BARİ DİĞERLERİNİ KÜSTÜRMEYELİM!
Mustafa Durmuş
28 Nisan 2018
Baskın seçimin saha çalışmaları için
düğmeye basıldı. Devletin en tepesi başta olmak üzere yönetici iktidar bloku
işveren örgütleriyle buluşmaya başladı.
Seçim konuşmalarında asıl dikkati çeken
şey ise sermayeyi ikna etme çabasının giderek artması. Öyle ki OHAL bile
savunulurken,” grevlere izin verilmediği için” savunuldu ve “bu durumun
işverenlerin işine yaradığı, OHAL’in onlar için sürdürüldüğü” söylendi.
Oysa işçiler canları sıkıldığı için grev
yapmazlar. Aslında greve en son çare olarak, haklarını aramak ve korumak için
başvururlar.
Sadece emekçiler, halk, işsizler,
yoksullar ekonomideki kötü gelişmeden rahatsız değil. Sermayedarlar (özellikle
de devlet ihaleleri ve yardımlarıyla iyi işler alamayan ve böylece ahbap-çavuş
kapitalizmi içinde yer alamayan kesimlerinin) için de yüksek döviz kuru, yüksek
enflasyon, yüksek cari açık, yüksek işsizlik, düşük güven endeksleri ve
grevlerle artan yüksek belirsizlikle kendini iyice açığa çıkartan ekonomik kriz
ciddi bir sorun.
Doğal olarak batmak, piyasadan silinmek
ya da servetlerini yitirmek istemiyorlar. Bu kesimler de ülke ekonomisinin
nasıl bu hale geldiğini sorguluyorlar. Dolayısıyla iktidar bloku açısından
bunların da yeni rejim için ikna edilmesi gerekiyor.
Bazılarımız ise seçime gidilirken ve
özellikle de iktidar bloku açısından durum çok da kritik olmasına rağmen neden
hep sermaye yanlısı konuşmaların ön plana çıkartıldığını anlamakta güçlük
çekiyor.
Örnek olarak, bazı büyük üniversitelerin
bölünmesi ve adlarının değiştirilmek istenmesi bir yandan seçmen konumundaki
üniversite öğrencilerini kızdırırken, diğer yandan daha üzerinden birkaç ay
dahi geçmeyen Afrin savaşı sırasındaki milliyetçi –savaşçı söylemleri
unuttururcasına bedelli askerliğe sıcak bakıldığı ileri sürülüyor.
Kaçınılmaz olarak şu sorular soruluyor:
Yoksa artık bizi yönetenlerin önümüze koyacağı bir şeyleri kalmadı mı? Geleceğe
ilişkin inandırıcı bir projeleri yok mu? Bu nedenle mi birbiriyle uyumlu
olmayan söylemler ve çıkışlar içindeler? Abdülhamit’e yapılan güzellemelerin,
sayısı 10’u bulan Yeni Osmanlıcı TV dizilerinin amacı bu mu?
EMEKÇİ SINIFLARIN DURUMU
İşçi sınıfı, emekçiler ve genel olarak
halk açısından durum iyice netleşmiş görünüyor. Aşağıda OECD’nin son
raporlarından (1) derlediğimiz veriler sınıfın durumunu ortaya koyuyor. Bu
nedenle de 15 yıldır bizi yönetenlerin toplumun çok büyük bir kısmını oluşturan
bu kesimler için söyleyeceği her hangi bir şeyin kalıp kalmadığını
sorgulatıyor.
Belki de bu nedenle, iktidar bloku bu
denli güçten düşürülmüş bir sınıfa bir şeyler söylemek ihtiyacı hissetmeyip,
yüzünü bütünüyle sermayeye döndürdü.
Sınıf güvencesiz, yoksul, piyasaların
insafına bırakılmış durumda: İstihdam oranı : % 51, yani çalışabilecek yaşta
olan her 2 kişiden sadece 1’ine iş yaratılabilmiş.
►İşi olanların durumu ise hiç iç açısı
değil. Zira 34 OECD ülkesi içinde haftada en uzun saat çalıştırıldıkları bir
ülke Türkiye: Haftada 50,2 saat.
►Asgari ücret 1,603 lira ile açlık
sınırının altında. DİSK’in son araştırmasına göre, işçilerin % 66’sı 2 bin
TL’den az kazanıyor, % 18’i sigortasız, % 87’si sendikasız (2).
►Türkiye, güvenli, iyi ücretli, sağlıklı
ve eşitlikçi iş-istihdam koşullarına erişim açısından OECD ortalamasının en az
% 30 altında bir yerde duruyor.
►34 üye ülke arasında, gelirin en
adaletsiz dağıldığı ve insanlarının en kötü yaşam sürdürdükleri iki ülke var:
Meksika ve Türkiye. Yoksulluk oranının en yüksek olduğu ilk 4 ülke arasındayız.
►Türkiye’de eğitim, sağlık, kişi başı
gelir düzeyi gibi kriterlerden oluşan ‘insani gelişmişlik düzeyi’ çok düşük.
169 ülke arasındaki sıralamada 90. sırada yer alabiliyor (UNDP, 2015). İran,
Ermenistan, Gürcistan, Yemen, Fas, Suriye, Mısır, Ürdün, Libya ve Tunus gibi
ülkeler Türkiye’nin üstünde sıralanıyor.
►6 adet sosyal adalet göstergesinin 31
üye ülke arasındaki ağırlıklı ortalaması 10 puan üzerinden 6.67 iken, Türkiye 6
göstergenin hepsinde 5 puanın altında kalarak 4.19 ile son sırada (31.sırada)
yer alıyor.
Baskın seçimin saha çalışmaları için
düğmeye basıldı. Devletin en tepesi nden olmak üzere yönetici iktidar bloku
işveren örgütleriyle buluşmaya başladı.
OECD ülkelerinde kamu bütçesinden
yapılan sosyal amaçlı harcamalar ortalama olarak 2012’de % 21,7 iken Türkiye’de
bu oran % 12,8. Türkiye bu açıdan Meksika, Güney Kore ve Şili’den sonra en
düşük 4. ülke. Yani Türkiye, bütçesinin emek lehine kullanıldığı ülkeler
arasında en son sırada yer alıyor.
Öyle ki işçiden vergi, prim adı altında
yapılan kesintiler çok yüksek
(Vergi Kaması= Gelir vergisi + SGK Primleri – Yardımlar / Brüt Ücret + İşveren SGK Primi Katkısı):
(Vergi Kaması= Gelir vergisi + SGK Primleri – Yardımlar / Brüt Ücret + İşveren SGK Primi Katkısı):
►2016 yılında iki çocuklu bir işçi için
bu oran % 36,4. OECD ortalaması ise % 26,6. İki çocuklu bir işçinin vergi yükü
% 25,3 (OECD’de ikinci en yüksek ülke). OECD ortalaması ise % 14,3. Bu farkın
nedeni aile yardımlarının olmaması.
EMEKÇİ İÇİN TEPEDEN TIRNAĞA VERGİ!
Elektrik tüketirken belediyeler için % 5
Tüketim Vergisi , % 2 TRT payı, % 18 KDV; doğal gaz tüketirken % 18 KDV ve ÖTV
(faturada gösterilmiyor); su tüketirken atık su bedeline ilave olarak % 8 KDV
ve Çevre Temizlik Vergisi (m3 başına 24-32 kuruş) ödüyoruz.
Benzin ve mazotta hem KDV hem de ÖTV
oranları çok yüksek: % 66 ‘ya denk düşüyor.
Et, süt, eğitim, sağlık gibi halk için
zorunlu nitelikteki mal hizmetlerde KDV oranı % 8.
PIRLANTA, ELMAS VE YATTA SIFIR VERGİ!
Buna karşılık, lüks tüketim malı olan
pırlantada KDV % 0; ÖTV’de % 0.
Torba Yasa ile işlenmemiş değerli/yarı
değerli taşların ithalinden alınan ÖTV kaldırıldı.
Külçe altında KDV 0, ÖTV 0.
Yat ve kotrada KDV % 1, ÖTV % 0. Motorlu
Taşıtlar Vergisi: % 0.
►Bir sermaye vergisi olan Kurumlar
Vergisinin oranının % 22 olması ise sizi şaşırtmasın. Hem OECD ülkeleri içinde
çok daha yüksekleri var (OECD ortalaması % 23,4), hem de bizde bu oran sadece
yasada yazılı, yani resmi oran.
Sermaye o kadar çok muafiyet, istisna ve
indirim gibi imkândan faydalanıyor ki koca koca holdinglerin, bankaların
ödediği Kurumlar Vergisinin efektif oranı % 2- ila 8 arasında ancak olabiliyor.
►2002 yılında 366 milyar lira olan
toplam kamu ve özel sektör borcu 2017’de 3,6 trilyon lirayı aştı. Bir önceki
yıla göre 644 milyar lira (% 22) artış gösterdi. Yani 15 yılda borçluluğumuz 10
kat arttı.
Bu listeyi uzatmak mümkün, ama gerek
yok. Özellikle de OHAL’den bu yana uygulanan tüm ekonomi politikaları ve sosyal
politikaların emekçilerin aleyhine, sermayenin lehine sonuçlar doğurduğu
ortada.
Bu nedenle de iktidar
bloku açısından artık bu durumda olanları ikna edebilmek için söylenebilecek
pek bir şey kalmamış gibi gözüküyor. Belki de bu yüzden “bari diğerlerini
küstürmeyelim” diye düşünüyorlar…
…………
(1) OECD, taxing Wages, 2017; OECD, “How does TURKEY compare? Employment Outlook 2017”, July 2017.
(2) DİSK-AR İşsizlik ve İstihdam Raporu-Ekim 2017.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder