Kamu Çerçeve Protokolü, Barış Süreci ve Demokratikleşme
Mustafa Durmuş
3 Haziran 2025
Dün TÜRK-İŞ Genel Merkezi’nin önünde, üye işçilerin
geniş katılımıyla bir basın açıklaması yapıldı. Bu açıklamanın konusu KÇP
adıyla bilinen Kamu Çerçeve Protokolü’nün (Kamu Toplu İş Sözleşmeleri Çerçeve
Anlaşma Protokolü) üç ay geçmesine rağmen hala imzalanmamış olması.
600 bini aşkın kamu işçisinin iki yıl süresince hangi
koşullarda çalışıp yaşayacağını belirleyecek olan bu protokolün savsaklanması daha
önce TÜRK-İŞ’e bağlı Tez Koop İş Sendikası’nın gerçekleştirdiği bir dizi
protesto eylemiyle gündeme getirildi.
Sendikanın çağrısıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı önünde yapılan basın açıklaması kamu işçisinin taleplerinin pazarlık
masasından alanlara taşınmasını; masada müzakereden kaçınıldığı ölçüde
sokakların mücadele alanına çevrileceğinin ve grev yasaklarına karşı direnişe
geçileceğinin anlaşılmasını sağladı. Bu basın açıklamasına Tez-Koop-İş Sendikası
üyeleriyle birlikte diğer sendikaların üyeleri de katıldılar. Ardından TÜRK-İŞ
yönetimi dünkü basın açıklamasını gerçekleştirmek durumunda kaldı.
KÇP nedir?
KÇP, yoksulluk sınırının binlerce lira altında kalan
ücretleriyle geçinmeye çalışan 600 bini aşkın kamu işçisinin ücret artışlarının
ve diğer sosyal haklarının, dolayısıyla da ailelerinin yaşam koşullarının
çerçevesini çiziyor.
AKP iktidarı işçilerin taleplerine bir sınır getirmek
amacıyla böyle bir uygulamayı başlatmıştı ama bugün onu bile uygulamaktan
kaçınıyor. Çünkü izlenen sözde anti-enflasyonist ekonomi politikalarının bir
ayağı olarak tüketici talebini kısmak, bunun için de ücret artışlarını
olabildiğince düşük tutmak istiyor. Böylece yüksek enflasyonun bedelini işçi
sınıfına ödetmeye çalışıyor. İktidar benzer bir yaklaşımı asgari ücreti bu yıl
için olması gerekenden daha düşük belirleyerek ve bu yılın ikinci yarısında
yeni bir asgari ücret zammı yapmayacağını açıklayarak sergiledi.
Bu yüzden de basın açıklamasında işçiler sık sık
Mehmet Şimşek’i istifaya çağırırken, TÜRK-İŞ’e de eylem ve grev kararı alma
çağrısında bulundular. Bu eylemliliklerin süreceği anlaşılıyor.
Kamu işçilerinin taleplerini yansıtan teklifte
neler var?
Bu yıl TÜRK-İŞ ve HAK-İŞ tarafından sunulan ortak
teklif, üyelerden işyeri sendika temsilcilerine, temsilcilerden sendika
şubelerine, şubelerden sendika genel merkezlerine ve buradan da
konfederasyonlara iletilen talepler neticesinde hazırlandı ve şubat ayında
işveren tarafına sunuldu.
Ancak aradan geçen üç ayda, ülkenin en büyük işvereni
konumundaki devleti temsil eden TÜHİS, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile
İktidar sessizliğini korumaya devam ediyor. Pazarlık masasında ücret ve diğer
mali haklara ilişkin söz söylemekten kaçınıyor.
Bu koşullar altında protokol hemen imzalansa dahi 300’ü
aşkın kamu işyerinde işyeri bazlı sözleşmelerin imzalanması üç aydan önce
gerçekleşmeyecek. Dolayısıyla kamu işçilerinin geriye dönük haklarını alarak
toplu iş sözleşmelerine kavuşması eylül-ekim aylarını bulacak. Böylece
işçilerin kazanımları bir kez daha enflasyon karşısında eriyecek.
TÜRK-İŞ ve HAK-İŞ tarafından sunulan ortak teklif:
• Günlük
brüt çıplak ücretin 1.800,00 TL’ye yükseltilerek ilk altı ay için yüzde 50
oranında zam yapılması,
• Haftalık
çalışma süresinin 40 saatle sınırlı kalması,
• Cumartesi
günlerinin akdi tatil olarak kabul edilmesi,
• Çalışılan
her tam yıl için 35 günlük ücret tutarında kıdem tazminatı ödenmesi,
• 696
sayılı KHK ile kadroya geçen işçilerin özlük haklarını sınırlandıran hükümlerin
ortadan kaldırılması,
• İşçiler
üzerindeki ağır gelir vergisi yükünün hafifletilmesine yönelik olarak yüzde 15’lik
vergi dilimini aşan kısmın işveren tarafından ödenmesi gibi makul ve yaşamsal
talepler içeriyor.
Yoksullaştırmaya devam!
Gerçek enflasyonun yüzde 80’lere ulaştığı, alım gücünün
hızla düştüğü bir ekonomik yıkım ortamında, yılın dört ayı gelir vergisini ödemek
için çalışmak durumunda kalan kamu işçileri, çoktandır anlamını yitirmiş
bulunan 2024 yılı ücretleriyle giderek yoksullaşmaya devam ederken, KÇP
konusunda İktidarın herhangi bir teklifte bulunmaması bu yoksulluklarını daha
da artıracak.
Bu nedenle de pazarlık masasındaki sessizlik karşısında
sosyal medyadan Bakanlık önüne taşan kamu işçileri, temel taleplerinin Kamu Çerçeve
Anlaşma Protokolünün bir an önce imzalanması olduğunu; ancak bu imzalar
atılırken, Konfederasyonların kamu işçisinin taleplerini içeren teklifinin esas
alınması gerektiğini ısrarla dile getiriyorlar. Kamu işçilerinin gecikmiş haklarının
bir an evvel teslim edilmesi gerektiğini haykırıyorlar.
Barış ve Demokratikleşme konularında da benzer
bir engelleyici tutum sergileniyor!
“Yeni barış süreci” görüşmelerinde İktidarın somut
adımlar atmayarak süreci savsaklaması, hatta 19 Mart’ta başlatılan
operasyonları genişleterek sürdürmesi ve yargı infaz paketinde dağın fare
doğurması gibi gelişmeler dikkate alındığında İktidarın, KÇP konusundaki
tutumuna benzer bir tutumu barış (ve demokratikleşme) konusunda da
sergilediğini ortaya koyuyor.
Toplumun azımsanamayacak bir kesimi, iktidarın bu
süreci muhalefeti oyalamak, ekonomik krizin faturasını başta işçiler olmak
üzere tüm emekçi halklara ödetmek ve iktidarını sürdürmek için kurguladığına
inanıyor.
Bu niyet İktidar Blokunun gerçek niyeti olabilir. Bu
da sürpriz olmaz zira hem dünyada hem de ülkemizde bunun geçmişte çok sayıda
örneği mevcut. Ancak bu durum emek, barış ve demokrasi mücadelesini kararlılıkla
sürdürmemenin ve kenara çekilmenin haklı bir gerekçesi olamaz.
Çünkü demokrasi kendiliğinden var olamayacağı gibi toplum
sahip çıkmadığı sürece kendi kendini sürdüremez. Demokratikleşme de birilerinin
bizim için yaptığı ve bize hediye ettiği bir şey değildir. Demokratikleşme için
örgütlü mücadele verilmesi gerekir. Kısaca demokratikleşme herkesin elini taşın
altına sokmasını gerektirir.
Benzer biçimde barış da gökten zembille inmez. Son
barış süreci de bir anda ortaya çıkan bir şey değil, mevcut dış ve iç
konjonktürün zorladığı bir süreçtir. Ama bu sürecin nasıl sonuçlanacağı yani
kalıcı bir barışın inşa edilip edilemeyeceği ya da (daha kötüsü) bir sertleşme
ve savaş hali ile sonuçlanıp sonuçlanamayacağı önceden bilinebilen bir durum
değildir. Olumlu bir sonucu ortaya çıkaracak olan barış güçlerinin kararlı,
sabırlı ve örgütlü mücadelesi ve barışın toplumsallaştırılması çabalarıdır.
Sonuç olarak
KÇP ve asgari ücretin yeniden artırılması gibi
ekonomik kazanımlar da benzer bir mücadele ile elde edilebilecek kazanımlardır.
Bunun için işçi sınıfının sadece sermaye sınıfına değil, aynı zamanda onun
koruyucusu konumundaki siyasal iktidara, hatta işçi sınıfının mücadelesini
soğuran kendi bürokratik sendikalarının yönetimlerine karşı da mücadele etmesi gerekir.
Ancak her şeyden önce bu üç mücadelenin
ortaklaştırılması şarttır. Çünkü işçiler, emekçiler ekonomik kazanımlarını ancak
barış içinde ve demokratik bir ortamda elde edebilirler ve koruyabilirler.
Diğer yandan barış ve demokrasi ancak bu ikisini tarihsel olarak sağlayan işçi
sınıfının bu mücadelelere sahip çıkmasıyla kalıcı hale gelebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder