133
YIL SONRA 1 MAYIS’TA DÜNYA İŞÇİ SINIFININ DURUMU
Mustafa
Durmuş
1
Mayıs 2019
Bundan 133 yıl önce ABD’de 13,000 işyerinde çalışan
300,000 işçi iş bırakarak sokaklara çıktı. Eylemlerinin nedeni günde 16 saati
bulan çalışma saatlerinin (ücretleri kısılmadan) 8 saate düşürülmesini ve çalışma
koşullarının iyileştirilmesini sağlamaktı. Böylece yıllar öncesinde başlatılan ölümlerle
sonuçlanan mücadelenin sonucunda, resmi olarak 1 Mayıs 1886 tarihinden itibaren
çalışma saatleri günde 8 saate düşürülmüş oldu.
Bayramdan
mücadeleye
İşte bu nedenle dünyanın her tarafında, işçi sınıfı
başta olmak üzere emekçi halklar 1 Mayıs’ı yasal ya da yasal olmayan biçimlerde
hem bayram, hem de mücadele, birlik ve dayanışma günü olarak kutluyor.
Günümüz koşulları dikkate alındığında 1 Mayıs’ın birlik,
dayanışma ve mücadele boyutunun ön plana çıkartılarak kutlanması daha anlamlı. Çünkü
bugün gelinen duruma bakıldığında hala, birlik ve dayanışma içinde uğruna
mücadele edilecek çok şeyin olduğu, egemen sınıfların ise emekçi halklara karşı
baskılarını artırdığı, onların kazanımlarını geri almaya başladığı görülüyor.
İşçilerin
çalışma ve yaşam koşulları kötüleşti
Öncelikle dünyadaki 4 milyara yakın işçinin (ülkelere
göre değişmek üzere) yüzde 40- 70’i güvencesiz ve her türlü sosyal korumadan
mahrum, adeta çağdaş kölelik koşullarında ve son derece sağlıksız çalışma
şartlarında çalıştırılıyor (1).
Bu işçilerin çalışma, ücret, ücretli izin gibi
koşulları ya da hakları çok yetersiz. Ücretleri yeterince artmıyor ve bu
ücretlerden çok fazla yasal kesinti yapıldığı gibi, bu işçiler sıklıkla ücret
kesintisi cezasına maruz bırakılıyorlar. Bu durumdaki işçilerin ortalama yüzde 22’si
çalışan yoksul konumunda. Aynı işi yaptığı erkeklere göre daha az ücret alan
kadın işçiler arasındaki yoksulluk ise çok daha fazla. Ayrıca yoksullaşma artık
sadece yaşlıların, emeklilerin sorunu olmaktan çıkıp gençlerin de sorunu olmaya
başladı (2).
Toplumsal
cinsiyet eşitliği olmayan bir düzen
Kadın işçiler dünya genelinde aynı sektörlerde ve eşit
işlerde erkek işçilerden ortalama yüzde 23 daha az ücret alıyorlar. Kadın
işçilerin yüzde 75’i (600 milyon) her türlü yasal haktan yoksun bir biçimde
kayıt dışı çalıştırılıyor. Kadınların ev işleri, çocuk bakımı gibi karşılığı
ödenmemiş emeklerinin yıllık değeri ise 10 trilyon doları buluyor (dünya yıllık
hasılasının sekizde biri kadar).
Yani kadınlar ücretli emeklerinin 10 katı kadar da
ücretsiz çalıştırılıyorlar. Üstelik erkeklerden daha uzun saatler ve ortalama
çalışma ömürlerinde 4 yıl daha fazla çalışıyorlar. Dünyadaki 781 milyon
okuryazar olmayan insanın üçte ikisi kadınlardan oluşuyor ve bu oran son 20
yıldır hiç değişmedi. 153 ülkedeki yasalar ekonomik olarak kadınlara karşı
ayrımcılığa izin veriyor. 18 ülkede ise erkekler eşlerinin çalışmasını yasal
olarak önleyebiliyorlar. Dünya çapında her 3 kadından 1’i yaşamları boyunca
şiddet ya da tacize uğruyor (3).
Kendi
içinde katmanlara ayrılmış bir işçi sınıfı
Kapitalizm bir yanda az sayıda servet zengini
yaratırken, diğer yanda öncesinde işçi olmayan bazı insanlar, bırakın sınıf
atlamayı, giderek artan bir şekilde mülksüzleşiyor ve proleterleşiyor. Bu süreç dünyanın her yerinde yaşanıyor.
İşçiler arasında ise ulusal ve inançsal kimliklerine
göre ayrımcılık yapılıyor. Örnek olarak Beyaz işçiler diğer işçilerden, yurttaş
işçiler göçmenlerden, baskın ulusal kimliğe sahip işçiler diğer işçilerden daha
iyi ücretler alıyorlar.
Başka bir anlatımla, gelinen nokta itibariyle işçi
sınıfı kendi içinde katmanlara bölünmüş bir durumda. En tepede çok az sayıda en
iyi konumdakiler, altında kısmi de olsa güvenceli ücretlere sahip işçiler,
onların altında serbest çalışan meslek sahibi emekçiler, sonra çekirdek işçi
sınıfı, onların altında güvencesiz ve kötü koşullarda istihdam edilen prekarya
ve en altta da sınıf altı olarak da tabir edilen lümpen prekarya yer alıyor (4).
İşçiler
işlerini kaybediyor
Robotlar giderek işçilerin yerine alıyor, bu da
özellikle de imalat sektöründe ciddi istihdam kayıplarına neden oluyor. Dünya
genelindeki robot sayısı hızla artıyor. Bu yıl 1,4 milyon yeni robotun
ilavesiyle toplam robot sayısının 2,6 milyona çıkması öngörülüyor. ABD’de robot kullanımının işçilerin ücretlerini binde 25 ile binde 50 arasında
düşürmesi bekleniyor. (5).
İşçi
ücretleri verimlilik artışının gerisinde kaldı
Bu arada emek gücü verimliliği artarken, reel ücret
artışları bunun çok gerisinde kalıyor. Örneğin 28 Avrupa Birliği ülkesinde,
işçilerin sağladığı reel ekonomik büyüme cinsinden emek gücü verimliliği 2016
yılında (2000’e göre) yüzde 10,5 artarken, bu işçilere yapılan ödemeler sadece
yüzde 2,45 arttı. Yani verimlilik artışı/ ücret artışı oranı 4 kat oldu. Kapitalizmin
merkezlerinden biri olan bir bölgede
dahi işçiler her yılın 3 çeyreğinde sağladıkları verimlilik artışından pay alamadılar
(6).
Bunun sonucunda emek gelirlerinin milli gelir içindeki
payı hızla azalırken, gelir bölüşümü adaletsizliği de görülmemiş ölçüde arttı. Washington
Uzlaşması sonrasında emeğin ulusal gelirden aldığı pay küresel çapta olmak
üzere son 30 yılda geriledi. Örneğin 1990’lardan bu yana ücret gelirlerinin
milli gelir içindeki payı yaklaşık 13 puan gerileyerek yüzde 66’lardan yüzde
53’e düştü (7).
Dahası emeği koruyan yasal düzenlemelerden giderek
vazgeçilmesi sonucunda aralarında Türkiye’nin de bulunduğu birçok ülkede gelir
bölüşümü adaletsizliği daha da arttı.
Türkiye
işçi sınıfının koşulları kötüleşti
Türkiye işçi sınıfı ise (2017 yılında) güvenceli, iyi
ücretli, sağlıklı ve eşitlikçi istihdam koşullarına erişim açısından OECD
ortalamasının en az yüzde 30 altında bir yerde duruyor (8).
İşsizlik açısından (OECD’ye göre) Türkiye, geçen yılın
son çeyreği itibariyle 42 ülke arasında (Güney Afrika ve Yunanistan’dan sonra)
resmi işsizlik oranı en yüksek 3. ülke oldu (9). Bu yılın Ocak ayı itibarıyla dar tanımlı
işsizlik oranı yüzde 14, 7’ye fırladı ve işsiz sayısı 4,7 milyona yaklaştı (10).
Gerçek anlamda işsiz sayısının ise 7,5 milyonu (yüzde 22,1) aştığı ileri
sürülüyor (11).
Ülkede ücret gelirlerinin milli gelir içindeki payı
1999’da yüzde 50 civarındayken geçen yıl yüzde 31’lere kadar düştü (12). Bu
durum ülkedeki hem gelir, hem de servet bölüşümündeki büyük adaletsizliğin bir
yansıması.
Çünkü ülkede en zengin yüzde1’lik nüfus milli gelirin
yüzde 23’ünden fazlasını alıyor ve toplam servetin de yüzde 54’ünden fazlasına
el koyuyor. En zengin yüzde 20’lik nüfus
ise milli gelirin yüzde 47’sine, en zengin yüzde 10’luk nüfus servetin yüzde
78’ine sahip (13).
Eşitsizlikler
yoksulluğu ve açlığı artırıyor
Dünyada da hem gelir, hem de servet eşitsizliği
artarak sürüyor. 2016 yılında en zengin
yüzde 10’luk nüfusun ulusal gelirden aldığı pay ABD, Kanada ve Avrupa’da yüzde
47, Rusya’da yüzde 46, Çin’de yüzde 41, Sahra Altı Afrika, Hindistan ve Brezilya’da
yüzde 55 ve Orta Doğu’da yüzde 61 oldu (14).
Oxfam’a göre (15) günümüzde 26 dolar milyarderinin 3,8
milyar insanın (dünya nüfusunun yarısı) servetine eşit bir servete sahip olması
gibi çarpıcı bir servet bölüşümü eşitsizliği yaşanıyor.
Gelir ve servet dağılımı adaletsizliği ise küresel
çaptaki yoksulluk artışının en temel nedeni olmaya devam ediyor. J. Hickel’e
göre (16), 2017 yılı itibariyle 4,3
milyar insan (dünya nüfusunun yüzde 60’ından fazlası) yoksulluk sınırının
altında yaşıyor (günde 5 doların altında gelir tüketebiliyor). Bunların
yarısının yeterli yiyeceği yok.
Bu arada Kuzeyin zengin ülkeleri ile Güneyin yoksul
ülkeleri arasındaki kişi başı gelir farklılığı 1960’tan bu yana 3 kata çıkmış
durumda. Çünkü 15.yüzyılın sonlarından bu yana Kuzeyin kapitalist ülkeleri
Güneyin azgelişmişlerini geliştirmiyorlar, tam tersine Güneyden aktarılan
kaynaklar Kuzeyi zenginleştiriyor.
Yoksulluk
ve açlık verileri gerçeği yansıtmıyor
Birleşmiş Milletler Örgütü milenyum hedeflerine uygun
olarak dünyada açlık ve yoksulluğun yarı yarıya azaldığını ileri sürse de, bu
açıklama kapitalist statükoyu sürdürme çabasından öteye geçemiyor.
Resmi veriler gerçeği yansıtmazken, yoksulluk ve açlık
tanımları son derece yetersiz, daha ziyade manipülatif nitelikte. Örneğin yoksulluk sınırı, genelde “her bir
ülkede ortalama bir yetişkinin varlığını sürdürebilmesi için ihtiyaç duyduğu
zorunlu kaynakların toplam maliyeti cinsinden” belirleniyor. Ama bu sınır
Somali’de farklı, Meksika’da ya da Türkiye’de farklı olmasına rağmen evrensel
bir günlük gelir/tüketim ve kalori ölçütü kullanılıyor.
Şöyle ki 1990’da sadece en yoksul 12 ülke esas alınarak
yoksulluk sınırı günlük 1,02 dolar olarak belirlendi. Dünya Bankası (DB) bunu mutlak yoksulluk
sınırı olarak kabul etti ve daha sonra bunu Satın Alma Gücü Paritesine göre
günlük 1,08 dolara yükseltti. 2008 yılında ise eşik 1,25 dolara yükseltildi. En
son sınır günlük 1.90 dolar olarak belirlendi.
Durumu iyi gösterme çabası açlık verileri konusunda da
gösteriliyor. Baz yılı 1990’a çekilerek dünyadaki aç sayısı düşürüldü. Ayrıca
mutlak sayı yerine “açlık oranı” kullanılmaya başlandı. Gerçekte açların
sayısındaki düşüş Çin ve Hindistan’daki iyileştirmelerle sağlandı (çünkü
Afrika’daki aç sayısı arttı).
Ölçme
yöntemi değiştirildi, durum iyi gösterildi
Keza yoksulluğu ölçme yöntemi değiştirildi. Yeni
yöntem 2008 krizi ya da sonrasında ortaya çıkan küresel gıda fiyatlarındaki
artışlar gibi önemli olguları dikkate almadığı gibi, gerekli kalori ile ilgili
varsayımlar da yumuşatıldı ve açlık sınırı fiilen aşağıya çekildi. Böylece
açlık verileri iyileştirildi.
Birleşmiş Milletler (BM) aç tanımını değiştirdi. Artık
günde 1600-1800 kaloriden az kalori alanlar ve en az 1 yıl süreyle bundan
mahrum kalanlar aç sayılıyor. Böyle bakınca BM Gıda Örgütü (FAO) verilerinden
yola çıkılarak dünyada en az 1,5- 2,5 milyar insanın aç olduğu ileri sürülüyor.
Ancak bu hesaba günde alınması gerekli zorunlu vitaminler dâhil edilmiyor
(aslında tek başına gerekli kaloriyi almak yetmiyor). Ayrıca 1 yıldan daha
fazla süren eksik kalori tüketimi dikkate alınıyor. Sağlık açısından bu çok
uzun bir süre (yani 11 ay eksik kalori alan biri FAO’ya göre aç sayılmıyor).
Diğer taraftan dünyada herkese günde 3,000 kalori
sunacak kadar kaynak mevcut. Yani yoksulluk ve açlık kaynak yetersizliğinden
değil, bölüşüm adaletsizliğinden kaynaklanıyor.
Yoksulluk
sınırı günde 10 dolara çıkartılırsa yoksul sayısı 5,1 milyar oluyor
Hickel’e göre, yoksulluğun tümüyle ortadan
kaldırılabilmesi için insanların en az 74 yaşayabilmelerini sağlayacak miktar
ve nitelikte gıdaya erişmek lazım. Böyle bir etik yoksulluk sınırının olması
için günde en az 5 dolar tüketebilmek gerekiyor. Diğer yandan Harvard
Üniversitesi iktisatçılarından Prithchett’ e göre ise yoksulluk sınırı günde an
az 12,5 dolar olmalı.
Günde 5 dolar temel alınırsa dünyadaki yoksul sayısı
4,3 milyara çıkıyor. Bu, BM ve DB’nin yoksul sayısının 4 katı, dünya nüfusunun yüzde
60’ından fazlasına denk. 10 dolar /gün esas alındığında ise yoksul sayısı 5,1
milyara çıkıyor (dünya nüfusunun yüzde 80’i). 1961 yılından bu yana 1 milyar
insan daha yoksullaştı. Günde 10 dolar eşiği getirildiğinde bu sayı 2 milyara
çıkıyor.
Kapitalist
büyüme yoksulluğu azaltmıyor
Diğer taraftan kapitalist ekonomik büyüme yoksulluğu
azaltmıyor, bilimsel araştırmalar bunun tam tersini gösteriyor. D. Woodward adlı
bir iktisatçının araştırmasına göre, 1990’dan bu yana küresel kişi başı ulusal
gelir yüzde 45 artarken, günde 5 dolardan az gelir elde eden yoksulların sayısı
da 370 milyon artmış (17).
Bunun nedeni ekonomik büyümenin nemasının eşit ya da
adil dağıtılmaması. En yoksul yüzde 60’lık nüfus yeni gelir artışının sadece yüzde
5’ini alabiliyor. Kalan yüzde 95 ise en zengin yüzde 45’ e gidiyor.
Buradan hareketle Woodward 1.25 dolar/gün ölçütüne
göre yoksulluğun ortadan kalkmasının 100 yıldan fazla, 5 dolar/gün ölçütüne
göre ise 207 yıl alacağını ileri sürüyor. Ya da asgari 5 dolar /güne göre
hesaplanan yoksulluğun ortadan kaldırabilmesi için mevcut küresel ekonominin
175 kat kadar büyümesi gerekiyor.
Böyle bir büyümenin işçi sınıfı, gezegenin eko
sistemi, ormanlar, su kaynakları, toprak ve iklim üzerindeki etkilerinin ne
kadar tahrip edici olabileceği çok açık.
Yoksulluğu
ortadan kaldırmak için gezegen feda edilebilir mi?
Kısaca öyle bir durumdayız ki yoksulluğu ortadan
kaldırabilmek için gezegeni yok etmemiz gerekiyor. Böyle bir büyüme
sağlandığında kişi başı küresel gelir 1,3 milyon dolar olmak durumunda. Yani
insanlığın en yoksul üçte ikisinin günde 5 doların üzerinde gelir tüketebilmesi
için ortalama kişi başı gelirinin 1,3 milyon dolara çıkması gerekli (18).
Bu da eşitsizliğin nasıl mevcut kapitalist ekonomik
sistemin özünde var olduğunu, bu nedenle de bir başka ekonomik sisteme ihtiyaç bulunduğunu
gösteriyor.
Bir
başka düzene ihtiyaç var
Düşük ücretlerin, artan eşitsizliklerin, yoksulluğun
ve kriz sonrası uygulanan emek karşıtı kemer sıkma politikalarının tek kutuplu
kapitalist dünyada yabancı düşmanlığını, ırkçılığı, şovenizmi ve bunlar
üzerinden şekillenen aşırı sağ otoriter popülizmi yükseltmekte olduğunu
görüyoruz. Öyle ki ana akım burjuva partilerinden umudunu kesen mutsuz yığınlar
otoriter popülist, faşist liderlerin peşine takılıyorlar.
Diğer yandan popülizmin ne 1970’lerdeki, ne de
günümüzdeki otoriterlikle güçlendirilmiş neo liberal popülist biçiminin
kapitalizmin artık tamir edilemez düzeye gelen defolarını gidermeye yetmeyeceği
son 40 yıllık deneyimlerden anlaşılıyor.
Özcesi, başta işçi sınıfı olmak üzere tüm ezilenlerin gerçekten
bayram edecekleri yeni bir düzene, sisteme ihtiyaç var. Bu (bazı filozoflarca
“Kapitalizm Ötesi Toplum” gibi belirsiz bir biçimde tanımlansa da), ücretli
emek sömürüsü başta olmak üzere her türlü sömürünün, ezme ve ezilme ilişkisinin
ortadan kaldırıldığı bir sistem olmak zorunda.
Yani emeğe dost, doğaya dost, hayvana dost, kadına,
çocuğa, engelliye dost, farklı kimliklere ve inançlara saygılı ve eşitlikçi,
verimli, israfçı olmayan adaletli bir bölüşümü hedefleyen özgürleştirici bir
sosyo- ekonomik düzeni, yani bu yüzyılın sosyalizmini kurmaya ihtiyacımız var.
Bu ihtiyaç var oldukça 1 Mayıs’lar uluslararası işçi
sınıfı ve emekçi halkların birlik, dayanışma ve mücadele günü olmaya devam
edecektir.
Dip
notlar:
(1) ILO,
World Employment and Social Outlook:
Trends 2016, https://www.ilo.org.
(2) OECD,
In It Together: Why Less Inequality
Benefits All (May 2015), https://www.oecd.org.
(3) https://www.oxfam.org/en/even-it/why-majority-worlds-poor-are-women,
(January 2019).
(4) Guy
Standing, The Corruption of Capitalism,
Biteback Publishing, 2017, s. 27.
(5) International
Federation of Robotics, Frankfurt, https://ifr.org/.World’den aktaran Bank, World
Development Report 2019: The Changing Nature of Work, Working Draft, s. 20 (20 April 2018).
(6) Bela
Galgoczi, “The gap between wages and productivity”,
http://blogs.lse.ac.uk/europpblog (30 June 2018).
(7) ILO,
Global Wage Report 2016/17: Wage
inequality in the workplace, www.ilo.org (September 2017).
(8) OECD,
“How does Turkey compare? Employment Outlook 2017” (July 2017).
(9) OECD,
“Unemployment Rate”, https://data.oecd.org/unemp/unemployment-rate.htm (29 April 2019).
(10)
TÜİK, İşgücü
İstatistikleri, Ocak 2019, 15 Nisan 2019.
(11)
http://disk.org.tr/2019/04/asil-burasi-cok-onemli-kidem-tazminati-ve-besi-birak-issizlige-bak
(16 Nisan 2019).
(12)
TÜİK, Dönemsel
Gayrisafi Yurt İçi Hasıla, IV. Çeyrek: Ekim - Aralık, 2018 (11 Mart 2019).
(13)
Facundo Alvaredo, Lydia Assouad and Thomas
Piketty, “Measuring Inequality in the Middle East, 1990-2016: The World’s Most
Unequal Region?”, Appendix, (September 2017), s. 27;
http://t24.com.tr/haber/akp-doneminde-en-zengin-yuzde-1in-servetten-aldigi-pay-yuzde-543e-cikti,297516
(22 Mayıs 2015).
(14)
Facundo Alvaredo, Lucas Chancel, Thomas
Piketty, Emmanuel Saez and Gabriel Zucman, World
Inequality Report, 2018.
(15)
Oxfam, “Public Good or Private Wealth”,
www.oxfam.org (January 2019).
(16)
Küresel yoksulluk verileri Jason Hickel’in
The Divide- A Brief Guide to Global
Inequality and its Solutions, Windmill Books, 2017 adlı kitabından
alınmıştır.
(17)
Hickel, agk, s. 56.
(18)
Agk, s.58.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder