SİYASAL
İKTİDARIN OTORİTERLEŞMESİ İLE EKONOMİNİN DURUMUNUN KÖTÜLEŞMESİ ARASINDA BİR
İLİŞKİ VAR MI? (2)
Uluslar
arası finans kapital: Türkiye’de
önümüzdeki 2 yıl ekonomik büyüme hızı daha da düşecek!
Mustafa
Durmuş
24 Mayıs 2016
Türkiye ekonomisi 2002 - 2011 döneminde yılda
ortalama % 5’in biraz üzerinde, buna karşılık 2011 - 2015 arasında sadece %
3’ün biraz üzerinde büyüyebildi. Yani son dönemde büyüme hızı ciddi olarak
geriledi. 2015 yılındaki % 4’lük büyüme ise daha ziyade konjonktürden
kaynaklandı. Bu büyümede kamu tüketim harcamalarındaki artış ve düşük petrol
fiyatlarının yanı sıra, sayıları 2 milyon 800 bini aşan Suriyeli mültecilerin
tüketim harcamaları da önemli bir rol oynadı. Morgan Stanley’e göre,
mültecilerin büyümedeki payı binde 2-3 puan civarında.
Danske Bank, 12 Mayıs 2016 tarihli raporunda Türkiye
ekonomisinin büyüme hızını 2016 yılı için % 2,7 ve 2017 yılı için % 3 olarak
tahmin ediyor. Bu tahminleriyle, önceki tahminlerinden iki yıl için de ortalama
% 0,5 puan düşürüyor. Banka’nın kur
tahmini ise yılsonuna kadar 1 $= 3,12 TL.
Credit Swiss’in 13 Mayıs tarihli raporunda ise
büyüme hızları sırasıyla 2016 yılı için % 3, 8 ve 2017 için % 3,5 olarak
öngörülüyor.
Her üç raporun da öngördüğü gerçek Türkiye
ekonomisinin önümüzdeki iki yıl içinde % 4’ün altında bir büyüme ile yetinmek
zorunda kalacağı. Diğer yandan planlamacılara göre, yüksek oranda genç bir
nüfusun var olduğu ve yıllık nüfus artışının % 1,5 dolayında olduğu Türkiye
gibi bir ekonominin, hem bu nüfus artışının neden olduğu ihtiyaçları
karşılayabilmek, hem genç nüfusa yeni istihdam yaratabilmek için, hem de
kapitalist üretimin temel amacı olan kârlılığın sürdürülebilmesi için yılda en
az % 7 oranında büyümesi gerekli.
Aksi halde, avantaj gibi görünen genç nüfus sistem
için ciddi bir tehdit haline gelebilecektir. Sermaye tarafında ise, böyle düşük
oranlarda servetini, sermayesini büyütmeye razı olmayan sermaye ciddi sorunlar
yaşayacak ve bunları aşabilmek için içinde yaşadığımız coğrafyada yeni emperyal
yönelimlere girecektir.
Nitekim Türkiye’nin Orta Doğu’da başarısızlıkla
sonuçlanan “Yeni Osmanlıcılık” macerası, kısmen bu yönelimlerin bir
sonucudur. Gençliğin, çocuk yaştan
itibaren dincileştirilmesi ya da milliyetçilik gibi ideolojilerle yönetilmeye
çalışılması ise toplumun bütünü açısından çok tehlikeli sonuçlara neden
olabilecektir. Böyle stratejilerin kısa vadede başarılı gibi görünürken, uzun
vadede toplumun bütünü açısından (hatta uygulayanlar açısından da) felaketlerle
sonuçlandığı 1920-1945 arasında İtalya, İspanya ve Almanya’daki faşizm
deneyimlerinde görüldü.
Yapısal
ekonomik sorunlar
Ekonomideki yavaşlamanın konjonktürel ya da döngüsel
olmaktan çok, yapısal nedenleri var. Emperyalist kapitalist sisteme göbekten
bağımlı bir ekonomi durumunda olan Türkiye ekonomisinin en önemli yapısal
sorunlarından biri kuşkusuz, dış borca dayalı büyümenin, borç düzeyinin üst
sınırlarına yaklaşmasından ötürü, artık sürdürülemez olması.
Öyle ki Türkiye’nin dış borç stoku 10 yıl önce milli
gelirinin % 35’i kadarken, bugün % 52’sine yükseldi ve bu borçlar toplamda
AKP’nin ilk iktidar yılında kabaca 100 milyar dolar iken, şu anda 400 milyar
doları aşmış durumda.
Bu borçların üçte ikisi özel sektöre ait. Yani özel sektörün kısa vadeli krediler dâhil
dış borcu 300 milyar doları aşıyor (bu rakam ülkenin döviz rezervlerinin %
200’ü demek). Bir bütün olarak buna portföy yatırımları ve doğrudan yabancı
sermaye yatırımları da dahil edildiğinde Türkiye’nin net uluslar arası yatırım
açığı 370 milyar doları buluyor. Borç servisi rasyosu (anapara taksidi ve faiz
ödemeleri /milli gelir) ise yine AKP döneminde % 6,4’ten, % 13,5’e çıktı, yani
iki kat yükseldi.
Özel şirketlerin ve bankaların dış borcunun
gelişimi, bu anlamda, son derece çarpıcı. Öyle ki AKP döneminde bu kesimin dış
borç stokları 5 kat artış gösterdi. Yani milli gelirin % 14’ünden 2015 sonu
itibariyle % 77’sine fırladı. Buna yaklaşık 1 trilyon lira civarındaki iç
borçlar dâhil değil.
Bu borçlar ülkedeki tüketim ve yatırımların temel
kaynağını oluşturuyor. Bu nedenle de bunların sürdürülemez bir düzeye ulaşması
ekonomik modelin de sürdürülemez hale gelmesi demek.
Ayrıca bu durum ekonomiyi dış şoklar olarak
tanımlanan, yani yabancı sermaye hareketlerinde ciddi dalgalanmalar söz konusu
olduğunda, (daha açık bir deyimle, sermaye girişi yavaşlayıp, ülkeden sermaye
çıkışları arttığında), ekonominin finansal bir krize doğru hızla evrilmesine
neden olacaktır.
Nitekim Bloomberg’in Türkiye’deki bankacılık sektörü
ile ilgili uyarılarla dolu raporuna göre; ülkeden son dönemde çıkan sermaye
miktarı 7,3 milyar doları aştı. J.P.Morgan’ın 13 Mayıs 2016 tarihli Türkiye raporuna göre ise tek başına
Davutoğlu’nun azledilmesi olayının ardından geçen bir hafta içinde çıkan sermaye
miktarı 459 milyon dolar oldu.
Diğer yandan ülkedeki ortalama kâr oranlarının %
14’ün üzerinde seyretmesi bu gelişmelerden şimdilik büyük sanayi sermayesinin
zarar görmediğini, tersine ciddi kârlar elde etmeyi sürdürdüğünü gösteriyor.
Ama kârlardaki bu gelişim trendinin hem yabancı kaynak girişinin azalması ve
nitelik değiştirmesi hem de emek gücü verimliliklerinin düşmesi gibi nedenlerle
tersine çevrilmesi söz konusu olabilir.
Ama asıl bu süreçten kârlı çıkanların bankalar ve
büyük inşaat şirketleri gibi büyük sermayedar grupları olduğu açık. Üretken
sermaye olarak da nitelenen sanayi sektöründeki büyüme son dönemlerde, çok
yavaşlarken, hizmetler, bankacılık, alt-yapı /enerji, inşaat-emlak gibi asıl olarak kentsel rant ve
doğa talanına dayalı sektörlerin ve burada faaliyet gösteren sermaye
gruplarının (Cengiz, Limak, Ağaoğlu gibi) hızlı büyümesi bunu bir göstergesi.
Ve bu şirketlerle siyasal iktidar tam anlamıyla hemhal olmuş durumda. Yani
dönemin gözdeleri artık para sermayeyi çok daha hızlıca büyütebilen bu
sektörlerde faaliyet gösteren bu yeni sermaye grupları.
Değişik sektörlerdeki sermaye gruplarının sınıfsal
çıkarları uzlaştırılamaz çıkarlar olmasa da aralarında bir gerilimin olduğu,
bunun politik yansımalarından gözlemleniyor. Şu ana kadar siyasal iktidar
çıkardığı emek karşıtı yasalar ve uygulamalar ile bu sermaye gruplarının
tümünün çıkarlarını ortaklaştırabildiği gibi, özellikle de esnek istihdam ile
yaptıkları ve yapmayı planladıklarıyla uzun vadede sanayi sermayesinin
kârlılığını da gözetmekte olduğunu ortaya koydu (…devam edecek: Politik riskler
ve savaşların ekonomik etkileri).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder