Avrupa’da faşist bir hayalet dolaşıyor: Aşırı
Sağın Yükselişi ve 21. Yüzyıl Faşizmi (1)
Mustafa Durmuş
25 Şubat 2025
Her geçen gün (ve son yıllarda hızlanan bir şekilde), 20.
yüzyılın iki dünya savaşı arasındaki faşizmin yükseliş dönemine benzer bir şekilde,
küresel ölçekte aşırı sağın yeni bir yükseliş dönemine tanıklık ediyoruz.
Avrupa’da faşist bir
hayalet dolaşıyor!
İtalya’da faşist Giorgia Meloni’nin başbakanlığının
ardından, geçen Eylül ayında Avusturya’da aşırı sağcı Özgürlük Partisi’nin
(FPÖ) birinci parti seçilmesi, Donald Trump’ın ABD’de ikinci kez başkan seçilmesi
ve son olarak yüzde 84 gibi rekor bir katılımla Almanya’da neredeyse her beş seçmenden
birinin faşist AfD partisine (Almanya için Alternatif Partisi) oy vermesi,
üzerinde durup düşünülmesi gereken önemli bir konu.
Alman Parlamento seçimlerinin kesin sonuçları muhafazakâr
Hristiyan Demokrat-Hristiyan Sosyal Birlik İttifakı’nın (CDU-CSU) yüzde 28,5
ile en yüksek oy oranına sahip olduğunu gösteriyor (2021 yılına oranla yüzde
4,4 geriledi). İktidardaki Sosyal
Demokratlar ise yüzde 16,4’lük bir oy aldılar ki bu tarihlerindeki en kötü
sonuç (yüzde 9,3 puan kaybettiler).
Yeşiller yüzde 11,6 civarında oy alırken (yüzde 3,1 puan kaybettiler), solcu
Die Linke'nin yüzde 8,8 ile beklenenden çok daha iyi bir performans göstermesi
(yüzde 3,9 puan artış sağladılar) sevindirici olsa da; aşırı sağcı, ırkçı ve
göçmen karşıtı AfD’nin yüzde 20,8 oy alarak ikinci parti konumuna gelmesi (1)
yukarıdaki tespitimizi ve endişemizi haklı çıkarıyor.
Aşırı sağ toplumu nasıl manipüle ediyor?
Aşırı sağcı-faşist hareketler dünya çapında nasıl bu
kadar hızlı bir yükselişe geçtiler? Teorik olarak, kapitalizm (ve emperyalizm)
var olduğu sürece faşizm tehlikesinin her zaman var olduğunu biliyoruz. Son
gelişmeler aslında bunu doğruluyor: Faşizmin döl yatağı kapitalizmdir!
Ancak bu genel tespit yeterli değil. Kitlelerin,
özellikle de ana akım liberal sağ ve sol politikalardan bıkmış, kendilerini
yönetim süreçlerinden ve toplumdan dışlanmış hissedenlerin (ki bunların başında
yoksullar, gençler ve işçi sınıfı geliyor) aşırı sağa kaydığı ve faşist
hareketleri desteklediği görülüyor.
Yani burjuva demokrasilerinin defoları ve aşırı
boyutlara erişen gelir ve servet dağılımı ve yoksulluk aşırı sağı ve faşist
hareketleri besliyor. Son zamanlarda artan göçler ve sığınmacılıkla beraber
artan sosyal ve ekonomik problemler ise bardağı taşıran son damla oldu.
Siyaset boşluk tanımıyor
Sosyalist solun etkili olmadığı ve işçi sınıfı
hareketinin güçsüz olduğu dönemlerde kapitalizmin içinde oluşan bu boşluk ya da
yarıklar aşırı sağ hareketler ve partiler tarafından dolduruluyor.
Aşırı sağ hareketler ve siyasal partiler fikirlerini
normalleştirmek ve meşrulaştırmak için eğitim sistemlerine, devlet kurumlarına
ve medyaya bilinçli bir biçimde ve kurnazca sızıyorlar.
“Kontrollerindeki büyük sermaye medyasını ve sosyal
medyayı kullanarak dezenformasyonu geniş kitlelere yayıyorlar, insanları korku
ve kızgınlık temelinde harekete geçiriyorlar. Spor kulüplerinden dini örgütlere
kadar, çeşitli kesimlerde kendilerini var ediyorlar ve çoğunluktaki kimlikleri
istismar ederek kendilerine kitlesel bir taban oluşturuyorlar. Seçkinlere karşı
“halkı” temsil ediyormuş gibi davranırken gerçekte, karşı çıktıklarını iddia
ettikleri seçkinlerle derin bağlantılarını sürdürüyorlar. Demokratik muhalefeti
susturmak ve sol hareketleri tasfiye etmek için devletin baskı araçlarını (kolluk,
gözetim-yargı ve yasalar) sonuna kadar kullanıyorlar ve toplumda korku ve
bölünme yaratacak kadar şiddete başvuruyorlar. Milliyetçilik, din ve diğer
kimlik siyaseti biçimleri aracılığıyla oluşturdukları aidiyet duygusuyla
izolasyon ve yabancılaşma yaratıyorlar ve sonrasında bunu istismar ediyorlar”. (2)
Faşizmin tipik özellikleri
Bir ideoloji olarak faşizm kabaca, aşağıdaki temel
unsurlarla karakterize edilen aşırı sağcı, otoriter ve totaliter bir siyasi
ideolojidir:
“Genellikle mitolojik bir geçmişe bağlı olan ulusal
veya ırksal üstünlüğe vurgu (aşırı milliyetçilik). Siyasal ve toplumsal
muhalefete karşı çok az hoşgörüyle gücün tek bir lider ya da partide toplanması
(gücün merkezileştirilmesi). Liberal kurumları zayıflatarak, demokratik
normların ve süreçlerin reddedilmesi (anti-demokratik eğilimler). Sansür,
sindirme ve bazen devlet onaylı şiddet yoluyla muhalefetin susturulması
(muhalefetin bastırılması). Şiddetin, militarizmin ve siyasi hedeflere ulaşmak
için güç kullanımının yüceltilmesi (militarizm ve şiddet). Tarikat benzeri bir
takipçi kitlesi yaratmak için kitlesel seferberliğe, propagandaya ve duygusal
çağrılara büyük ölçüde güvenmek (kitlesel seferberlik ve propaganda). Ekonomik ve sosyal politikaları yönlendirmek
için devlet ve sermaye gücünün birleştirilmesi, genellikle örgütlü emeğin ve
bağımsız sendikaların ezilmesi, sermaye gücü ile siyasi etkinin iç içe
geçmesi, servet ediniminin
kuralsızlaştırılması ve merkezileştirilmesi çabaları” (3). Kadınların, LGBTİ
bireylerin ve farklı inanç grupları ve etnisitelerin hedef gösterilmesi.
Türkiye ilk kez gerçek bir faşizm
tehlikesi ile karşı karşıya!
Bu günlerde Türkiye ekonomisi 12 Eylül Askeri
Darbesinden bu yana karşılaştığı en derin ekonomik krizlerinden ve emekçiden
sermayedara olmak üzere iyi planlanmış büyük çapta sermaye ve servet
transferlerinden birini yaşıyor. Devasa bir soygun ve talana dönüşmüş olan bu
servet transferi üstelik açıktan yapılıyor. Dahası kapitalizmin bu krizi
sosyal, siyasal ve ekolojik krizlerle birlikte “çoklu bir krize” dönüşmüş
durumda.
Diğer yandan hem özel hem de kamusal alanda sık sık
karşılaştığımız sistemik yolsuzluklar, kamu kaynaklarının kullanımındaki
usulsüzlükler, liyakatsizlik, etik ihlalleri, işçi ve kadın cinayetleri,
çocuklara, bebeklere dönük taciz ve istismar ve toplu sokak hayvanı katliamları
ülkedeki mevcut durumun kriz kavramıyla açıklanamayacak kadar ciddi bir durum
olduğunu, bunun “toplumsal bir çöküş” olduğunu gösteriyor.
Bu yolu açan 45 yıl önce yapılan bir askeri darbe ve
ardından kurulan askeri diktatörlüktü. Bu darbe ile toplumu devrimci-ilerici,
emekten, doğadan, barıştan, toplumsal cinsiyet eşitliğinden ve sosyal adaletten
yana dönüştürecek olan kesimleri silindir gibi ezildiler. Buna karşılık, ortaya
çıkan boşluk militarist-milliyetçi, siyasal İslamcı yapılar, dinci cemaatler ve
gerici siyasal parti ve hareketler tarafından dolduruldu. Askeri diktatörlük
neo-liberal ekonomi politikalarının yanı sıra, bu kesimlerin de güçlenmesini
sağladı. Son 22 yıldır bu gelişme ülkeyi yöneten “İktidar Bloku” aracılığıyla
doruğa çıkartıldı. Bunun faturası da her alanda yaşanan çöküşler oldu ve neredeyse
tüm toplum bu çöküşün altında kaldı.
Ancak Türkiye’deki, özellikle de bu yıldan itibaren
hızlanan, bu gelişmeleri artık “neo-liberal otoriterleşme” kavramı ile açıklayabilmek
giderek zorlaşıyor. İşin özü, faşizme daha yakın ama geçen yüzyıldaki faşizm
uygulamalarından da belli ölçülerde farklılaşan, gelip geçici de olmadığın
düşündüğümüz bir faşist tırmanış yaşanıyor.
Dünya çapında artan bu tehlike ile etkin bir biçimde
mücadele etmenin ön koşulu bu süreci iyi analiz etmektir. Bu yüzden de bu
süreci “Neo-faşizm/Yeni Faşizm” ya da “21.Yüzyıl Faşizmi” olarak adlandırmak
çok daha isabetli olacaktır.
Dip notlar:
(1(1)https://www.zdf.de/nachrichten/politik/deutschland/bundestagswahl-2025-prognose-hochrechnung-ergebnisse-liveticker-100.html
(24 February 2025).
(2(2)https://znetwork.org/znetarticle/breaking-down-the-far-right-strategies-for-resistance
(21 August 2024).
(3(3)https://antiauthoritarianplaybook.substack.com/p/is-it-fascism-yet
(30 January 2025).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder