Siyasal İktidarın
Otoriterleşmesi İle Ekonominin Durumunun Kötüleşmesi Arasında Bir İlişki Var
mı? (3)
Mustafa Durmuş
25 Mayıs 2016
Türkiye
ekonomisinin krize doğru kırılganlığını artıran bir diğer önemli olgu,
özellikle 2013 yılından bu yana yaşanmakta olan politik krizler ve geçen yıldan
bu yana Doğu ve Güney Doğu’da yeniden alevlene çatışmalar. Dışarıda, çöken
“Büyük Orta Doğu Projesi” ve “Yeni Osmanlıcılık” hayallerinin getirdiği krize
ilave olarak, içerde meydana gelen gelişmeler gerçekte bir politik krize
dönüşmüş durumda.
Sırasıyla; 2013’teki “yolsuzluk ve rüşvet” iddialarına
dayanan operasyon ve bunun ardından derinleşen “AKP-Cemaat çatışması”, Barış
Süreci’nin sona erdirilerek “savaş konseptine geri dönülmesi”, Rus savaş
uçağının düşürülmesinin ardından “Rusya ile ilişkilerin gerilmesi”, üst üste yaşanan “iki genel seçim”,
“Davutoğlu’nun azledilmesi” ve yeni bir hükümet kurulması ve son olarak “dokunulmazlıkların
kaldırılması” Türkiye ekonomisi üzerinde ciddi riskler oluşturuyor.
Bu
politik riskler nedeniyle, ülkeye gelen yabancı sermaye hem nicelik olarak
azalıyor, hem de nitelik değiştiriyor ve reel yatırımlardan ziyade spekülatif
kazanç sağlayan portföy yatırımı biçimindeki yatırımlara yöneliyor. Bu durum
verimlilik ve buna dayalı büyüme üzerinde olumsuz etkilere neden oluyor.
Nitekim
2005-2009 döneminde ülkeye gelen yabancı kaynağın % 53’ü doğrudan yabancı
sermaye yatırımı biçiminde iken; bu oran 2010-2015 döneminde % 20’ye geriledi.
Aynı süreçte portföy yatırımlarının payı % 16’dan % 31’e yükseldi. Dış
kredilerin payı ise % 61’den, % 52’ye düştü.
Bu
gelişmelerin sanayi sektörünü doğrudan etkilemesi kadar, özellikle de kur
riskinin çok yükselmesinden dolayı dolar ya da avro cinsinden borçlarını
ödeyemeyecek duruma gelen şirketlerin bu kredileri sağladıkları yerli bankalar
üzerinde ciddi riskler yaratacağı açık. Nitekim bugün itibariyle özel sektörün
döviz açığı 187 milyar doları buluyor.
Bu
veriler dış borcun alınmasında temel aracı konumunda olan bankaların da nasıl
bir risk ile karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Nitekim Bloomberg’in daha önce
sözü edilen raporuna göre, geçen yıla nazaran bankaların şüpheli alacakları bu
yıl % 30 dolayında arttı ve toplamda 18 milyar doları buldu. Şüpheli alacakların % 37’sini KOBİ’lere
verilen krediler oluşturuluyor ki bu da örneğin T. Halk Bankası açısından ciddi
bir risk kaynağı.
Savaş harcamaları
arttıkça ekonomik krize doğru gidiş hızlanıyor
Türkiye
2011 yılından bu yana Suriye’deki iç savaşın önemli bir bileşeni olduğu kadar,
içerde Barış Süreci’nin rafa kaldırılıp, savaş konseptine geri dönülmesiyle,
fiili bir iç savaş durumu yaşıyor. Her ikisi de, hem doğrudan savaş
harcamalarının yol açtığı maliyetler, hem de başta turizm olmak üzere bazı
sektörlerin bu savaşlardan dolaylı olarak etkilenmesiyle, ekonomiyi vuruyor.
Türkiye,
asıl olarak vergilerden oluşan Merkezi Yönetim Bütçesi’nde oran olarak en fazla
payı iç ve dış güvenlik harcamaları adı altında aslında savaşa ayırıyor. Bu
pay % 14’ü buluyor. Bu bağlamda bazı
harcama kalemlerindeki gelişmeler son derece çarpıcı. Örneğin 2015 yılında,44,4
milyar dolarlık “mal ve hizmetler” kaleminin yaklaşık üçte biri (12,7 milyar
lira) savaş sarf malzemeleri alımında kullanıldı. Keza bütçedeki “sermaye
giderleri” kaleminin bir kısmı Akrep, Kirpi, Toma, Tourneo gibi araçların satın
alınması için harcandı. Bu araçların yapımcıları ise hem Koç ve Nurol Makine
gibi ülkenin en eski sermaye grupları hem de Ethem Sancak ve Katmerciler gibi
son dönem büyüyen sermaye grupları.
Turizm çöküyor
Turizm
sektörü Türkiye’de birçok açıdan önemli bir sektör. Öyle ki toplam döviz
kazandırıcı faaliyetler (ihracat gelirleri) içindeki payı % 17. Böylece
Türkiye aralarında İspanya ve
İngiltere’nin de bulunduğu 20 ülke içinde turizm gelirlerine en fazla bağımlı
ülke konumunda.
Bu
durum sektörün, dövizle alınacak yabancı
üretim girdisinin sağlanması bağlamındaki, böylece de ekonomik
büyümedeki önemini gösteriyor. Ayrıca sektör cari açığın azaltılmasına katkı
sağlayan bir konuma sahip. Yarattığı istihdam ise, inşaat sektörünün
yarattığından daha fazla: % 8.
Bu
yıl turizm gelirleri ilk çeyrekte % 8,3 oranında düştü. Sektöre ait şüpheli
alacaklarsa % 25 artarak 2015 yılında
339 milyon dolara yükseldi. Tek başına T. İş Bankası’nın sektördeki şüpheli
alacağı 266 milyon dolar ve bunun yarısı bir otelcilik grubuna ait.
Diğer
taraftan sektör deyim yerindeyse, neredeyse hiç vergi vermiyor zira sektörün
ödediği vergi, vergi ödeme potansiyelinin 85’te 1’ini ancak buluyor. Kaldı ki
devlet sektöre 87 milyon dolarlık bir hibe, borç yapılandırma şeklinde destek
vereceğini açıkladı.
Sektörün
bu duruma düşmesini iki temel nedeni kuşkusuz içerde ve dışarıda yürüyen
savaşlar. Bu durum ülkenin güvensiz bir konuma gelmesine, bu da gelen turist
sayısının hızla azalmasına ve rezervasyonların iptaline neden oluyor. Bu
gelişmeler hem turizm ile ilgili gıda, hayvancılık gibi yan sektörlerin zora
girmesine, hem de bu sektöre kredi veren bankaların sıkıntıya girmesine yol
açıyor.
Bu
bağlamda Türkiye ile Rusya arasında ve uçak düşürülmesi gerginliğine ayrı bir
başlık açmak gerekiyor. Zira Türkiye’nin Rusya pazarından elde ettiği geliri
yıllık 11 milyar doları buluyor. Bunun 4
milyar doları doğrudan ihracattan, 3 milyar doları bavul ticaretinden, 3 milyar
doları turizmden (turistlerin % 11’i Rus turistlerden oluşuyor) ve 0,5 milyar
doları bu ülkedeki inşaat ve taahhüt işlerinden oluşuyor. Şu anda son kalem ile
ilgili 4,2 milyar dolarlık inşaat projesi sürüyor. Ayrıca Türkiye toplam yıllık
28 milyar dolarlık doğal gaz ithalatının % 55’ini bu ülkeden karşılıyor ve
bunun yarısını elektrik üretiminde, % 25’ini ise sınai üretimde kullanıyor.
Yani
Rusya ülkenin hem ihracat ve turizm gelirleri açısından, hem de enerji kaynağı
olma açısından son derece önemli bir ticari partner. Buna rağmen ilişkilerin
savaşın eşiğine kadar getirilmesi Türkiye ekonomisi üzerindeki en büyük jeo
politik risk olarak bir süredir duruyor.
Tüm
bu ekonomik, politik ve jeo politik riskler sonucunda, ekonomilerin
kırılganlıklarının bir göstergesi olarak da kullanılan CDS puanı sıralamasında
(puan arttıkça risk artıyor) 20 ülke
içinde Türkiye’nin CDS puanı 270 ile en üstten 3. sırada yer alıyor. Kendinden
daha yukarıda sadece G. Afrika (310) ve Brezilya (328) var.
Diğer
yandan yapılan bilimsel araştırmalar gösteriyor ki büyük paylaşım savaşlarından
fayda sağlayanlar sadece büyük savaş sanayilerine ve ekonomilere sahip olan
büyük emperyalist ülkeler ve onların büyük sermaye grupları iken, küçük
ekonomiler bu savaşlarla tahrip oluyorlar, toparlanmaları yıllar alıyor.
İç
savaşların ise, savaş baronları dışında, tüm halka, ekonomiye büyük zararlar
verdiği, İspanya, Kolombiya, İrlanda, Peru, Sri Lanka ve Türkiye örneklerinden
görülüyor. Savaşa harcanan kaynaklar bir yana iç savaşlar yatırımların,
üretimin ve turizmin çok ciddi bir biçimde gerilemesine neden oluyor. Neden
olduğu ölümler, emek gücü kaybı ve bir ömür sürecek travmalar ise emek gücü
verimliliğini doğrudan etkiliyor. Yine ABD’de yapılan araştırmalar terörizmle
mücadele adı altında yürütülen savaşların, terörizmi ortadan kaldırmadığını,
daha da artırıp yaygınlaştırdığını, hatta bu savaşlar nedeniyle ölen insan
sayısının terörist ataklarla ölenlerin kat kat üzerinde olduğunu ortaya koyuyor
(..devam edecek: Yatırım ve teknoloji gerilerken, emek gücü verimliliği
düşüyor).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder