26 Temmuz 2015 Pazar

YUNANİSTAN TEMERRÜDÜ: KAÇINILMAZ MIYDI?



YUNANİSTAN TEMERRÜDÜ:
KAÇINILMAZ MIYDI?
Mustafa Durmuş

Temmuz 2015

Kapitalizmin krizler üreten bir toplumsal sistem olduğunu 19. Yüzyılın ikinci yarısından bu yana ortaya çıkan sayısız krizden biliyoruz. Bu krizler sadece ‘iktisadi kriz’lerden oluşmuyor.

Özellikle de geçtiğimiz yüzyılda iktisadi krizler, daha sık ve ‘çevre krizleri’,’ sosyal krizler’ ve ‘gıda krizleri’ gibi krizlerle beraber görülmeye başladı. Bunlar kuşkusuz kapitalist üretim ve bölüşüm ilişkilerinin en başta emek (insan), doğa ve toplum üzerinde yarattığı tahribatlarla ilgili sonuçlar.

Bu yazıda Yunanistan ile ilişkilendirerek anlatmak istediğimiz kriz ise asıl olarak iktisadi kriz.  Böyle bir krizin çağımızda çeşitli biçimleri mevcut. Örneğin Yunanistan için 2009 yılından bu yana derin bir “resesyon”, hatta dönem dönem “depresyon” olarak tanımlanabilecek bir iktisadi krizden söz edilebilir. Bunun en belirgin göstergesi kuşkusuz ekonominin büyüyememesi ya da fiilen küçülmesi.
Öyle ki Yunanistan ekonomisi 2008 krizinden bu yana  % 25 küçüldü. İşsizlik resmi olarak % 27’ye tırmandı [1]. Bekleneceği gibi yeni yatırımlar söz konusu değil, zira bunun temel güdüleyicisi olan kârlılık keskin bir düşüş içinde. 

Temelde var olan böyle bir iktisadi krizin bir yansıması olarak ya da ondan bağımsız bir biçimde ortaya çıkan ve genel olarak adına “finansal kriz” denilen bir kriz biçimi daha söz konusu. Bu da kendini “dış borç krizi”, “bankacılık krizi” ve “döviz krizi” şeklinde ve ikisi ya da üçü bir arada olarak gösteriyor.

Böyle bir sınıflandırma altında bugünlerde Yunanistan’da iktisadi kriz sürerken, diğer üç krizin de yaşandığı ya da yaşanmaya ramak kaldığı görülüyor.

Örneğin ülkede devlete ait dış borç stoku 323 milyar avroyu buluyor[2]. Dış borç stokunun GSYH içindeki payı ise, 2008 krizinden bu yana iki kurtarma paketi uygulanmasına rağmen, % 120’den % 180’e fırladı[3].

Buna ilave olarak bir de “bankacılık krizi” yaşanıyor. Öyle ki banka mevduatlarına el konuldu. Sadece bankamatiklerden günlük maksimum 60 avro nakit çekilebiliyor. Bunun da ötesinde banka batışlarını önleyebilmek gerekçesiyle 28 Haziran tarihinden bu yana tüm bankalar kapalı tutuluyor.
Bir IMF araştırmasına göre 1970-2012 döneminde dünyada 147 bankacılık krizi yaşandı. İktisatçılar bu tür bir krizi; büyük banka batışları, büyük zararlar, nakit yetersizliği, mevduatlara devlet garantisi verilmesi, devletleştirmeler, sermaye güçlendirmesi, mevduat dondurma ve bankaların geçici olarak kapatılması olarak[4] tanımlıyorlar. 

Dünya çapında yaşanan bu 147 bankacılık krizinden sadece 7’sinde bankalar geçici olarak kapatıldı. En son kapatma Kıbrıs’ta oldu. Bu kapatmalar normalde bir haftayı geçmezken, Yunanistan’daki banka kapatmasının iki haftayı geçmesi ülkede yaşanmakta olan olağan dışı gelişmelerle ilişkilendiriliyor[5].

Üçüncü tür kriz ise “döviz kuru krizi”. Pek çok iktisatçıya göre, eğer Yunanistan avrodan çıkma kararı alsaydı, , muhtemelen geri döneceği ulusal para birimi olan yeni drahminin başta avro ve dolar olmak üzere sağlam paralar karşısında değeri hızlıca düşecek, bu da başta döviz ve dış ticaret piyasaları ve bankacılık olmak üzere birçok sektörde ciddi finansal çalkantılara neden olacaktı.
Marksistlerce iktisadi kriz, daha ziyade, kâr oranlarındaki düşüşler, buna bağlı olarak yatırımların gerilemesi, gelir ve servet dağılımının hızlı bozulması, böylece tüketim mallarına olan talebin yavaşlaması gibi, Marx’tan bu yana ileri sürülen faktörlerle açıklanıyor. Yani bu krizde insan hatası ya da ekonomi politikası yanlışlıklarının ya da politik tercihlerin daha ikincil önemde kaldığı düşünülüyor.

Yunanistan’da görüldüğü biçimdeki dış borç ve bankacılık krizlerinin ise, özünde sistemik krizler olmalarına karşılık, teknik bir nedenden ziyade, uluslar arası finans kapital ve onun sözcüsü konumundaki IMF, ECB (Avrupa Merkez Bankası) ve AB gibi örgüt ya da birliklere hâkim olan iktisat ideolojisinden, bu yapıların politik hedeflerinden ve tutumlarından kaynaklandığı savı giderek daha ağırlık kazanıyor.

Bu savın en önemli dayanağı, Yunanistan’ın dış borç stokunun 7 yıldır neden ve nasıl büyüdüğü, böyle bir borçlanmadan kimlerin nasıl bir fayda sağladığı, Yunan devletinin ve özel sektörünün (başta bankalar olmak üzere) neden ve nasıl bu denli borçlu hale getirildikleri gibi sorulara verilen yanıtlar ve bunları destekleyen bulgular.

Ayrıca bu krizlerden çıkış gerekçesiyle son 7 yıldır uygulanan kemer sıkma başta olmak üzere neo liberal önlemlerin ve bunların karşılığında sağlanan üç yardım (!) paketinin içerikleri son derece önemli. Öyle ki 2010’dan başlayarak verilen kurtarma paketleriyle sırasıyla, ilk iki paket için 206,7 milyar avro[6] ve son paket için 82-86 milyar avroluk[7], yani toplamda 291,7 milyar avroyu bulan üç paketten söz ediyoruz.

Bu paketlerin karşılığında Troyka ile yapılmak zorunda bırakılan anlaşmalar, özellikle de SYRIZA iktidarının yaptığı son anlaşma, dünya çapında sol-sosyalist çevrelerde büyük bir hayal kırıklığı yaratırken, aynı zamanda da SYRIZA’daki çatlakların derinleşmesine neden oldu.

O halde ilk soruyu soralım ve yanıtını arayalım:
Yunanistan’ın dış borcu sürdürülemez bir düzeyde ya da yapıda mıydı? Paralel bir biçimde, bankalar geçici olarak da olsa, kapatılmayı gerektirecek ölçüde ödeme güçlerini, likit (nakit) olma özelliklerini yitirdiler mi?

Bu soruya yanıtta iki farklı yaklaşım söz konusu. IMF ve Troyka’nın da içinde yer aldığı bir yaklaşım “Yunanistan’ın dış borçlarının mevcut haliyle sürdürülemez, geri ödenemez ve bankacılık sisteminin de borçlarını geriye ödeyemez ve likit olmadığını” ileri sürüyor.

Bilindiği gibi, Troyka, Yunanistan hükümetinin 30 Haziran vadeli 1,7 milyar avroluk bir dış borç servisini yapamamasını da gerekçe göstererek, SYRIZA çoğunluklu hükümete diz çöktürdü ve referandumda halkın % 61 ile reddettiği koşullardan daha ağır kemer sıkma içeren bir anlaşmayı ona kabul ettirdi. 

Bu anlaşma sırasıyla Yunan ve Alman Parlamentolarından onaylandı.  Böylece 20 Temmuz’da 7 milyar avroluk ilk ödeme, Yunan hükümetinin hesabına yatmış olacak. Ancak bunun 4,2 milyar avrosu Yunanistan’ın ECB’ye ve 2 milyar avrosu ile IMF’ye olan borçlarının geri ödemesinde kullanılacak[8].

IMF ise daha net bir biçimde mevcut stokun düzeyi göz önüne alındığında bu borçların geri ödenemeyeceğini ileri sürdü ve yaklaşık 60 milyar avroluk bir borcun silinmesini önerdi[9]. 19 ülkeden oluşan Avro Grubu bunu reddederken, bu öneri ABD tarafından, Avrupa’nın bütünlüğünü korumasına ve Yunanistan’ın NATO’da kalmasına yardımcı olacağı gerekçesiyle savunuldu.
Birçok Marksist iktisatçı da hem borç stokunun düzeyi hem de ülke ekonomisinin resesyonda olduğu gerçeğinden hareketle, mevcut büyüme oranlarıyla bu borcun (eğer bir kısım borç silinmezse) ödenemeyeceğini ileri sürüyor.

Buna göre, örneğin ekonomi % 2-3 büyüse dahi, bu durum  % 180’lik dış borç stokunu azaltmaya yetmeyecektir.  Bu da ekonominin daralmasının devam etmesine yol açacaktır. Keza küresel ekonomik durgunluğun mevcut hali özellikle de avro bölgesindeki somut durum, bırakın Yunanistan’ı, daha iyi durumdaki diğer Avrupa ekonomilerinin dahi % 2 büyümesine izin vermiyor[10]

Gerçekten de IMF’nin son raporuna göre[11],  bu yıl avro bölgesi sadece % 1,5; Almanya % 1,6; Fransa % 1,2; İtalya % 0,7 ve İngiltere % 2,4 büyüyebilecek ve böylece 2015 yılı 2009’dan bu yana en kötü yıl olarak kaydedilecek.
http://www.commondreams.org/sites/default/files/styles/cd_large/public/views-article/eurozone12_amigos.jpg?itok=wuZlbHcz
(CorpWatch / by Khalil Bendib)
Diğer yandan bir diğer grup iktisatçı sorunun teknik olarak Yunanistan ekonomisinin durumu ile ilgili olmaktan ziyade, siyasetle ilgili olduğunu ileri sürüyor. Bu çerçevede Yunanistan’ın bir temerrüde girmesinin aslında gerekmediğini ya da bu durumun kaçınılmaz olmadığını vurguluyor.

Bu görüşe göre, Yunanistan’da borç stoku % 180 düzeyinde olsa da, son yıllarda uygulanmış olan açık ve örtük borç yeniden yapılandırması ile faiz yükü milli gelirinin % 4’ü düzeyinden (2011), 2014’te % 2’sine geriledi (yarı yarıya düşüş). Ayrıca devlet borçlarının ortalama vadesi avro bölgesi ortalamasından daha yüksek (16 yıl). Bu veriler, yeterli nakdi olmasa da,  Yunanistan’ın borçlarını geri ödeme gücüne sahip bulunduğunu gösteriyor.  Yani % 180’lik bir “nominal” borç stoku mevcut ama “efektif” borç yükü bunun yarısı kadar. Eğer Yunanistan’ın büyümesine olanak verilirse, bu borçlar geri ödenebilir[12]

Bir başka anlatımla Yunanistan nominal olarak (enflasyon + reel büyüme)  % 2 büyürse borç yükünü istikrara kavuşturabilir. Bu noktada faiz dışı fazla gibi önlemlerle kemer sıkmak çözüm değildir. Yani efektif borç yükü % 180’in yarısı iken faiz dışı fazlanın %1-3’e zorlanması gereksizdir, hatta zararlıdır. Yapılacak şey yeni bir borç yapılandırması ile sıfıra yakın duran faiz dışı fazlayı korumaktır. Böyle bir program % 2’lik bir nominal büyüme sağlayabilir. Ayrıca efektif borç yükünün istikrara kavuşması için ECB kolları sıvamalıdır. ECB Yunanistan’ın borcunun sürdürülebilir olduğunu kabul etmeli ve onu ‘miktarsal ve parasal kolaylaştırma programları’na dâhil etmelidir. Yunan bankalarının devlet tahvillerini kredi taleplerinde teminat olarak kullanılabilmelerine izin verilmelidir. Oysa ECB tam tersini yapıyor ve efektif borç yükü daha yüksek olan ülkelerin tahvillerini satın alıyor. Böyle bir yanlış teşhis ve yanlış tedavi bankacılık krizine neden oldu. ECB böyle davranmaya devam ettiği sürece Yunanistan ekonomisinin krizden çıkması mümkün değil[13].
Aslında ECB’nin Yunan bankacılık sistemini rehin alma niyeti 25 Ocak genel seçimlerinden SYRIZA’nın ezici bir çoğunlukla galip çıkmasıyla başladı. Bundan sonra ECB, Yunan hükümeti tahvillerinin kredi taleplerinde teminat olarak kullanılması imkânını büyük ölçüde kısıtladı. Son olarak bankalardan çekilen para miktarına kısıt konulmasıyla, aynı ECB hem kredi limitlerini daraltarak hem de nakde erişimi maliyetli bir hale getirerek Yunan finans sistemini rehin aldı.

Özetle, bu yaklaşıma göre, Avro Grubundaki politikacıların, gerçeği kendi vergi mükelleflerinden gizlemek için, iflas gerekçesinin ardına sığınarak Yunanistan’ı günah keçisi olarak onların önüne atma arzuları ve bazı kreditörlerin Yunanistan’ı cezalandırmak yönündeki istekleri Yunanistan’daki temerrüt durumunun asıl nedeni gibi görünmektedir.

Bunun düşünsel alt yapısı da yıllardır hazırlanıyor. Özellikle de Almanlar kendilerine dönük olarak hazırlanmış olan “biz Almanlar tembel Yunanlıları fonluyoruz”propagandasına inanmış görünüyorlar. Sosyal demokrat ya da sağcı partiler Güney’in insanlarıyla dayanışma içinde olmak istemiyorlar ve milliyetçi davranıyorlar.  Böylece de Avrupa çapında birleşik bir emek muhalefetinin oluşturulması zorlaşıyor.[14].

Yunanlıların AB ile ilgili düşünceleri genelde olumlu olmadığı gibi, AB’nin diğer ulusları da Yunanlılarla ilgili çok olumlu düşüncelere sahip değiller. Yunanlıların çoğunluğu kendilerinin çok çalışkan insanlar olduklarına inanırken, diğer uluslar onları tembel olarak görüyorlar. Yunanlılar kendilerinin en güvenilir insanlar olduklarını düşünürken, Almanlar, Çekler ve Fransızların en güvenilmez uluslar olduklarına inanıyorlar[15].

Ayrıca yukarıda da vurgulandığı gibi dünyada bankacılık krizleri yaygın olarak görülse de bankaların son çare olarak kapatılması ve hesapların dondurulması çok nadir görülen bir olgu. Yakın tarihte krizdeki her 100 bankacılık vakasından sadece 5 tanesinde bankalar geçici olarak kapatılmış (bu vakalardan ikisi Kıbrıs ve Yunanistan bankalarına ait). Yaşanan tecrübeler ise yeniden açılmalarda normale dönüşün aylar hatta yıllar alabileceğini ortaya koyuyor.

Son beş aydır Yunanistan hükümeti ile kreditörler arasındaki müzakerelere Yunan tarafını temsilen katılan bir danışman ile yapılan bir söyleşi, bir ulusun geleceği ile nasıl oynandığını ortaya koyuyor. Danışman, bu söyleşide, müzakereler sırasında SYRIZA’ya kreditörlerce, kemer sıkma önlemlerini koşulsuz kabul etmesi konusunda nasıl zorbalık yapıldığını, Avro Grup’un Başkanı olan Jeroen Dijsselbloem’ın “bu programın kabul edilmemesi halinde tüm Yunan bankalarını iflas ettireceği” tehdidiyle karşı karşıya kaldıklarını söylerken, SYRIZA’nın içinde bulunduğu bu zor durumu “ düşman ile aynı silahlara sahip olduğumuzu düşünerek bu savaşa girdik ama onların gücünü çok hafife aldığımızı anladık” sözleriyle[16] anlatıyor.

Tarihteki, özellikle de bir anlaşma, Troyka’nın Yunanistan konusunda nasıl başından bu yana kötü niyetle ya da en azından çifte standartla hareket ettiği ve iyi niyetli çabalardan hiç birine başvurmadığı anlamında güzel bir örnektir.

Bu anlaşma 1953 tarihli Londra Anlaşması’dır. Bu anlaşma ile Almanya’nın çok yüksek düzeydeki borçlarının yarısı ABD, İtalya ve Fransa tarafından silindi, kalanı da otuz  yıla kadar  vadeye yayıldı. Almanya, Sovyetler Birliği’ne karşı siper oluşturmanın mükâfatı olarak bu yardımı aldı. İki dünya savaşının borçları böyle yollarla hafifletilmeseydi, “Alman mucizesi” gerçekleşemezdi[17]

Avrupa’nın egemenleri benzer bir fırsatı ya da yardımı Yunanistan’a sağlamadılar. Böyle bir geçmişe sahip Almanya gibi bir ülkenin bugün Yunanistan’ı çökertmek isteyen grubun başında yer alması ise çok çarpıcı. Yunanistan’ı deyim yerindeyse teslim olmaya zorlayan son anlaşma paketini,  eski Maliye Bakanı Yanis Varoufakis “Yeni Versay Anlaşması” ve “Yunanistan’ı küçük düşürme siyaseti” olarak[18], Yunan Savunma Bakanı ise “bankacılık sisteminin çökertileceği şantajı altında yapılan bir darbe” olarak[19] niteledi[20].

Keza son 2008 krizinden bu yana tek başına ABD Merkez Bankası (Fed) 16 trilyon dolarlık faizsiz kredi aktarımı ile (miktarsal ya da parasal kolaylaştırma) batık bankalarını kurtardı. ECB ise hali hazırda piyasadan aylık 60 milyar avroluk, yıllık 1,1 trilyon avroluk tahvil, bono gibi menkul kıymetleri satın alarak bankaların borç yüklerini sırtlarından alıyor. ECB  bunu Eylül 2016’ya kadar da sürdürecek.
Bu bağlamda istenirse,  ECB’nin bir  aylık olarak yaptığı tahvil alımı  ile Yunanistan’ın borç sorunu çözümlenebilir. Ayrıca mevcut deflasyonist ortamda böyle bir politika ekonomik canlanmaya da yardımcı olabilir.  Yani “para basarak ya da bir miktarsal kolaylaştırma” işlemi ile piyasalardaki, Yunanistan devletine ait tahvilleri geri  satın alarak (bunları tekrar satmaması kaydıyla)  ECB, fiilen Yunanistan’ın bir kısım borcunu (özellikle gayrimeşru, etik olmayan kirli borçlarını) silebilir. Zaten yıllık 1,1 trilyon avroluk bir borç iptalini Avrupa çapında yapıyor[21].
Bu noktada ikinci soruyu soralım:
Böyle bir davranış emperyalist-kapitalist sistemin işleyiş mantığı altında mümkün müdür?
Bu yol pek mümkün görünmemektedir. Zira ilk olarak, günümüzde finansallaşma ve bunun bir yolu olarak  dış borçlar bir ülkenin topraklarına, yer altı ve yer üstü kaynaklarına  ya da diğer kamusal varlıklarına el koymanın bir aracı olarak kullanılmaktadır. Bu anlamda soğuk savaş, finans (borçlandırma) karşılığında yapılan özelleştirmelerle kamusal varlıkların gasp edilmesi biçiminde yürütülmektedir[22]. Bunun gerçekleşmesi için de Avrupalı büyük bankalar, kasıtlı olarak, Yunanistan’ı sürdürülemez düzeyde bir borçlanmaya sürüklediler. Ardından son kurtarma paketinde olduğu gibi sınırsız bir özelleştirmeyi de mümkün kıldılar.
Özellikle de son on yılda büyük Alman ve Fransız sermayesi, Yunanlı şirketleri satın almaya başladı ve hükümetin borçlanmasına ve harcama yapmasına izin verdi. Sonrasında hem muhafazakâr hem de sosyal demokrat hükümetler döneminde, hem bütçe açığı, hem de kamu borç stoku giderek arttı. Bu açıklar ise doğallıkla uluslararası finans piyasalarından yapılan borçlanma ile kapatıldı.
Ayrıca yoz, rüşvetçi Yunanlı politikacılar saçma sapan projeler için bu bankalardan borç aldılar. Ancak Yunanistan’ın borç stokunun böyle büyük çapta artmasının asıl nedeni İngiliz ve ABD’li bankalarla rekabet içindeki Avrupalı bankaların verdikleri riskli kararlar ve riskli kredilerdi[23].
Bu bağlamda Troyka, SYRIZA hükümeti ile yaptığı son müzakerelerde,  Yunan halkına ait varlıklara el koymak ve onu bir yarı sömürge haline getirebilmek için finansı, kemer sıkma politikalarını, dış borçları ve banka iflaslarını kullandı.
İkinci olarak, SYRIZA Hükümeti neo liberal politika dayatmalarına direndiği için etkisizleştirildi, itibarsızlaştırıldı ve % 61 “hayır” oyuna rağmen, hem de daha kötü koşullarda bir anlaşmaya “evet” demek zorunda bırakıldı.
Çünkü Avrupalı egemenler, SYRIZA’nın her hangi bir tipik sosyal demokrat parti olmadığını, bu nedenle de onun bünyesine kolayca neo liberalizmi yerleştiremeyeceklerini gördüler.  SYRIZA’yı, DNA’sında sosyalizm olan sol bir parti olarak, ne tür kısıt altında olursa olsun, Avrupa ve dünya kapitalizmine meydan okuyabilecek güçte birleşik- etkili yeni bir sosyalist oluşum olarak değerlendirdiler[24].
Böyle bir parti, acze düşürülmeliydi, halkına ihanet etmeye zorlanmalıydı ve bu şekilde utandırılarak ehlileştirilmeliydi. İlk raundda Troyka bunu başardı.
Üçüncü olarak, Almanya Yunanistan’a “gerçek anlamda yardım” etseydi, sıradaki benzer durumda ekonomik sıkıntılara sahip ama solun umut olmaya başladığı Portekiz,  İspanya ve İtalya gibi daha da büyük ekonomilere de yardım etmek durumunda kalacaktı.  Korkulan bir anlamda buydu.
Dördüncü olarak, özellikle de Almanya,  AB’nin 15 trilyon dolarlık ekonomik büyüklüğünün sadece % 2’sine sahip, sadece  12 milyon nüfuslu küçük ülkesi konumundaki ve borç sorunu kolayca çözümlenebilecek olan Yunanistan’ı sırf ibret olsun diye de ezmek istedi.
Zira Merkel’e göre, hiçbir kurtarma Almanya merkezli Avrupa imparatorluk hiyerarşisinden daha önemli olamazdı. Tam tersine ekonomik durgunluğun ortasındaki Avrupa’da Yunanistan’ın direnişi egemenlerin gücünü sarsabilirdi. Özellikle de Güneydeki çeper ülkelerin halkları bundan esinlenmemeliydi.  
Yani en büyük korkuları Yunanistan’ın olası direnişinin İspanya ve diğer avro bölgesindeki ülkelere esin kaynağı olmasıdır. Bu yüzden de Almanya ve diğer büyük üye devletler müzakereler sırasında taleplerini biraz yumuşatmaktansa, Yunanistan’ı AB dışına atma riskini göze alabilecek bir kararlılık sergilediler.
Sonuç olarak,
Yunanistan’daki kriz avro bölgesi krizinin bir parçasıdır. Bu krizin nedeni ise Avrupa’nın “merkez” ve “çevre” olarak farklılaşmasına neden olan “kapitalist eşitsiz gelişim” ve bunun yarattığı yapısal çarpıklıklardır. Bu çarpıklıklar özellikle avroya geçişten sonra daha da arttı ve bugünkü krizi hazırladı. Yani 1980’lerden bu yana, özellikle de 1999 yılında ortak paraya (avro) geçişten bu yana, avro bölgesinde sistemik makroekonomik dengesizlikler ortaya çıktı.
Almanya’nın başını çektiği cari fazlaya sahip “merkez ülkeler bloğu” ile Fransa’nın başını çektiği cari açığa sahip “çevre ülkeler bloğu” şeklinde bir ayrışma görüldü. Başta, % 8 gibi yüksek düzeyde bir cari fazlaya sahip Almanya olmak üzere merkez ülkeleri emek gücü maliyetlerini baskılayarak ihracat konusunda ciddi bir rekabet üstünlüğü sağladılar.
Buna karşılık Yunanistan başta olmak üzere, İspanya, İrlanda ve Portekiz gibi rekabet gücünü yitiren çevre ülkeleri yüksek cari açıklarla karşı karşıya kaldılar ve büyümelerini bu cari fazla sahibi ülkelerden yaptıkları ithalatlar, onlardan sağladıkları sıcak para ve spekülatif yatırımlarla gerçekleştirdiler. Cari açıklarının giderek artan boyutlara ulaşmasıyla Güneyin bu zayıf ülkelerinde hem kamu hem de özel sektör dış borç stokları sürdürülmesi çok güç düzeylere ulaştı.
Ekonomileri krize giren bu ülkelere sunulan ‘kurtarma paketleri’nin ise asıl olarak büyük Alman ve Fransız bankalarının alacaklarını kurtardığı, verilen yardımların % 77’sinin aralarında bu bankaların da bulunduğu uluslar arası finansal sisteme aktarıldığı görüldü[25].
Kurtarma karşısında dayatılan ‘kemer sıkma önlemleri’ ise doğaları gereği resesyonist olduklarından, bu ekonomiler daha da daraldılar. Artan işsizlik, yoksulluk, açlık başta Yunanistan olmak üzere Güneyin bu ülkelerindeki toplumsal muhalefeti ve sınıf mücadelesini yükseltti. SYRIZA ve Podemos’un seçim başarıları bunun somut göstergeleridir.
İşte bu noktada Troyka politik bir tercih ile aslında borç indirimi ve ekonomik büyümeyi hızlandırıcı önlemlerle ayağa kaldırılabilecek durumdaki Yunanistan ekonomisini ve finansal sistemini zorlayarak, bu ülkenin % 36 ile demokratik bir seçimle işbaşına gelmiş SYRIZA Hükümetini çökertti. Onu referandumda reddedilen koşullardan daha ağır bir anlaşmaya razı ederek hem Yunan halkına ders, hem de diğer Avrupa halklarına gözdağı verdi.
Kısaca Yunanistan dış borç ve bankacılık krizi sistemik olduğu kadar Avrupalı egemenlerin bilinçli bir biçimde hayata geçirdikleri bir tercihin sonucudur. 
KAYNAKÇA
Brown, Ellen, “Grexit or Jubilee? How Greek Debt Can Be Annulled”, http://www.truthdig.com, 16 July  2015.
Chatterjee, Pratap, “EuroZone Profiteers: How German and French Banks Helped Bankrupt Greece”, http://www.commondreams.org, 30 June 2015.
De Grauwe, Paul,  Greece is solvent but illiquid: Policy implications”, http://www.voxeu.org, 3 July 2015.
De Silver, Drew,  Financial crises surprisingly common, but few countries close their banks”, http://www.pewresearch.org, 9 July 2015.
Euro Summit, Euro Summit Statement, Brussels, 12 July 2015.
http://www.attac.at, 17 June2013.
Goodman, Amy, “Economist Richard Wolff on Roots of Greek Crisis, Debt Relief and Rise of Anti-Capitalism in Europe”, http://www.truth-out.org, 7 July 2015.
Hudson, Michael, “The Financial attack on Greece: Where do we go from here”, Counterpunch, 8 July 2015.
 Varoufakis: Greek Deal Is "Coup", Turns Greece Into "Vassal" State, And Deals "Decisive Blow" To European Project”, http://www.zerohedge.com, 14 July 2015.
Greece debt crisis: Tsipras faces eurozone deal battle”, http://www.bbc.com, 14  July 2015.
IMF, World Economic Outlook, www. imf.org, July 2015.

Kottasova, Ivana, “Greek debt crisis: Who has most to lose?”, http://money.cnn.com/2015/01/28/investing/greek-debt-who-has-most-to-lose, 28 January 2015.
Prupis, Nadia,  “Clearing EU Hurdles, Greek Austerity Package Moves Forward”, http://www.commondreams.org, 17 June 2015.
Roberts, Michael, “No! But what now?”, https://thenextrecession.wordpress.com,  5 July 2015.
Salmon, Christian, “We are Going to Collapse your Banks”: Greek Government Insider Lifts the Lid on Five Months of Financial Blackmail- 'We Underestimated Their Power”, http://www.globalresearch.ca,Mediapart 8 July 2015.


Stokes, Bruce  and Kehaulani, Sara, “5 facts about Greece and the EU”, http://www.pewresearch.org, July 7, 2015.
Panitch, Leo and Gindin, Sam, “Treating SYRIZA responsibly”, July 13, 2015 -- The Bullet (Socialist Project, Canada), Links International Journal of Socialist Renewalhttp://links.org.au.



[1] Michael Roberts, “No!But what now?”,
[2]Ivana Kottasova, “Greek debt crisis: Who has most to lose?”, http://money.cnn.com/2015/01/28/investing/greek-debt-who-has-most-to-lose, 28 January 2015.
[3] Roberts, agm.
[4] Drew DeSilver,Financial crises surprisingly common, but few countries close their banks”, http://www.pewresearch.org, 9 July 2015.
[5] agm.
[6] http://www.attac.at, 17 June2013.
[7]EuroSummit, Euro Summit Statement, Brussels, 12 July 2015.

[8] Nadia Prupis, “Clearing EU Hurdles, Greek Austerity Package Moves Forward”, http://www.commondreams.org, 17 June 2015.
[10] Roberts, agm.
[11] IMF, World Economic Outlook, www. imf.org, July 2015, s. 4.
[12] Paul De Grauwe,Greece is solvent but illiquid: Policy implications”, http://www.voxeu.org, 3 July 2015.
[13] De Grauwe, agm.
[14] Amy Goodman, “Economist Richard Wolff on Roots of Greek Crisis, Debt Relief and Rise of Anti-Capitalism in Europe”, http://www.truth-out.org, 7 July 2015.
[15] Bruce Stokes and Sara Kehaulani, “5 facts about Greece and the EU”,

[16] Christian Salmon, “We are Going to Collapse your Banks”: Greek Government Insider Lifts the Lid on Five Months of Financial Blackmail- 'We Underestimated Their Power”, http://www.globalresearch.ca
Mediapart 8 July 2015.

[18]Varoufakis: Greek Deal Is "Coup", Turns Greece Into "Vassal" State, And Deals "Decisive Blow" To European Project”, http://www.zerohedge.com, 14 July 2015.
[19]Greece debt crisis: Tsipras faces eurozone deal battle”, http://www.bbc.com, 14v  July 2015.
[20] Diğer taraftan, 1919 Versay Anlaşması, savaştan yenik çıkan Almanya’yı devasa boyuttaki savaş tazminatı ödemeye mahkûm etmişti ama bu aynı zamanda ülkede devrimi de tetiklemişti. Benzer gelişmeler Yunanistan’da ve Avrupa’nın başka yerlerinde de olabilir. Yunanistan anlaşması müzakerelerini yürüten Avrupa Komisyonu Başkanı Tusk, şimdilerde bu anlaşmanın, 1968 yılından bu yana görülmemiş bir devrimci bir atmosfer yaratmaya başladığı uyarısında bulunuyor. Bu konudaki solun ateşli söylemlerinin yüksek genç işsizliğinde karşılık bulmasından endişe duyuyor. Bkz: Rob Sewell, “No to the dictatorship of the bankers! Revolutionary mood sweeps across Europe, http://www.marxist.com, 17 July 2015.
[22] Michael Hudson, “The Financial attack on Greece: Where do we go from here”, Counterpunch, 8 July 2015.
[23] Pratap Chatterjee, “EuroZone Profiteers: How German and French Banks Helped Bankrupt Greece”, http://www.commondreams.org, 30 June 2015.
[24] Leo Panitch and Sam Gindin, “Treating SYRIZA responsibly”, July 13, 2015 -- The Bullet (Socialist Project, Canada), Links International Journal of Socialist Renewalhttp://links.org.au.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder