Sahi bu iktisatçıların derdi ne?
Mustafa Durmuş
14 Kasım 2024
Merkez Bankası Başkanı Yardımcısı Cevdet Akçay, IMF ve iktidarın sözcüsü gibi davranıyor ve asgari ücretin, “ileriye dönük endeksleme devreye sokularak” (1) yani “hedeflenen” enflasyon oranında (yüzde 21) artırılmasını istiyor.
Oysa bu konuda açıklama yapması hem görev tanımının
içinde yer almaması yüzünden yasal değil hem de etik olarak kabul edilebilir
değil. Çünkü bu tür açıklamalar Asgari
Ücret Komisyonu tarafları üzerinde baskı yaratır.
Akçay iktidarın sesi
Böylece Akçay, bu yılı yüzde 45- 50 civarında bir
oranda kapatması beklenen enflasyonun şu ana kadar ücret gelirlerinde yol açtığı
kaybın üstüne sünger çekilmesine yardımcı olurken, dolaylı olarak da önümüzdeki
yıl da tutması mümkün görünmeyen, yani hedeflenenden çok daha yüksek çıkacak
bir enflasyon gerçeği ortada iken, asgari ücret zammının yüzde 21’de kalması
gerektiğini savunuyor.
Acemoğlu kimin iç sesi?
2022 yılındaki genel seçimlerin arifesinde, online
yaptığı bir sunumla (İkinci Yüzyıla Çağrı Buluşması, 4 Aralık 2022) ana
muhalefet partisi CHP için Türkiye ekonomisine ait iktisadi çözümlemelerde ve
öngörülerde bulunan ve sürekli olarak verimlilik vurgusu yapan Nobel ödüllü
Prof. Daron Acemoğlu ise Türkiye’deki asgari ücretin düşüklüğünün, dolayısıyla
da fakirliğin nedenini işgücü verimliliğinin düşüklüğüne bağlıyor. Acemoğlu açıkça
söyleyemese de işgücü verimlilikleri artmadan ücret artışları yapmanın doğru olmadığını
ima ediyor. (2)
Oysa Türkiye’de yavaş da olsa işgücü verimliliğinin
arttığını, reel ücret artışlarınınsa bunun gerisinde kaldığını ortaya koyan çok
sayıda çalışma mevcut. Kaldı ki İstanbul Sanayi Odası’nın son anketi İSO 500 (2023)
işçilerin yarattığı değeri gözler önüne seriyor.
İSO araştırması gerçeği ortaya koydu!
Buna göre, kendi sözleriyle, “2023 yılında çalışan
işçi başına düşen üretimden satışlar cinsinden hesaplanan işgücü verimliliği”, İSO
500 ortalaması olarak 7,9 milyon TL olarak gerçekleşti. Bu rakam kok kömürü ve
rafine petrol imalatında 93,5 milyon TL, mücevherat ve bijuteri sektöründe 83,2
milyon TL, ana metal sanayiinde 14,3 milyon TL ve motorlu taşıtlar üretiminde
8,1 milyon TL oldu. (3)
Somut bir örnek olarak, İSO 500’ün (Tüpraş’ın ardından)
ikinci en büyük şirketi olarak sıraladığı ve Ford Motor Company ve Koç Holding'in
eşit oranda hisse sahibi oldukları Ford Otosan şirketi 12,26 milyar dolarlık
gelir ve çalışan işçi başına 580 bin dolar gelir (20 milyon TL) elde etti. Geçen
yıl 32 milyar TL kâr elde eden, ancak yüzde yüz kurumlar vergisi indiriminden faydalanan
şirket toplamda sadece 133, 6 milyon TL vergi ödedi (binde 4). Şirkette toplamda
21.000 işçi çalışıyor. (4)
Kısacası, eşitlikçi bir bölüşümün karşısında olan Neo Klasik
İktisada iman etmiş piyasa iktisatçıları, bilerek ya da bilmeden, ekonomik krizin
faturasını (olana bitene kayıtsız kalmanın dışında bu krizde hiçbir sorumluluğu
bulunmayan) işçi sınıfına ve yoksul halka ödettirmenin bilimsel (!) gerekçelerini
oluşturmaya çalışıyorlar.
“Marjinal Verimlilikler” safsatası
Bu iktisatçılar, üretim faktörlerinin milli gelirden
aldığı payların (kâr ve ücret gibi) bu üretim faktörlerinin verimliliklerinin
bir sonucu olduğunu ve gelir bölüşümünün bu kritere göre gerçekleştirilmesi
halinde etkin ve adil olacağını ileri süren bir kuram olan Marjinal
Verimlilikler Kuramını esas alıyorlar. Bu yolla da sermayenin emek ve doğa
sömürüsü yoluyla elde ettiği kâr ve rantları meşrulaştırıyorlar.
Kısaca, sermaye sahipleri milyarlarca liralık gelir (kâr,
faiz, rant biçiminde) elde ederken, kendilerini çok “verimli ve çalışkan”,
diğer yandan net 17 bin TL asgari ücrete çalışan milyonlarca emekçiyi ise “verimsiz
ve tembel” ilan ediyorlar.
Oysa kapitalist toplumda ücret düzeyini belirleyen
faktör marjinal verimliliklerin düzeyi değil, emek ve sermaye sınıfları arasındaki
mücadelede kimin daha güçlü ve belirleyici olduğudur.
İçinde yaşadığımız toplumda bu sosyal sınıflar eşit
güce sahip olmadıkları gibi, devlet de tarafsız kalmadığı için, eşit koşullarda
bir ücret müzakeresi de yapılamaz. İşçiler kazanımlarını büyük ölçüde bedeller
ödeyerek, örgütlü mücadele ile elde ederler.
Bu duruma akademi ne diyor?
Ne yazık ki ülkemizdeki akademi çevresi tarihinin en
suskun, en zavallı dönemini yaşıyor. Öyle ki, birkaç yüz akı hoca dışında;
● Anayasa ihlal
ediliyor ama anayasa hukukçularının ve hukuk fakültelerinin sesi çıkmıyor.
● Eğitim düzeyi yerlerde sürünüyor, okullar
temizlenemiyor, öğrencilere günde bir öğün bedava yemek verilemiyor, on
binlerce öğretmen atama bekliyor, on binlercesi de sözleşmeli öğretmen
statüsünde en düşük ücretlere mahkûm bir biçimde acımasızca sömürülüyor ve eğitim
fakültelerinin gıkı çıkmıyor.
● Halkın iradesi yok sayılarak, seçilmiş belediye başkanları
derdest edilip yerlerine kayyum atamaları yapılıyor, belediye meclisleri
çalıştırılmıyor ve siyaset bilimcilerin buna sesi çıkmıyor.
● Ülkenin doğal varlıkları ve zenginlikleri, vergi
gelirleri birilerine peşkeş çekiliyor ya da lüks ve şatafat içinde israf
ediliyor ve ne maliyecilerin ne de iktisatçıların sesi çıkıyor.
● Ülkede emek karşıtı düzenlemeler Meclis’ten peş peşe
geçiriliyor, iş cinayetleri zirve yapıyor ve çalışma ekonomisi hocalarının, iş
hukukçularının ve işçi sendikalarının sesi çıkmıyor.
● Ülkede mafyatik yapılar cirit atıyor, güpegündüz
insanlar öldürülüyor, ülke açık bir kumarhaneye dönüştürülmüş durumda. Bebekler
kâr için özel hastanelerin yoğun bakım ünitelerinde ya da izbe gecekondularda
ölüme terk ediliyorlar ama sosyologlardan ya da ceza hukukçularından ses
çıkmıyor.
Şimdi ses çıkarmayacaksak ne zaman
çıkaracağız?
Oysa, şimdi işçi sınıfının ve emekçi halkın yanında
yer aldığını ileri süren bilim insanlarının, akademisyenlerin daha fazla
görünür olmaları, adaletsiz bu sistemi teşhir etmeleri, “ekonomik krizin
varlığı” ve “verimlilik düşüklüğü” gibi gerekçelerle emek sömürüsünün
artırılmasına karşı çıkmaları ve eşitlikçi bir sosyo- ekonomik düzenin inşası için
yol gösterici olmaları gerekiyor mu?
Özcesi, emekçilerin, halkın yanında yer alan
iktisatçıların, akademisyenlerin enflasyon ve asgari ücrete yapılacak zam
konusunu “beklenen-hedeflenen enflasyon, hangisi olmalı?” tartışmasına
sıkıştırmadan analiz etmeleri ve daha da önemlisi yaşanabilir, çağdaş ve adil
bir ücret düzeyi savunusu yapmaları gerekiyor.
Bunun için de yüzlerini sermayeye, zengine, iktidara
değil; emeğe ve ezilen halka, doğaya çevirmeleri ve hakiki toplumsal ve
sistemik sorunlara çözüm üretmek için çaba göstermeleri yeterlidir.
Dip notlar:
(1) https://www.bloomberght.com/akcay-ucret-artislarinda-illa-ki-ileriye-donuk-endekslemeye-gecmeliyiz
(8 Kasım 2024).
(2) https://www.ekonomim.com/ekonomi/unlu-ekonomist-daron-acemoglu-turkiyenin-onunde-cok-kisa-bir-pencere-var-diyerek-uyardi-haberi
(28 Eylül 2024); https://www.ekonomim.com/ekonomi/daron-acemoglunun-turkiyede-temel-sorun-fakirlik-aciklamasina-ekonomistlerden-tepki-haberi
(13 Kasım 2024).
(3) https://www.iso500.org.tr
(13 Kasım 2024).
(4) Ford
Otomotiv Sanayi A.Ş. 2023 Yılı Kar Payı Dağıtım Tablosu (TL); https://www.visualcapitalist.com/cp/charted-carmakers-revenue-per-employee (3
March 2024).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder