Fiyat
denetimleri enflasyonu düşürür mü?
Mustafa
Durmuş
16
Şubat 2022
Yüksek enflasyon ve giderek çekilmez bir hal
alan geçim sıkıntısı sadece genel olarak ülke ekonomisinin değil, geniş emekçi
yığınların da gündemini belirlemeye devam ediyor. Ülkenin artık bir seçim
atmosferine girdiği bu süreçte kuşkusuz yüksek enflasyon ülkeyi yönetenlerin de
endişe kaynaklarından biri haline geldi.
Bir gazetenin manşetinde bir kaç gün evvel
şöyle bir haber vardı: “Türkiye genelinde stok ve fiyat denetimleri başladı. Sadece
Ankara'da günlük yüz elliye yakın ekip denetim yaparken, illerin tamamında
yüzlerce ekibin işyerlerinde incelemeler yaptığı belirtiliyor. İncelemeler
Hazine ve Maliye Bakanlığı müfettişleri ve gelir uzmanları tarafından birlikte
gerçekleştiriliyor. Oto galerilerde başlayan denetimler, sebze meyve fiyat
artışlarına bağlı olarak soğuk hava depolarına kaydı”. (1)
Bu arada 14 Şubat tarihinden geçerli olmak
üzere, bazı temel gıda mallarındaki yüzde 8’lik KDV yüzde 1’e indirildi.
Cumhurbaşkanı bu indirimin ardından gıda maddelerinin fiyatlarında yüzde 7’lik
bir azalma beklediğini açıkladı. (2)
Her iki önlemin de yüksek enflasyonla
mücadele için alındığı belli. Hatırlanacağı üzere, daha önce de resmi
görevliler aracılığıyla, büyük zincir marketlerde raflardaki ürünlerin fiyat denetimleri
yapılmış, ancak gıda maddelerinin KDV’sinde indirime gidilmemişti. Şimdi
denetimlere tekrar başlandığı anlaşılıyor.
Alınan
bu önlemler enflasyonu düşürmek için yeterli olur mu?
Öncelikle, enflasyon olarak adlandırılan
sürekli fiyat artışları aslında nedenden ziyade bir sonuçtur. Bu yüzden de,
enflasyonla mücadele ederken, “sonuca
müdahale ederek nedeni ortadan kaldırabilir miyiz” sorusunu sormak lazım. Bir
başka deyimle, tek tek sivrisinek avlamaktan vazgeçip, bataklığı kurutmak
gerekiyor.
Yüksek
enflasyonun siyaseten sorumlusu?
Ayrıca ülkeyi son 19 yıldır tek başına
yöneten AKP hükümetlerinin ve son birkaç yıldır ülkeyi yöneten AKP-MHP iktidar
blokunun piyasalardaki, kendi deyimleriyle “spekülatif” fiyat artışlarından ve
stokçuluktan doğrudan ve ilk elden sorumlu tutulması daha doğru olmaz mı?
Çünkü bu 19 yıl zarfında çok kapsamlı özelleştirmelerin
yanı sıra, mal, hizmet ve sermaye hareketlerinde ve fiyatlamasında öyle bir
serbestleştirme gerçekleştirildi ki artık bugün tepeden müdahalelerle bunların fiyatlarının
denetlenebilmesi ve istikrara kavuşturulabilmesi çok zor.
Sorumlu
tutulan zincir marketler son 20 yılın eseri
Siyasal iktidar enflasyondan aracılar
kadar büyük zincir marketleri de sorumlu tutuyor. Ancak her ne kadar bu büyük
zincir marketlerin fiyatlara fahiş zamlar yapmasından şikâyet etse de ortada inkâr
edilemeyen bir gerçek var: Bu zincir marketler asıl olarak son 20 yılın yani bu
iktidarın eseri.
Çünkü “indirim market” statüsünde olan bu zincir
marketlerin A101 ve Ekomini gibi bazıları AKP iktidarları dönemindeki hızla
büyüyen yandaş sermaye gruplarınca kuruldu. BİM, ŞOK ve Migros gibi daha önce
kurulanlarsa yine son 19 yıldır çok hızlı büyüdüler.
Bu zincir marketlere ait veriler ülkede
gıda ve alkolsüz içecekler başta olmak üzere, pek çok üründe bu sermaye
gruplarının arz ve talep yönlü olarak toptan ve perakende piyasasını (dolayısıyla
da fiyatları), nasıl kontrol ettiklerini ortaya koyuyor. Böylece onları özellikle
de yüksek gıda enflasyonunun faillerinden biri yapıyor.
İlk
beş firma piyasanın yüzde 77’sini kontrol ediyor
Öyle ki, 2021 yılı sonu itibariyle, 10 ve
üzerinde şubesi olan böyle zincir market firması toplam sayısı 140’ın ve
bunlara ait şube sayısı 40 binin üzerinde. Bunların arasında ilk beşe giren ve
A101, BİM, ŞOK, Migros ve Ekomini’den oluşan firmaların şube sayısı 33 bine
yakın. Böylece ilk beş firma perakende piyasasının yaklaşık yüzde 77’sini
kontrol ediyor.
Bu en büyük beş firmanın dördü indirim
(discount) market statüsünde (Migros dışındakiler). Yani ülke genelindeki tüm zincir
market şubelerinin 33 bini indirim marketlere ait. Bir başka ifadeyle, indirim
marketlerin payı tüm zincir marketlerin yüzde 76’sını oluşturuyor. Dolayısıyla
her dört zincir market şubesinin üçünün indirim marketlerine ait olduğu
söylenebilir. (3)
“İndirim
marketlerin” çifte sömürüsü
İndirim marketlerin en önemli avantajı ise
(örneğin BİM ya da ŞOK) kendi
markalarıyla oldukça uygun fiyatlardan üreticiye, çiftçiye ürün ürettirebilmeleri
ve bunları kendi mekânlarında satabilmeleri (pirinç, makarna, süt, peynir
gibi). Dolayısıyla da düşük fiyatlardan üreticiye ürettirirken yüksek raf
fiyatlarıyla ürünlerini satabiliyorlar. Bu da oligopolist bir güç ile hem küçük
çiftçinin, hem de tüketicinin sömürülmesine neden oluyor.
Raftaki
fiyata müdahale eden iktidar atılan işçiler konusunda neden sessiz?
Bu zincir marketlerin şube sayısına göre
sıralamada en büyük dördüncüsü konumundaki Migros bugünlerde eleştirilerin
hedefinde. Mağazanın İstanbul Merter'deki bir şubesinde çalışan “bir işçinin,
çöpe atılmak üzere ayrılan çürük sebzelerden alınca işveren tarafından
hırsızlık yaptığı suçlamasıyla işten atılması” (4) ve İstanbul Esenyurt’taki
deposunda haklarını arayan 370 işçinin işlerine son verilmesi yüzünden firma
eleştiriliyor.
Firma, işçilerinin saat ücretlerinde 4
lira artış yapılması yönündeki talebini reddederek sadece yüzde 8 ücret artışı
önerirken, sigorta primi ödemelerinin güvenceye kavuşturulması ve işyerlerinde
işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri alınması (5) gibi son derece makul ve
masum talepleri de reddederek yüzlerce işçiyi işten attı.
Siyasal iktidar ise gıda mallarındaki
yüksek fiyat artışları ile ilgili olarak bu marketleri sorumlu gösterirken, işlerinden
atılan işçilerin haklarını korumak konusunda hiçbir girişimde bulunmadı. Bu da
iktidarın derdinin gerçekte işsizlik ya da halkın geçim sorunları değil, gıda
enflasyonu konusundaki sorumluluğunu üzerinden atmak olduğunu gösteriyor.
Tarihteki
fiyat denetimi deneyimleri
Şimdi gelelim fiyat denetimleri
meselesine. Hem zincir marketler başta olmak üzere fiyat belirleme konusunda
etkili piyasa aktörlerinin yüksek kâr amaçlı perakende fiyat artışlarını, hem
de spekülasyon amaçlı stokçuluk faaliyetlerini önlemeye dönük fiyat ve stok denetimleri
yaparak, özellikle de gıdadaki, yüksek enflasyon düşürülebilir mi?
Böyle müdahalelerle özellikle de gıda
ürünlerinin bütçelerinin önemli bölümünü oluşturduğu düşük ve sabit gelirli emekçiler
enflasyona karşı korunabilir mi?
Bu soruyu daha önceki deneyimlerden yola
çıkarak ve kapitalist sistemde sermayenin hareket biçimlerine ve fiyat
dinamiklerine bakarak (teorik olarak) yanıtlayabilmek mümkün.
Ancak öncelikli olarak altının çizilmesi
gerekli bir husus var: Her şeyden önce siyasal iktidarların yüksek enflasyonu
sorun olarak kabul etmeleri ve buna müdahale edecek bir iradeye sahip olmaları
gerekiyor.
Eğer (bizde olduğu gibi), enflasyon
izlenmekte olan iç pazarı daraltarak ihracata yönelimi artırmayı hedefleyen bir
stratejinin bir aracı olarak kullanılıyorsa (tıpkı negatif faiz politikası
gibi), bu tür fiyat ve stok denetimleri sadece seçime gidilen bir dönemde
göstermelik çabalar olmaktan öteye gidemezler.
Arjantin’deki
fiyat denetimi deneyimi (2007-2015)
Bu yüzyılın deneyimlerin birinin sonuçları
bu açıdan son derece öğretici. İki Arjantinli iktisatçı enflasyonun yüksek
seyrettiği ülkelerden biri olan Arjantin’de 2007-2015 döneminde toplamda 50
binden fazla süpermarket ürünü ile ilgili olarak yapılan fiyat denetimlerinin
(gelişkin internet ve mobil telefon uygulamaları aracılığıyla da sürekli olarak
izlenen) enflasyon üzerindeki etkilerini inceledi. Bu incelemeler sırasında denetlenen
ve denetlenmeyen ürünlerin günlük fiyatları derlendi ve izlenen politikanın
enflasyon üzerindeki farklılaşmış etkileri, ürün mevcudiyeti, giriş ve
çıkışları ve fiyat yayılımları analiz edildi.
Yapılan bu çalışmanın sonucunda
araştırmacılar; (i) ilk olarak, fiyat denetimlerinin enflasyon üzerinde sadece
çok küçük ve geçici bir etkisinin olduğunu, denetlenmeyen ürünlere her hangi
bir taşma etkisinin görülmediğini, dahası denetimler ortadan kalktığında fiyat
artışlarının devam ettiğini gözlemlediler. (ii) ikinci olarak, genel inancın
aksine, denetlenen ürünlerin satış için aslında hep mevcut olduğunu gördüler. (iii)
üçüncü olarak, firmaların fiyat denetimlerini daha yüksek fiyatlardan yeni
ürünleri satışa sunarak tazmin ettikleri, böylece dar kategorilerdeki fiyat
yayılımını /farklılıklarını da artırdıkları ortaya çıktı. Özetle, bir bütün
olarak hedeflenmiş fiyat denetimlerinin toplam enflasyonu azaltma konusunda (tıpkı
geleneksel fiyat kontrolleri gibi) etkinsiz olduğu ortaya çıktı. (6)
Geçtiğimiz yüzyılda ise fiyat denetimlerinin,
asıl olarak İkinci Dünya Savaşı sonrasında savaşın neden olduğu yüksek
enflasyonun kontrol altına alınabilmesi için yapıldığı görülüyor. Bunun dışında
Çin Halk Cumhuriyeti’nin ilk kuruluş yılları olan 1949 ve 1950’lerde kapitalist
sistem sonrası yeni bir sistemin inşası sırasında yaygın bir fiyat denetiminin
yapıldığı biliniyor.
Türkiye: Savaş yıllarındaki fiyat denetimleri
Türkiye’de ise, İkinci Dünya Savaşı
yıllarında ülkedeki yıllık tüketici fiyat enflasyonu yüzde 50’yi aşınca, 1940
yılında çıkartılan Milli Korunma Kanunu’na dayanılarak Refik Saydam Hükümeti
tarafından katı fiyat denetimleri ve tarım ürünlerine düşük fiyatlarla el koyma
yöntemlerine başvuruldu. İç ve dış ticarette azami ve asgari fiyatlar
belirlenirken, işçi ücretlerinin artışı sınırlandırıldı, temel malların belgeyle
dağıtımı gerçekleştirildi. Ancak bu fiyat denetimleri enflasyonu düşüremediği
gibi, kıtlık, karaborsa, istifçilik, rüşvet ve nüfuz ticaretiyle ve bazı
ticaret erbabının aşırı zenginleşmesiyle ve nihayetinde ekonomik durgunlukla sonuçlandı.
(7)
ABD’de de fiyat denetimlerinin bazı tarihe
geçmiş örnekleri mevcut. Örneğin İkinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasındaki Kore
Savaşı (1950-1953) sırasında bu ülkede kira kontrolü biçiminde fiyat denetimi
uygulandı. Sonrasındaki Kennedy Hükümetinin (1961-1963) gönüllü fiyat denetimi
girişimlerini motive eden de aslında bu mirastı. Son olarak, Başkan Nixon bunu,1971-1974
yılları arasında, ücret ve fiyat denetimlerini ve zorunlu yasal fiyat
tavanlarını yönetmek için Hazine Sekreteri'ne bağlı bir denetleme organı olan
Yaşam Maliyeti Konseyi'ni kurarak yaptı. (8)
Diğer yandan, ABD’de fiyat denetimlerine
son verilmesinin ardından enflasyon yeniden tırmanışa geçti. Bu noktada ülkede
enflasyonu düşüren asıl etkenin fiyat denetimleri değil, ekonominin 1974-1975
yıllarında derin bir durgunluğa girmesi olduğu ileri sürülüyor. (9)
Fiyat
denetimleri masum politikalar mı?
Fiyat denetimlerinin masumane bir biçimde
enflasyonu düşürmeye odaklı bir makroekonomi politikası aracı olmadığının,
aksine bunların ekonomi politik-sınıfsal bir arka planının da olduğunun
vurgulanması gerekiyor.
Örneğin ABD’de İkinci Dünya Savaşı koşullarında,
işçileri savaşa dönük üretim yapan fabrikalarda zorunlu çalışmaya ikna etmek,
ancak uygun fiyatla onların gıda temin edebilmeleri ve kira ödeyebilmeleriyle
mümkün olabiliyordu. Fiyat denetimleri
bunu sağlayarak işçilerin satın alma güçlerini koruyabilmelerini ve savaş
ekonomisinin koşullarına itiraz etmemelerini sağladı.
Başkan Nixon dönemindeki uygulamalarda ise
fiyat denetimleri kârlardaki artıştan ziyade ücret artışlarını sınırlayan ve
böylece burjuvazinin çıkarlarını koruyan bir araç olarak kullanıldı.
Nitekim Elrod, fiyat denetimlerinin Amerikan
işçi sınıfını daha da yoksullaştırmak, büyük şirketlerin kârlarını yükseltmek
ve Amerikan şirketlerinin küresel ekonomideki başat konumunu korumak ve daha da
güçlendirmek için tasarlanmış bir program ve sınıf savaşının bir aracı
olduğunun altını çizer. (10)
Yüksek
enflasyon fiyat denetimlerini çağırıyor ama…
Tarihteki, daha ziyade böyle başarısız
örneklerine rağmen, fiyat denetimlerinin (özellikle de ABD’de) tekrar gündeme
getirilmesinin güçlü bir sebebi var: ABD ekonomisinin son on yılların yüzde 7
gibi en yüksek enflasyonunu yaşıyor olması. Üstelik bugünlerde açıklanan yeni enflasyon
verileri enflasyonun daha da yükseleceğine işaret ediyor. Bu da Fed’in Mart
ayında ilki olmak üzere bu yıl toplamda dört ya da beş faiz artırımına gitmesi
olasılığını güçlendiriyor.
Diğer yandan faiz oranlarını
yükseltilmesinin egemen sınıfların farklı bölümleri açısından farklı sonuçları
mevcut. (11) Bu bağlamda ana akımın daha sağında yer alan bazı iktisatçılar vergi
artışı içeren kemer gibi sıkma politikalarına geri dönüşü ve Fed’in faiz
oranlarını yükseltmesi gerektiğini savunurken, bazı Keynesyen ya da ana akımın
solunda yer alan iktisatçılar hem faiz artışı, hem de kemer sıkmaya karşı
çıkıyor ve alternatif olarak fiyat denetimleri biçiminde devletin piyasalara
müdahale etmesi gerektiğini ileri sürüyorlar.
Kısaca ABD’de enflasyonla mücadele aracı
olarak fiyat denetimleri tartışması böyle somut bir yüksek enflasyon gerçeği
ile başladı ve giderek küçülen dünyada bu yöndeki politika önermeleri bu
ülkedekinin en az 10 katı enflasyona sahip bulunan Türkiye’ye gecikmeden
ulaştı. Yani fiyat denetimleri bizim iktisatçılarımızın ya da politikacılarımızın
bulup ortaya attıkları bir önlem değil.
Fiyat
denetimlerinin teorik arka planı
Fiyat denetimlerini savunan iktisatçıların
bunu dayandırdıkları teorik bir zemin de mevcut. Bu teori asıl olarak 1929
Büyük Depresyonu sırasında klasik iktisadi düşünceye karşı üstünlük kuran
Keynesyenizme dayanan makroekonomi teorisi.
Yani o zamana kadarki klasik politik
iktisadi düşüncenin meselelere mikro ve arz yönlü bakışının yerine, talep yönlü
ve makro bir bakışı esas alan ve bu yönde devleti makroekonomik meselelere
müdahale etmeye çağıran bir bakış bazı iktidarlar tarafından benimsenmiş
durumda.
Kısaca bu teori altında, makroekonomiye
(toplam talep ve fiyat düzeyine) sadece maliye ve para politikaları
aracılığıyla değil, aynı zamanda fiyatları da kontrol altına alarak, efektif
bir biçimde müdahale edilebileceği görüşü savunuluyor.
Fiyat denetimlerini faiz artırımı ve kemer
sıkmaya karşı alternatif bir çözüm olarak gündeme getiren iktisatçıların
başında ise Weber adlı bir akademisyen geliyor.
Faiz
artırımı ve kemer sıkmaya alternatif olarak fiyat denetimleri
Weber, The Guardian Gazetesi’nde yayımlanan
bir makalesinde, günümüzdeki mevcut yüksek enflasyon olgusunu İkinci Dünya
Savaşı'nın hemen sonrasında ortaya çıkan enflasyonist sürece benzetiyor. O
yıllarda iktisatçıların fiyat denetimlerini savunduklarını söyleyerek, Kovid-19
salgınının etkilerinin hala sürdüğü günümüzde benzer bir politikanın, enflasyonu
tamamen önleyemese de, işçi ücretlerindeki artışı önleyerek fiyat artışlarını
durduracağını, böylece iktidarlara kalıcı önlemler alma konusunda zaman
kazandıracağını, ayrıca finansal istikrara katkı sağlayacağını ileri sürüyor. Yani fiyat denetimlerini kısa vadeli bir
önlem değil, enflasyonu süresiz olarak kontrol edecek kilit bir politika önlemi
olarak öneriyor. (12)
Ancak Weber fiyat denetimlerinden söz
ederken, geçmişte uygulanmış ve bugün de bazı ülkelerde uygulanmakta olan konut
kiraları ya da ulaştırma, enerji-doğal gaz, su ve elektrik gibi kamu hizmetlerine
konulan tavan fiyatlardan söz etmiyor. Daha ziyade gıda başta olmak üzere özel
mal ve hizmetlerin fiyat artışlarının sınırlandırılmasından bahsediyor. Bunu da
faiz artışı ve kemer sıkmaya karşı bir alternatif olarak gündeme getiriyor.
Weber gibi düşünen, yani fiyat denetimlerinin
yüksek enflasyonda iktidarlara nefes almalarını sağlayacağına inanan başkaları
da söz konusu. Örneğin ABD Başkanının Ekonomik Danışmanlar Kurulu’nun bazı üyeleri
geçen yılın Temmuz ayında bu yönde ortak bir çalışma yayınladı.
Buna göre, fiyat denetimleri tıpkı İkinci Dünya
Savaşı'ndan sonraki tedarik zincirlerinin parçalandığı, buna karşılık talepte
patlamanın yaşandığı enflasyonist süreçle baş etmede olduğu gibi, Kovid-19
salgını sonrası benzer özelliklere sahip bugünkü enflasyonla baş etmede işe yarayabilir.
(13)
İlaç, nakliye-ulaştırma hizmetleri ya da
elektrik, doğal gaz, su temini gibi kamusal hizmetlerin ücretleri, sadece az
sayıda şirketin fiyatları belirleyebildiği belirli sektörlerde üretilen mal ve
hizmetlerin fiyatlarının denetlenmesi, bunların fiyatlarının artmasını
önleyebilir ya da düşürülmesini sağlayabilir.
Dolayısıyla da bu müdahaleler toplumsal
refahın korunması ve adaletli bölüşüm açısından gereklidir. Bu nedenle de karşı
çıkılmamalıdır. Bu açıdan, Türkiye’de elektrik perakende fiyatlarına yapılan
büyük zamların geri çekilmesi, böyle bir fiyat denetimi işlevi gördüğünden,
savunulmalıdır.
Ancak bu tür fiyat denetimleri tüm
ekonomiyi değil, ekonominin bazı sektörlerini (enerji-doğal tekeller gibi)
kapsadığından bunların enflasyon genel seviyesi üzerinde ciddi bir düşürücü etkisinin
olması beklenmemeli.
Kaldı ki kapitalist sistem doğası gereği
rekabete dayalı bir sistemdir. Günümüzde oligopolist firmalar her ne kadar
kapitalizmin önemli bir veçhesi olsa da, kapitalist ekonomilerin bütünüyle (fiyatları
belirleme anlamında da) dev oligopollerin tam hegemonyası altında olduğu
söylenemez. Rekabet ve teknolojik değişim fiyatların bu dev şirketlerce
belirlenmesini önler. Buradan hareketle de devletin enerji gibi doğal tekel konumundaki
hizmetlerin fiyatları konusunda yapacağı denetimlerle genel enflasyonun düşürülebileceğini
ileri sürmek oldukça güç. (14)
Sonuç
olarak
Türkiye dâhil olmak üzere kapitalist
ekonomilerde genel olarak yüksek ve daha da yükselmekte olan enflasyonu kontrol
etmek için fiyat denetimlerine başvurmak kalıcı bir çözüm oluşturmaz.
Bunun yerine sözü edilen bu sektörlerin
yeni bir kamusallık tanımı altında tekrar kamusal mülkiyete (komünal,
kooperatif, toplumsal müşterek biçiminde, yerel ve devletçi karmasından oluşan)
alınması, ülke ekonomisinin dışa bağımlılıktan kurtarılması, ekonominin
demokratikleştirilmesi, demokratik özyönetimci bir planlamaya başvurularak
kaynak tahsisinin piyasa fiyat mekanizmasının, dolayısıyla da sermayenin
elinden alınması gereklidir. Bunun için de demokratik bir halk iktidarının ve
demokratik bir cumhuriyetin inşası gerekiyor.
Bu yola başvurulduğunda fiyat
denetimlerine de, ana akım muhalefete yakın bazı iktisatçıların önerdiği gibi
faiz oranlarının yükseltilmesine gerek kalmayacaktır.
Dip notlar:
(1) https://www.dunya.com/ekonomi/turkiye-genelinde-stok-ve-fiyat-denetimleri-basladi-haberi
(11 Şubat 2022).
(2) https://www.gazeteemek.net/ekonomi/kdv-si-yuzde-1-e-indirilen-gida-urunleri-belli-oldu
(13 Şubat 2022). KDV indirimlerinin etkisi konusunda Evrensel Gazetesine
verdiğim şu röportaja bakınız: https://www.evrensel.net/haber/455005/prof-dr-mustafa-durmus-kdvnin-indirilmesiyle-fiyatlarin-duseceginin-garantisi-yok
(14 Şubat 2022).
(3) Zincir
marketlere ilişkin veriler şu doktora tezinden alınarak güncellenen verilerdir:
S. Cüneyt Yeşilkaya, Türkiye’de
alışveriş merkezleri (AVM) ve market zincirlerinin neden olduğu ekonomik ve
toplumsal refah etkilerinin Ankara ölçeğinde analizi, Doktora tezi, Gazi
Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü (Ağustos 2020).
(4) https://sendika.org/2022/02/migros-copteki-curuk-sebzeleri-alan-iscisini-hirsizlik-suclamasiyla-isten-atti-hirsiz-degilim-cok-yoksul-bir-isciyim
(12 Şubat 2022).
(5) https://www.evrensel.net/haber/454666/migros-depo-iscileri-direnisi-depo-onune-tasidi
(9 Şubat 2022).
(6) Diego
Aparici, Alberto Cavallo, Targeted Price Controls on Supermarket Products, 28
September 2019, https://papers.ssrn.com (12 Şubat 2022).
(7) Şevket
Pamuk, Türkiye’nin 200 yıllık iktisadi
tarihi, T. İş Bankası Kültür Yayınları, İkici basım, 2014, s. 200-202.
(8) https://mronline.org/historicizing-inflation-and-price-controls-with-andrew-elrod
(2 February 2022).
(9) M.
Roberts, “Price controls: do they work?”, https://thenextrecession.wordpress.com
(6 January 2022).
(10)
https://mronline.org, agm.
(11)
Nick Beams, “Inflation
and threat of interest rate rise send tremor through financial markets, https://www.wsws.org (24 January 2022).
(12)
Isabella Weber, “Could
strategic price controls help fight inflation?”, https://www.theguardian.com (29 December 2021).
(13)
https://www.whitehouse.gov/cea/written-materials/historical-parallels-to-todays-inflationary-episode
(6 July 2021).
(14)
Roberts, agm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder