Gelir
destekli bir aylık tam kapanma: Hem sağlığımızı, hem de ekonomiyi korumak için
Mustafa
Durmuş
19 Nisan 2021
Hem Covid-19 Salgını, hem başta işsizlik, enflasyon
ve yoksulluk olmak üzere büyük çaptaki ekonomik sıkıntılar üzerimize kâbus gibi
çökmüş durumda ama siyasal iktidar bu iki sorunun da ciddiyetini yeterince kavrayabilmiş
değil.
İşsiz sayısı 10 milyonun üzerine çıktı. Dahası kısa
çalışma ödeneğine son verildiği için Nisan ve Mayıs aylarından itibaren on binlerce
işçi işsizler ordusuna katılacak. Bu arada patronlar tam bir fırsatçılık içinde
Kod 29’u gerekçe göstererek işçileri tazminatsız işten atıyor. Hali hazırda yüksek
enflasyonun altında ezilen işçiler, emekçiler, küçük esnaf, küçük üretici işsiz
ve gelirsiz kalarak iyice yoksullaşıyor, açlığa mahkûm ediliyor. Buna karşılık
siyasal iktidarın şu ana kadar sunduğu mali destek bu kesimlerin derdine derman
olmaktan çok uzak.
Salgında
zirve: Günde 62.000 yeni vaka!
Covid-19 Salgınının yönetiminde yapılan yanlışlar sonucunda
ise ülkedeki günlük vaka sayısı ilk kez 62.000’inin, günlük ölümler ise 270’in
üzerine çıktı.
Dünya Sağlık Örgütü’nün en son verilerine göre,
Türkiye günlük vaka sayısı açısından dünyada dördüncü, Avrupa’da ise birinci
ülke konumunda. Öyle ki günlük yeni vakaların yüzde 26’sı Hindistan’da, yüzde
11’i Brezilya’da yüzde 10’u ABD’de, yüzde 8’i Türkiye’de ve yüzde 5’i Fransa’da
ortaya çıkıyor.
Ancak Türkiye’deki Covid-19 vakalarının ciddiyetini
anlayabilmek için nüfus başına vaka sayısına bakmak gerekiyor. Bu açıdan örneğin
Türkiye’de her 100.000 kişi başına düşen toplam vaka sayısı 4,698 iken, günlük
200.000’inin üzerinde yeni vakaya sahip bulunan Hindistan’da bu sayı sadece
1,019.(1)
Mutasyon,
lebaleb doldurulan kongre salonları ve aşılama yetersizliği
Bu duruma gelinmesinde; virüsün mutasyona uğrayarak
çok daha hızlı yayılmasının, halkımızın bir kesiminin Salgın konusundaki
umursamaz davranışlarının olduğu kadar, politik çıkarlar ve beklentiler yüzünden
maske-mesafe kuralının hiçe sayılarak iktidar partisi kongrelerinin lebaleb doldurulmasının
ve yeterince aşılama yapılamamasının da payı çok büyük.
Nitekim şu ana kadar (15 Nisan itibariyle) toplam sadece
7.755.707 kişiye Covid-19 aşısının her iki dozu da yapılabildi.(2) Bu nüfusun
sadece yüzde 9’unun biraz üzerinde bir kısmının aşılanabildiği anlamına
geliyor. Bunun nedeni ülkeye yeterince aşının getirilememiş olması. Oysa sağlık
örgütleri ülkede günde 1 milyon kişiye aşı yapabilecek bir sağlık personeli kapasitesinin
bulunduğunun altını çiziyor. Yani aşı olsa onu hızlıca uygulayabilecek alt yapı
mevcut. Bu nedenle, “ülkede neden yeterince aşı yok” sorusunu sormak kaçınılmaz
oluyor.
Diğer taraftan salgın bilimciler, bir ülkede sürü
bağışıklığı stratejisinin uygulanabilmesi için nüfusun belli bir kesiminin
(örneğin yüzde 60-70’inin) aşılanması gerektiğini ileri sürüyor. Türkiye’ninse
bu hedefin çok gerisinde olduğu açık.
Sürü
bağışıklığı stratejisinde ısrar
Bu gerçeğe rağmen ülkede neden hala gizli ya da açık
bir biçimde sürü bağışıklığı stratejisi uygulanmaya çalışılıyor ve toplumun
sağlık açısından en zayıf kesimleri başta olmak üzere, tüm toplum ciddi bir bulaş
riskine maruz bırakılıyor?
Durum bu derece vahim iken ve başta sağlık örgütleri
olmak üzere toplumun büyük bir çoğunluğu tam gelir destekli bir 28 günlük tam
kapanmanın kaçınılmaz olduğunu ısrarla talep ederken siyasal iktidar neden buna
yanaşmıyor?
Tersine, Salı günü alınan kararla, kapanıyormuşuz
gibi yapılırken “sıkılaştır-gevşet-sıkılaştır” biçiminde son bir yıldır
uygulanan strateji sürdürülecek. Çünkü 15 günlüğüne hafta sonları ve akşam saat
19.00’dan sonra olmak üzere sokağa çıkma yasakları biçiminde kısmi bir kapanma
kararı alındı.
Öte yandan, özel otolarla yapılan şehirlerarası
seyahatler yasaklanırken, otobüslerle seyahatin serbest bırakılması, AVM’ler başta
olmak üzere mağazalar, dükkânlar ve zorunlu olmayan birçok malı üreten
işyerleri, fabrikalar açık tutulurken, kafelerin, restoranların sadece paket servisi
için açık olabilmeleri ya da çok büyük bir kesimi aşılanmış olan 65 yaş
üzerindekilere günde sadece 4 saat sokağa çıkma izni verilmesi (3) akıl ve
mantıkla izah edilemeyecek çelişkili kararlar değil mi?
Oysa şu ana kadarki deneyimlerden, halkın hafta
sonları sokağa çıkma yasaklarına yeterince uymadığı görülüyor. Günlük sokağa
çıkma yasağının iki saat daha uzatılmasının ise insanları, iş çıkışında telaş
halinde lebaleb dolu toplu ulaştırma araçlarına akın etmeye zorlayarak bulaşın
artmasından başka bir işe yaramayacağı öngörülemiyor.
“Sıkılaştır-gevşet-sıkılaştır”
biçimindeki kısmi kapanma
Geçen yıl Salgın başladığında hükümetlerin önünde kabaca
iki seçenek mevcuttu:
(i) Sürü bağışıklığı stratejisine uygun olarak, aşı
bulunana kadar, “sıkılaştır-gevşet-sıkılaştır” biçiminde bir yol izlemek.
Böylece restoranlar, barlar, kafeler gibi mobilizasyonun daha fazla olduğu
alanları kapatarak üretim ve diğer ekonomik faaliyetleri kısmen durdurmak, Salgın
hafifletildikten sonra da gevşetme yaparak normalleşme adımları atmak.
(ii) En az bir aylık bir tam kapanmayla insanları
evlerinde tutmak, sosyal izolasyon ve evde kal biçimindeki katı karantina uygulamak,
bu arada ihtiyacı olan insanlara gelir desteği sağlamak ve virüsün bulaştığı
insanları ciddi biçimde izlemek. Salgının birinci yılında bu seçenekler hala
masada duruyor.
Sürü bağışıklığı stratejisi de denilen ilk seçenek altında
insanların sokaklara çıkarak normal yaşamlarını sürdürmelerine ses çıkartılmadı,
hatta insanlar bu yönde teşvik de edildiler. Bunun sonucunda vaka sayılarında
patlama yaşandığında ise, neo-liberal ideolojiye uygun bir biçimde, bunun
sorumluluğu “kendi önlemini almayan, maske takmayan, fiziki mesafe kuralına
uymayan” bireylere yüklendi. Salgından
hastalanmanın nedeninin insanların kendi hataları olduğu (ya da sorumlunun 84 milyonun tamamı olduğu) (4) söylenerek
gerçek sorumlular gizlendi.
Sadece Türkiye’de değil, ABD, Britanya, İtalya,
Brezilya başta olmak üzere, neo-liberal politikaları izleyen ülkelerde başlangıçta
bu strateji uygulandı. Salgın atağa geçtiğinde ise kısmi kapanmalarla durum
idare edilmeye çalışıldı. Türkiye’de ise bu strateji hala uygulanıyor.
Sosyal
Darwinizm
Bu sonuçları
nedeniyle sürü bağışıklığı stratejisinin neo-liberalizmin epidemiyoloji (salgın
bilim) alanındaki bir yansıması olduğu ileri sürülüyor. Çünkü tıpkı serbest
piyasalara olan koşulsuz inancın gereği gibi, sürü bağışıklığı da Salgınla en
iyi mücadelenin onu serbest bırakmak, kontrol etmemek olduğu inancına dayanıyor.
Bu aslında
yıllardır dünyayı yöneten politik aklın bir devamı, yani “bırakınız
yapsınlarcı” bir Sosyal Darwinizm’. Öyle ki denetimsiz piyasalara iman edenler,
Salgın geniş kitleleri öldürse dahi, onu kontrol etmeye gerek duyulmadan ortadan
kalkacağına da inanıyorlar. Bu yüzden de gönül rahatlığıyla (ekonomik olarak daha
maliyetli olan tam kapanma stratejisi karşısında) sokaklara çıkmayı öneriyorlar.
(5)
Oysa sürü bağışıklığı stratejisi, çok büyük bir
kısmı çok kötü sosyo-ekonomik koşullara sahip bulunan yoksullar, evsizler,
mülteciler, yaşlılar, engelliler ve ciddi sağlık sorunları olanlar gibi
toplumun en korumasız kesimlerini ezen bir şiddet uygulamasından başka bir şey
değil.
Sosyal
cinayetlere davet
Kapitalizmin emekçilerin, yoksulların, ezilenlerin
karşısında bir sistem olduğu gerçeği sadece bugüne özgü bir husus değil. Sanayi
kapitalizminin ilk ortaya çıktığı 19’uncu yüzyılda da durum bugünden çok farklı
değildi. Öyle ki kapitalizmin beşiği İngiltere’de o dönemde emekçilerin halini
“İngiltere’de İşçi Sınıfının Durumu” (1845) adlı kitabında F. Engels “sosyal
cinayet” kavramı altında şöyle anlatıyordu:
“Bir
kişinin eylemi istemi dışında bir başkasının ölümü ile sonuçlandığında; buna kasıt olmaksızın ölüme sebebiyet verme,
eğer öldüren kişi eyleminin öldürme ile sonuçlanabileceğinin bilincinde hareket
ediyorsa, buna cinayet adı verilir. Bunun gibi eğer bir toplum işçi sınıfını
doğal olmayan ve erken ölümüne neden olabilecek ölümlerle karşı karşıya
bırakırsa (tıpkı kılıç ya da tabanca ile
öldürmek gibi) bu bilerek ve isteyerek
cinayet işlemek anlamına gelir. Binlerce
işçi hayatta kalabilmek için ihtiyacı olan şeylerden mahrum bırakıldığında ya
da hayatlarını sürdürebilmelerinin mümkün olamayacağı koşullara mahkûm edildiğinde,
aslında ölüme mahkûm edilmişler demektir.
Bu öyle bir tür cinayettir ki kurbanların kendilerini savunabilme
imkânları ve araçları mevcut değildir. Bu aynı zamanda üstü örtülen bir
cinayettir zira ölenler bunun ne tür bir ölüm olduğunun tam olarak farkında
olmadıkları gibi, katili de kimse göremez. Bunun nedeni bu cinayetin bir suç
örgütünün bir araya gelip işlediği bir cinayet gibi değil, bir ihmal sonucunda
ortaya çıkan ölümler gibi sunulmasıdır. Bugün İngiltere’de sosyal cinayetler işleniyor. Öyle ki işçiler sağlıklarını
koruyamadıkları gibi uzun yaşayamayacakları koşullara mahkûm edilmiş durumdalar. Bu da onların enerjisini, yaşama gücünü yavaş
yavaş ellerinden alıyor ve onları zamanından çok daha erken mezara gönderiyor”.(6)
Bugün kendisini ve ailesini geçindirebilmek için,
maske ve hijyenden yoksun, fiziki mesafe kurallarının uygulanmadığı kalabalık
fabrikalarda, işyerlerinde
çalışmak
zorunda kalan, her gün işine kalabalık toplu ulaştırma araçlarıyla gidip gelmek
durumunda olan emekçilerin karşılaştıkları durumun 176 yıl öncesinden özde bir
farkı yok. Nitekim Türk Tabipler Birliği Salgınla ilgili olarak izlenen yanlış
politikaların sosyal cinayetlerle sonuçlanacağı uyarısında bulunmak zorunda
kaldı.(7)
Ekonomik
toparlanmayı önleyen bir strateji
Sürü bağışıklığı stratejisinin olumsuzlukları sadece
sosyal cinayetlere yol açmakla sınırlı değil. Bu strateji Salgın yüzünden krize
girmiş ya da krizi derinleşmiş ekonomilerin bu krizden çıkmasını da önlüyor.
Çünkü bu strateji altında Salgında sürekli yeni dalgalar yaşanıyor, bu da
kaçınılmaz olarak ekonomilerin (kısmi de olsa) yeniden kapanmasıyla
sonuçlanıyor.
Ayrıca günümüzde ulusal ekonomiler (hatta bir bütün
olarak dünya ekonomisi) sektörler ve faaliyetler anlamında birbirine son derece
entegre ve bağımlı durumda. Bu nedenle bazı
sektörler kapalı tutulurken, diğerlerinin açılması iktisadi olarak bir anlam
ifade etmiyor. Yani Salgın kötüleştikçe ekonomi de kötüleşiyor.
Kısaca Salgının birinci yılında, bu stratejiyi
uygulayan ülkelerin sürekli yeni dalgalarla karşılaştıkları, uyguladıkları geçici
(hafta sonu ya da akşam saatlerinde) ve
kısmi kapanmaların (yeme-içme mekânları gibi) gevşeme ve sonuçta Salgının daha da artmasıyla
sonuçlandığı görülüyor. Bu da hem sağlıkla, hem de ekonomi ile ilgili
maliyetleri daha da artırıyor.
Tam
kapanma daha maliyetli ancak…
Gelir destekli bir ay süreyle tam kapanma sancılı ve
kısa dönemde çok maliyetli olsa da, hem Salgınla mücadelede, hem de ekonomik
toparlanma için tek akılcı ve adaletli yol gibi görünüyor.
Ancak kapanmayı gerektiği
gibi, yeterli bir süre için (en az bir ay) ve gecikmeksizin yapmak gerekiyor. Zorunlu
mal ve hizmet alanları dışında tüm ekonomik faaliyetleri durdurmak, insanları
evlerinde sıkıntı yaşamadan tutabilmek için de yeterli bir gelir desteği
sağlamak dâhil tüm önlemleri de almak şart.
Nitekim hem Türkiye’de, hem de dışarıda yapılan bazı
bilimsel araştırmalar gecikmeksizin ekonomiyi tam kapatmanın hem sağlık, hem de
ekonomi açısından, sokağa çıkma yasaklarıyla sürdürülen kısmi kapanmaya
kıyasla, çok daha başarılı olduğunu ortaya koyuyor.
Türkiye’de
yapılan bir araştırmanın çarpıcı sonuçları
Bu araştırmalardan ilki geçen yıl Nisan ayında bir
grup akademisyenin yapmış olduğu bir bilimsel araştırma. Bulguları özetle şöyle
(8):
•Toplum sağlığı ya da ekonomi arasında bir tercihin
yapılması zorunlu değil. Tersine, Salgının başlarında yani vaka sayıları çok
artmadan uygulanacak sıkı ve etkili bir karantina sayesinde hem salgın daha
çabuk kontrol altına alınabilir, hem de
ekonomik hasar asgariye indirilebilir. Bunun için yaklaşık 30-40 gün sürecek
sıkı bir kapanma gerekiyor.
“Tam karantina” senaryosunda sadece en gerekli olan
sektörlerin açık olduğu varsayılıyor. Ancak karantinanın başarılı olabilmesi için
Güney Kore benzeri bir uygulama ile vakaların sıkı bir şekilde takip edilmesi
gerekiyor. Toplam vaka sayısı 3000’in altına indiği zaman Salgının kontrol
altına alındığı, mevcut vakaların başarıyla takip edilebileceği ve hayatın
normale dönebileceğini varsayılıyor.
• Başarılı bir şekilde uygulanacak bir aylık tam
karantina uygulaması, virüsü en hızlı şekilde kontrol altına almak yoluyla, en
düşük ekonomik maliyeti sağlıyor. Ülkenin 15 Nisan 2020 itibarıyla toplam
yaklaşık 70 bin vaka eşiğinde (bugün bu sayı 4 milyona yakın) tam karantina
uygulamasında yaşanacak bir gecikme ise can kaybının yanı sıra ekonomiye olan toplam
maliyeti ve toparlanmanın süresini artırıyor. Tam karantina uygulaması
geciktiği sürece Salgını kontrol altına almak zorlaşıyor ve karantinada geçmesi
gereken süre (ve dolayısıyla ekonomik maliyet) artıyor.
•Diğer taraftan kısmi bir karantina altında milli
gelir yüzde 17 oranında azalıyor. Oysa tam karantina-kapanma uygulaması hemen
uygulamaya konduğu takdirde Salgın 42 günde kontrol altına alınabiliyor ve milli
gelirdeki düşüş yüzde 7,8 ile sınırlı kalıyor.
•Tam karantina uygulamasında bir günlük gecikme
olduğunda Salgını kontrol altına alma süresi 44 güne çıkıyor, milli gelirdeki
daralma yüzde 8,2’e yükseliyor. Yani virüs 100 gün sonra tekrar artmaya
başlıyor. Prematüre şekilde karantinayı vaktinden erken sonlandırmak hiçbir işe
yaramadığı gibi o süre içindeki üretim kaybı da boşa gidiyor. Bu nedenle bir
günlük gecikmenin bedeli olarak ekonomiyi fazladan iki gün kapatmak gerekiyor
ki bu da ekonomiye olan maliyeti bir anda milli gelirin yüzde 8,2’sine çıkartıyor.
•Eğer iki günlük gecikme olursa bu kez uygulanması
gereken karantina süresi 46 güne uzarken milli gelirdeki düşüş yüzde 8,6’ya
çıkıyor. Yani gecikme olan her gün milli gelirde yaklaşık binde 4’lük ilave bir
kayba neden oluyor. Bu kaybın telafisi için verilecek olan devlet desteğinin
büyüklüğü de, Hazineye olan maliyeti de o denli artıyor.
Fransız
araştırması: “Tam kapanma hem insanı, hem ekonomiyi koruyor”
İkinci araştırma Fransa kökenli bir
araştırma. Paris’te yerleşik bir kuruluş tarafından yapılan bu
araştırmanın sonucunda hazırlanan “Sıfır
Covid Stratejisi hem insanı, hem de ekonomiyi daha iyi korur” başlıklı raporun (9)
aşağıda özetlediğimiz bulguları Türkiye’de yapılmış olan (yukarıda sözünü
ettiğimiz) araştırmanın bulgularıyla uyumlu. Buna göre:
• Covid-19 Salgını ile baş etmede kabaca iki
strateji söz konusu: Migitation (Ilımlı Geçiş, Sıkılaştır-Gevşet-Sıkılaştır /
Sürü Bağışıklığı) ve Elimination ya da Sıfır Covid Stratejisi (SCS-Tam Kapanma).
•Covid-19’la mücadelede gündeme getirilen bu stratejiler
hem toplum sağlığını, hem de ekonomiyi daha iyi korumak anlamında farklı
etkilere sahipler. Bu stratejilerden belli aralıklarla sokağa çıkma yasaklarıyla
“Sıkılaştır-Gevşet-Sıkılaştır” biçiminde yürütülen stratejinin bir aylık
maliyetinin 6 milyar dolar ila 10 milyar dolar arasında olduğu, diğer strateji
olan tam kapanmanın maliyetinin ise 15-20 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor.
Ancak rapor böyle kısa vadeli bir maliyet karşılaştırmasının
yanıltıcı olabileceğini ileri sürüyor. Çünkü
bu kıyaslamada tekrar sokağa çıkma yasağı konulması olasılığını ortadan
kaldıran tam kapanmanın sağladığı fayda hesaba katılmıyor. Yani tam kapanma büyük
ölçüde Salgının sosyal ve ekonomik etkilerini ortadan kaldırabilirken, sokağa çıkma yasakları ya da diğer yarım
kapanmaların faydası bir süre sonra ortadan kalkıyor ve Fransa’da olduğu gibi
ekonomik ve sosyal maliyetler ikiye katlanıyor.
“Zamanında
yapılacak bir tam kapanma yangını söndürür”
•Zamanında yapılan bir tam kapanma büyük yangını
söndürerek ardındaki küçük yangınlarla baş etmeye benzetiliyor. Buna karşılık
sürü bağışıklığı stratejisi başarısız kalmaya mahkûm bir strateji olarak
nitelendiriliyor.
• Rapora göre, Ilımlı Geçiş Stratejisi
(Sıkılaştır-Gevşet-Sıkılaştır) uygulayan ülkeler önlerini göremedikleri gibi,
sonuçta toplumu da, ekonomiyi de cezalandırdılar. Bu durum özellikle de yeme,
içme ve konaklama gibi sektörlerde kendini gösterdi.
Örnek olarak, Fransa gibi bazı Avrupa ülkeleri
virüsün yayılma hızını azaltan, böylece hastanelerin tıkanma noktasına
gelmesini önlemeyi hedefleyen bu stratejiyi uyguladılar. Bu geçmişte grip ve
HIV ile baş etmede uygulanan strateji ile aynı idi. Bu çerçevede Fransa’da zorunlu
maske uygulamasının yanı sıra, kafeler, barlar ve restoranlar kapatıldı.
•Tarihte çiçek ve kızamık hastalığına karşılık
uygulanan ve eğer Covid-19 sonrasında Hindistan’da uygulasaydı bugün dünyanın
yarısında Covid-19 vakalarının olmayacağına (10) inanılan Sıfır Covid
Stratejisi (SCS) altında tam kapanmayı uygulayan ülkeler virüsün yayılmasına izin veren diğer ülkelere nazaran 2020 yılının
ikinci çeyreğinde daha az ekonomik zarar ile karşılaştılar. Çünkü bu strateji toplum
sağlığını daha iyi koruduğu gibi, üretim faaliyetlerinin yeniden kesintiye
uğramasına izin vermediğinden ekonomide ortaya çıkabilecek olan hasarı da
azalttı.
Böylece SCS’yi uygulayan Asya, Okyanusya ülkeleri ve
Kanada gibi ülkeler 2020 yılının dördüncü çeyreğinde neredeyse normal
sayılabilecek ekonomik faaliyetlerine geri dönüş yapabildiler. Öyle ki milli
gelirleri 2019 yılına göre, sadece yüzde 1,2’lik bir düşüş yaşadı. Buna
karşılık bu stratejiyi uygulamayan (diğer) ülkelerde bu düşüş yüzde 3,3
oranında gerçekleşti.
Sağlık
için ekonomiyi feda etmek gerekmiyor
Kısaca, geçen bir yılın sonunda tam kapanmanın
başarısı, buna karşılık kısmi kapanmanın başarısızlığı ortaya çıktı. ABD,
İsviçre ve İsveç gibi ülkeler ekonomilerini toplum sağlığının önünde tutarak
kısmi olarak kapanırken, Yeni Zelanda, Güney Kore, Avustralya ve Kanada tam kapandı.
Belçika, Fransa, İtalya ve İngiltere gibi ülkeler ne toplum sağlığını, ne de
ekonomiyi koruyabildiler. Almanya, Hollanda ve Japonya ise kısmen hem sağlığı, hem
de ekonomiyi koruyabildi.
•Yeni Zelanda, Güney Kore ve Avustralya’da hem ölüm
oranları çok daha düşük, hem de milli gelir kaybı minimal düzeyde gerçekleşti.
Bu ülkeler araştırmaya konu edilen diğer ülkelerin ortalama performansının
üzerine çıktılar. Diğer ülkeler sorun yaşamaya devam ederken, kısa vadede SCS
uygulayan bu ülkelerin ekonomileri çok daha hızlı toparlanmaya başladı. 11
büyük ekonomide ise sağlık ile ekonomi arasında bir ödünleşimin olmadığı, yani
sağlık için ekonomiyi feda etmenin gerekli olmadığı kanıtlandı.
•Özetle, iki farklı stratejiyi uygulayan ülkelerdeki
ekonomik performansa yer verilen aşağıdaki tablodan da görülebileceği gibi,
Sıfır Covid Stratejisine (SCS) uygun bir tam kapanma sadece toplum sağlığı
açısından değil, ekonomik toparlanma açısından da daha iyi bir seçenek.
Bir başka anlatımla, “Maske-Mesafe-Temizlik” gibi
standart uygulamalara ek olarak tam kapanma şart. Hem sağlık, hem de ekonomi
için bu kaçınılmaz. Kuşkusuz bu, özellikle de gerektirdiği gelir desteği anlamında,
diğer stratejiden kısa dönemde daha maliyetli. Ancak kısa değil uzun dönemli
hesap yapmak gerekiyor.
86,000
insanın ölümü önlenebilirdi
Araştırmanın Fransa’yı tam kapanma uygulayan diğer
ülkelerle karşılaştırmasının sonucunda ortaya çıkardığı sonuçlar çok daha
çarpıcı. Buna göre sağlık verileri açısından tam kapanmanın uygulandığı
ülkelerde (20 Mart 2021 tarihi itibariyle) milyon başına Covid-19’dan ölüm
ortalama 32 iken, bu sayı Fransa’da 1,352 kişi oldu. Bu veri Fransa’da 86,000
kişinin yanlış uygulama nedeniyle öldüğü biçiminde yorumlanmasına neden oluyor.
(11)
Ekonomiye ilişkin sonuçlar açısındansa, tam kapanma
uygulayan ekonomilerdeki 2020 yılı sonu itibariyle ekonomik daralma yüzde -1,6
ile sınırlı kalırken, bu Fransa’da yüzde - 8,1 oldu (5 kat fazla kayıp).
Böylece Fransız halkı bir yılda kişi
başına ortalama 2,200 avro ilave kayba uğradı.
Bu noktada şu sorunun yanıtlanması gerekiyor:
Türkiye’yi yönetenler, yeterli aşılama yapılamadığı gerçeği ortada iken neden ısrarla, tam da uygulanamayan sokağa
çıkma yasaklarıyla kısmi kapanma stratejisi uygulamayı sürdürüyor?
Rasyonel
bir kamu yönetimi yok
Bu soruya ilişkin birçok yanıt verilebilir.
Bunlardan sadece ikisini sıralayalım. İlki devletin beceriksizlikler,
liyakatsizlik ya da mevcut tekçi karar alma rejimi yüzünden kötü yönetilmesiyle
ilişki kuran bir yanıt. Bu yanıt daha çok da muhalefet tarafından dillendirilen
bir yanıt.
Buna göre rasyonel bir kamu yönetimi bu çapta bir salgın
ortaya çıktığında bunun ne olduğunu anlama, tanıma ve hem sağlık, hem de
ekonomi konusunda ne tür sosyal zarara neden olacağını kestirme konusunda bir
eksiklik yaşamamalıydı. Ayrıca bu Salgına gecikmeksizin alınan doğru önlemlerle
yanıt verilmeliydi. İktidar blokunun hem sorunu tanıma, hem de bu soruna zamanında
müdahale etme konusundaki yetersizliği toplumun büyük çoğunluğunca kabul
ediliyor.
Boş
kasa, dardaki Hazine ve politik tercihler nedeniyle tam kapanma yapılmıyor
İkinci yanıt iktidar blokunun sınıfsal pozisyonu ve
ideolojisiyle bağlantılı bir yanıt. Öncelikle, tam kapanma ile doğacak üretim
kesintisinin neden olacağı kâr azalmasının mevcut iktidar blokunca kabul
edilemez olduğu gerçeği bir yana bırakılsa dahi, bir aylık tam kapanma 10 milyonu aşkın işsizin
bulunduğu, yoksullaşmanın artık orta sınıflara da sirayet ettiği bir anda
devlet bütçesinden ciddi gelir desteği sağlanmasını gerekli kılıyor.
Devlet şu ana kadar sadece 60 milyar liraya yakın
bir doğrudan gelir desteği sağladı. Bunun da yüzde 90’ı İşsizlik Sigortası
Fonu’ndan karşılandı. Fonun Hazine bonosu ya da kamu bankalarında mevduatta
tutulan parası dışında kasasında nakit parasının bulunmadığı ileri sürülüyor. Siyasal iktidarsa bu Hazine bonolarının bozdurulmasından
yana değil zira bu durum Hazine için yeniden borçlanma ihtiyacı doğuracak. Bugünkü
çok yüksek borçlanma maliyetlerinde (yüksek faiz) böyle bir borçlanma Hazine
için büyük bir zarar demek.
Kısaca devlet işçinin parasını Salgın zamanında, işçi
için bir aylığına dahi olsa kullanmayı ya da ek bütçe ile zenginlerden sağlanacak
vergi gelirleriyle halka tam kapanma desteği vermeyi tercih etmiyor. Bunun
yerine kısmi kapanmalar, sokağa çıkma yasakları gibi Salgın üzerinde gerçekte etkili
olmayan çözümlere yöneliyor. Bu durum siyasal iktidarın hem ideolojisiyle, hem
de sınıfsal kompozisyonuyla uyumlu.
Oysa toplumun ihtiyacı etkin ve adil bir aşılamanın
hızlandırılması ve diğer önlemlere ilave olarak tam gelir destekli bir aylık
tam kapanmanın hayata geçirilmesi. İlave olarak, ‘Temel Gelir Güvencesi’nin kalıcı olarak uygulanması
şart.
Ancak bu kendiliğinden olabilecek bir şey
değil. İktidar blokunun kamu
kaynaklarını toplumun ihtiyacını karşılamaya dönük olarak kullanması için bu
yönde toplumda sıkı bir talebin oluşması, bu talebi politikleştirecek bir
örgütlü demokratik mücadele ve bu mücadeleyi yürütecek bir politik irade
gerekiyor.
Dip notlar:
(1)
WHO Coronavirus (COVID-19)
Dashboard- Situation by Country, Territory and
Area, https://covid19.who.int/table
(15 Nisan 2021).
(2)
Türkiye aşı tablosu, https://covid19asi.saglik.gov.tr
(15 Nisan 2021).
(3)
https://www.dunya.com/gundem/20-yas-alti-sokaga-cikma-saatleri-degisti-mi-haberi
(15 Nisan 2021).
(4)
https://t24.com.tr/video/bakan-koca-nin-vaka-sayisindaki-artis-icin-soyledigi-sorumlusu-84-milyon-sozleri-sosyal-medyada-tepki-cekti-sorumlusu-biz-degiliz
(13 Nisan 2021).
(5)
Isabel Frey, “Herd Immunity” is
Epidemiological Neoliberalism”, https://economicsociology.org
(24 April 2020).
(6)
Frederick Engels, Preface to the
Condition of the Working Class in England, Karl Marx and Frederick Engels, Selected Works, Vol 3, Progress Publishers, Moscow, 1977 içinde, s.
442.
(7)
https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye
(8 Nisan 2021).
(8)
Cem Çakmaklı, Selva Demiralp,
Şebnem Kalemli Özcan, Sevcan Yeşiltaş, Muhammed A. Yıldırım, “Covid-19 and
emerging markets: The case of Turkey”, Working
Paper No.2011 (April 2020),
https://eaf.ku.edu.tr/wp-content/uploads/2020/05/erf_wp_2011.pdf.
(9)
Cécile Philippe and Nicolas Marques,
“The Zero Covid strategy protects people and economies more effectively”,
Institut Économique Molinari | Paris-Bruxelles, www.institutmolinari.org (April 2021).
(10)
Sunil Kumar Raina MD Fiapsm, Yaneer
Bar-Yam, “Was India saved by staying below the critical travel threshold and
was lockdown and travel restriction the most important public health
intervention?”, https://necsi.edu/was-india-saved-by-staying-below-thecritical-
travel-threshold (24 February 2021).
(11)
Philippe and Marques, agr.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder