BREXIT,
KÜRESELLEŞME VE ROSA LUXEMBURG’UN ÖNGÖRÜSÜ
Mustafa
Durmuş
18
Ocak 2019
İngiltere’de muhafazakâr
May Hükümetinin Brexit ile ilgili, Avrupa Birliği (AB) ile
uzlaşarak parlamentoya getirdiği anlaşma ezici bir çoğunlukla reddedildi.
Bu oylamada iktidar
partisinin milletvekillerinin yarıya yakın kısmı da muhalefet ile birlikte
“hayır” oyu kullandı.
Bu gelişme bir politik
krize neden olmadı, zira ardından yapılan güven oylamasında (çok dar bir
çoğunlukla da) olsa May Hükümeti güvenoyu aldı. Ancak, Brexit konusu hala
ülkenin çözüme kavuşturulamamış, ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlara yol
açacak temel bir konusu olarak ortada duruyor.
Öyle ki Brexit
gerçekleştiğinde, 1980’li yıllardan bu yana ülke ekonomisinin neredeyse tek
sürükleyici gücü haline gelen finans sektörünün bundan nasıl etkileneceği ve
finans kapitalin bu konuda nasıl bir tavır alacağı konusu belirsizliğini
sürdürecek.
Diğer taraftan
Avrupalıların ülkeden çıkmaları halinde hali hazırda yüksek düzeylerdeki (özellikle
de Londra’daki) konut-emlak fiyatlarında nasıl bir çöküş yaşanacağı ya da
örneğin İspanya’da yerleşik olarak iş yapan yüzbinlerce Britanyalının işlerini
bırakıp ülkeye geri dönmeleri halinde bunun işsiz sayısını daha da artırması gibi
endişeler de gündeme gelecek.
Brexit’in, Ankara
Anlaşması ile bu ülkeye gelen Türkiyelilerin durumlarını nasıl etkileyeceği ise
bir diğer belirsizlik konusu olmaya devam edecek.
BREXIT
TESADÜF DEĞİL
Brexit sorunu tesadüfen
gündeme gelmedi. Küresel kapitalizmdeki son gelişmeler sistemin kendi iç
çatışmalarının sistemi ve bu sistemin aktörleri olan bazı ülkeleri bu tür
gelişmelere sürüklediğini gösteriyor.
Örneğin 2016 yılında
ABD’de Trump sürpriz bir şekilde başkan seçildi ve ardından bu ülkenin diğer
emperyalist ülkelerle kur, faiz ve ticaret savaşları da başladı.
Öyle ki 2008 Finansal Krizinin
ardından yaşanan Büyük Resesyon’dan 10 yıl sonra dahi tam anlamıyla çıkamamış
olan küresel kapitalizm, bu yıldan itibaren yeniden bir resesyon (ekonomik
durgunluk) tehlikesi ile karşı karşıya kaldı.
Üstelik dünya ekonomisi bugün
hiç olmadığı kadar borçlu. Öyle ki toplam borç stokları dünya hasılasının yüzde
318’ine kadar çıktı. Yani dünya bir borç geri ödeme krizinin tetikleyebileceği
yeni bir küresel finansal kriz tehdidi ile karşı karşıya.
KAPİTALİST
KÜRESELLEŞME BAŞARISIZ
Reel ekonomi cephesinde
ise, başta İngiltere, Japonya, Avro Bölgesi ülkeleri ve Brezilya, Arjantin,
Güney Afrika ve Türkiye gibi adına “Yükselen Ekonomiler” de denilen az gelişmiş
ülkelerde ekonomik büyüme hızlarının hızla düşmesi ya da ekonomilerin bizzat
küçülmesi biçiminde ciddi sorunlar yaşanıyor. Örneğin Türkiye ekonomisinin bu
yıl yüzde 2-3 oranında küçülmesi kaçınılmaz gibi gözüküyor. Dünyada sadece ABD
ekonomisinin göreli bir iyi halinden söz ediliyor.
Kısaca; son 40 yıldır, artan
finansallaşma ve neo-liberal serbestleştirmenin ve özelleştirmelerin yanı sıra
iyice hız kazanmış olan küreselleşme de kapitalizmin 1970’lerin ortalarından
itibaren içine girdiği yapısal krizine çare olamadı. Böyle olunca da son birkaç
yıldan bu yana küreselleşme hız kesti ve özellikle de büyük ekonomilerin içe
dönme süreçleri başladı.
İÇE
DÖNME, EKONOMİDE MİLLİYETÇİLİK DÖNEMİ
Küreselleşmedeki bu
yavaşlama ve içe dönmenin pek çok ekonomik ve siyasal göstergesi mevcut. Sırasıyla:
Dünya ticareti yavaşladı. Küresel ticaretin dünya hasılası içindeki payı 2007
yılında yüzde 28’den, 2017’de yüzde 21’e geriledi. Doğrudan yabancı sermaye
yatırımları aynı süreçte yüzde 39 azaldı. Artık az gelişmiş ülkelerden gelen,
düşük maliyetle üretilen meta ihracatının payı da ciddi olarak düştü (1).
Bu da Türkiye gibi göreli
olarak ucuz işgücüne dayalı üretim yapan ülkelerin ihracat yolu ile
ekonomilerini büyütmelerinin iyice zorlaşacağını ortaya koyuyor. Kuşkusuz bu
gelişme cari açık sorunlarının daha da büyümesine neden olacaktır.
EŞİTSİZLİK
VE OTORİTERLEŞME ARTIYOR
Yani ulusal ekonomiler (dolayısı
ile sermaye), yeterince büyüyemediği gibi gelir ve servet bölüşümü adaletsizliği
hem ülke içinde, hem de ülkeler arasında giderek artmış durumda.
Öyle ki, Oxfam’ın
verilerine göre, bugün dünyanın en zengin yüzde 1’lik nüfusu toplam dünya
servetinin yüzde 50’sinden fazlasına sahip durumda. Türkiye’de ise en zengin yüzde1’in
servetten aldığı pay yüzde 54’ü aşarken, en zengin yüzde10 ise yüzde 78’e el
koyuyor. Bu da ülkenin nasıl bir bölüşüm adaletsizliği içine sürüklendiğini
gösteriyor.
Bölgesel savaşlar ve iç
savaşlar sürerken çok ciddi bir mülteci sorunu başta Ortadoğu, Türkiye ve
Avrupa olmak üzere dünyayı yakıcı bir biçimde etkiliyor.
Bütün bu gelişmelerin
sonucunda aralarında ABD, İtalya, Brezilya, Macaristan ve Türkiye’nin de
bulunduğu birçok ülkede siyasal iktidarlar giderek daha da otoriterleşti veya
iktidara aşırı sağcı – ırkçı yeni popülist partiler geldi.
Özcesi, kapitalist
küreselleşme sınırlarına eriştiğinde, sömürgeleştirerek, metalaştırıp ticarileştirecek
başka alanlar kalmadığında, egemen sınıflar sermaye ve servet birikimini,
dolayısıyla da sömürüyü arttırabilmek için bu kez içeride kaynaklara zorla el
koymaya, ekolojiyi tahrip edercesine gasp etmeye, işçileri güvencesiz ve yeni
kölelik koşullarında çalışmaya zorlamaya ve aşırı fiyatlama, yüksek banka faizleri ve komisyonları
yoluyla sömürüyü daha da arttırmaya yöneldiler.
Ne Trump’u, ne Brexit’i,
ne de yeni otoriter rejimleri ekonomideki ve siyasetteki bu küresel gelişmelerden
ayrı ele almamak gerekiyor.
“YA
BARBARLIK, YA SOSYALİZM”
Katledilişinin 100. Yılında
Rosa Lüksemburg’un kapitalizmin geleceği ile ilgili olarak I. Dünya Savaşı’nın
hemen ardından yaptığı tespitin ete, kemiğe büründüğünü görmek ne acı.
Rosa 100 yıl önce gelinen
yol ayrımını “ya barbarlık ya sosyalizm” biçiminde tanımlamıştı. Bugün
geldiğimiz nokta itibariyle kapitalizmin burjuva demokrasisi ile beraberliğinin
bittiğini ve giderek savaşların, militarizmin ve otoriterliğin, kısaca “barbarlığın” ön plana çıktığını görüyoruz.
Diğer yandan rotayı bu
kötü gidişatı durdurabilecek bir yöne yani demokratikleşme ve kesintisiz bir biçimde
sosyalizme çevirebilmek de mümkün. Çünkü barbarlık olsa olsa dünyanın sömürücü yüzde
1’inin bir tercihi olabilir, geri kalan asıl çoğunluk olan yüzde 99’unun ne
tercihi, ne de kaderi olamaz.
DİP
NOTLAR:
(1)
Mc Kinsey Global Institute, Globalisation in transition: The future of trade
and value chains, January 2019.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder