TÜRKİYE EKONOMİSİ
KRİZİN İKİNCİ FAZINDA (VII)
Birikim krizi nasıl ortaya çıkıyor, KOAEY araştırmalarla doğrulanıyor mu?
Mustafa Durmuş
2 Ocak 2019
Sermaye birikimi krizi
Ekonomi politik yasaların ışığında
kapitalist krizlerin nasıl ortaya çıktığı şöyle formüle edilebilir:
(M------C------
P------ C’------ M’)
(Para--- Meta---
Üretim---Daha fazla meta--- Daha fazla para)
Kapitalist yatırıma parayla (M) başlar
ve bu para ile üretim araçları ve hammadde (sabit sermaye = c) ve ücretli emek
(değişken sermaye = v ) satın alır ve böylece üretim süreci başlar (P).
Ancak emek gücü kendisine ücret olarak
ödenenden (v) daha fazla bir değer yaratır. Bu artık değerdir (s), yani kârın
tek kaynağı olan değerdir (böylece kâr üretim sürecinde ortaya çıkar). Ortaya çıkan
meta artık daha fazla değere sahip bir metadır (C’). Bu fazlalık içerdiği
artı-değerden kaynaklanmaktadır.
Bu metanın satılmasıyla elde edilen
para-sermaye de artık başlangıçtakinden daha büyük değere sahiptir (M’).
Böylece sermayenin büyümesi sorunsuz gerçekleşmiştir.
Sermaye büyümesinin (dolayısıyla da
ekonomik büyümenin) temelini oluşturan kârın oranı, ya da kârlılık azalırsa ne
olur?
Bir süre sonra yatırımlar azalır, durur, ekonomik büyüme yavaşlar, tersine döner, birikim sürecinde tıkanma oluşur, yani kriz ortaya çıkar. Bu durumu da aşağıdaki formül ile özetlemek mümkün:
Bir süre sonra yatırımlar azalır, durur, ekonomik büyüme yavaşlar, tersine döner, birikim sürecinde tıkanma oluşur, yani kriz ortaya çıkar. Bu durumu da aşağıdaki formül ile özetlemek mümkün:
Kâr oranı düştüğünde
r = (s / v) / 1 + (c /
v)
r: Kâr oranını, v: Değişken sermayeyi (
ücret), c: Sabit sermayeyi, (c /v): Sermayenin organik bileşimini ve (s /v):
Sömürü oranını gösterdiğinde; sömürü oranı (s/v) sabitken, sermayenin organik
bileşimindeki (c/v) artışlar kâr oranını düşürür. Böylece kapitalist sermaye
birikimi hızlandıkça kendi yarattığı krizlerle karşı karşıya kalır. Bu bir yasa
gibi işler.
Eğilim
Azalan Kâr Oranları Eğilimi Yasası, adı
üzerinde bir eğilimi anlatır. Yani belli bir zaman diliminde kâr oranlarının
azalmasının yanı sıra bazı yıllarda artması da söz konusu olabilir ve
olmaktadır. Ama uzun vadede trend bir azalma eğilimi biçiminde kendini
gösterir. Ayrıca azalmakta olan kâr oranıdır, kâr kitlesi azalmak zorunda
değildir, miktar olarak kârlar artmaya devam edebilir.
Bu noktada şu sorular sorulabilir: Bu
yasa sadece uzun vadede mi geçerlidir? Kısa vadeli döngüsel krizleri ya da
sermaye birikimindeki dalgalanmaları mı açıklar? Bu bağlamda da kapitalizmin
nihai çöküşüne ilişkin her hangi bir şey söyler mi?
Rosa Luxemburg’a göre, bu yasa uzun vadede geçerlidir. Öyle ki “etkisini göstermeden önce güneş kapitalizmi yakıp kavurmuş olabilir”. Tapia’ya göre yasa döngüsel krizler için geçerli iken, M. Roberts’a göre hem uzun vadeli, hem de döngüsel olarak geçerlidir (1).
Rosa Luxemburg’a göre, bu yasa uzun vadede geçerlidir. Öyle ki “etkisini göstermeden önce güneş kapitalizmi yakıp kavurmuş olabilir”. Tapia’ya göre yasa döngüsel krizler için geçerli iken, M. Roberts’a göre hem uzun vadeli, hem de döngüsel olarak geçerlidir (1).
Telafi edici mekanizmalar
Yasa kârlarda kalıcı bir düşüş olduğunu
söylerken bunun düz bir çizgi halinde gitmeyeceğini, zira artı değer oranını
artıran bazı telafi edici mekanizmaların ve yöntemlerin devreye girebileceğini
öngörür.
Yani kapitalistlerin artı-değer
sömürüsünü (s/v) artırmasının yolları mevcuttur. Bunu ücretleri sabit tutup,
çalışma saatlerini artırarak, ücretleri düşürerek yapabileceği gibi emek gücü
verimliliğini artırarak, yani işçiyi aynı çalışma saatlerinde daha yoğun ve
daha verimli çalıştırarak da yapabilir.
Örneğin kapitalizmin ilk aşamasında
devletin de yardımlarıyla mutlak artık değer biçiminde bir sömürü baskındı
(Engels bunu İngiltere’de işçi sınıfının durumu adlı çalışmasında anlatır).
Sonraki aşamalarında emek tasarruf edici teknolojilerin devreye sokulması ile
nispi artı değer sömürü baskın hale gelmeye başladı. Bu emeğin çıktı başına
değerini azalttı, hatta işgünü saatlerini kısaltabildi (2).
Samir Amin’e göre sermaye ihracı,
eşitsiz değişim ve emperyalist rant gibi olgular kâr oranlarını yükselten
telafi edici işlev görürler (3). J. O’Connor (4) ise kâr oranlarındaki düşüşü
telafi eden mekanizmalar olarak; vergisel teşvikler, sübvansiyonlar (bütçe
politikaları), kamusal alt yapı yatırımları ve kamu girişimlerinin ucuz ara
girdi üretimi ile sermaye maliyetlerini azaltmasına dikkat çeker.
Keza, küreselleşme, neo-liberalizm,
borçlanma ve finansallaşma da kâr oranlarındaki düşüşü telafi etmeye yardımcı
olur. Nitekim 1980’lerden itibaren uluslararası sermaye küreselleşmenin
imkânlarından faydalanarak üretimini daha düşük maliyetli (dolayısıyla da daha
kârlı) azgelişmiş ülkelere kaydırdı. Aynı zamanda da finansallaşma aracılığıyla
kendini kurgusal sektörlerde büyüttü.
Kısaca, Kapital’de yer aldığı üzere,
kapitalist krizleri geciktirici karşıt eğilimler de söz konusudur. Bu da
kapitalizmin şu ana kadar neden hemen her krizinden çıkabildiğini, hatta daha
güçlenerek çıkabildiğini, dolayısıyla da kendiliğinden çökmeyeceğini gösterir.
Sınıf mücadelesi açığa çıkar, keskinleşir
Ancak tüm bu karşıt eğilimler ya da
telafi edici yöntemler faturayı hep işçilere ödettirdiğinden, dolayısıyla da
emek sömürüsünü daha da artırdığından mevcut emek-sermaye çelişkisi giderek
büyür, bunun üzerinden yükselen sınıf mücadelesi daha da açığa çıkarak
keskinleşir.
Marx, buradan hareketle kendini
özgürleştirerek tüm toplumu da, dünyayı da özgürleştirebilecek, kapitalizmi
yıkacak ve onun yerine sosyalizmi kuracak olan asıl faktörün devrimci bir
sınıfın, yani işçi sınıfının (proletarya) örgütlü mücadelesi olduğunun altını
çizer.
Ekonomik determinizm mi?
Ekonomi politiğin yasalarının nesnel
olmaları, yani insan iradesinin dışında var olmaları, değiştirilemez
niteliklere sahip bulunmaları bunların bir yazgı olduğu anlamına gelir
mi?
Ya da bu yasalara dayanılarak yapılan tespitler bir ekonomik determinizm midir? Sınıf mücadelesinin ya da sosyalist devletin iktisadi kuruluşta her hangi bir rolü yok mudur?
Ya da bu yasalara dayanılarak yapılan tespitler bir ekonomik determinizm midir? Sınıf mücadelesinin ya da sosyalist devletin iktisadi kuruluşta her hangi bir rolü yok mudur?
Bu yasalara dayanarak çıkarımlarda
bulunmak ekonomik determinizm anlamına gelmediği gibi,(yukarıda da belirtildiği
gibi), sınıf mücadelesini de inkar etmek demek değildir. Çünkü ekonomik
koşulların sosyal sınıfların kontrollerinden özerk bir biçimde nesnel olduğunu
söylemek determinizm değildir.
Bilimsel sosyalist öğretinin yaptığı şey
sosyal sistemlerin değişim mekanizmalarını ve bunun hareket ettirici
kanunlarını ortaya koymaktır. Marx ve Engels’in çalışmalarında yaptıkları da
budur. Sınıf mücadelesi toplumsal sistemi değiştiren en önemli güç olarak hala
varlığı sürdürür. Ama bu mücadelenin derecesi, yoğunluğu ve emeğin sermayeye
göre üstünlüğü asıl olarak ekonomik koşullar tarafından belirlenir.
Yani Marx’ın dediği gibi, “insanlar
kendi tarihleri yaparlar, ama onu istedikleri gibi değil, kendi belirledikleri
koşullara göre değil, mevcut verili koşulların belirleyiciliği altında
yaparlar” (5).
KOAEY araştırmalarla doğrulanıyor mu?
Bu yasanın (daha çok ABD gibi Merkez
Ekonomilerde) geçerli olup olmadığını sınayan ampirik araştırmalar arasında
yasanın geçerliliğini ortaya koyanlar ağırlıktadır.
Örnek olarak M. Roberts bir çalışmasında
(6), aşağıdaki tabloda 1869-2007 dönemindeki dünyadaki kâr oranlarının
gelişimine ilişkin olarak ile yaklaşık 140 yıllık bir süreçte kâr oranlarının
nasıl bir azalma eğiliminde olduğunu gösterir.
Buna göre, 1869’da yüzde 43 olan kâr
oranı Birinci Dünya Savaşına kadar yüzde 30’un altına düşüyor, savaş sırasında
yüzde 40’ın üzerine çıkıyor. 1929 Büyük Depresyonunun öncesinde yüzde 23’e
kadar geriliyor.1935’ten itibaren tekrar yükseliyor ve İkinci Dünya Savaşının
hemen ardından 1947 yılında yüzde 38’e kadar yükseliyor. 1965’ten itibaren
tekrar düşüşe geçiyor ve bu düşüş 1980’lerin başlarında dip yaparak yüzde 18’e
kadar geriliyor. Sonrasında neo-liberal toparlanma döneminde tekrar yükselişe
geçerek yüzde 23’e kadar çıkıyor.
Anwar Shaikh’e göre ABD’de İkinci Dünya
Savaşı sonrasında yüzde 16 gibi bir oran ile zirvede olan kâr oranları 1980’e
kadar düştü ve o yıl yüzde 6’ya geriledi. Ancak bu düzenli bir düşüş değildi,
daha ziyade bir eğilimi gösteriyordu. Zira kâr oranları 1963-65 arasında tekrar
yüzde 14’e kadar yükseldi. 1980’den itibaren tekrar yükseldi ve 1993’te yüzde 9
gibi dönemin zirvesine ulaşırken, sonrasında tekrar düşme eğilimine girdi. 2008
krizinin öncesinde, 2007’de ise yüzde 6’ya kadar düştü (7).
Smith ve Butovsky’nin araştırmasına göre
(8), ABD’de finans dışı sektörlerde 2006 yılında zirve yapmış olan kâr oranı
1950 ve 1960’lardaki zirvelerin sadece yarısı kadar yükseklikteydi.
ABD’de ekonomi genelindeki kâr oranlarını ve sadece üretim sektöründeki kâr oranlarını ayrıştırarak hesaplayan L. Tsoulfidis’e göre, 1963-2015 arasında kâr oranlarında kalıcı bir düşüş söz konusu. 1980’lerin başlarında kâr oranları 1960’lardakinin yüzde 30 altında seyrediyor. Bu oranlar 1990’ların sonlarına kadar artarak gidiyor (neo-liberal dönem). Ancak 2000-2008 arasında yükseliş değil, düşüş söz konusu (9).
ABD’de ekonomi genelindeki kâr oranlarını ve sadece üretim sektöründeki kâr oranlarını ayrıştırarak hesaplayan L. Tsoulfidis’e göre, 1963-2015 arasında kâr oranlarında kalıcı bir düşüş söz konusu. 1980’lerin başlarında kâr oranları 1960’lardakinin yüzde 30 altında seyrediyor. Bu oranlar 1990’ların sonlarına kadar artarak gidiyor (neo-liberal dönem). Ancak 2000-2008 arasında yükseliş değil, düşüş söz konusu (9).
Sermayenin organik bileşimi ve artı değer oranlarına ait veriler yasayı
destekliyor mu?
KOAEY’i sermayenin organik bileşimi
(SOB) ve artı değer oranı (s) değişkenleriyle de doğrulatmak mümkün. Çünkü
ABD’de 1965 yılından beri SOB’de düzenli bir yükseliş söz konusu (yüzde 21).
Karşı dinamik olarak artı değer oranında ise yüzde 4’ün üzerinde bir düşüş var.
Neo-liberal dönemde ise (1982-1997) artı değer oranı yüzde 16 artarken, SOB
yalnızca yüzde 7 oranında artmış, böylece de kâr oranı yüzde 9,5 yükselmiş.
1997 yılından beri kâr oranı yüzde 5 düşmüş zira SOB yüzde 14’ün üzerinde
artarken, artı değer oranındaki artış yüzde 5,4’te kalmış (10).
Önemli bir diğer bulgu ABD’deki her
resesyonun öncesinde kâr oranlarının düşmekte olduğu, buna karşılık her kriz
sonrasında kâr oranlarının yükselmeye başlaması. Bu da bu yasayı doğruluyor.
Uygulamadan da görüleceği üzere, kâr
oranlarını yükseltme konusunda yeterli olamayan ekonomi politikaları ise ne
ekonomileri resesyondan çıkarma konusunda, ne de reel yatırımları artırma
konusunda başarılı olabiliyor.
Nitekim 2008 Büyük Resesyonunun ardından
ABD başta olmak üzere Merkez Ekonomilerde uygulanmış olan düşük (hatta negatif
) faiz politikası ya da miktarsal kolaylaştırma biçimindeki parasal
kolaylaştırma politikaları total bir finansal erimeyi önlemiş olsa da
yatırımları, üretimi ve ticareti yeterince artıramadı.
Keza vergi indirimleri, sübvansiyonlar
ve kamu harcamaları biçimindeki mali teşvikler de yeterli bir ekonomik büyüme
sağlayamadı. Çünkü kârlılık kriz öncesi seviyelerin altında kaldı.
Bu da kapitalist bir ekonomide reel
yatımların asıl olarak kâr oranlarının yüksekliğine bağlı olduğunu ortaya
koyuyor. Yani kâr oranları düşüp, kârlar azaldığında yeni yatırımlar da
azalıyor, bu ekonomik büyümeyi yavaşlatırken, ekonomiyi krize sokuyor.
(Türkiye ekonomisinin krizinin analizi ile ilgili olarak daha önce bu
köşede yayımlanmış olan şu yazılarıma bakılabilir: Görünen köy (18 Kasım 2018),
“İlkinde trajedi, ikincisinde komedi olur I-II” ( 9-10 Aralık 2018), Türkiye
ekonomisi krizin ikinci fazında I-II (14-16 Aralık 2018).
Dip notlar:
(1) Michael Roberts,
“Not before the sun burns out”, https://thenextrecession.wordpress.com/…/not-before-the-su…/.
(2) John Smith, Imperialism in theTwenty-First Century: Globalization, Super-Exploitation, and Capitalism’s Final Crisis, 2016 ( Review by Barry Healy, http://links.org.au/, October 18, 2016).
(3) Samir Amin, The Law of Worldwide Value, Monthly Review Press, 2010.
(4) James O’Connor, The Fiscal Cirisis of the State, St. Martin’s Press, New York, 1973.
(5) Karl Marx, Louis Bonaparte’in 18 Brumaire, (Çev. Sevim Belli). Ankara, Sol Yayınları, 2012, s. 13-14.
(6) Michael Roberts, “Not before the sun burns out”, https://thenextrecession.wordpress.com/…/not-before-the-su…/.
(7) Anwar Shaikh, Kapitalizm, Rekabet-Çatışma ve Bunalımlar, (Çev. Ümit Şenesesn), Kırmızı Yayınları, 2018, s. 663-664.
(8) Murray E.G. Smith and Jonah Butovsky,”The roots of the global crisis: Marx’s law of falling profitability and the US economy, 1950-2013”, World in Crisis (Editörs: Guglielmo Carchedi and Michael Roberts), Haymarket Books, Chicago, İllinois, 2018, s..349.
(9) Lefteris Tsoulfidis and Dimitris Paitaridis, “Capital Intensity, Unproductive Activities and the Great Recession of the US Economy”, Munich Personal RePEc Archive (23 September 2017).
(10) Michael Roberts, “The US rate of profit in 2017”,
https://thenextrecession.wordpress.com/…/the-us-rate-of-pro….
(2) John Smith, Imperialism in theTwenty-First Century: Globalization, Super-Exploitation, and Capitalism’s Final Crisis, 2016 ( Review by Barry Healy, http://links.org.au/, October 18, 2016).
(3) Samir Amin, The Law of Worldwide Value, Monthly Review Press, 2010.
(4) James O’Connor, The Fiscal Cirisis of the State, St. Martin’s Press, New York, 1973.
(5) Karl Marx, Louis Bonaparte’in 18 Brumaire, (Çev. Sevim Belli). Ankara, Sol Yayınları, 2012, s. 13-14.
(6) Michael Roberts, “Not before the sun burns out”, https://thenextrecession.wordpress.com/…/not-before-the-su…/.
(7) Anwar Shaikh, Kapitalizm, Rekabet-Çatışma ve Bunalımlar, (Çev. Ümit Şenesesn), Kırmızı Yayınları, 2018, s. 663-664.
(8) Murray E.G. Smith and Jonah Butovsky,”The roots of the global crisis: Marx’s law of falling profitability and the US economy, 1950-2013”, World in Crisis (Editörs: Guglielmo Carchedi and Michael Roberts), Haymarket Books, Chicago, İllinois, 2018, s..349.
(9) Lefteris Tsoulfidis and Dimitris Paitaridis, “Capital Intensity, Unproductive Activities and the Great Recession of the US Economy”, Munich Personal RePEc Archive (23 September 2017).
(10) Michael Roberts, “The US rate of profit in 2017”,
https://thenextrecession.wordpress.com/…/the-us-rate-of-pro….
Bu, böbrek satmak isteyen herkese açık bir ilan, böbrek nakli ihtiyacı olan hastalarımız var, bu nedenle böbrek satmakla ilgileniyorsanız, lütfen iowalutheranhospital@gmail.com adresindeki e-posta adresimizden bizimle iletişime geçin.
YanıtlaSilAyrıca +1 515 882 1607 numaralı telefondan whatsapp'ı arayabilir veya bize yazabilirsiniz.
NOT: Güvenliğiniz garanti altındadır ve hastamız, onları kurtarmak için böbrek bağışı yapmayı kabul eden herkese büyük miktarda para ödemeyi kabul etmiştir. Sizden haber almayı umuyoruz, böylece bir hayat kurtarabilirsiniz.