Ekonomik büyüme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ekonomik büyüme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Aralık 2023 Çarşamba

Ödemeler Dengesi

 

Ödemeler Dengesinde işler yoluna girdi mi?

Mustafa Durmuş

13 Aralık 2023


 

Her ne kadar Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek, “büyümede dengelenmeye yönelik politikalarımızla cari denge Ekim ayında da fazla verdi, yıllık açık Mayıs’a göre 9,6 milyar dolar azaldı. Cari dengedeki düşüş ve ülkemize yönelik artan uluslararası yatırımcı ilgisi sayesinde rezervlerimiz 140 milyar dolar ile tarihi yüksek seviyesine ulaştı” (1) dese de, Ekim ayı ödemeler dengesi verileri Türkiye ekonomisinin yüksek cari açık sorunu biçiminde kendini gösteren yapısal sorunlarının devam ettiğini gösteriyor.

Ayrıca bu açığın finansman biçimi ve yabancı kaynak temin etme konusundaki sıkıntılar önümüzdeki yıl ekonominin daralacağına işaret ediyor.

Cari açık ülke ekonomisinin büyüme motoru

Cari açık denildiğinde, kabaca, bir ülkenin ithalatının ihracatından çok daha fazla olması, buna karşılık turizm gelirleri gibi gelirlerinin de bu açığı kapatmaya yetmemesi yüzünden ortaya çıkan bir dış açık kast edilir.

Bu yıl Ocak-Ekim dönemini kapsayan 10 ayda, geçen yılın aynı dönemine göre, cari açık sadece 1,7 milyar dolarlık bir artış gösterdi (yüzde 4’lük artış). Keza bu 10 ayın 3 ayında cari denge fazla verildi. (2)

Cari açığın büyümesindeki bu yavaşlama ve Eylül ve Ekim aylarında üst üste bu açığın fazlaya dönüşmesi iyi bir şey gibi görünse de, peşin konuşmamakta fayda var. Zira bu açığın finansman biçimi derinde yatan bazı sorunları yansıttığı gibi,  önümüzdeki bir-iki yıl ekonomik büyüme açısından pek iyimser ip uçları da vermiyor.

Yabancı kaynak girişi azaldı

Öncelikle, aşağıda tarafımızca hazırlanan özet tablodan da görülebileceği gibi, doğrudan yabancı sermaye girişleri yüzde 31 oranında azaldı. Dahası ekonomiyi döndüren ve “sıcak para” olarak da anılan portföy yatırımları yüzde 68 azaldı. Hisse senedi piyasasından (BİST) net çıkışlar (azalarak da olsa) devam etti. Yani yabancıların borsadan çıkışı sürdü.

Faiz artırımının etkileri

Buna karşılık bu süreçte yabancılar, yüzde 8,5’ten bugün itibarıyla yüzde 40’a kadar çıkan MB politika faizinden faydalanmak için borç senedi/DİBS  (faiz) piyasasına yöneldiler.

Öyle ki Haziran ayına kadar net çıkışların olduğu bu piyasaya Haziran’dan itibaren, giderek artan biçimde, girişler oldu. Yani bu piyasadan geçen yıl ve bu yılın Mayıs ayı dâhil çıkışlar söz konusu iken, bu yıl 4 milyar doların üzerinde bir giriş var.

En büyük fonlayıcı devlet

Cari açığı fonlayan en büyük iki kalemden biri, yaklaşık 15 milyar dolar ile kamu bankaları dâhil, bankaların aldığı dış krediler (bu yıl yüzde 2’lik küçük bir artış olsa da).

Ancak buradaki asıl husus fonlamayı asıl olarak devletin üstlenmesi. Öyle ki TCMB’nin swap/takas yoluyla diğer merkez bankalarından borçlanması 13,6 milyar doları buldu. Yani geçen yıla göre TCMB borçlanması yüzde 84 arttı. Geçen yıla damgasını vuran Net Hata ve Noksan Kalemi ise tersine döndü ve bu kalemden 8 milyar doların üzerinde çıkış oldu.

İşte Bakan Şimşek’in, brüt rezervlerin 140 milyar doları bulduğuna yönelik yaptığı vurgusunun ardındaki asıl gerçek tam da bu. Özetle, döviz rezervleri ihracat artışları gibi döviz kazandırıcı doğal yollarla değil, bankaların yurt dışından sağladığı kredilerle ve yine TCMB’nin dışarıdan döviz borçlanmasıyla arttı. Bu, kendimize ait olmayan (borç para niteliğinde) döviz rezervlerimizin olduğu anlamına geliyor.

Nitekim bu durum TCMB’nin Uluslararası Rezervler ve Döviz Likiditesi Gelişmeleri (Aralık) raporunda da belirtiliyor. Buna göre 1 Aralık itibarıyla,  toplam resmi rezervler 140,1 milyar dolara yükseldi. Ancak bunun 85,6 milyar dolarlık kısmı döviz varlıklarından oluşurken, bunun da 70,3 milyar dolarlık kısmı merkezi yurt dışında bulunan yabancı bankalar, BIS, IMF ve 11,9 milyar dolarlık kısmı ise merkezi Türkiye’de bulunan bankalarla yapılan swaplardan/takaslardan oluşuyor. (3)

                                     Ödemeler Dengesi (2022-2023 Ocak-Ekim)

 

2022 Ocak-Ekim

Ocak

Şubat

Mart

Nisan

Mayıs

Haz

Tem

Ağu

Eylül

Ekim

2023 Ocak-Ekim

Açıklama

Cari Denge

- 39.027

-10.495

-9.118

-4.720

-5.363

-7.774

717

-5.702

-325

1.910

186

-40.684

(-) Açık; (+) Fazla

Finans Hesabı

-22.528

-794

-3.154

- 7.234

- 2.556

-797

-3.401

-6.798

-2.551

- 8.208

-2.758

-38.251

(-): Para Girişi

Doğrudan Yabancı Sermaye

11.284

733

848

980

1.217

608

408

840

644

358

1.188

7.824

(+): Para Girişi

Portföy  Yatırımları.

-10.633

1.127

978

-1.030

-869

-764

1.217

1.102

399

1.657

-87

3.370

(+): Para Girişi

Hisse Senedi

 

-3.758

-486

-185

-256

-37

-630

1.089

734

-131

-263

-423

-588

(+): Para Girişi

Borç Senedi/DİBS

-6.875

1.613

1.163

-774

-832

-134

128

368

530

1.920

336

4.318

(+): Para Girişi

TCMB

7.362

561

528

5.296

2.236

5.093

-51

46

-115

-44

25

13.575

(+): Para Girişi

Banka kredileri

14.706

1.896

1.578

1.184

62

332

2.180

1.305

1.827

2.019

2.615

14.998

(+): Para Girişi

Net Hata Noksan

22.790

374

1.311

-2.768

-4.058

-9.585

7.095

1.707

2.942

-2.432

-2.681

-8.095

(+): Para Girişi

 (Kaynak: TCMB)

Bu veriler, politika faizindeki artışların sermaye girişlerini artırsa da yeterince yabancı kaynak girişi sağlayamadığını gösteriyor. Bunda enflasyonun hala çok yüksek olması yüzünden cari reel faizlerin negatif olmasının etkisi var kuşkusuz. Nitekim bu yüzden, politika faizinin bu ay da 250-500 puan arasında artırılarak yeni yılda da faiz artışlarının sürdürülmesi bekleniyor.

Gri Liste önemli mi?

Ayrıca ülkede anayasanın fiilen rafa kaldırılması, hukukun üstünlüğünden söz edilememesi, özel mülkiyet haklarının ihlaline yönelik düzenlemeler gibi piyasa ekonomisinin kuralları ile ters düşen uygulamaların yanı sıra, ülkenin kara para ile mücadele açısından hala Gri Listede yer alıyor olması yabancı sermaye girişlerini caydırıyor. Bu faktörler özellikle de doğrudan yabancı sermaye yatırımlarındaki sert düşüşte ve borsadan çıkışta kendini gösteriyor. 

Gri Liste konusunu biraz açmakta yarar var. 1989’da G-7 ülkeleri tarafından kurulan Mali Eylem Görev Gücü (FATF), küresel mali sistemi kara para aklama ve terörizmin finansmanına karşı korumak için politikalar geliştiren ve teşvik eden hükümetler arası bir organ olarak işlemeye başladı.

Bu çerçevede devletlerin kara para aklama ve terörizmin finansmanı sorunlarıyla yasal ve düzenleyici eylemler yoluyla nasıl mücadele etmesi gerektiğine dair 40 tavsiye kararı yayınlandı. 2000 yılından bu yana da kurum, periyodik olarak, stratejik AML/CFT eksiklikleri olduğuna karar verdiği ülke ve yetki alanlarının listesini yayınlıyor.

Bir başka anlatımla, FATF’nin Gri Listesi, kara para aklama ve terörizmin finansmanını önleme politikalarında stratejik eksiklikleri olan ülkeleri kamuya açık bir şekilde tanımlıyor, listeliyor. Bu tür eksikliklere sahip ülkelerin listesi Gri Liste olarak anılıyor.

Gri Liste yabancı sermaye girişlerini olumsuz etkiliyor

Gri Listeye alınmanın bir ülkeye olan sermaye akışını ne kadar etkilediği hususu ise politika yapıcıların, yatırımcıların ve ayrıca (ülke gözetimi, kapasite geliştirme çabalarının önceliklendirilmesi ve Fon destekli programlara yönelik talep tahminleri ve geri ödeme kapasitesi tahminleri ile ilgili olarak), IMF’nin de ilgi alanına giriyor.

Bu çerçevede bir IMF araştırmasının bulgularından söz etmek gerekiyor. Bu çalışma (4), çıkarımsal bir makine öğrenimi tekniği kullanarak sermaye girişi etkisinin büyüklüğünü tahmin ediyor ve sonuçta Gri Listenin sermaye girişlerinde büyük ve istatistiksel olarak anlamlı bir azalmaya yol açtığını ortaya koyuyor.

Buna göre, bir ülke Gri Listeye alındığında, ülkeye olan sermaye girişleri GSYH’nin ortalama yüzde 7,6’sı oranında azalıyor. Bu etki doğrudan yabancı sermaye yatırımlarında ortalama olarak GSYH’nin yüzde -3,0’ü ve portföy yatırımlarında ortalama olarak GSYH’nin yüzde -2,9’u oranında ve diğer yatırım girişleri üzerinde ortalama olarak GSYH’nin yüzde -3,6’sı oranında azaltma biçiminde görülüyor. Keza Gri Listedeki bir ülkeye fon akışlarda ani bir sermaye kaybı dış rezerv kaybına yol açabiliyor ve bu durum kırılgan ülkeler için ödemeler dengesi krizi ve bir IMF programı talebi anlamına gelebiliyor. (5)

Bakan Şimşek’in Türkiye’nin Gri Liste’den çıkartılması yönündeki temennisi ise, kara paranın yaygınlığı ve ülke ekonomisinin ve siyasetinin işleyişi üzerindeki etkisi ve bununla mücadele etmeyi benimsemeyen bir siyasal kültürün varlığı dikkate alındığında, yerine kolayca getirilemeyecek bir temenni gibi görünüyor.

Bu da ülkenin uluslararası finans piyasalarından sağlayamadığı finansmanı, ciddi tavizler karşılığında yasal ya da etik olmayan başka yollardan ya da Körfez ülkeleri gibi ülkelerden sağlamaya yönelmesine neden oluyor. Bu durum, ülkede yolsuzluk, kara para aklama, rüşvet, siyasetin etik olmayan yollardan finansmanı ve burjuva hukukunun dahi çiğnenmesi başta olmak üzere ciddi sosyal sorunlara yol açıyor.

2024 yılı ekonomik yavaşlama yılı olacak

Türkiye ekonomisinin AKP iktidarları döneminin büyük bir bölümünde cari açık ile göreli olarak yüksek bir oranda büyüyen bir ekonomi olduğu biliniyor. Böyle bir ekonomik büyüme stratejisi, kâr ve rantı her şeyin üstünde tutan AKP iktidarlarının bilinçli tercihi oldu. Ancak özellikle de 2018 yılından bu yana bu strateji zora girdi. Nitekim bu tespiti IMF de, 2021 yılındaki Türkiye raporunda şu ifadelerle yapıyor:

“Covid-19 salgınına kadar geçen yıllarda, Türkiye’deki ekonomik büyüme dış kaynaklı talep teşvikleriyle yönlendirildi. 2000’li yılların başında, geniş tabanlı makroekonomik ve yapısal reformlar, ülkenin gelişmiş ekonomilerle gelir yakınsamasını destekledi. Ancak reformlar azaldıkça verimlilik yavaşladı ve büyüme giderek dış kaynaklı kredi ve talep teşviklerine bağımlı hale geldi. Bu büyüme modeli dış ve iç dengesizlikleri artırarak ekonomiyi salgına karşı savunmasız bıraktı. Ağırlıklı olarak borçla finanse edilen büyük cari işlemler açıkları, net uluslararası yatırım pozisyonunun zayıflamasına, kur uyumsuzluklarına ve dış finansman ihtiyacının artmasına yol açtı. Düşük ve genellikle negatif reel politika faizleri, hızlı kredi büyümesi ve sürekli yüksek enflasyon, para politikasının kredibilitesini zayıflattı ve liraya olan güveni aşındırarak mevduat dolarizasyonu körükledi. Lira üzerindeki baskıyı durdurmak amacıyla yapılan yoğun döviz satışları yüksek düzeyde rezerv kayıplarına yol açtı. Bu gelişmelerin banka ve finansal olmayan şirket bilançoları üzerinde olumsuz etkileri oldu. Buna bağlı olarak, kamu sektörü hariç tüm sektörler için kırılganlık göstergeleri küresel finansal krizin zirvelerine yaklaştı ve diğer gelişmekte olan piyasalara kıyasla kötüleşti”. (6)

Sonuç olarak

Cari açık formülünü hatırlatarak bitirelim: (X-M) ≡ (FDI + PF + BL) ≡ (S-I) – (G-T).

Yani sırasıyla; Cari açık ≡ (Doğrudan yabancı sermaye yatırımları + Portföy yatırımları + Banka kredileri ) ≡ (Özel sektör yatırım-tasarruf açığı /borçları - Kamu sektörü açığı/borçları).

Özetle, bu denklem cari açığın temelde, ülke ekonomisindeki tasarruf açığının (S-I) bir sonucu olduğunu ve ekonominin, bu açığın finansmanı anlamında, üç tür yabancı sermaye akımına bağımlı olduğunu gösteriyor.

Yani ülke ekonomisinin cari açıkla büyüyebilmesi için sırasıyla; büyük çapta doğrudan yabancı sermaye yatırımlarına, portföy yatırımlarına ve yabancı bankalardan sağlanacak kredilere (dış kredi) ihtiyaç var. Ülke, yatırımlarını gerçekleştirebilmek için dışarıdan kaynak bulmak zorunda. Ülkenin bu talebi uluslararası sermaye hareketlerinin (kâr oranlarını yükseltmek gibi) hedefleriyle uyumlu olsa da, öznel koşulları yeterince yabancı kaynak sağlamasını zorlaştırıyor.

Ayrıca yabancı kaynak temini sadece cari açığı fonlamak için değil, aynı zamanda 211 milyar doları bulan kısa vadeli borç ve faiz geri ödemelerini yapabilmek için de gerekiyor. (7)

Yeterince yabancı kaynak temin edilemediğinde (kısa vadede yerli tasarrufları artırmak mümkün olmadığından), ithalatı ve yatırımları azaltmak, ayrıca ihracatı teşvik etmek için iç talebi de düşürmek lazım.

Bugün aslında iktidar bloku, her ne kadar yabancı kaynak arayışını her yerde sürdürse de, bunun önünde ekonomik olduğu kadar, politik engellerin de olduğunu bildiğinden, asıl olarak B planını hayata geçiriyor.

Yani “enflasyonla mücadele” adı altında iktidarın uygulamakta olduğu sıkı para ve maliye politikalarının, emek karşıtı ücret ve gelir politikalarının ve işçi haklarına karşı sert tutumunun asıl nedeni; önümüzdeki yıl (özellikle de yerel yönetim seçimlerinden sonra) ortaya çıkacak ekonomik yavaşlama, bunun beraberinde getireceği iflaslar, işsizlik artışı ve yoksullaşmanın daha da derinleşmesi ile halkın satın alma gücünü iyice düşürüp, yani iç pazarı baskılayarak, ihracata yönelmek biçimindeki stratejisidir.

Kısaca, iktidar bloku ekonomik krizden çıkışı ucuz emek sömürüsüne dayalı ihracatta arıyor. Bu yüzden de iç talebi bastırmak için reel ücretleri ve diğer emek gelirlerini düşük tutuyor.  Bu denli yüksek enflasyona rağmen asgari ücretin yılda sadece bir kez artırılacağı konusundaki kararlılığı bu stratejinin bir sonucudur.

Ancak bu bir çözüm olmadığı gibi, yeni bir strateji de değil. 1980’li yıllarda ülkede krize giren ithal ikameci (iç talebe dayalı) büyüme stratejisi 12 Eylül askeri darbesi ile desteklenen Özalcı neo-liberal ihracata dönük büyüme stratejisine geçiş ile aşılabilmişti. Ama bundan 40 yıl sonra bugün ekonominin geldiği durum ortada. Ekonomi en az o yıllar kadar ciddi bir kriz içinde.

Özetle, ülkenin en temel ihracat pazarı olan Avrupa pazarının daralma içinde olduğu, Orta Doğudaki jeopolitik risklerin arttığı bir dönemde dış pazarı, hele de rekabet gücü yüksek olmayan ürünlerle, zorlamak ekonomiyi krizden çıkartmaya yetmeyecektir.

Dip notlar;

(1)    https://twitter.com/memetsimsek (11 Aralık 2023).

(2)    https://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/tr/tcmb+tr/main+menu/istatistikler/odemeler+dengesi+ve+ilgili+istatistikler(13 Aralık 2023).

(3)    https://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/tr/tcmb+tr/main+menu/istatistikler/odemeler+dengesi+ve+ilgili+istatistikler/uluslararasi+rezervler+ve+doviz+likiditesi (1 Aralık 2023).

(4)    Mizuho Kida and Simon Paetzold, The Impact of Gray-Listing on Capital Flows: An Analysis Using Machine Learning, IMF Working Paper WP/21/153 (May2021).

(5)    Agç, s. 18-19.

(6)    IMF Republic of Türkiye 2021 Article IV Consultation- press release and staff report, June 2021.

(7)    https://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/TR/TCMB+TR/Main+Menu/Istatistikler/Odemeler+Dengesi+ve+Ilgili+Istatistikler/Kisa+Vadeli+Dis+Borc+Istatistikleri ( 12 Aralık 2023).

 

 

 

 

 

 

 

 


28 Haziran 2020 Pazar

SON IMF RAPORUNDAKİ TÜRKİYE GERÇEĞİ



SON IMF RAPORUNDAKİ TÜRKİYE GERÇEĞİ

Mustafa Durmuş

27 Haziran 2020

Siyasal iktidar Korona salgını ile birlikte iyice derinleşen ekonomik kriz, işsizlik ve hayat pahalılığı gibi sorunlara gerçekçi çözümler üretemiyor, üretemedikçe de seçmen tabanını kaybediyor.

Ayrıca böyle ekonomik sorunların yanı sıra, artan adaletsizlikler, hukuksuzluk gibi sosyal sorunları ortadan kaldırmak ya da en azda tutmak yerine, yeni düzenlemelerle bu sorunları daha da derinleştiriyor.

Örneğin işçilerin tutunabildikleri son bir dal olan kıdem tazminatı güvencesini ortadan kaldırmak gibi sadece patronları memnun edecek değişikliklere yöneliyor. Böyle olunca da toplumdaki mutsuzluk, huzursuzluk ve gerginlik daha da artıyor.

Başarı hikâyeleri: “Cambaza bak”

Patron yanlısı politikaları sürdürürken, tabanının önemli bir kısmını oluşturan yoksul kesimlerin de (başta kendi içinden çıkarak kurulan yeni siyasal partiler olmak üzere) diğer siyasal partilere kaymasının önüne geçmek istiyor.

Bunun için de bir yandan ekonomideki ve sosyal hayattaki tablonun tersine bir algı yaratmaya dönük “başarı hikâyeleri” anlatıyor, diğer yandan da milliyetçi seçmeni yanında tutabilmek için Suriye, Irak ve Libya’daki askeri operasyonlarına hız veriyor.
Başarı hikâyeleri ile ilgili olarak bir süredir siyasal gündemi de meşgul eden iki örnek yeterli olur:  AKP Grup Başkan Vekilinin kendilerinden önce bu ülkede “kadın kelimesinin adının dahi olmadığını” açıklaması ve Genel Başkanının Türkiye ekonomisinin dünyanın en büyük ilk 10 ekonomisi arasına girebilecek bir başarı grafiği çizmekte olduğu (1) yönündeki açıklaması.

İlk açıklama ile ilgili olarak bu ülkenin tarihinde kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin hiçbir zaman bu kadar artmadığını ve bir zamanlar adı Kadın Bakanlığı olan bir bakanlığın adından AKP hükümetleri tarafından “kadın” sözcüğünün çıkartılarak Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olarak değiştirildiğini söylemek yeterli olur.

IMF raporu “başarısızlık” hikâyesi anlatıyor

Ekonomik başarıya gelince, belki bizleri yönetenler böyle bir başarıya inanıyorlar ya da kendilerini inandırmak istiyorlar, yandaş medya da bunu sürekli olarak servis ediyor, ama uluslararası raporlar tam tersini söylüyor.

Bu raporların başında IMF’nin geçtiğimiz günlerde yayınladığı, daha doğrusu güncellediği bir rapor geliyor. Dünyanın Ekonomik Görünümü başlıklı Haziran tarihli rapor (2) birçok açıdan Türkiye ekonomisinin hiç de iyi durumda olmadığını, olma yolunda da olmadığını, bırakın aralarına girmek istediğimiz en gelişkin 10 ekonomiyi, aynın kulvarda yer aldığımız Yükselen Ekonomiler ve Azgelişmiş Ülkelerle kıyaslandığımızda göreli olarak kötü durumda olduğumuzu gösteriyor.

İlk olarak (ekonomik büyümeyi fetiş haline getiren bakış açısına yönelik eleştirilerimizi bir başka yazıya bırakarak),  ekonomik büyüme verilerine bakalım.

Herkesten daha fazla küçüleceğiz

IMF raporunda dünya ekonomisinin 2020 yılında ortalama yüzde - 4,9 küçüleceği (buna karşılık 2021 yılında adeta V tipi bir toparlanma ile yüzde 5,4 büyüyeceği) ileri sürülüyor.

Raporda gelişkin Merkez Ekonomilerin yüzde 8 dolayında, Yükselen ve Azgelişmiş Ekonomilerin ise yüzde 3 dolayında küçüleceği ileri sürülüyor (bu yıl dünyada sadece Çin’in yüzde 1 büyümesi bekleniyor ki bu da 1,5 milyara yakın nüfusu olan bir ülkede devede kulak bile değil).

Aynı rapor Türkiye’nin yüzde -5 küçüleceğini ( 2021 yılında eğer toparlanma olursa yüzde 5 büyüyeceği) ileri sürüyor.

Yani (siyasal iktidar tarafından ileri sürüldüğü gibi) Türkiye diğer ekonomilerden pozitif bir şekilde ayrışmıyor. Hatta dünya ortalamasından daha fazla, dahası aynı kulvardaki Yükselen ve Azgelişmiş ekonomilerden beşte iki oranında daha fazla küçülecek gibi gözüküyor.

Raporun bazı detayları oldukça önemli zira eğer 2021 yılı başlarında bir ikinci salgın yaşanırsa dünya ekonomisinin 2021 yılında yüzde- 5 küçüleceği ileri sürülüyor. Finansal kaynak temini açısından çok büyük ölçüde dışa bağımlı bir ülke olarak Türkiye ekonomisinin bu senaryo altında daha fazla küçülmesini beklemek ise hayal olmaz.
IMF ayrıca dünya çapında bu iki yıldaki kaybın 12,5 trilyon doları bulacağını ileri sürüyor. Bu da yıllık küresel ekonomik hasılanın yüzde 15’inin yok olacağı anlamına geliyor.

Ekonomiye verilen desteklerde hayal kırıklığı

İkinci olarak bu pandemi nedeniyle hükümetlerin ekonomilere verdikleri desteklere bakıldığında; ileri sürüldüğü gibi Türkiye ekonomisinin hem nicel, hem de nitel olarak yeterince desteklenmediği (bırakınız emekçilere, yoksullara ve işsizlere dönük programları) ortaya çıkıyor.

Salgın sonrası verilen devlet destekleri raporda iki grupta toplanıyor: İlk grup kamu harcamaları ve vergi kolaylıklarından oluşuyor. İşsizlere ve yoksullara verilen destekler, vergi indirimleri, ertelemeler ve vazgeçmeler bu grupta yer alıyor. İkinci grupta ise asıl olarak bankacılık sektörü aracılığıyla verilen krediler, kamu garantileri ve diğer likidite kolaylığı biçimindeki parasal destekler yer alıyor.

O halde öncelikle (en yetkili ağızdan artık ilk 10’nda yer alabileceğimizin açıklandığı)  G20 ülkelerinin en zenginlerine bir bakalım.

G20 ülkelerinde (ortalama olarak) ilk grup devlet desteğinin payı bu ülkelerin milli hasılalarının ortalama yüzde 6,4’üne; ikinci grup desteklerse yüzde 5,8’ine denk düşüyor. Kısaca bu ülkelerde toplamda 10 trilyon doları bulan ve yüzde 12,2’lik bir orana denk düşen bir devlet desteği söz konusu.

G20’nin hepsi gelişkin ekonomi statüsünde değil. Bu statüdekilere bakıldığında bunlarda oranların ortalama olarak sırasıyla: Yüzde 8,9 ve yüzde 10,9 olmak üzere toplam yüzde 19,8’i bulduğu görülüyor. Bu noktada ilk 10’a girmek isteyen Türkiye’nin ekonomiye verilen destek anlamında kendini bu oranlarla kıyaslaması gerekiyor.

Türkiye milli hasılasının yarısından fazla bir destek

Biraz detaylandırırsak;  

ABD sırasıyla: 2,443 trilyon dolar (yüzde 12,3) + 520 milyar dolar (yüzde 2,6) olmak üzere toplam 2,953 trilyon dolar (yüzde 14,9) ile ekonomiye verilen desteğin büyüklüğü açısından ilk sırada yer alıyor (bu desteğin daha ziyade yüzde 1’lik en zengin gruba yönelik olduğu yönünde ciddi eleştiriler mevcut).

Japonya sırasıyla: 551 milyar dolar (yüzde 11,3) + 1,169 trilyon dolar (yüzde 24,0) ile ve toplamda 1, 720 trilyon dolar (yüzde 35,3) ile ikinci sıraya yerleşiyor.

Almanya sırasıyla: 332 milyar dolar (yüzde 9,4) + 1,115 trilyon dolar (yüzde 31,5) ve toplamda 1,447 trilyon dolar (yüzde 40,9) ile üçüncü sırada konumlanıyor.

İngiltere sırasıyla: 155 milyar dolar  (yüzde 6,2) + 423 milyar dolar (yüzde 16,9)  ve toplamda 578 milyar dolar ile (yüzde 23,1) dördüncü sırada kendine yer buluyor.

Kıta Avrupası’nda Almanya’dan sonra en büyük ekonomiye sahip olan Fransa ise sırasıyla: 12 milyar dolar (yüzde 3,7) + 380 milyar dolar (yüzde 16,2) ve toplamda 443 milyar dolar (yüzde18,2) ile beşinci sırada yer alıyor.

Yani Korona salgını sonrasında, bu 5 ülkenin (mali ve parasal devlet desteği niteliğinde olmak üzere) en cimrisi bile Türkiye milli hasılasının yarısından fazlasına denk düşen bir devlet desteği sunmayı kararlaştırmış durumda.

Türkiye ile benzer bir ekonomik gelişkinlik düzeyine ve otoriter bir rejime sahip bulunan Brezilya ise sırasıyla 86 milyar dolar + 71 milyar dolar olmak üzere toplamda 157 milyar doları gözden çıkartmış bulunuyor.

Türkiye: 63,3 milyar dolar( yüzde 9,3)

Türkiye’nin açıkladığı destek ise sırasıyla: İlk grup destek olarak 2 milyar dolar ve ikinci grup destek olarak 61,3 milyar dolar olmak üzere toplam 63,3 milyar doları (yüzde 9,3 ) ancak buluyor.

Yani ekonomiye verilen destek açısından da Türkiye sadece gelişkin G20 ekonomilerinin çok gerisinde değil, aynı zamanda bu grubun üyesi ve yükselen ekonomiler arasında sayılan Brezilya’nın da gerisinde kalıyor.

Desteğin üçte ikisi devlet garantili projelere

Üstelik Türkiye’nin verdiği 63,3 milyar dolarlık parasal desteğin yaklaşık yüzde 71’inin koşullu yükümlülükler ve garantiler biçiminde olduğunun altını çizelim. Yani Korona sonrasında da asıl desteğin; sosyal hareketliliğin bu salgın nedeniyle iyice azalmasından dolayı zararı iyice artan köprü, oto yol, hava limanları, enerji santralleri ve şehir hastaneleri gibi dış borçla yapılan projelere verildiği anlaşılıyor.

Üçüncü olarak verilen bu desteklerin sonucunda, dünya genelindeki borç stokları Birinci ve İkinci Dünya Savaşları sırasındakinden çok daha yüksek bir orana çıkmış durumda. Kamu borç stoklarının ise sadece 1 yılda dünyada ortalama olarak yüzde 18,7 ve bütçe açıklarının ise yüzde 9 oranında artması bekleniyor.

Durumun ciddiyetini göstermek açısından bu verileri 2008-09 Büyük Resesyonu ile kıyaslamak gerekiyor. Çünkü bu resesyon sırasında kamu borçları sadece yüzde 10,5 ve bütçe açıkları ise yüzde 4,9 artış göstermişti.

Destekler patronlara, fatura halka

Kısaca Korona ile birlikte dünya bir bütün olarak daha fazla borçlu, kapitalist devletler daha fazla borçlu ve bütçeler artık daha fazla açık veriyor. Bunların “dengelenmesinin” halktan daha fazla vergi alınarak ve halka dönük kamusal harcamaların daha da kısılarak sağlanacağı ise çok açık. Yani destekler sermayeye verilirken, fatura yine emekçi halklara ödettirilecek.

Rapora göre, Türkiye’de (hükümetin öngörülerinin çok üstünde) bir bütçe açığı bizi bekliyor. Zira bu oranın yüzde 8,4’e çıkması öngörülüyor. Bu “mali disiplin” gibi hükümetin yıllardır savunduğu kavramların bir kenara bırakıldığını gösteriyor. Ayrıca bu durum, bu açığın yeni vergi ve halka dönük kamu harcaması kısıtlaması gibi kemer sıkma önlemleriyle kapatılacağının da işareti.

Devasa işsizlik ve yoksulluk artışı

Son olarak krizin insana, topluma değdiği asıl yerler olan işsizlik ve yoksulluk gibi alanlara değinelim. Rapor bu konuda da son derece endişe verici bulgular sunuyor.
Raporda işsizliğin devasa boyutlara eriştiği Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) öngörülerine referans verilerek anlatılırken, bu durumdan en çok etkilenecek olanların sayıları 2 milyarı bulan kayıt dışı ve güvencesiz çalıştırılan işçiler ve kadın işçiler olduğunun da altı çiziliyor.

Yoksullukta ise 1990’lardan bu yana oranı yüzde 10’un altına düşürüldüğü ileri sürülen aşırı yoksulluğun (günde kişi başı 1,90 dolarlık gelir tüketilmesi ölçütüne göre) Covid-19 sonrasında tekrar yüzde 10’ların çok üzerine çıkacağı öngörüsünde bulunuluyor.

Kara tablo

Türkiye’de ise bu konuda bırakın pembe ya da gri tabloyu, kapkara bir tablo söz konusu. Öncelikle ülke olarak dünyadaki en yüksek resmi (dar anlamda) işsizlik oranına sahip ülkelerden biriyiz. Ayrıca DİSK-AR Haziran 2020 İşsizlik ve İstihdamın Görünümü Raporu’nda (3) ülkede geniş tanımlı işsiz sayısının 13 milyonu aştığını ve işsizlik oranının yüzde 39’u bulduğunu ileri sürülüyor.

Özcesi siyasal iktidar tarafından ileri sürüldüğü gibi ortada bir ekonomik başarı tablosu da, kısa ve orta vadede hızlı bir toparlanma umudu da yok. Başarılı bir ekonomi yönetimi algısı oluşturmaya dönük politik açıklamaların dışındaki tüm bilimsel araştırmaların, uluslararası örgütlerin raporlarının bulguları bu gerçeği her gün yüzümüze vuruyor.

Dip notlar:

(1)   Zengin: "AK Parti'den önce kadının adı yoktu!",  Show TV Ana Haber, https://www.youtube.com (26 Haziran 2020); https://www.ahaber.com.tr/ekonomi/2020/06/21/baskan-erdogandan-net-aciklama-en-guclu-10-ekonomiden-biri-olacagiz.
(2)   IMF, World Economic Outlook- Update (June 2020), A Crisis Like No Other, An Uncertain Recovery.