enflasyonun ve gelir dağılımı eşitsizliğinin zirveye çıktığı içinde bulunduğumuz bu yılda durumun daha da kötüleştiğini varsayabiliriz.

Okuldaki süreyi aç geçiren çocuklar

Bir kaç gün önce Kılıçdaroğlu çifti evlerinin mutfağından çektikleri bir video ile çocuk yoksulluğu sorununa dikkat çekti ve okul çocuklarına günde bir öğün ücretsiz yemek verilmesi gerektiğini savundu. Kemal Kılıçdaroğlu ayrıca CHP‘nin bu yönde verdiği soru önergesinin iktidar partilerinin oyları ile Meclis’te reddedilmesini eleştirdi. (2)

Kemal Kılıçdaroğlu konuşmasında: “bu yoksulluğun (çocuk yoksulluğu) zıddı zenginlik değil, bu yoksulluğun zıttı adalettir, bu çocuklara verilmeyen adalet” vurgusunda bulundu.

Bundan aylar önce bazı okul çocuklarının artık okullarına içi yeterince dolu olmayan beslenme çantaları ile gitmek zorunda kaldıklarını hatırlatarak, dünyanın birçok ülkesindeki uygulamalardan örnekler vermiş ve tüm okul çocuklarına günde bir öğün ücretsiz yemek sunulmasını, yoksul çocukları arkadaşlarının önünde zor duruma düşürmemek için de bu yemeğin istisnasız her çocuğa verilmesi gerektiğini savunmuştum, hala savunuyorum.

5 Eylül 2022’de okulların açıldığı gün ‘Mustafa Durmuş@MDAlterAkademi‘ adlı  hesabımdan şu twitleri  atmıştım (3):

“Örgün eğitim dönemi başladı. En minikler bugün okullu oluyor. Peki öğrenciler yeterince beslenebiliyor mu? Sermayeye bol keseden kaynak aktaran iktidar, okullarda neden ücretsiz yemek vermiyor?”

“Ülkedeki yakıcı ekonomik kriz ve derin yoksulluk okul çocuklarının okula aç gönderilmesiyle sonuçlanacak. Bu yüzden okullarda öğrencilere ayrımsız ücretsiz öğlen yemeği verilmeli.”

“Yaşam boyu süren yetersiz beslenme sorununu azaltmanın bir yolu okullarda öğrencilere ücretsiz yemek vermek. Yemek dağıtmak için oluşturulan sistemler, ayrıca, göz testleri ve diş kontrolleri için de kullanıldığı için çok önemli.”

“Ücretsiz okul yemekleri, bedenleri olduğu kadar, zihinleri de besleyebiliyor. Birincisi, birçok çocuğun açlık çektiği ülkelerde, ücretsiz okul yemekleri okula gelmek için büyük bir teşvik yaratıyor.”

“İkincisi, beyin gelişimi için çocukların yeterli gıda almaları gerekiyor. Bu da okul yemeklerine eklenebilecek temel mikro besinlerle desteklenebiliyor.”

“Üçüncüsü, daha iyi beslenen çocuklar öğrenmeye daha kolay odaklanabiliyorlar, bu da öğrenmeyi kolaylaştırıyor. Araştırmalar, okul yemeklerinin gerçekten de bu olumlu etkileri yarattığını gösteriyor.”

“Dördüncüsü, okullarda ücretsiz yemek sunumu, aç ya da yetersiz beslenen çocukların dersleri aksatma ihtimalini azaltıyor.”

“Beşincisi, böyle programlar dünyanın pek çok yerinde öğle yemeğiyle biten okul saatlerini uzatmak için önemli bir adım. Bu da çalışan aileleri rahatlatıyor.”

“Altıncısı, daha fazla çocuğu okul yemeklerine yönlendirmek obezite oranlarını azaltabiliyor. Çocukları küçükken meyve ve sebzeleri yemeye teşvik etmek, onlara ömür boyu sürecek iyi alışkanlıklar kazandırabiliyor.”

“Araştırmalar, ücretsiz okul yemekleri sağlamanın okuryazarlık hızını ve aritmetik puanlarını yükselttiğini ve özellikle kız çocuklarına yönelik iyileştirmelerin çok büyük olduğunu ortaya koyuyor.”

“Bir BM kuruluşu olan Dünya Gıda Programı’na (WFP) göre, yaklaşık 390 milyon okul çocuğu bir tür okul-yemek programından yararlanıyor. Bu toplam, ilkokul çağındaki tüm çocukların yaklaşık yarısına eşit bir sayı.”

“Ücretsiz yemek sunumu programları büyük ölçüde farklılık gösteriyor. Brezilya, Estonya, Finlandiya ve İsveç, tüm öğrencilere ücretsiz beslenme sağlayan ülkeler arasında.”

“Çin öğrencilerin yaklaşık dörtte birini besliyor. Zengin ülkelerde yaygın olduğu gibi, her okulda en yoksul çocuklara bedava yemek vermek yerine, kırsal kesimin en yoksul kesimleri belirleniyor ve buralardaki okullara devam eden herkes için yemek fonu sağlanıyor.”

“Hindistan, her gün her ülkeden daha fazla bedava yemek pişiriyor. “Gün Ortası Yemek Programı” en az 90 milyon çocuğu besliyor.”

“Brezilya’da yaklaşık 40 milyon öğrenciye ulaşan bir ücretsiz beslenme programı var. Öğretmenler ve öğrenciler birlikte yemek yiyor. Bir okul müdürü yemek paylaşmanın saygıyı teşvik ettiğini söylüyor.”

“Türkiye ne yazık ki öğrencilerine ücretsiz yemek sunmayan nadir ülkelerden biri...”

Nedenler yerine sonuçlara odaklanmak yeterli mi?

Kuşkusuz Kemal Kılıçdaroğlu’nun böyle bir soruna dikkat çekmesi ve “kendi olası iktidarlarında tüm çocuklara okulda günde bir öğün ücretsiz yemek verileceği” sözünü vermesi çok kıymetli. Bunu acilen hayata geçirmek gerekiyor.

Ancak Kılıçdaroğlu çocuk yoksulluğu sorununu nedenler üzerinden değil de sonuçlar üzerinden anlatıyor. Oysa okullarda bir öğün ücretsiz yemek verilmesini savunurken, çocuk yoksulluğunun asıl nedeninin kapitalist sistemin yol açtığı gelir ve servet bölüşümü eşitsizliği olduğunun altını da kalın bir çizgi ile çizmek ve buna göre daha radikal çözüm önerilerinde bulunmak gerekiyor.

Yoksul ailelerin çocukları açlık çekiyor

Nitekim aşağıdaki tablo Türkiye’deki çocuk yoksulluğunun nedeni olan gelir bölüşümü eşitsizliğini apaçık ortaya koyuyor. Öyle ki nüfusun en alttaki yüzde 50’si milli gelirden yüzde 14,2 ve servetten ise sadece yüzde 3,2 pay alabiliyor. Kısaca bu yüzde 50’lik kesim en derin yoksulluk içinde olan kesim. (4)

Bu kesimin de insan onuruna yaraşır bir ücret alamayan işçiler ve işsizler başta olmak üzere, yoksul köylüler gibi toplumun emekçilerinden oluştuğu çok açık. Yani sorun çok bariz bir biçimde sınıfsal bir sorun olarak karşımıza çıkıyor.

Dolayısıyla ülkenin sosyal sınıflara bölünmüş olduğu gerçeği böyle bir gelir eşitsizliğinin ve yoksulluğun (dolayısıyla da çocuk yoksulluğunun) asıl nedenini oluşturuyor. Çünkü okullara aç giden ya da okulda karnını doyuracak bir beslenme çantasına sahip olmayan çocukların çok büyük bir kısmı işte bu yüzde 50’lik en alttaki sınıfın çocukları.


Türkiye’de bölüşüm eşitsizliği (2021)

En alttaki % 50’lik nüfus

En üstteki % 10’luk nüfus

En üstteki % 1’lik nüfus

Milli gelirden aldığı pay (%)

14,2

51,7

18,8

Servetten aldığı pay (%)

3,2

68,0

37,1

Kürt çocukları daha yoksul

Ayrıca yoksulluk etnik kimliğe göre de değiyor. Öyle ki ülkenin Güney Doğu ve Doğusundaki Kürt yurttaşların çocukları diğer çocuklara göre daha yoksul konumdalar. Zira bu Bölge hem gelirden, hem de tüketimden Türkiye ortalamasının ancak yarısından dahi az pay (yüzde 49) alabiliyor. (5)

Nitekim TÜİK’in ‘2021 Yılı Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması’nın sonuçlarına göre;

Türkiye'de yıllık ortalama eşdeğer hane halkı kullanılabilir fert geliri 2021 yılında 37,400 TL iken, İBBS 2. Düzey bölgeleri itibarıyla en yüksek olduğu bölge 51,765 TL ile TR10 (İstanbul) bölgesi oldu. Bu bölgeyi, 47,595 TL ile TR31 (İzmir) bölgesi ve 46, 516 TL ile TR51 (Ankara) bölgesi izledi. En düşük yıllık ortalama eşdeğer hane halkı kullanılabilir fert geliri ise 18, 278 TL ile TRB2 (Van, Muş, Bitlis, Hakkâri) bölgesinde gerçekleşti.

Sorun kimlikle de ilgili

Yani Kürtlerin ağırlıklı olarak yaşadığı TRB2 bölgesinde elde edilen ortalama kişi başı gelir İstanbul’dakinin ancak yüzde 35’i; İzmir’dekinin yüzde 38’i ve Ankara’dakinin yüzde 39’u kadar. Üstelik bu gelir eşit de dağılmıyor.

Paralel bir biçimde, eşdeğer hane halkı kullanılabilir fert medyan gelirinin yüzde 50’sine göre hesaplanan yoksulluk sınırına göre, gelire dayalı göreli yoksulluk oranının en yüksek olduğu bölgeler şöyle: Yüzde 14,4 ile TR62 (Adana, Mersin), yüzde 13,7 ile TRC3 (Mardin, Batman, Şırnak, Siirt) ve TRA2 (Ağrı, Kars, Iğdır, Ardahan).

Kuşkusuz Bölge’de sınıfsal ayrışmaya göre alt sınıfların yoksulluğu çok daha fazla. Nitekim genel olarak çocuklar yeterince beslenemezken, azınlıkta da olsa özellikle de özel okullara giden zengin Kürt çocuklarının böyle bir sorun yaşadığını ileri sürmek zor.

Sonuç olarak

Bugün acilen yapılması gereken bir şey anlamında çocuklara okulda bir öğün ücretsiz yemek verilmesini talep etmek gerekiyor. Hatta bunu daha da genişletip öğretmenlere ve diğer okul çalışanlarına da ücretsiz bir öğün yemek verilmesi lazım.

Diğer yandan bunun çocuk yoksulluğunu ve çocukların yetersiz beslenmeleri ile ilgili sorunları ortadan kaldırabilmesi mümkün değil. Bunun için orta vadede mutlaka gelir bölüşümü eşitsizliğine müdahale etmek şart. Ayrıca Bölge’deki çocukların en fazla yoksulluk ve beslenme yetersizliği çekenler olduğu dikkate alındığında, bu sorunun da kökeninde yatan ‘Kürt Sorunu’nun demokratik yollarla ve ‘eşit yurttaşlık’ temelinde çözüme kavuşturulması gerekiyor.

Bu bağlamda, adaletli ücret ve gelir politikalarına ve işçi haklarını ve örgütlenmesini geliştiren, güçlendiren sosyal politikalara ihtiyacımız var.

Ayrıca, zenginlerden daha fazla vergi alınması, artan oranlı bir servet vergisi konulması ve bu vergilerden elde edilen gelirin ücretsiz bir öğün yemek de dâhil, kamucu eğitim ve sağlık harcamaları için kullanılması gibi emekten yana yeniden bölüştürücü politikaların hayata geçirilmesi ve eşit yurttaşlık temelinde ülkede sosyal bir barışın tesis edilmesini gerekiyor.

Dip notlar:

(1)    https://data.oecd.org/inequality/poverty-rate.htm (28 Kasım 2022).

(2)    https://www.yenicaggazetesi.com.tr/kilicdaroglu-cifti-evinin-mutfagindan-seslendi-cocuklara-ucretsiz-yemek-sozu (26 Kasım 2022).

(3)    Twitler oluşturulurken şu kaynaktan yararlanıldı: https://www.economist.com/international/should-every-schoolchild-eat-free (1 September 2022).

(4)    National Income Share, https://wid.world (26 Kasım 2022).

(5)    TÜİK, Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması Bölgesel Sonuçları, 2021, https://data.tuik.gov.tr (12 Mayıs 2022).

 

 

 

 

 

 

 


26 Kasım 2022 Cumartesi

Son faiz indirimi kime yarayacak?

 

Son faiz indirimi kime yarayacak?

Mustafa Durmuş

25 Kasım 2022


Küresel ekonomi, özellikle de Rusya-Ukrayna savaşından bu yana giderek yavaşlıyor. Nitekim OECD, dünyanın 1970’lerden bu yana yaşadığı en derin enerji krizi nedeniyle, bu yıl küresel ekonominin yüzde 3,1 ve gelecek yıl ise sadece yüzde 2,2 büyümesini öngörüyor. (1)

Dünyada ve Türkiye’de ekonomik durgunluk belirtileri

Büyük uluslararası finans kurumları tarafından finanse edilen bir araştırma kuruluşu olan Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF) ise (aşağıdaki tablodan da görülebileceği gibi) çok daha ciddi bir yavaşlama öngörerek, gelecek yıl küresel ekonominin sadece yüzde 1,3 büyüyebileceğini,  Türkiye ekonomisinin ise bu yıl yüzde 3,9 büyürken, 2023’te yüzde 0,9 küçüleceğini ileri sürüyor. (2)

İhracat yavaşladı, navlun geriledi

Dünyadaki bu gelişmelere paralel olarak, bu öngörüleri de destekler biçimde, Türkiye’de ekonomik büyümenin motorlarından birisi olan ihracatın yavaşladığı görülüyor.

Öyle ki sektörden gelen bilgilere göre, ihracatta uluslararası taşımalardaki düşüş hızlandı, bazı yük bağlantıları ötelendi, bazılarında ise iptaller başladı, konteyner yüklemelerindeki daralmaya bağlı olarak navlunda da gerileme devam ediyor ve sınırdan geçen TIR sayısında azalma görülüyor. (3)

Kapasite kullanım oranları düştü

Kasım ayındaki imalat sanayi kapasite kullanım oranlarındaki (KKO) bir önceki aya göre yüzde 1’lik bir düşüş ise (4) sanayi üretimindeki yavaşlamanın ve üretimdeki düşüşün bir diğer göstergesi.

Çeyrekten çeyreğe negatif büyüme

Bu çerçevede son çeyrekteki (Ekim-Kasım-Aralık) ekonomik büyümenin beklenenin altında çıkması olasılığı bir hayli yüksek.

Nitekim BETAM, bu yılın üçüncü çeyreğinde (mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış) elektrik tüketiminde yüzde 2, imalat sanayi üretim endeksinde ise yüzde 4’lük bir azalış gözlemlendiğini, geçen yılın aynı dönemi ile kıyaslandığında hizmet sektörüne olan talebin durgunlaştığını, kesinleşen Temmuz, Ağustos ve kısmen açıklanan Eylül ayı GSYH öncü göstergeleri ile yapılan hesaplamalara göre ekonominin bu yılın üçüncü çeyreğinde bir önceki yılın aynı çeyreğine kıyasla sadece yüzde 4,3 oranında büyümesini, ancak (mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış verilerle yapılan hesaplamalara göre), bu yılın üçüncü çeyreğinde bir önceki çeyreğe kıyasla GSYH’nin yüzde 0,3 azalmasını öngörüyor. (5)

Kısaca, ikinci çeyrekte yüzde 7,6 gibi yüksek hızda büyüyen Türkiye ekonomisinin üçüncü çeyrekte (Temmuz-Ağustos-Eylül) ciddi biçimde yavaşladığı ve içinde bulunduğumuz son çeyrekte bu yavaşlamanın artarak devam edeceği anlaşılıyor.

‘Ekonomik büyüme’ için ‘makroekonomik istikrar’ feda ediliyor!

Gerçek bir iktisadi rasyonalite olmaksızın dahi rahatça faiz indirebilen iktidarın, bu olumsuz gelişmeler karşısında, politika faizini 150 baz puan daha indirerek yüzde 10,5’ten yüzde 9’a düşürmesi (6) zaten bekleniyordu.

Bu indirimin nedeni belli: Seçim yaklaşıyor, her türden iktisadi göstergenin kötü olduğu, ekonomik sıkıntıların zirve yaptığı, toplumsal muhalefetin yükselişte olduğu böyle bir dönemde bir de iktisadi büyüme yavaşlarsa, iktidarın, sanal da olsa, iktisadi olarak arkasına sığınacağı başka bir şey kalmaz. Bu yüzden de iktisadi büyüme için makroekonomik istikrar bir kez daha feda edildi.

Bu çerçevede seçime kadar, faiz indirimi ile özel tüketim harcamalarını körükleyip, ekonomiyi tüketim yönlü büyütme çabası sürecek yani bir tür “derin yarayı yara bandı ile kapatma politikası” devam edecek gibi görünüyor.

Ancak aşırı miktarda ve sıklıkta kullanılan bir ağrı kesicinin etkisinin artık yok olması ya da her seferinde daha fazla doz gerektirmesi gibi, yeni faiz indirimlerinin ekonomiye gerçek anlamda bir faydasının olmayacağı da çok açık.

Kaldı ki ‘ekonomik büyüm’ ile ‘makroekonomik istikrar sağlama’ birbirinin ikamesi değil, birbirinin tamamlayıcısı iki önemli ekonomik hedeftir. Biri diğeri için kurban edilmemelidir. İdeal olan ise makroekonomik istikrar altında (fiyat istikrarı) kalıcı bir ekonomik büyümenin sağlanmasıdır.

Spekülatif kârlara dayalı bir büyüme sürdürülmek isteniyor

Ayrıca, ekonomiyi özellikle de toplum ve doğa dostu, istihdam yaratan yatırımlarla büyütmek gerekiyor. Ancak iktidarın izlediği kredi ve düşük faiz politikası bir süredir bu tür yatırımları teşvik edici olmaktan çoktan çıkmış durumda. Ucuz ve bol para reel yatırımlardan ziyade,  artık Kur Korumalı Mevduat (KKM), borsa, Hazine kağıdı, mevduat, döviz, konut gibi spekülatif alanlara yöneliyor.

Görünen o ki faiz indirimleri ile reel yatırımlar arasındaki ilişki, duyarlılık ortadan kalkmış, yani para/faiz politikasının ekonomiyi yatırımlar üzerinden büyütme etkisi iyice azalmış. Özellikle de giderek belirginleşen bir ‘mali baskınlık’ yani büyük çaptaki bütçe açığı ve kamu borcu altında bu politika daha da etkisiz olacaktır.

Kısaca, tüketim harcamaları ve spekülatif kârlar üzerinden gerçekleşecek bir iktisadi büyüme refahı adil dağıtan, işsizliği azaltan, yeni istihdam yaratan, kısaca emekten yana, adil bölüşüm sağlayan, doğa ile uyumlu bir büyüme olmayacaktır. Bu bağlamda son faiz indirimi de bu amaçlara hizmet etmeyeceği gibi, ekonominin bütünü açısından da fayda sağlamayacaktır.

Faiz indirimi gelir eşitsizliklerini daha da artıracak

Diğer yandan faiz indiriminin gelir bölüşümü başta olmak üzere bölüşüm adaletsizliklerini daha da artıracağı kesin.

Nitekim politika faizinin indirilmesiyle bankaların Merkez Bankası’ndan daha ucuza borçlanabildiği ve çok daha yüksek kredi faizleriyle bu parayı piyasada sattıkları biliniyor.

Örneğin politika faizinin yüzde 9’a indirildiği gün Merkez Bankası’nın sitesinde TL cinsinden ihtiyaç kredi faizinin yüzde 30,7; tüketici kredisi faizinin yüzde 29,7; taşıt kredisi faizinin yüzde 25,1; konut kredisi faizinin yüzde 21,5; ticari kredi faizinin yüzde 16,4 olduğu bilgisine yer veriliyor. (7) Piyasadaki faiz oranlarının bunun çok üzerinde olduğu da bir gerçek.

Keza, kredi kartlarına uygulanan aylık faiz oranının (maksimum) yüzde 1,5 (yıllık yüzde 18,0) ve aylık gecikme faizi oranının yüzde 1,8 (yıllık yüzde 21,6) olduğu dikkate alındığında bankaların faiz gelirlerinin ve kârlarının da ne denli yüksek olacağı anlaşılıyor.

Bankaların net faiz gelirlerinde ve net kârlarında 15 kata yakın artış

Nitekim son faiz indirimi kararından önce dahi bankaların bu yılın ilk 9 ayındaki net faiz gelirleri 14,6 kat artırarak Ocak’ta 33,9 milyar TL'den Eylül’de 497,6 milyar TL'ye; dönem net kârları ise 14,2 kat artırarak Ocak’ta 20,1 milyar TL'den Eylül’de 286,2 milyar TL’ye yükseldi. (8)

Bu bankaların bu süreçte ödeyecekleri vergi ise 93,2 milyar TL. Bu rakam, 933,0 milyar TL toplam faiz (kâr payı) gelirine bölündüğünde efektif Kurumlar Vergisi yükünün sadece yüzde 10 olduğu görülüyor. Oysa bankalara uygulanan yasal vergi oranı bilindiği gibi yüzde 25.

Yani bankalar kendilerine sağlanan indirim, muafiyet ve istisna gibi teşviklerden faydalanarak yüzde 25 nominal vergi yerine efektif olarak yüzde 10 vergi ödüyorlar. Sadece düşük politika faizi ile değil, aynı zamanda düşük efektif vergi yükü ile de ödüllendiriliyorlar.

Sosyalistlerin liderliğindeki hükümetin farkı

Ülkede bunlar olurken, İspanya’da sosyalistlerin önderliğindeki hükümet, ülkedeki bankaların faiz ve komisyon gelirleri üzerinden yüzde 4,8’lik bir vergi alarak 2 yılda 3 milyar Euro, elektrik şirketlerinin satışlarından yüzde 1,2 vergi alarak 4 milyar Euro olmak üzere toplam 7 milyar Euro gelir elde etmeyi hedefliyor. (9)

Böylece hükümet, sektörden gelen tepkilere rağmen, uygulayacağı “aşırı kâr vergisi ile bu iki sektörü vergilendirerek kamu geliri yaratmak ve bunu halkın “yaşam maliyeti krizini” hafifletmede kullanmak istiyor.

Biz ise burada, son kararda olduğu gibi, politika faizini indirerek, bu süreçte kârları patlayan, efektif vergi yükü yarı yarıya düşen bankaları ve enerji sübvansiyonları vererek elektrik enerjisi dağıtımı yapan özel sermaye şirketlerini destekliyoruz.  

Çarpıcı bir örnek vermek gerekirse, İspanya Hükümeti en büyük bankalarından birisi olan BBVA’dan ‘aşırı kâr vergisi’ adı altında ilave vergi almayı planlarken, biz aynı bankayı (Türkiye’deki adı Garanti BBVA) faiz indirimi ve cömert vergi istisna, muafiyeti ve indirimi ile ödüllendiriyoruz.

Dip notlar:

(1)    https://oecdecoscope.blog/confronting-the-crisis (22 November 2022).

(2)    Michael Roberts blog, https://www.facebook.com (24 Kasım 2022).

(3)    https://www.utikad.org.tr/Detay/Sektor-Haberleri/33300/ihracat-yukunde-oteleme-ve-iptaller-basladi (10 Kasım 2022).

(4)    T. C. Merkez Bankası, İmalat Sanayi Kapasite Kullanım Oranı (Kasım 2022), https://www.tcmb.gov.tr (24 Kasım 2022).

(5)    Ozan Bakış, Uğurcan Acar, “Çeyrekten Çeyreğe Negatif Büyüme”, Ekonomik Büyüme ve Tahminler: Kasım 2022, BETAM Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (24 Kasım 2022).

(6)    https://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/TR/TCMB+TR/Main+Menu/Duyurular/Basin/2022/DUY2022-47 (24 Kasım 2022).

(7)      https://evds2.tcmb.gov.tr/index.php?/evds/portlet/K24NEG9DQ1s%3D/tr (25 Kasım 2022).

(8)    https://www.bddk.org.tr//BultenAylik (25 Ocak 2022).

(9)    “Spain to push ahead with windfall tax on banks and energy groups”, https://www.ft.com (24 November 2022).

 

 

 

21 Kasım 2022 Pazartesi

Meclis’te bütçe görüşülürken bir ‘barış belgesi’ olarak ‘Magna Carta’nın önemi

 

Meclis’te bütçe görüşülürken bir ‘barış belgesi’ olarak ‘Magna Carta’nın önemi

Mustafa Durmuş

21 Kasım 2022


2023 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülürken, tartışmaların düzeyi ve kullanılan dil ve üslup anlamında, rahatsız edici bir bütçe süreci yaşanıyor.

Tartışmaların düzeyi açısından genel olarak düşük düzeyli bir süreç işletiliyor. Buna rağmen bakanlıkların bütçe teklifleri üzerindeki görüşmeler genelde gerilimli bir ortamda yapılıyor. Örneğin, atanmış bir bakanın halk tarafından seçilmiş milletvekillerine karşı kullandığı ağır küfür ve hakaretler içeren sözler (1), etik olarak kabul edilemezliği bir yana,  beraberinde Bütçe Hakkı’nın yok edilmesi anlamında ciddi bir sorgulamayı da gerekli kılıyor.

Bir madalyonun iki yüzü gibi

Eş zamanlı olarak (iki gün önce) Kuzey Suriye’ye ve Kuzey Irak’a yönelik olarak geniş çapta yeni bir askeri hava operasyonu gerçekleştirildi. Bu da içerideki otoriter dilin militarizmle bir arada yürüdüğünü, ikisinin birbirini tamamladığını, ikisini birbirinden ayırarak (bazı muhalefet liderlerinin yaptığı gibi) siyaset yapılamayacağını gösteriyor.

Bu ve benzeri operasyonların çok daha önceden planlandığı ancak bunlara ABD, Rusya ve İran’ın daha önce sıcak bakmadıkları için yapılamadığı ileri sürülmüştü. (2)

İstiklal Caddesi’ndeki son terör eylemi bu son operasyonun gerekçesini oluştururken, geçen hafta Bali’deki (Endonezya) G20 toplantılarında iyice yalnızlaştırılan Rusya’nın (3), Suriye hava sahasını birkaç saatliğine uçuşlara açmasıyla birlikte, bu hava harekâtının gerçekleştirildiği bu konuda ileri sürülen savlar arasında.

İnsan, doğa, ekonomi ve bütçe üzerindeki tahribat

Askeri operasyonların ya da genel olarak savaşların, gerekçelerine ya da haklılıklarına veya haksızlıklarına yönelik tartışmaları bir kenara bırakalım, bunların insan hayatlarının yanı sıra, ekonomi ve ekoloji üzerindeki tahrip edici etkileri kadar, kamu maliyesi - devlet hazinesi ve bütçesi üzerinde de ciddi etkileri söz konusu.

İronik bir biçimde, savaşlarda yiten asker ya da siviller asıl olarak yakınlarının yüreğini yakarken, ekonomik olarak bu hayatlara bir değer biçilmediğinden, bu yiten hayatların ekonomi ya da devlet bütçesi üzerinde her hangi bir etkileri olmadığı varsayılıyor ya da en fazla şehit yakınlarına bağlanan maaşlar kadar bir mali yük oluşturuyor.

Diğer yandan savaşlarda kullanılan mühimmat, silah, bomba, füze, yakıt gibi daha ziyade teknoloji-sermaye ve hammadde yoğun ürünlerin bir parasal, dolayısıyla da piyasa değeri olduğu için bunların maliyetleri hesaplanabiliyor.

Bu maliyetler de, bunlar için ayrılan mali kaynakların alternatif kullanımlarından vaz geçildiği için doğan maliyetleri bir kenara bırakırsak,  devlet bütçesinden karşılandığı için böyle bir kamu maliyesi yükü ile bu da aslında halkın daha fazla vergi ödemesiyle sonuçlanıyor.

Bütçe Hakkı: “Krallar daha fazla savaşmasın diye…”

Bütçe Hakkı, ana akım maliye kitaplarında, 13’ncü yüzyılda İngiltere Kralı John’un aşırı vergi salmasına ve bu vergileri kullanarak aşırı harcamalarda bulunmasına karşı halkı da arkalarına alan baronların isyanını anlatan bir kavram olarak geçer. Çünkü bu hak ile kralın bu yetkileri kısıtlanmış ve ilk kez kralın halka hesap verme sorumluluğu ve zorunluluğu gündeme gelmiştir.

Ders kitaplarında söylenmeyen şey ise dönemin yerel otoriteleri olan Baronların isyan etmesinin asıl nedeninin kralın sürekli savaşlar çıkartarak kendilerinden daha da ağır vergiler almak istemesidir.

Bu anlamda Magna Carta bir vergi hukuku belgesi olmaktan ziyade “savaşa dur diyen, bir barış anlaşması ya da belgesi” niteliğindedir. Yani “egemenler her kafasına estiğinde savaş yapmasınlar diye” ortaya konulan bir iradenin hukuki adıdır.

2016 yılında Marc Morris adlı bir tarihçi tarafından yazılmış olan bir kitapta yer alan şu sözler Magna Carta ve barış (savaş) ilişkisini çok net anlatıyor (4):

“İngiltere kralı John tahta çıktığında (1199) ilk işlerinden biri, daha önce kaybedilen imparatorluk topraklarını geri alabilmek ve böylece iktidarını meşrulaştırabilmek, rakiplerine karşı sağlamlaştırabilmek için Avrupa’ya bir savaş başlatmaktı. Ancak bu savaşı finanse edebilecek bir kaynak hazinesinde mevcut değildi. Bu yüzden de acilen gelir yaratmaya ihtiyacı vardı.

Kral, iktidarı için Avrupa’ya savaş açtı

Kral John, öncelikle yeni ve yaratıcı vergilendirme planları uygulayarak, mahkemelerde rüşvet alınıp-verilmesine izin vererek (vergi dışı kaynak M.D.)  ve krallık ofislerini satarak (bir tür özelleştirme yaparak M.D.)  işe başladı ve kısa sürede yeterli finansmanı sağladı. Ardından çıktığı seferde Poitou ve Gascony'yi sınırlı da olsa kontrol altına alabildi. Böyle olunca da eve bir ‘kahraman’ olarak döndü.

Keza, başka bir Avrupa savaşı daha başlatma umuduyla yeni vergiler uygulamaya koydu. Böylece ilk kez bireysel servetler ve mülkler vergilendirilmeye başladı.

Kral, toplulukların servetlerine el koydu  

Daha sonra, tüm Yahudilerin tutuklanmasını emretti. Yahudilerin mallarına el konuldu ve canları ve malları karşılığında onlardan fahiş ücretler alındı. Bu ödemeleri reddedenler veya ödeyemeyenler ise asıldılar.

Sonrasında Hıristiyan din adamlarının, özellikle de daha önce yardım talebini reddeden Cistercian'ların peşine düştü. En sonunda tüm nakit kredilere, kendi kullanımına tahsis edilmek üzere, el koydu ve Hazine'yi bütünüyle ele geçirdi.

Baronlar direnişe geçti

John'un bu baskısı zirveye ulaştığında, bazı baronlar can güvenliği nedeniyle Avrupa kıtasına kaçıp, isyan örgütlemeye başladılar. Kral John da hem bu baronlardan intikam almak hem de kaybettiği Avrupa topraklarını geri almak için son bir sefere daha çıktı, Ancak bu seferde Normandiya, Britanya ve Anjou üzerindeki hâkimiyetini kalıcı olarak kaybetti, tükenmiş bir hazine ve büyük başarısızlıklarla İngiltere'ye geri döndü.

Kral daha ağır vergilerle savaşı finanse etti

Bu arada, İngiltere'deki ekonomik koşullar kötüleşmeye devam etti. Kral John ise son seferi sırasında o ana kadar talep ettiği en yüksek vergiyi talep etmeye başladı. Sonunda baronlar ayaklandı. Kral John, baronlarla görüşmeyi geciktirmek için elinden geleni yaptıysa da, özellikle de Londra Baronu isyancıların yanında yer alınca, yenilgiyi kabul etti.

Bu süreçte Kilise/Papa, Kral John’un yanında yer alarak isyancı baronları aforoz etti. Bu durum karşısında baronlar yurt dışından (Fransa Kralı Louis’ten) yardım almaya başladılar.

Sonunda ‘barış’ ilan edildi

Kral John Runnymede’de baronlarla bir araya geldi ve bugün Magna Carta olarak anılan anlaşmayı (19 Haziran 1215 tarihinde) imzalamak zorunda kaldı. Böylece barış ilan edildi.

Seyahat etmekten ve savaşmaktan bitkin düşen, ölümcül derecede hasta olan, Hazinesini ve fiili iktidarını kaybetmiş olan Kral John bu anlaşmadan kısa bir süre sonra (18 Ekim 1216) Newark’ta öldü.

Kral John’un hükümdarlığı alışılmadık derecede zalimdi, kinciydi ve sömürücüydü. Ülkeyi iç savaşa sürükledi. Diğer yandan, bu süreç tarihte ilk barış belgelerinden biri olarak da geçen ve ‘Bütçe Hakkı’nın doğuşunu anlatan Magna Carta’nın doğuşuna da sebep oldu”. Bundan böyle ‘Bütçe Hakkı’ bir ‘Barış Hakkı’ olarak da anılmaya başladı.

Kıssadan hisse: “Tarihten ders alınsaydı tekerrür eder miydi” mi diyelim, yoksa “bazen bir musibet bin nasihatten iyidir mi” diyelim?

Dip notlar:

(1)    https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/icisleri-bakani-suleyman-soylu-soru-soran-muhalefete-hakaret-edip-tbmmde-kaos-yaratti (20 Kasım 2022); https://t24.com.tr/haber/icisleri-bakani-soylu-dan-hdp-li-ridvan-turan-a-elini-kaldirma-terorist-bozuntusu-terbiyesiz-hepiniz-teroristsiniz (18 Kasım 2022).

(2)    Andrew England and Laura Pitel , “Syria: what is Turkey’s grand plan?”, https://www.ft.com (25 July 2022).

(3)    Henry Foy and Mercedes Ruehl, “A remarkable job’: how Russia and China buckled in the face of a united G20”, https://www.ft.com (18 November 2022).

(4)    Magna Carta ile ilgili bilgiler yazarın (Marc Morris, King John, Treachery and Tyranny in Medieval England, 2016 adlı eserinden alındı.

   

9 Kasım 2022 Çarşamba

Eurobond borçlanma faizi ve borç tuzağı

 

Hazine’nin Eurobond borçlanması ve içine düştüğümüz borç tuzağı

Mustafa Durmuş

9 Kasım 2022


Hazine dün yüzde 10 faizden,  5 yıllık Eurobond cinsinden 1,5 milyar dolarlık bir borçlanma yaptı. Tahvil satışına Bank of America, Merrill Lynch ve Goldman Sachs (1) gibi üç büyük finans kapital kuruluşu aracılık ediyor.  Hazine’nin bu yılın sonuna kadar 2 milyar dolar daha olmak üzere, toplam 11 milyar dolarlık bir Eurobond borçlanması yapması bekleniyor.

Mart’taki 2 milyar dolarlık borçlanmanın faizi ise yüzde 8,6 idi. Ülke riskleri arttığından borçlanma faizi de artıyor ve giderek bu faiz bir tefeci faizine dönüşüyor.  Ayrıca dolar değer kazandıkça bu tahvillerin sahiplerinin kazancı daha da artacak.

Aşağıdaki tabloda bazı ülkelerin 5 yıllık borçlanma faizleri görülüyor. ABD Hazinesine göre yaklaşık 2,5 kat, İngiltere’ye göre yaklaşık 3 kat, Almanya’ya göre 4 kattan fazla ve Japonya’ya göre 10 kattan fazla faiz ödeyerek bu borçlanmayı sağlayabiliyoruz (2).

Ülke

Faiz (Getiri  %)

Türkiye (Eurobond)

10,0

ABD

4,40

İngiltere

3,57

Almanya

2,26

Japonya

0,095

 

Kur Korumalı Mevduat uygulaması ile ülke zenginlerine aktarılan yüzlerce milyar TL’lik bir kaynak yetmiyormuş gibi, artık uluslararası finans kapitale de (elbette içinde yerli sermaye de var) yüksek faizden kaynak aktarmak zorunda kalıyoruz.

Ayrıca bu tahvillerin 6’şar aylık kupon ödemelerinden her hangi bir Gelir Vergisi stopajı da yapılmayacağı için ortada bir de vergi geliri kaybı söz konusu.

Bu durum bir ekonomik modelin batışının olduğu kadar, ülkenin uluslararası finans kapitale adım adım teslim edilişinin ve bir borç tuzağının içine çekilişinin de, ülke halklarına ödettirilecek olan faturanın giderek kabaracağının da bir kanıtıdır.

(1)  https://ms.hmb.gov.tr/uploads/2022/11/20221108_Basin-Duyurusu.pdf.

((   (2) https://www.bloomberght.com/faiz-bono (8 Kasım 2022).

 

 

 

 

 

8 Kasım 2022 Salı

Ukrayna savaşının kazananları petrol ve enerji şirketleri oldu

 

Ukrayna savaşının kazananları petrol ve enerji şirketleri oldu

Mustafa Durmuş

8 Kasım 2022


Savaşların kimlere fayda sağladığı konusunda çok çarpıcı bir bilgiyi iki gün önceki sayısında Financial Times Gazetesi (FT) açıkladı: (1)

 “ABD’li petrol üreticisi şirketler, bu yılın ikinci ve üçüncü çeyreğinde, Ukrayna'daki savaşın petrol fiyatlarını yükseltmesinden dolayı, benzeri görülmemiş bir biçimde havadan 200 milyar dolardan fazla net kâr elde ettiler. Bu rakam petrol sektörünün rekor düzeydeki en kârlı 6 ayına işaret ediyor”.



Kâr ve ekolojik zarar el ele

‘2022 Yılı İklim Politikası Ayak İzi’ raporu ise neden oldukları küresel ekolojik tahribat anlamında çok büyük çapta zarara neden olan dev 25 küresel şirketi açıkladı.

ABD petrol sektöründe yer alan şirketler listede başı çekiyor. Chevron ve Exxon Mobil gibi petrol devleri ilk iki sırada konumlanırken, diğer dört ABD kökenli petrol şirketi de (Conoco Phillips, Marathon Petroleum, Valero ve Phillips 66) listede değişik sıralarda yer alıyor. Listede Gazprom (9’ncu) ve Rosneft (14’ncü) olmak üzere iki Rus şirketi de var. Alman kimya devi BASF (3’ncü), Nippon Steel Corporation (8’nci), JFE Steel (20’nci) gibi iki Japon çelik devi ve Toyoto gibi bir Japon otomobil devi listede mevcut. Elektrik enerjisi gibi kamusal hizmetler sektöründeki altı şirketiyle de (Sempra Energy (5’nci), American Electric Power (6’ncı), Southern Company (7’nci), Dominion Energy (13’ncü) ve Entergy Corp (25’nci) ile ABD listeyi domine ediyor. (2)

Kısaca, fosil yakıt (petrol) sektöründen elektrik enerjisine kadar, ABD kaynaklı şirketler bir yandan gezegene en büyük zararı verirken, diğer yandan da FT’nin açıkladığı gibi devasa kârlar elde ediyorlar. Özellikle de Ukrayna savaşından sonra bu kârları neredeyse Türkiye’nin bugünlerde görüşülmekte olan 2023 yılı bütçesi büyüklüğüne erişmiş durumda.

ABD’de ‘Enflasyonu Düşürme Yasası’

Sistemin egemenleri açısından böyle bir durumla baş edebilmenin yolu bu tür aşırı ya da havadan kazanılmış kârları vergilendirmek ve bu yolla elde edilen gelirlerle iklim yıkımı ile mücadele politikalarını finanse etmek.

Nitekim Biden Yönetimi böyle düşünüyor. 16 Ağustos 2022’de Başkan Joe Biden tarafından imzalanarak kanun haline getirilen ve toplamda 739 milyar dolarlık bir harcama yapılmasına izin veren ‘2022 Enflasyonu Düşürme Yasası’ ile çoğunluğu vergi indirimi şeklinde olan 369 milyar dolarlık bir kaynak enerji ve iklim finansmanının ayrılacak. Yasa oluşacak bu harcamanın büyük bir bölümünü, yeni ihdas edilen yüzde15 oranındaki kurumlar vergisi (313 milyar dolar) ile finanse etmeyi umuyor. (3)

ABD’de, paralel bir biçimde, petrol şirketlerinin bu süreçte elde ettikleri ‘beklenmedik/aşırı kârları’ vergilendirmeye dönük girişimler de söz konusu oldu. Örnek olarak, Senatör Ron Wyden’ın  “Büyük Petrol Kârlarını Vergilendirme Yasası” teklifi, yıllık geliri 1 milyar doların üzerinde olan petrol şirketlerinin gelirlerinin yüzde 10’undan fazlasını aşırı kâr olarak nitelendirip, bu kârlardan yüzde 21’lik bir “Beklenmedik /Aşırı Kâr Vergisi” (Windfall Tax) almayı amaçlıyor.(4)

Ancak her ne kadar petrol şirketlerinin bu tür kârlarına, daha fazla petrol üretmek ve böylece petrol fiyatlarını düşürmek için yatırımda kullanmamaları halinde, “Beklenmedik /Aşırı Kâr Vergisi” uygulanacağını açıklansa da, uluslararası çevrelerce, ABD’de bu tür bir yasal düzenlemenin gerçekleşebileceğine ihtimal verilmiyor.

Avrupa’da enerji şirketlerinden ‘Aşırı Kâr Vergisi’ alınıyor

Diğer yandan Atlantik’in diğer yakasında, enerji sektörünün diğer bileşenleri üzerinde bu vergi artık bir gerçeklik haline geldi:

Öyle ki, Avrupa Komisyonu bu yılın Mart ayında üye devletlere, tüm enerji sağlayıcılarına olmak üzere geçici olarak ‘Beklenmedik /Aşırı Kâr Vergisi’ gibi vergiler koymasını önerdi. Komisyon, bu tür önlemlerin teknolojik olarak nötr olmasını, geriye dönük olmamasını ve toptan elektrik fiyatlarını ve uzun vadeli fiyat trendlerini etkilemeyecek şekilde tasarlanmasını istedi.

Komisyon bu tür önlemlerin 2022’de sağlayabileceği gelirin 200 milyar avroya kadar çıkabileceğini tahmin ediyor. Bu gelir, “tüm nihai tüketicileri destekleyecek, seçici olmayacak ve şeffaf bir önlemle” hanelerin yüksek enerji faturalarını kısmen dengelemek için kullanılacak. Komisyon’un bu önerisinin ve devam eden enerji fiyat artışlarından 6 ay sonra 15 Avrupa ülkesi böyle kâr vergilerini ya uygulayacaklarını ilan ettiler ya da fiilen uygulamaya başladılar. (5)

Örneğin, Belçika aşırı kârlar için yüzde 33’lük bir “dayanışma katkısı” biçiminde ‘İlave Kazanç Vergisi’ uygularken, İngiltere, yüzde 25’lik bir ‘Ek Enerji Kârı Vergisi’ uygulamasını başlatarak, 2025’in sonuna kadar kurumlar vergisi oranını yüzde 65’e yükseltti. İngiltere'nin yeni Başbakanı Rishi Sunak ise, bu ek vergiyi yüzde 30’a yükseltmeyi ve 2028’e kadar uzatmayı düşünüyor. (6)

Türkiye’de sektör teşvik veriliyor

ABD ve Avrupa’da savaşın bazı sektörlerde neden olduğu aşırı kârların nasıl vergilendirileceği konuşulurken, bizde bu sektörlerin bırakın vergilendirilmesini, giderek daha da çok teşvik edildiğini görüyoruz.

Siyasal iktidar, en son Cumhuriyet’in 100.Yılı Vizyonlarını açıklarken olduğu gibi, her fırsatta başta İHA ve SİHA üretim sektörü olmak üzere, ‘Askeri Sanayi Karması’ sektörünün, oluşturmaya çalıştıkları yeni büyüme modelinin motor sektörlerinden biri olacağı vurgusu yapıyor.

Bu bağlamda 2023 yılı Merkezi Yönetim Bütçesinde, Savunma Sanayi Destekleme Fonu’na (SSDF) ayrılan kaynaklar da dâhil olmak üzere, “iç ve dış güvenlik programı” altında bu alana 469 milyar TL’lik bir ödenek ayrılıyor (Merkezi Yönetim Bütçesi’nin yaklaşık yüzde 11’i tutarında).

‘Enerji Arz Güvenliği Programı’ altında ise, Merkezi Yönetim Bütçesinin yüzde 9,1’ine denk düşen 407 milyar TL’lik bir harcama yapmayı planlıyor (geçen yıla göre ödenekler içinde yüzde 155 ile en fazla artış gösteren program).

Bir de işin “alınmasından vazgeçilen vergiler” kısmı var. İktidar bu konuda da çok cömert davranıyor. Öyle ki 2023 yılında “vergi harcamaları” adı altında vergi muafiyet, istisna ve indirimi biçiminde 994 milyar TL’lik bir verginin alınmasından vazgeçiyor. (7) Bu vazgeçilen vergilerin ne kadarının yukarıda sözü edilen ‘Askeri Sanayi Karması’ sektöre ait olduğu ise bilinmiyor.

Kaynaklar savaşa değil, toplumsal sorunların çözümüne ayrılmalı

Savaşların insanlar ve doğa üzerinde olduğu kadar, ekonomiler üzerinde de çok kalıcı zararlı etkileri söz konusu.

Öyle ki hali hazırda küresel çapta yılda 2 trilyon doları aşan bir askeri harcama söz konusu. Birleşmiş Milletler Örgütü (BM) ise, Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerine (SGD) ulaşabilmek için gerekli olan yıllık fonlamadaki açığın 2,5 trilyon dolar olduğunu hesaplıyor.

Yani BM’ye göre, hali hazırda yılda 2 trilyon doları aşan küresel askeri harcama eğer SDG hedeflerine ulaşmak için harcanabilse, insanlık onuruna yönelik büyük saldırılarla başa çıkmak için uzun bir yol kat edilecek, açlık, mutlak yoksulluk, cehalet, evsizlik, tıbbi bakım eksikliği gibi sorunlar büyük ölçüde ortadan kaldırılabilecek.

Ayrıca dünya 2021’de temiz enerji ve enerji verimliliğine yalnızca 750 milyar dolarlık yatırım yaparken,  enerji altyapısına toplamda 1,9 trilyon dolarlık yatırım yaptı. Dahası bu yatırımın büyük kısmı fosil yakıtlara (petrol, doğal gaz ve kömür) gitti. Dolayısıyla fosil yakıtlara yapılan yatırımlar sürerken, silaha yapılan yatırımlar ve savaşlara aktarılan kaynaklar artmaya devam ederken, temiz enerji biçimlerine geçiş yatırımlarına yeterince kaynak ayrılmıyor. (8)

Sonuç olarak

Savaşlarla ekonomiler tahrip ediliyor, insanlar öldürülüyor, işsiz ve aç bırakılıyor, enflasyon ve yoksulluk artıyor, iç ve dış göçler hızlanıyor, doğa katlediliyor. Eğitime, sağlığa, sosyal güvenliğe ve işsizlikle ve yoksullukla mücadeleye ayrılması gereken kamusal kaynaklar savaşlar için kullanılıyor.

Bu durum da savaşların asıl kazananlarını ortaya çıkartıyor:  Savaş sanayinin patronları, onların emrindeki devlet görevlileri, politikacılar, silah baronları, büyük müteahhitler, büyük yatırım fonları, dev petrol şirketleri ve diğer enerji şirketleri kârlarını ve servetlerini katlıyorlar.

Emekçi halklar savaş dönemlerinde daha da kaybettikleri gibi, ulusal güvenlik gerekçesiyle, bu dönemlerde ekonomik hak mücadeleleri yasaklanıyor, demokratik hak ve özgürlüklerin kullanımına son veriliyor. Örgütlü ve bilinçli bir işçi sınıfı hareketi olmadığında böyle savaşlar bir dönem sonrasında otoriter, faşist yönetimlerin iş başına gelmesiyle sonuçlanıyor.

Bu gerçekler dünya halklarının neden savaşlara karşı çıkması ve barış içinde bir arada yaşam mücadelesini ekonomik ve demokratik mücadelenin vazgeçilemez bir parçası haline getirmesi gerektiğini bir kez daha ortaya koyuyor.

Dip notlar:

(1)  US oil producers reap $200bn windfall from Ukraine war price surge”, https://www.ft.com (5 November 2022).

(2)  https://influencemap.org/report/Corporate-Climate-Policy-Footprint-2022 (November 2022).

(3)  https://www.democrats.senate.gov/imo/media/doc/inflation_reduction_act_one_page_summary.pdf (6 Kasım 2022).

(4)  https://taxfoundation.org/big-oil-gas-wyden-excess-profits-tax (23 August 2022).

(5)  “What European Countries Are Doing about Windfall Profit Taxes”, https://taxfoundation.org/windfall-tax-europe (4 October 2022).

(6)  “US oil producers reap $200bn windfall from Ukraine war price surge”, https://www.ft.com (5 November 2022).

(7)  https://www.sbb.gov.tr/wp-content/uploads/2022/10/2023-Yili-Merkezi-Yonetim-Butce-Kanunu-Teklifi-ve-Bagli-Cetveller.pdf; Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın “2023 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi Kanunu Teklifi Basın Bilgilendirme Toplantısı” Sunumu (17 Ekim 2022).

(8)  https://thetricontinental.org (5 May 2022)