19 Kasım 2016 Cumartesi

DOLAR YÜKSELİRKEN, EKONOMİK SORUNLAR DERİNLEŞİYOR



DOLAR YÜKSELİRKEN, EKONOMİK SORUNLAR DERİNLEŞİYOR

Mustafa Durmuş

İster “dışa bağımlılıktan kaynaklı yapısal sorunların açığa çıkmasından”, ister “izlenen birikim stratejisinin tıkanma noktasına gelmesi ve krize yatkınlığından”, ister “izlenen ekonomi politikalarının yanlışlığından”, isterse de “dış konjonktürün aleyhe dönmesinden” (Suriye ve Irak’tan kaynaklı olarak artan jeo politik riskler, Trump’ın seçilmesi, Brexit sonrası küreselleşmenin karşılaştığı zorluklar, Fed’in faiz artırma eğiliminin iyice belirginleşmesi, uluslar arası sermaye hareketlerinin yarattığı şoklar) olsun, hangi faktörlerle açıklanırsa açıklansın, sonuçta ABD dolarının lira karşısındaki hızlı yükselişi durmuyor.

Sadece son yedi haftada, dolar lira karşısında % 12’den fazla değer kazandı ve bugün 3.38 oldu. Ve bu yükseliş, eğer müdahale gelmezse, devam edecek.

Hükümet ve Merkez Bankası bu gelişmeler karşısında sessiz kaldılar ve şu ana kadar her hangi bir müdahalede bulunmadılar. Belli ki doların bu yükselişini (ya da liranın hızla değer kaybını) geçici görmüyorlar.

Kaldı ki müdahalede bulunabilmesi için yeterli düzeyde net döviz stoku da mevcut değil (Ekim sonu itibariyle net döviz rezervleri 35 milyar dolar ama bunun 14 milyar doları altın biçiminde). Her ne kadar Başbakan bugün toplanacak olan Ekonomik Koordinasyon Kurulu toplantısında bu konuda gerekli önlemleri alacaklarını açıklamış olsa da, rezervleri kullanmak dışında geriye kalan araç olan politika faizlerinin yükseltilmesi (başka ciddi ekonomik ve politik sorunlara neden olabileceği için) pek mümkün gözükmüyor.

Dolardaki bu şok yükselişin “bizim değil, ABD’nin derdi olması gerektiği” gibi ciddi (!) değerlendirmelere verilebilecek en iyi yanıt ise 1973 yılında Bretton Woods Para Sistemi çöktüğünde dönemin ABD’li Hazine Bakanın söylediği söz: “ Dolar bizim paramız ama sizin probleminiz!”

Dolarizasyon artınca, kontrol elden gidiyor!

Böyle gayri ciddi değerlendirmelerin (bilerek ya da bilmeyerek) üstünü örtmeye çalıştığı önemli bir gerçek ABD dolarının Türkiye ekonomisi için ne denli önemli bir para birimi olduğu gerçeğidir. Bu “dolarizasyon” adı verilen yani doların giderek lira yerine daha fazla kullanılması ya da söz sahibi olması durumudur.

Bunun önemini iyi kavramak gerekiyor zira ulusal paranın yerini emperyal bir gücün parası aldığında sadece ekonominin değil, siyasetin kontrolü de bu gücün eline geçiyor.

Bu nedenle de çok eski çağlarda, sömürgecilik dönemlerinden bu yana Britanya ve Fransa gibi sömürgeci devletler sömürgeleştirdiği ülkelerde kendi para birimlerinin tek para birimi olarak kullanılmasını zorunlu kıldılar. Böylece hem sömürge ülke işçilerinin ücretlerini düşük tutarak, hem onları ağır vergilendirerek, hem de bu ücretleri Frank ya da Şiling olarak ödeyerek işçileri sürekli çalışmaya zorladılar. Aynı zamanda da kendi mallarını satın almaya zorlayıp pazarlarını genişlettiler. Böyle bir monetizasyon ayrıca sömürgeci ülkenin parasının güçlenmesini de sürekli kıldı.

Bugün adına “azgelişmiş” ya da “yükselen” ne denirse densin, böyle ülkelerde dolar ya da avro zorla kullandırılmıyor, işçilerin ücretleri de bu paralarla ödenmiyor. Ama üretim, kredi, dış ticaret yoluyla bu paraların kullanımı kaçınılmaz hale getiriliyor. IMF, Dünya Bankası ya da DTÖ gibi uluslar arası örgütler de bunun ideolojik ve denetçi aygıtları olarak işlev görüyorlar. İşçiler maaşlarını dolar ile almasalar da, çalıştıkları şirketlerin dolar borçları yüzünden şirketlerin batması durumunda işsiz kalıyorlar.

Dolarizasyon düzeyini doların yükselişinin ilk elden etkileyeceği kesim olan ve dolar cinsinden yaklaşık 320 milyar doların üstünde borcu bulunan özel sektörün döviz açık pozisyonu rakamları ortaya koyuyor.

İktisatçı - gazeteci A. Yıldırım'ın dünkü yazısına göre (http://www.haberturk.com/…/1324901-kur-artisi-kaliciysa-kar…) , son yedi haftada dolardaki artış, döviz açık pozisyonunu 25 milyar dolar (yaklaşık 80 milyar lira artırdı).

Finans dışı reel sektörün yıllık kârının 45 milyar lira olduğu dikkate alındığında kur artışının bu kârın tamamını götürdüğü ortaya çıkıyor. Bu da üretim sektörünün merkezinde yer alan bu şirketlerin bir kısmının zarar etmesi, iflas etmesi- kapanmasının gündeme gelebileceğini gösteriyor. Yazıda ayrıca, son 12 yılda varlıkları 3,5 kat büyürken borcu 10 kata yakın büyüyen ve net döviz pozisyonu açığı 18 milyardan 211 milyara kadar yükselen bu şirketlerin nasıl borca dayalı olarak büyüdükleri ve sonunda bu modelin sürdürülemezliği gerçeği de sergileniyor.

Doların yükselişinin etkileri:

Doların yükselişinin ekonomide bir süredir ertelenen krizin tetikleyicisi olmasının yanı sıra, başta işsizler, düşük gelirliler, işçiler olmak üzere toplumun önemli bir kesimini vurması gibi kaçınılmaz etkileri olacaktır. Sırasıyla;

►Maliyet yönlü olarak enflasyonist baskılar artacağından hali hazırda % 8 civarında olan enflasyondaki yükseliş devam edecektir. Böylece bir yandan “durgunluk” ve “işsizliğin” yanı sıra “enflasyon” da devreye girdiğinde ekonomide “stagflasyon” adını verdiğimiz bir kriz durumu kendini gösterecektir.
►Yatırımların birçok ana girdisi, hammadde (petrol ve doğal gaz gibi) ve teknoloji ithal edildiğinden yatırım maliyetleri artacak, bu da yatırımların iyice azalmasına neden olacaktır. Bu ise ekonomik büyümeyi net küçülmeye dönüştürebileceği gibi (K. Boratav 3. çeyrek için sadece % 1.5 olarak öngörüyor: “Sermaye Hareketlerinde Kargaşa”, BirGün, 18 Kasım 2016) yeni istihdam yaratılmasını olanaksız kılacaktır.
►Ülkenin risk primi arttığından dolayı bunun sigortalama bedeli (CDS) yükselmesini sürdürürken, bu da kaçınılmaz olarak devlet borçlanmasının giderek daha yüksek faiz oranlarından yapılmasına neden olacaktır. Ödenen faizlerdeki bu artışın ise hem halka dönük az sayıda da olsa sosyal harcamalardan kısıntı yapılması, hem de vergilerin artırılması gibi kaçınılmaz bir sonucu olacaktır. Bu da halkın bütçeden kaynaklı bir ağır bedel daha ödemesine neden olacaktır.
Aslında devlet tahvillerinin faizleri bir süredir (dolayısıyla da getirileri) giderek artıyor. Öyle ki Ekim ayında devlet tahvili getirilerinin en fazla arttığı ülkeler sıralamasında 17 ülke içinde Rusya 54 baz puan ile ilk sırada Türkiye 33 baz puan ile ikinci sırada yer aldı (When Prophecy Fails, http://seekingalpha.com).

Bunun nedeni Türkiye’nin sıcak para girişlerini artırabilmek ve sermaye çıkışlarını yavaşlatabilmek için tahvil faizlerini artırmak durumunda kalması. Nitekim Boratav’ın vurguladığı üzere Türkiye’ye gelen yabancı sermaye miktarı Ocak-Eylül 2016’da (- ) 3,4 milyar dolar azalmış. Bu % 11’ lik bir azalma anlamına geliyor. Ekim ayındaki sermaye hareketi ise (–) 1,3 milyar dolar. Yani net çıkışlar söz konusu ve bu giderek ivme kazanıyor (When Prophecy Fails, http://seekingalpha.com).

► Doların bu yükselişi ve beraberinde ortaya çıkacak olan krizin döviz cinsinden yüksek borçları olan özel şirketlerin borç ödeme güçlüğüne düşmelerine, borçlarını çevirebilmek için daha yüksek faiz oranından yeni borç bulmalarına, hatta iflas edip kapanmalarına ve bu durumun borcu kullandıkları aracı bankaların ciddi olarak sıkıntıya girmesine neden olacağı açıktır. Fed’in bu Aralık ayında faiz oranları yükseltmesi durumunda bu risk daha da artacaktır.

► Bu gelişmenin halk açısından önemi ise artan enflasyon nedeniyle hayatın onlar için daha da pahalı hale gelmesi, yığınsal olarak işsiz kalacakları için, daha da yoksullaşmaları, böyle ortamlarda reel ücret artışları da söz konusu olamayacağı için iyice zor durum düşmeleridir.

►Doların yükselmeye devam etmesi, hali hazırda resmi olarak % 11,3 (3,5 milyon) ama geniş anlamda tanımla % 20’yakın (6,5 milyon) işsizliğin olduğu bir ortamda işsizliği daha da artıracaktır.
Bundan etkilenen kesimlerin başında en çok işsiz kalan kadınlar ve gençler geliyor. Genç işsizliği resmi olarak bile % 20 hesaplanıyor.

Ülkede bir süredir özellikle üniversite mezunu gençler için nitelikli ve eğitimlerine uygun, güvenceli işler yok denecek kadar az olduğu gibi, bu gelişmeler gençlerde başka tahribatlara da neden oluyor.
Stratejist Cenk Sidar bu durumu “seküler bir hicret” olarak tanımlıyor. Yani ülkenin aydın, özgürlükçü, çağdaş ve demokrat gençleri çözümü dışarıda arıyorlar (http://www.diken.com.tr/sidar-sekuler-hicret-yasaniy…/…/2016).

Böyle bir seçimin hem dışarıdaki imkânlar sanıldığı kadar mümkün ve iyi olmadığı, hem de etik olmadığı için doğru bulmadığımızın altını çizelim. Bu çaptaki bir toplumsal sorunla bireysel çözümlerle değil, toplumsal çözümlerle baş edebiliriz.

Sonuç olarak, ekonominin içinde bulunduğu durum, “kriz öncesi son aşama olarak” adlandırılabileceği gibi, “ülkenin hali hazırda bir ekonomik kriz yaşamakta ya da kriz sürecinden geçmekte olduğu” biçiminde de tanımlanabilir. Ekonomik krizler denizde çok uzaklardan geçen büyük gemilerin neden olduğu dalgaların kıyıya günler sonra ulaşması gibi hissedilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder