28 Şubat 2015 Cumartesi

Resesyonlar Sağ’ı mı, Sol’u mu güçlendiriyor?


Resesyonlar[1] Sağ’ı mı, Sol’u mu güçlendiriyor?
Phil Gasper[2]
Sosyalizmin kapitalizme üstün olduğu yönündeki savın en temel dayanaklarından biri, kapitalizmin irrasyonel bir sistem olduğu ve uzun dönemde toplumun büyük bir kısmının ihtiyaçlarını karşılamakta yetersiz kaldığı, çünkü sistem olarak iktisadi krizlere eğilimli olduğu savıdır.
Diğer taraftan, iktisadi krizlerin solu değil de aşırı sağı büyütmesi söz konusu olduğunda bu durum nasıl açıklanabilir?  Bu yönde bir görüş radikal iktisatçı Doug Henwood tarafından Mayıs 2010’da MRzine web sitesinde yayımlanan bir kısa makalede[3] ortaya atıldı.
Henwood radikalleri eleştirerek işe başlıyor. Çünkü radikallere göre, ciddi resesyonlar ya da depresyonlar kitlelerin de radikalleşmesine neden olur. Oysa Henwood’a göre, deneye dayalı sonuçlar tam tersini ortaya koymakta, öyle ki iktisadi krizler gerçekte radikal solun değil, aşırı sağın gelişmesine yardımcı olmaktadır. Kanıt olarak da yazar, son zamanlarda iki iktisatçı, Markus Brükner ve Hans Peter Grüner’in araştırmasını[4] gösteriyor. Bu yazarlar 1970 – 2002 döneminde on altı Avrupa ülkesini incelediler ve sonuçta bu ülkelerde iktisadi büyümenin yüzde 1 oranında azalmasının, aşırı sağ ya da milliyetçi partilerin oy oranında yüzde 1 ila yüzde 2 arasında bir artışla beraber gittiğini ortaya koydular. Çalışmaya göre, tam tersine aynı dönemde komünist partilerin oylarında bir artış olmadı. Buradan hareketle Henwood resesyonların solun değil sağın lehine olduğu sonucuna varıyor. Böylece de Henwood, iki yazarın araştırmasının Çay Partileri ya da sağın diğer tuhaf var oluş biçimlerinin açıklanmasına yardımcı olduğunu ileri sürüyor.
Aslında bu sav gerçeği tam olarak yansıtmıyor. Büyük Depresyon sonrasında sağ büyüyerek Almanya’da, İspanya’da ve Avusturya’da iktidarı ele geçirmiş olsa da,  pek çok Avrupa ülkesinde sol da ciddi olarak güçlenmişti. Solun son tahlilde yenilgiye uğramasını kaçınılmaz kılan bir neden de mevcut değildi. Kasım 1932 seçimleri gibi, Hitler öncesi son özgür seçimlerde, Alman Sosyal demokrat ve Komünist Partilerinin milyonlarca destekçisi vardı ve bu partilerin aldıkları oy toplamı, Nazi Partisi’nin oylarının birçok puan üzerindeydi. Trajik olan şey, iki sol kanat partisinin sokakları tutmuş olan aşırı sağa karşı ve seçimlerde izleyecekleri yol konusunda ortak bir tutum geliştiremeyerek bölünmeleriydi. İspanya’da da sol ciddi oranda büyümüştü.  Buna rağmen iç savaşta yenilgiye uğramasının nedenlerinden biri Franko’nun faşistlerine dışarıdan gelen destek iken, diğeri sol kanat partilerinin kendi aralarında ciddi çatışmaya girmeleriydi.
İkinci olarak, iktisadi kriz kapitalizmin bir gerçeğidir ve kapitalizme karşı, farklı üretim sistemleri lehine olan, en önemli tezin temelini oluşturur. Henwood, solu, en kötüden umut beklememesi doğrultusunda, yönlendiriyor.  Oysa bizim beklentilerimiz ya da umutlarımızın kapitalist ekonominin fiilen nasıl performans gösterdiği ile ilgisi yoktur.  Biz ne düşünürsek düşünelim bizim dışımızdaki bir gerçek olarak ciddi resesyonlar periyodik olarak gündeme gelecektir. Resesyonlarda solun küçülüp, sağın büyüyeceği gerçekse, politik olarak kötümser olmamız için yeterli neden var demektir. Bu halde öyle bir saçma sonuç ortaya çıkar ki, ekonomik büyüme ve istikrar dönemlerinde toplumun radikal bir dönüşüme ihtiyacı kalmayacak,  iktisadi kriz dönemlerinde ise böyle bir dönüşüm imkânsız hale gelecektir.
Henwood’ un kesinlikle haklı olduğu bir konu var: İktisadi krizlerle kitlesel radikalleşme arasında otomatik bir ilişki yok.  Ancak, krizlerle sağın büyümesi arasında otomatik bir bağlantının olduğunu düşünmek de yanlıştır. Ekonomik çöküşlerin sınıf mücadelesini artırıp artırmayacağı ya da sol için bir fayda sağlayıp sağlamayacağı karmaşık bir faktörler setine bağlıdır. Bunlar krizin niteliği ve politik güçlerin kümelenme biçimleridir.

Belki de 1920’ler ve 1930’larda Leon Trotsky’nin muhtelif defalar yaptığı şeyi, şu ana kadar hiç kimse yapmadı. Yani, iktisadi çöküşler- canlılıklar ve politik bilinçlilik arasındaki ilişki hakkında kimse yazıp çizmedi. Trotsky 1921 Komünist Enternasyonali için yazdığında, proletar devrimci hareketinin krize otomatik bir bağımlılığının olmadığını, sadece diyalektik bir karşılıklı ilişkinin mevcut olduğunu ileri sürmüştü:

“Rusya’da 1905 devrimi yenilgiyle sonuçlandı. İşçiler büyük fedakârlıklara katlandılar. 1906 ve 1907’de son devrimci ateşler yanmaya başladı ve 1907’nin sonbaharında büyük dünya krizi patlak verdi.  Bunun işareti Wall Street’in ‘Kara Cuma’sı idi. Kriz 1907,1908 ve 1909 boyunca tekrar tekrar patlak verdi.  Depresyon işçilerin cesaretini kırdığından işçi hareketi tamamıyla yok oldu. Bu da, devrime krizin mi, yoksa lehte bir konjonktürün mü yol açacağı konusunda aramızda görüş farklılıklarının ortaya çıkmasına neden oldu.

O zaman pek çoğumuz lehte bir ekonomik konjonktürün Rus devrimci hareketini yeniden canlandıracağına inanmıştık. 1910,1911 ve 1912 yıllarında ekonomide olumlu gelişmeler oldu ve bu durum demoralize olmuş, cesaretlerini yitirmiş, önemsizleştirilmiş işçilerin yeniden bir araya gelmelerini sağladı.  Çünkü üretimde var olmanın onları ne denli güçlü kıldığını anladılar ve önce iktisadi alanda sonrasında da politik alanda saldırıya geçtiler.  Bu refah dönemi sayesinde 1914 savaşı arifesinde konsolide olabildiler ve doğrudan saldırıya geçme gücünü elde ettiler. 1914 yılında Birinci Paylaşım Savaşı patlak verip vatanseverlik duyguları en bilinçli işçi sınıfı temsilcileri dışında tüm ülkeyi sarmaya başladığında sınıf savaşı sönümlenmeye başladı. Fakat savaş Rusya’ya büyük hasarlar vermeye başlayınca vatanseverlik yerini inançsızlığa ve sonrasında kızgınlığa bırakarak 1917’nin başarılı devrimlerinin önünün açılmasını sağladı”.

Bu tür örneklerden Trotsky’nin çıkardığı bir sonuç, sınıf mücadelesinin basit bir şekilde iktisadi çöküş ya da canlanmaların sonucunda değil, sıklıkla çöküşten canlanmaya ve tekrar çöküşe hızlı kaymanın sonucunda hareketlendiğidir. Çöküşler değişiklik için bir ihtiyacın varlığını ortaya koysa da, bir kısmı işini kaybettiği ve diğerleri de onların işini almak için acil bir konumda beklediği için işçi sınıfının gücünü de zayıflatır. Ekonomik büyümeye dönüş işçilerin ciddi taleplerde bulunmaları için yeniden güven kazanmalarına yol açabilir, ancak bu yeni canlanma dönemi uzun sürerse radikal değişiklikleri gerçekleştirme imkânı yeni bir kriz patlak verene kadar kaybolacaktır.

“ Birçoğumuz Marx ve Engels’in ekonomik canlanmanın zirve yaptığı 1851 yılında yazdıklarını hatırlarsınız. Bu yazılarda 1848 devriminin sona erdiği ve yeni bir kriz patlak verene kadar da devrimin kesintiye uğradığı yazılmaktaydı.  Engels, 1847 krizinin, devrimin anası olduğunu, 1849–1851 canlanmasının ise karşı devrimin anası olduğunu yazmıştı. Ancak, bu tür değerlendirmeleri, krizin değişmez bir şekilde devrimci eylemleri doğuracağı, ya da canlanmanın işçi sınıfını pasifize edeceği biçiminde yorumlamak, meseleye tek taraflı bakmaya neden olacağı için, yanlıştır.

Diğer taraftan kararsız ve yarıda kalmış 1848 devrimi lonca ve serflik rejiminin kalıntılarını silip süpürmüş,  böylece de kapitalist gelişmenin önünü daha da açmıştır. Sadece bu koşullar altında 1851 iktisadi canlanması 1873 yılına kadar devam edecek olan kapitalist refah döneminin başlangıcına işaret etmektedir. Engels’ten alıntı yaparken gerçekleri abartmak gibi bir tehlikeye düşmek mümkündür. Buradaki önemli husus konjonktürde iyileştirmelerin mümkün olup olmadığı değildir. Önemli husus toplu durum dalgalanmalarının yükselen mi yoksa düşmekte olan bir eğri ile birlikte hareket edip etmediğidir. Tüm konunun en önemli veçhesi budur”.

Böylece, sistemi istikrara kavuşturan ve sınıf mücadelesinin düzeyini düşüren şey 1850’ler ve 1860’lardaki uzun dönemli kapitalist genişlemeydi. Tam tersine, Trotsky’ye göre, I. Dünya Savaşı sonrasındaki dönem uzun dönemli istikrarsızlık ve düşüş dönemiydi, öyle ki yukarı doğru çıkışlar sadece sahteydi ve krizler giderek derinleşip, uzuyordu.

Bu nedenle de iktisadi çöküş ve canlılıkların etkileri kısmen ekonominin temelinde yatan koşulların durumuna bağlı olacaktır. Yani ekonomi, sürdürülebilir bir canlanma dönemi mi yaşamaktadır (böyle bir dönemde resesyonlar minimal kesintilere neden olabilirler), yoksa ekonomik canlanmanın çok kısa sürdüğü ve sürdürülebilir bir canlanmanın elde edilemediği bir durumu anlatan bir iniş periyodunda mıdır?

Bugün, uzun dönemli bir iktisadi istikrarsızlık dönemi içindeyiz. Bu dönemde, yakın gelecekte sürdürülebilir bir büyümeyi sağlayabilmek mümkün gözükmüyor. Geçtiğimiz on yılda ABD ekonomisi iki resesyon yaşadı ki, en son yaşanan resesyon Büyük Depresyon’dan bu yana görülen ek kötü resesyondu.  Hatta on yıllık dönemin ortalarında ekonomi büyümeye devam ederken reel ücretler de düşmeyi sürdürdü. Şimdi ekonomi tekrar büyüyor, ancak işsizlik hala çok yüksek (gerçek oran % 15’lerde) ve yeni bir resesyon ihtimali çok yüksek.

Mevcut dönem sola mı, yoksa sağa mı yarayacak? Geçtiğimiz on sekiz ay boyunca kesin bir biçimde gelişmelerin sağı güçlendirdiğini, Çay Partilerinin sıklaştığını ve yabancı işçi düşmanlığının ve ırkçılığın arttığını gördük. Noam Chomsky gibi düşünürlere göre günümüzde gerçek bir faşizm tehdidi söz konusudur ki, bu durum Weimar Almanyasının çöküşü ve Nazilerin yükselişi ile paralellikler taşımaktadır.

Kuşkusuz bu gelişmeleri hafife almamalıyız, ama 1930’ların Almanyası ile karşılaştırma yapmak da çok anlamlı değil. Çay Partileri gibi organizasyonlar kitleselleşmiş gerici hareket düzeyinde değiller, Cumhuriyetçi Parti tarafından desteklenen ve finanse edilen organizasyonlar niteliğindeler. Bu tür hareketler birkaç bin kişiyi mobilize etmeyi başarsa da LGBT ve göçmen hakları için yürüyen yüz binlerce insanın ilerici eylemlerinin gölgesinde kaldılar. Buna rağmen ilerici eylemler medyada çok az yer bulurken, Çay Partileri gibi gerici örgütlenmeler sürekli medya tarafından pompalanıyorlar.

Anketler ABD’de son birkaç yıldır sola doğru bir yönelmenin olduğunu ortaya koyuyor.  Pew Research Center tarafından Mayıs ayında yapılan bir araştırmaya göre, otuz yaş altı Amerikalıların yüzde 43’ü sosyalizmi kapitalizme göre daha iyi bir sistem olarak görüyor (yüzde 43’ü de kapitalizm için aynı şeyleri düşünüyor).  Tek başına bu istatistikler bile mevcut dönemde solun büyütülmesi için ciddi bir şans olduğunu ortaya koymaktadır. Şimdi gerçek solu büyütme, örgütleme zamanıdır ve sol ekonomik kriz ortamında büyüyebilir.





[1] Çevirenin notu: Resesyon, resmi iktisatçılarca, bir ekonominin iki çeyrek üst üste (altı ay) küçülmesi sonucunda işsizliğin,  durgunluğun ve fiyat düşüşlerinin ortaya çıkması biçiminde tanımlansa da bu tanım tam olarak doğru değil. Yani resesyon tanımlamasında tek başına kişi başına GSYH verilerine (iktisadi büyüme ) bakmak yeterli değil. Ayrıca sanayi üretimi, iç satışlar, ihracat, borsa hareketleri, istihdam ve potansiyel olarak diğer göstergelere de bakmak gerekir. Zira resesyon halinde dahi bazı göstergelerin iyileşmesi mümkündür.
[2] Phil Gasper,  “Economic crisis and class struggle - Are recessions better for the left or right”, ISR Sayı: 72, Temmuz-Ağustos 2010 , http://www.isreview.org, adlı makale Türkçe’ye Mustafa Durmuş tarafından kısaltılarak çevrilmiştir.
[3] Doug Henwood, “Recessions: Better for Right Than Left, http://mrzine.monthlyreview.org 21.05.2010.
[4] Hans Peter Grüner, Markus Brückner,”The OECD’s growth prospects and political extremism”, http://www.voxeu.org,16 May 2010.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder