3 Nisan 2025 Perşembe

Boykot

 Dayanışma eylemi olarak tüketici boykotu

Mustafa Durmuş

4 Nisan 2025

Bugünlerde, özellikle de gençlerin başını çektiği “hak, hukuk ve adalet” talep eden kitlesel eylemlere sırt çeviren, onları görmezden gelen (hatta suçlayan ve karalayan) bazı büyük sermaye şirketlerinin sattıkları ürünlerin ve/veya hizmetlerin satın alınmaması yoluyla boykot edilmesi, iç siyasetin ana konusu haline geldi. Böylece demokratik muhalefet, doğru bir biçimde, iktidarın gündemine takılmayıp kendi gündemini yaratmayı sürdürüyor.

Bu boykot eylemleri, İktidar Blokunu ve sermaye örgütlerini öyle rahatsız etmiş olmalı ki eylemler gecikmeksizin “yasa dışı” ilan edildi. Dahası “yerli ve milli şirketleri sabote etmeyi amaçlayan, “ekonomiye zarar vermeyi hedefleyen”, hatta iktidarı devirmeye dönük bir tür “darbe” olarak tanımlandılar.

“Yerli ve milli” olmanın ölçütü?

Bu iddiaların içleri büyük ölçüde boş!

Bir kere, anayasal hak olan bir şey “yasa dışı” değildir. Tüketmeme hakkı da bir haktır. “Yerli ve milli şirketleri sabote etme” iddiası ise son derece su götürür bir iddiadır. Bir şirketin yerli ve milli olması hissedarlarının yerli ve milli olmalarından ziyade, izlediği politikalar (satış politikaları gibi), ürettiği ürünlerin sağlıklı ve güvenilir olup olmadığı ve aşırı fiyatlama gibi kamu yararını doğrudan ilgilendiren konularla ilgilidir.

Nitekim bu ülkede yerli tarım ve hayvancılık, iktidara yakın çok uluslu tekellerle iş birliği halindeki “yerli ve milli ithalatçı şirketler” daha fazla kâr elde etsin diye yok edilme noktasına getirilmedi mi? Keza ocak ayında bizzat Cumhurbaşkanı halkı, bazı üç harfli yerli ve milli tekelleri aşırı fiyatlama yaptıkları için boykot etmeye çağırmadı mı?

“Ekonomiyi gerçekte kim ya da kimlerin sabote ettiğini” görmek içinse 19 Mart Sivil Darbe Girişimi sonrası ekonomide ortaya çıkan büyük hasara bakmak yeterli olur.

Dezenflasyon politikasına ters!

İktidarın boykota karşı hamleleri uyguladığını iddia ettiği dezenflasyon politikalarıyla da çelişiyor.

Çünkü dezenflasyon politikası yürütülürken daha az tüketim harcaması yapılması hedeflenir ki boykot eylemleri bu politikanın daha etkili olmasına yardımcı olabilir.

Buna rağmen İktidar Bloku, muhalefetin boykot çağrısının daha da genişleyip iktidarını sarsacağını düşünerek, reaksiyon olarak tabanına daha fazla tüketim yapma çağrısı yapıyor. Nitekim trajikomik bir biçimde yandaşlar, üstelik bir Ramazan günü, boykot edilen kahve zincirlerinde oluşturdukları uzun sıralarda ellerindeki içi boş kahve kartonlarıyla şov yaptılar (bu arada bir fincan kahvenin ne kadar pahalı satıldığının farkında oldular mı bilemeyiz!)

Son olarak, kapitalist bir piyasa ekonomisinde bir mal ya da hizmeti satın alıp tüketmek nasıl bir tüketici tercihi ya da hakkı ise satın almayı ve tüketmeyi reddetmek yani boykot etmek da bir tercih ya da haktır. Böyle bir temel hakkın meşruiyetinin sorgulanması, suç ile ilişkilendirilmesi abesle iştigal olduğu gibi, ekonominin kanunlarına da aykırıdır.

Dayanışma biçimi olarak boykot

Tüketici boykotunun bir boyutu daha mevcut: Dayanışma. İçinde yaşadığımız ekonominin neredeyse yüzde 65’ini oluşturan tüketim harcamalarının boykot edilmesi Türkiye toplumunu demokrasiye sahip çıkma yönünde harekete geçirebilecek bir dayanışma biçimidir.

Dayanışma ise basitçe ifade etmek gerekirse, “en az üç kişiyi kapsayan bir etkileşimdir. Yani “senden, üçüncü bir kişiye/kişilere ya da tarafa/taraflara karşı benim yanımda durmanı, benimle birlikte tavır koymanı istiyorum” çağrısına verilen olumlu yanıttır.

Başka bir deyişle dayanışma, “hak mücadelesinde birlikte hareket etmek” demektir. Kesişen ya da ortak maddi çıkarlarımızı ya da demokratik hukuk devleti ve barış gibi siyasal hedeflerimizi birlikte savunmaktır. Özetle, “Hak, Hukuk ve Adalet” için bugünlerde kitlesel olarak verilen mücadeleye aktif katılım demektir. Tüketici boykotu da bu mücadele biçimlerinden sadece biridir.

Sınıflı toplumlarda dayanışma kaçınılmaz bir olgudur

Emek, doğa ve kadın sömürüsüne dayalı kapitalist düzen ve bunun üzerinden şekillenen antidemokratik, otoriter siyasal rejim, kurduğu sömürü ve tahakküm sistemi aracılığıyla hayatlarımızı birbirine kenetlediği için istemeden de olsa dayanışmanın büyümesine yol açar. Kısaca, baskı ve sömürünün olduğu her yerde dayanışma kaçınılmaz bir insanlık hakkı olarak kendini var eder.

Diğer yandan, “dayanışma bir fiildir, eylemdir. Bu sözcük eylemsel karşılığı olan bir sözcüktür”. Öyle ki dayanışmayı örneğin sadece sosyal medyada paylaşım yaparak, tweet atarak gösteremeyiz. Ya da ihtiyaç içindeki birine maddi destek sağlamaya indirgeyemeyiz.

Aksine, tanıdık ya da tanımadık, yerel ya da uluslararası sınıf kardeşlerimizle, ezilenlerle birlikte hareket ederek, (mümkünse) fiziki olarak da onların yanında yer alarak dayanışmayı inşa ederiz.

Dayanışma birlikte hareket etmektir!

Dayanışma inşa etmek harekete geçmektir ve dayanışma içinde hareket etmek birlikte hareket etmektir. Bazen bir süpermarketin önünde tüketim boykotu ya da bir bankanın önünde kredi borcunu ödememe boykotu veya bir vergi dairesinin önünde vergi borcunu ödememe boykotu yapanların arasında /yanında olmak, bazen de grevci işçilerin grev çadırında olmak, onlara destek vermek demektir.

Dayanışma aynı zamanda karşılıklı yardımlaşma üzerine kurulu doğru bir sosyalleşme aracıdır. Farklı sosyal kesimlerin ve güçlerin, farklı stratejilerin ve taktiklerin bir araya getirilmesi, birçoklarının maddi çıkarlarının ve hedeflerinin demokratik siyasal ve sosyal hedeflerinin herkes adına kolektif eylemde birleştirilmesi anlamına gelir.

Dayanışma birlikte özgürleşmektir!



Dayanışma aynı zamanda “birlikte özgürleşme” aracıdır. Mississippi'li (ABD) siyahi kadın, sivil haklar aktivisti Lou Maer’in 1964 Demokratik Ulusal Kongresi'nde verdiği ifadedeki sözleriyle, “hepimiz özgür olana kadar kimse özgür değildir. Kendi içimdeki ötekiliğe kör kaldığım sürece nasıl özgür olabilirim? Ve ben özgür olmadan siz de özgür olamazsınız”. (1)

Ayrıca dayanışma, farklı görünen mücadeleler arasındaki çoğu zaman gizli bağlantıların farkına varmak anlamına geldiğinden, boykotlar, işgaller, iş bırakmalar, genel grevler ve şiddetsiz protestolar gibi farklı eylem biçimlerini gerektirir,

Ancak, ülkedeki konjonktürün iyi bir ekonomi politik analizinin yapılıp uygulanacak olan eylem biçimlerinin buna göre belirlenmesi gerekir. Bir ülkede ya da belli bir zamanda ortaya konulan ve başarılı sonuçlar alınan dayanışma biçiminin, diğer bir ülkede ve zamanda aynı sonuçları vermesinin garantisi olmadığı gibi, tersine sonuçlar da ortaya çıkabilir.

Bu noktada atlanmaması geren çok önemli bir husus da şudur: Siyasal iktidarın sahipleri bu tür eylemlerin yaygınlaşıp kendilerini iktidardan etme korkusu yaşarken, ekonomiye hükmedenler ancak satışlar yapıldığında kârlarının gerçekleşebileceğini iyi bildiklerinden sert sınıfsal tepkiler verirler ve boykotlara ya da iş bırakmalara karşı çıkarlar. Ayrıca tüketimin azalması demek vergi gelirlerinin de azalması demektir ki bu noktada siyasal iktidar ile ekonomik iktidarın sahiplerinin çıkarları ortaktır. Bu durum da onları kendi içlerinde dayanışmaya iter.

Sonuç olarak, boykotlar halkı bilinçlendirme ve halka güven verme konusunda önemli araçlar olsalar da sadece uzun erimli daha büyük bir mücadelenin ve stratejinin geçici bir parçası olarak etkili olabilirler.

Dip notlar:

(1)  https://academic.oup.com/mississippi-scholarship-online/book/29348 (3 Nisan 2025).

 

1 Nisan 2025 Salı

Kitlesel gösteriler

 

Karanlıktan aydınlığa, barbarlıktan insanlığa

Mustafa Durmuş

2 Nisan 2025

Yeni yüzyılın ilk çeyreğini tamamlamakta olduğumuz bu yılda da insanlık çok ciddi sorunlarla boğuşuyor. Savaşlar, aşırı sağın yükselişi, artan din ve inanç kaynaklı çatışmalar ve kaos, eşitsizlikler, açlık ve yoksulluk gibi giderek büyüyen kapitalizmin “çoklu krizleri”, çok başlı bir canavar gibi, dünyamızı istikrarsızlaştırıyor, zayıflatıyor ve ruhlarımızı karartıyor.

Sorun yaratmakta çok mahir ama çözüm bulmakta son derece beceriksiz bir siyasal ve ekonomik sistemden oluşan kapitalizm, korku, umutsuzluk ve tepkiden oluşan bir zeitgeist (bir çağın düşünce ve duygu biçimi, zamanın ruhu) yayıyor. (1)

“Kötü ve iyi” ikisi bir arada

Ancak hayat tekdüze ilerlemiyor. Öyle ki bir coğrafyada insanlık ve doğa açısından kötü şeyler olurken, bir başka coğrafyada ya da ülkede iyi şeyler yaşanabiliyor.

Nitekim çoklu krizler, yarattığı tahribatın yanı sıra, insan ve ekoloji merkezli bir uygarlığın inşası için toplumsal enerjiyi de harekete geçiriyor. Sayısız cephede aktif olan bu heterojen yükseliş, tarihsel yörüngeyi “Karanlıktan Aydınlığa” yeniden yönlendirerek muazzam bir güce dönüştürme potansiyeli taşıyor.

19 Mart Sivil Darbesine karşı toplumsal direniş

Şöyle ki;

●Türkiye’de 19 Mart sonrası ortaya çıkan gelişmeler tarihin her zaman egemenlerin istediği gibi ilerlemediğini ortaya koymuyor mu?

● 19 Mart’ta yapılan sivil darbe bardağı taşıran son damla etkisi yaratarak kitlelerin direnciyle durdurulmadı mı?

● Yönetenler hiç beklemedikleri büyüklükte bir toplumsal tepkiyle karşılaşmadılar mı? Meydanlar, caddeler, sokaklar haksızlığa, hukuksuzluğa ve adaletsizliğe karşı çıkan milyonların protestolarıyla doldurulmadı mı?

● “Sinik”, “apolitik”, “nihilist” olarak damgalanan ve umutsuz vaka olarak görülen üniversite gençliği bir anda kentleri basan su taşkınları gibi sokakları ele geçirmedi mi? Her türden barışçıl mücadele yöntemiyle, tazyikli su ve biber gazı karşısında duran on binlerce genç bu ülkeye başka ülkelerden getirilmediler. Çoğu da bu iktidar döneminde doğup büyümüş olan gençler değil mi? Buna rağmen bu gençlerin neden ayaklandığını sorgulamak gerekmiyor mu?

● Ana muhalefet partisi CHP’nin darbeye karşı kararlı direnişi normalde kendilerinden beklenen bir şey miydi? Yürütmekte oldukları strateji ile ülkenin erken seçim sürecine sokulmuş olması demokrasi açısından son derece önemli bir kazanım değil mi?

Asıl kavga yeni başlıyor!

Ancak bu mücadele, demokratik muhalefet açısından, bütünüyle kazanılmış ve bitmiş değil. İktidar Bloku meydanları bastırmak ve göz altıları genişletmek, hapishaneleri doldurmak dışında elindeki diğer araçları henüz kullanmadı. Devlet aparatının yanı sıra iktidar yanlısı sivil milis güçlerin zamanı geldiğinde devreye sokulmak yönünde hazırlıkların yapılıyor olması da ihtimal dışı değil.

19 Mart Sivil Darbe Girişimi, mevcut rejimin (demokrasi ve hukuk karşıtlığı dikkate alındığında), günümüz faşist rejimlerinin saflarına katılımını hızlandırmakta olduğunu gösteriyor. Bu faşizm, açık bir diktatörlük kurmak yerine, kendi ile muhalifleri arasındaki güç dengesine bağlı olarak gerçek siyasi özgürlükleri farklı derecelerde adım adım aşındırarak demokrasinin içeriğini boşaltan bir rejim.

İç ve dış etkenler?

İktidarın izleyeceği stratejiyi etkileyecek olan iç etkenler ve onlar kadar önemli dış etkenler de söz konusu. Özellikle de Trump Yönetiminin nasıl bir tutum izleyeceği ve Avrupa devletlerinin silah satışları ve ekonomik çıkarlarını demokrasi ve barışın önüne koyup koymayacağı, iktidarın daha da sertleşmesi ya da geri adım atması konusunda etkili olacak.

Bir başka anlatımla, bir iç etken olarak, otoriter rejimler ne zaman ciddi boyutta yükselen bir muhalefetle karşılaşsa ve demokrasi yoluyla iktidarını kaybetmekten korksa faşizme yönelimleri artıyor.  

Dışsal gibi görünse de çok önemli bir diğer faktör de Donald Trump-Elon Musk’ın sözcülüğünü yaptığı günümüz faşizminin dünyanın jandarması konumundaki ABD'de iktidarı ele geçirmesi. Bu durum, örneğin İsrail, Macaristan ve Hindistan’da açıkça görülen (ve küresel olarak giderek daha fazla tanık olacağımız gibi), günümüz faşizminin çeşitli biçimlerinin güçlenmesi için güçlü bir teşvik sağlıyor.

Bu bağlamda, Erdoğan'ın muhalefetin üzerine daha da gitmesinin, Trump'ın yakın dostu ve çeşitli müzakerelerdeki elçisi olan S. Witkoff'un geçtiğimiz cuma günü “harika” ve “gerçekten dönüşümsel” olarak nitelendirdiği Trump ile yaptığı telefon görüşmesinin ardından başlaması tesadüf değil. (2)

Heterojen bir kitle

19 Mart sonrası ortaya çıkan kitlesel tepkinin, onlarca yıllık totaliter yönetimin ardından halk hareketinin köreldiği Rusya'da Putin'in karşılaştığından ve Trump dahil günümüz faşizminin öncülerinin çoğunun karşı karşıya kaldığı tepkiden çok daha büyük olduğu bir gerçek.

Bu durum Türkiye açısından umutlandırıcı olsa da ortada hala çözülmesi gereken bir sorun var: Meydanları dolduran yüzbinlerin heterojen yapısı.

Bir bakış açısıyla bu iyi bir şey olabilir zira baskı ve zulme karşı her görüş ve yapıdan insanın bir araya gelmesini ifade ediyor. Ancak bu istikrarlı ve sürdürülebilir bir durum değil. Gerek katılımcıların siyasal pozisyonları, ideolojileri, sınıfsal konumları gerekse de iktidar blokunun özel çabalarıyla bu kitle parçalanabilir, hatta birbiri ile çarpıştırılabilir.

Daha somut konuşursak; alanlarda kozmopolit CHP kitlesinin yanı sıra, her türden Ulusalcılar, Kemalistler, Zafer Partisi gençliği, İyi Partililer, DEM’liler ve sosyalistler var.

Bu yapılar arasındaki zaman zaman ortaya çıkan gerginlikler miting yönetimlerinin başarılı müdahaleleriyle şu ana kadar büyük olaylara dönüşmedi. Ancak bu hiç olmayacak anlamına gelmiyor. Çünkü bu alanlar hegemonya savaşlarına tanık oluyor ve olacak. Yani kitleler manipüle edilmeye çalışılacak.

Sosyalistler?

Bu hegemonya mücadelesinde, kitleyi harekete geçirebilecek, bu eylemliliği bir anti-faşist cephe eylemliliğine dönüştürebilecek tecrübeye sahip esas bir aktöre ihtiyaç var: Sosyalistler.

Ancak alanlarda flamalarıyla, bayraklarıyla görünür olma çabası dışında, alanı yönlendirdikleri ya da kitlelerle kurulması gereken bağları kurdukları söylenemez. Ayrıca sosyalistler bir bütün değil, darmadağınıklar ve daha da önemlisi birçoğu geçmişten gelen travmalarının altında hareket ediyor. Rekabetçi bir biçimde birbirleriyle yarış içinde olduklarından gözleri alanlardaki on binleri göremiyor. Hatta bir kısmı, gerçek dışı açıklamalarla, DEM partilileri bu alanlardan uzaklaştıracak işler yapıyor.

Sonuç olarak

Kısaca, çok parçalı ve dağınık bir görünüm sergileyen toplumsal muhalefet, ortak vizyon ve tutarlı strateji eksikliği nedeniyle (sayısal olarak güçlü görünse de), aslında yeterince güçlü ve örgütlü değil.

Acil görev, artık ellerinde kırlangıçlarla görünür olmaya çalışan sosyalistlerin tutumlarını gözden geçirmeleri ve demokratikleşme ve barış mücadelesinin asıl aktörü olan emekçi sınıfların ve Kürtler e Aleviler de dahil olmak üzere toplumun tüm ezilenlerinin mücadelenin merkezine taşınmasıdır. Böylece İktidar Blokunun toplumsal muhalefeti küçük parçalara ayırıp etkisizleştirmesi de önlenebilir.

Özcesi, kapitalizmin “çoklu krizleri" ve bu krizleri aşamayan, bu yüzden de giderek baskıcı ve otoriter bir hale gelen siyasal rejim korku, umutsuzluk ve tepkiden oluşan bir “zeitgeist” yayıyor olsa da aynı zamanda, insan, barış, emek, ekoloji ve kadını güçlendiren bir uygarlık inşa etmek için toplumsal enerjiyi de ateşliyor.

Ülke olarak, belki de kötücül gelişmeleri durdurarak karanlığı aydınlığa dönüştürmeye, barbarlık yerine uzun erimde sosyalist bir toplum kurmayı amaçlayan “demokratik, sosyal ve laik cumhuriyeti” kurmaya her zamankinden daha yakın olduğumuz bir zaman dilimindeyiz.

Dip notlar:

(1)  Paul Raskin, https://greattransition.org/gti-forum/which-future-raskin (Kasım 2022).

(2)  Gilbert Achcar, https://links.org.au/turkey-and-neofascist-contagion (28 Mart 2025).