18 Kasım 2018 Pazar

GÖRÜNEN KÖY


GÖRÜNEN KÖY
Mustafa Durmuş
18 Kasım 2018
Bir süredir şu tespitlerimi sizlerle paylaşıyorum:
(i) Yaşamakta olduğumuz ekonomik kriz Türkiye’nin son 40 yılda karşılaştığı en derin krizdir.
(ii) Krizin ekonomik olduğu kadar politik nedenleri de var.
(iii) Tarihte kapitalizmin krizleri genelde önce borsa, döviz, kredi-bankacılık gibi finans alanında patlak vermiş ama kısa bir süre sonra asıl kriz alanları olan üretim, gelir, istihdamda kendini açığa çıkartmıştır.
(iv) Bu kriz, liranın değerindeki düşüş, enflasyondaki hızlı yükseliş, yüksek cari açık ve yüksek faiz oranları ile kendini göstermesinin dışında; üretim, istihdam, gelir ve hayat pahalılığı gibi günlük yaşantımız üzerindeki etkilerini asıl olarak önümüzdeki aylardan itibaren göstermeye başlayacak.
(v) Türkiye ekonomisi en az bir yıl ciddi bir daralma (resesyon) yaşayacak. Bu durum işsizliği, yoksullaşmayı artırırken, bunun sınıfsal çelişkileri açığa çıkartmasına bağlı olarak siyasette otoriterleşmeyi daha da artırması gibi sonuçları da olacak.
(vi) Krizle ilgili olarak alındığı ileri sürülen önlemler belki krizin ötelenmesine yardımcı olacak ama daha da derinleşmesini önleyemeyecek.

BEKLENEN OLUYOR
Öngörülerimiz adım adım gerçekleşiyor. Yüzde 25’lik enflasyon, piyasada yüzde 30’ları aşan kredi faiz oranları, diğer ülkelerle kıyaslandığında birkaç katına yükselen tahvil faizleri, bütçe ve Hazine nakit açığındaki, devlet borçlanmasındaki artış, bir türlü 5’in altına indirilemeyen dolar kuru gibi mali göstergelerin yanı sıra reel ekonomi alanındaki göstergeler de birbiri ardına gelmeye başladı. Adeta sonu gelmeyen bir gerilim filmi izler gibi olduk.

KREDİLER YAPILANDIRILIYOR, YENİ KREDİ YOK
Kredi arz ve talebi iyice azaldı. Bir yandan zor durumdaki işletmeler, esnaf, üretimi ve satışları azaldığı için iş genişletmeye dönük yeni kredi talebinde bulunmuyor, diğer taraftan sadece özel bankalar değil, kamu bankaları da artık yeni kredi vermeye yanaşmıyor.
Çünkü yerel seçimlere gidilirken (kendilerine verilen talimat gereği) bugünlerde onlarca milyar liralık borç (eski kredi) yeniden yapılandırmasıyla meşguller(1). Ülkeye gelen yabancı kredinin neredeyse kuruduğu bir dönemde yapılan böyle bir yeniden yapılandırma yeni kredi verilmesini de zorlaştırıyor.

SIRADA DEVLETİN MALİ KRİZİ Mİ VAR?
Devlet bütçesi tarafında kriz öncesi gelişmeler var. Resmi verilere göre (2) devlet bütçesi Ekim ayında 5,4 milyar lira açık verdi. Böylece bu yılın ilk on ayında toplam açık 62,1 milyar lirayı buldu.
Bu açık sadece son iki yılda yüzde 41’e varan güvenlik harcamalarındaki artıştan ve sermayeye bol kepçe verilen teşviklerden, buna karşılık toplanamayan veya alınmayan vergilerden değil, aynı zamanda sağlık harcamalarındaki patlamadan da kaynaklanıyor.
Sağlık hizmetine erişimin giderek zorlaştığı (kur artışı yüzünden hayati önem taşıyan ilaçların dahi ithal edilememesi ve bazı ameliyatların yapılamaması gibi nedenlerle) bir dönemde sağlık için yapılan kamu harcamalarında ciddi bir artış var.

SAĞLIK HARCAMALARI ARTARKEN HİZMETE ERİŞİM ZORLAŞTI
TÜİK’ e göre (3), özel ve kamusal olmak üzere toplam sağlık harcamaları geçen yıl yüzde 17’yi aşan bir artışla yaklaşık 141 milyar liraya yükseldi. Bu harcamaların yüzde 78’i kamu harcaması olarak devlet bütçesinden yapılıyor. Bu harcamalar bu yıl da devam edecek.
Bu harcamalara bir de artık yavaş yavaş gerçekleşmekte olan, bu nedenle de bütçeye konulan doğrudan ve koşullu yükümlülüklere dayalı onlarca milyar dolarlık projelerden gelecekleri de eklediğimizde hem sağlık bakanlığı, hem de merkezi yönetim bütçesinin daha da kabaracağı anlaşılıyor.

ŞEHİR HASTANELERİNİN FATURALARI ÖDENECEK
Kamu-Özel İşbirliği (KÖİ) yöntemiyle özel sektöre yaptırılan ve özel sektörce işletilen şehir hastanelerine mal, hizmet, kira bedeli ve sermaye gideri gibi adlarla aktarılmak üzere 2018 yılı bütçesinde 2,5 milyar liralık bir ödenek konuldu.
Bu ödeneklerin 2019’dan itibaren katlanarak gitmesi ve 2019’da 6,2 milyar liraya, 2020’de 14 milyar liraya ve 2021’de ise 17 milyar liraya çıkması bekleniyor. Diğer (KÖİ) projeleri ve Hazine garantileri için (KGF dâhil) bütçeye konulacak ödeneklerle birlikte bu tutarlar (doların kurunun ortalama 5,5 - 6 lira olacağı varsayımıyla) 2018’de 9 milyar liranın üzerine, 2019’da 13,7 milyar liraya, 2020’de 24,8 milyar liraya ve 2021’de 28,2 milyar liraya çıkacak (4).

HAZİNE İHTİYACINDAN FAZLA BORÇLANIYOR
Hazine nakit ihtiyacından fazla borçlanmaya başladı. Öyle ki 2017 yılının tamamında Hazine nakit açığı 60,4 milyar lira olmasına rağmen 78,4 liralık bir borçlanmaya gitti. Yani ihtiyacının yüzde 30 fazlası oranında borçlandı.2018 yılında da bu eğilim devam etti.
Örnek olarak Ekim ayında Hazine, 1,5 milyar liralık açığı bulunmasına karşılık 5,8 milyarlık, yani yaklaşık 3 kat fazla borçlandı. Oysa önceki yıllarda bu borçlanma oranı, örneğin 2015 de yüzde 100 (ihtiyacı kadar) ve hatta 2016 yılında ihtiyaçtan daha az, yani yüzde 77 idi (5).
Finanse edilmesi gerekenin en az 1,3 katı oranında ve yüksek faiz oranlarından yapılan bu borçlanma, faiz oranlarının daha da yükselmesine ve böylece rantiyeye yapılan faiz ödemelerinin artmasına ve yeni kamu geliri yaratılması ihtiyacına neden oluyor.

O’CONNOR HAKLI MI ÇIKACAK?
Devlet bütçesindeki bu kabarmaya ek olarak sırasıyla; yaklaşan yerel seçimler nedeniyle (özellikle de sermayenin sürekli artan taleplerini karşılamak için) kesenin ağzının açılması; aynı nedenle Aralık ayında yüzde 20 civarında artırılması beklenen asgari ücret artışının getireceği yük; buna karşılık konkordato ve iflaslar nedeniyle toplanamayan vergiler, azalan tüketim ve satışlar nedeniyle KDV ve ÖTV’deki azalmalar da dikkate alındığında, acaba yarım yüzyıl önce, gelir-gider dengesizliğinin yönetilemez hale geldiğinde kapitalist devletlerin mali krizlerinin kaçınılmaz olduğunu ileri süren Marksist iktisatçı J. O’Connor’u haklı mı çıkacak?
266 BİN YENİ İŞSİZ
Resmi işsiz sayısı 2018 yılı Ağustos ayında geçen yılın aynı ayına göre 266 bin kişi artarak 3 milyon 670 bin kişi, işsizlik oranı 0,5 puanlık artış ile yüzde 11,1 ve tarım dışı işsizlik oranı 0,4 puanlık artış ile yüzde 3,2 oldu (6).
Ancak işsizlik verisinin Ağustos ayına ait olduğunu vurgulamak gerekiyor. Çünkü iki gün önce açıklanan sanayi üretim verilerine göre sanayi üretimi Eylül’de yüzde 2,7 küçüldü. Bu da bundan sonra gelecek olan işsizlik verisinin daha yüksek olacağını gösteriyor. Ayrıca giderek artan konkordato ve iflaslarla birlikte bu sayının daha da artması kesin gibi.

SANAYİ: DAHA AZ YATIRIM, DAHA AZ İSTİHDAM
Sanayi üretiminde aylık binde 3, yıllık yüzde 1,5 oranında artış olması bekleniyordu, ama tersi oldu. Bu yılın Eylül ayında sanayi üretimi ortalama yüzde -2,7 daraldı. Bu daralma yıllık bazda imalat sanayinde yüzde -3,2 ve elektrik, gaz üretiminde yüzde -1,3 olurken, sermaye malı üretimi yüzde - 4,1 ve orta-düşük / orta-yüksek teknoloji üretimi yüzde - 4 ile -7,3 arasında düştü.
Bir ay öncesine göre gelişmeler ise daha ürkütücü. Çünkü sermaye malı üretimindeki bir önceki aya göre azalma yüzde -6,8’i ve yüksek teknoloji üretimindeki azalma yüzde -19’yi buldu (7).
Sanayi, özellikle de imalat sanayi üretimindeki bu gerileme, kurdaki, enflasyondaki artıştan çok daha önemli. Çünkü bir süre sonra, binlerce işletmenin batabileceğini ve yüzbinlerce işçinin daha işsizler ordusuna katılacağını gösteriyor.

2019 YILINDA EKONOMİ BÜYÜMEYECEK, KÜÇÜLECEK
Bu veriler yeni değer yaratan üretken sektörlerde yeni yatırım yapılmadığı gibi, emek gücü verimliliğini artıran bir faktör olarak yüksek teknolojilerdeki yatırımlarda da beşte bire yakın bir azalma olduğunu ortaya koyuyor.
Diğer taraftan yatırımlar azalıp, verimlilik artışı yavaşladığında, üretim geriliyor, bu kârların ve gelirlerin, tüketimin azalmasına, işsizliğin ve yoksulluğun artmasına neden oluyor. Bunların sonucunda son bir yıldır asıl olarak tüketim harcamalarıyla büyüyen ekonominin durması kaçınılmazdır.
Nitekim bu yılın ortasından itibaren ekonomik büyüme iyice yavaşladı ve son üç aydır ekonomi fiilen küçülmeye başladı. Bu küçülmenin 2020 yılına kadar yani en az 1 yıl sürmesi bekleniyor. Yani yeni yılda daha fazla iflas, daha fazla işsizlik ve daha fazla yoksullukla karşılaşacağız.
Böylece, bir süredir ekonomik büyümenin ana sürükleyicisi olan inşaat sektörü yatırımlarındaki daralmaya (ki bu durumu ülkeyi yönetenler “inşaatları artık dikey değil, yatay büyütelim” sözleriyle geçiştirmeye çalışıyorlar), imalat sektörü yatırımlarındaki düşüşü de ilave ettiğimizde 2019 yılının ekonomik büyüme, finans dışı kârlar, üretim, yatırımlar, istihdam ve gelirler açısından çok daha kötü bir yıl olacağı ortaya çıkıyor.

AVRUPA KOMİSYONU RAPORU’NDAN KÖTÜ HABER
Nitekim bu gelişmeleri gören IMF, OECD ve EBRD, MOODY’S gibi kuruluşlar Türkiye ekonomisine ait 2019 büyüme tahminlerini neredeyse sıfıra kadar düşürdüler.
Bunlara yakınlarda Avrupa Komisyonu da katıldı. Komisyon yayımladığı son raporunda (8) çok daha karamsar bir tablo çiziyor. Rapora göre Türkiye ekonomisi bu yılın üçüncü çeyreğinden itibaren resesyona girdi. Bu yıl büyüme toplamda sadece yüzde 3,8 olacak ama 2019’da ekonomi yüzde – 1,5 oranında küçülecek. Seneye en büyük daralma yüzde - 12,3 ile makine ve ekipman yatırımlarında olacak.

İŞÇİYE DAHA AZ ÜCRET ZAMMI
Rapora göre, bir yandan işsizlik oranı artarak yüzde 12,8’ye çıkarken, diğer yandan işçiler gelirden giderek daha az pay alacaklar. Çünkü işçi ücretlerine giderek daha az zam yapılacak.
Öyle ki 2018’de yüzde 17,5 olması beklenen ücret artışı, 2019’da yüzde 13,7’ye ve 2020’de yüzde 12,8’e gerileyecek. Paralel bir biçimde işgücü maliyet artışı da aşamalı olarak düşürülecek ve 2018’de yüzde 1,4 ve 2019’da binde 4 artarken ve 2020’de binde - 7 azalacak.
2020’ye kadar yüzde 15’in altına inmeyeceği kabul edilen enflasyon altında işçilere yapılan böyle düşük ücret zamlarının, bunun sonucunda işgücü maliyetlerinin azalmasının ne denli yoğun bir emek sömürüsü anlamına geldiği açık.
Avrupa Komisyonu bu öngörülerini Türkiye ekonomisinin, KGF kredilerine bağlı tüketim artışıyla geçen yıl potansiyelinin çok üstünde büyürken aldığı yüksek risklerin gerçekleşmesine bağlı olarak sıralıyor. Yani Komisyon’a göre geçen yılki yüksek büyüme büyük riskler karşılığında sağlandı. Şimdi bu riskler gerçekleşiyor.

KRİZİN İÇERDEKİ KAYNAKLARINA VURGU
Yaşadığımız krizin ana nedeni ülkede son 15 yıldır uygulanmakta olan sermaye birikim stratejisi. Bu strateji, dışarıdan sağlanan bol kaynağı içerde rantı yüksek inşaat projelerinde kullanmayı içeren, bunu da devletin her türlü desteğiyle yapmayı gerektiren bir strateji.
15 yıl boyunca uygulanan bu strateji özellikle inşaat ve bankacılık sektöründe ciddi bir servet birikimi sağladı ancak geriye de, ödenmesi imkânsız hale gelen çok büyük bir özel sektör dış borç stoku bıraktı. Strateji dışarıda artan faiz oranları ve diğer parasal sıkılaşma önlemleri yüzünden yabancı sermaye akımlarının tersine dönmesiyle (yani değirmenin suyunun kesilmesiyle) artık sürdürülemez hale geldi. Yaşanan kriz bunun ifadesi.
Kuşkusuz krizin başka nedenleri ya da tetikleyicileri de var kuşkusuz. İki gün önce yayımlanan bir makale krizin bu içerdeki ve daha çok politik nitelikteki nedenlerine vurgu yapıyor.
Makalenin yazarı olan Bruegel Üniversitesi’nden Prof. Dabrowski’ye göre, küresel faktörlerin krizdeki etkileri inkâr edilemese de krizin asıl sorumlusu (tıpkı Arjantin’de olduğu gibi) Türkiye’de uygulanan ekonomi politikaları ve izlenen siyaset biçimi.
“Türkiye oldukça yüksek bir büyüme hızı yakaladı ve ılımlı bir ihtiyatlı maliye politikası uyguladı. Buna karşılık para politikası oldukça gevşekti. Bu da yüksek enflasyona neden oldu. Dahası iç politikadaki otoriterleşme ekonomik kurumların bozulmasıyla ve 2000’lerde yapılmış olan birçok reformun tersine dönmesiyle sonuçlandı. 2016 yılındaki askeri darbe girişimi sonrasında çok sayıda devlet memurunun işine son verilmesi de ekonomi yönetiminde bozulmayla sonuçlandı. Kürtlerle yeniden savaş konseptine dönüş ve ülkenin Suriye’deki çatışmaların parçasına hale gelmesi, geleneksel Batılı müttefiklerle yaşanan gerilimler ve AB üyelik başvuru sürecinin fiilen dondurulması gibi bir çok jeopolitik riskin varlığı da birçok yerli ve yabancı yatırımcının geri çekilmesiyle sonuçlandı”(9).

"TÜRKİYE UYARILARA KULAK ASMADI"
Dabrowski ayrıca Türkiye’nin kendilerine yapılan uyarıları dinlemediğini öne sürüyor:
“İki ülke de (Arjantin ve Türkiye) zamanında önlem alsalardı bu krizleri savuşturabilirlerdi. Zira her ikisi de başta IMF ve OECD olmak üzere uluslararası kuruluşlarca defalarca uyarıldılar. Her ikisine de enflasyonu dizginlemek ve yatırım atmosferini iyileştirmek için bir dizi yapısal ve düzenleyici reform önerisi yapıldı. Türkiye aşırı ısınma riski konusunda uyarıldı ama bunlara hiç kulak asmadı” (10).

………….

(1) http://www.paraanaliz.com/…/hazine-batti-farkinda-misiniz-…/ (16 Kasım 2018).
(2) 
http://www.bumko.gov.tr/…/2018-ekim-ayi-butce-gerceklesme-s… (15 Kasım 2018).
(3) TÜİK, Sağlık Harcamaları İstatistikleri, 2017, TÜİK Haber Bülteni Sayı 27621 (15 Kasım 2018).
(4) 
http://www.hakanozyildiz.com/…/koi-projelerinin-butceye-yuk… (14 Kasım 2018).
(5) Hazine nakit gerçekleşmeleri (2005-2018),
https://www.hazine.gov.tr/kamu-finansmani-istatistikleri (18 Kasım 2018).
(6) TÜİK, İşgücü İstatistikleri, Ağustos 2018 (15 Kasım 2018).
(7) TÜİK, Sanayi Üretim Endeksi, Eylül 2018 (16 Kasım 2018).
(8) European Commission, European Economic Forecast (August 2018), s. 150-151.
(9) Marek Dabrowski, “Is This Time Different? Examining Recent Emerging-Market Turbulence”, 
http://bruegel.org/…/is-this-time-different-reflections-on…/(15 Kasım 2018).
(10) Agm.


Formun Üstü


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder