CEMAZ-ÜL
EVVELİNİ İYİ BİLDİĞİMİZ BİR TEORİ (I)
(Kılavuzu
karga olan bir öneri üzerine)
Mustafa
Durmuş
31 Mayıs 2019
Siyasal iktidar artarda ekonomik paketler açıklasa da
çoklu karakterli ekonomik krizle baş edemiyor. Küçülme serisi sürüyor. Bugün açıklanan ekonomik
büyüme verisine göre ekonomi bu yılın ilk üç ayında yüzde - 2,6 küçüldü (1).
Geçen yıl aynı dönemde ekonominin yüzde + 7,4 büyüdüğü
göz önüne alınırsa ekonomideki küçülmenin bu bir yılda yüzde 10’u bulduğu
görülüyor. Öncü ekonomik göstergelerden ekonomideki küçülmenin bu yılın ikinci
çeyreğinde de süreceği anlaşılıyor. Öyle ki en büyük düşüş ithalatta (yüzde -
28,8) ve yatırım harcamalarında (yüzde -13) oldu. Bu iki gösterge ekonominin en
önemli büyüme dinamiklerini oluşturuyor.
DESTEKÇİ
YA DA SUSKUN EMEK VE SERMAYE ÖRGÜTLERİ
HAK-İŞ, MEMUR-SEN ve TÜRK-İŞ gibi yandaş yönetimler
altındaki işçi sendikaları ve MÜSİAD, TİSK, TOBB gibi iktidara yakın sermaye
örgütleri iktidara verdikleri desteklerini sürdürüyorlar.
Büyük sermaye örgütü TÜSİAD ise (muhtemelen bu dönemde
yapılan işçi karşıtı yasal düzenlemeler ve grev yasağı gibi uygulamalar ve bazı
büyük alt yapı projelerinden aldıkları paylar nedeniyle) kısık bir sesle, yeni
yapısal reformlar talep etmekten ötesini yapmıyor.
TİM’İN
ÖNERİSİ GÜNDEM OLMADI
Diğer yandan döviz kazandırıcı sektörlerin başında
gelen ihracat sektöründeki sermaye örgütlerinden biri olan Türkiye İhracatçılar
Meclisi’nin (TİM) geçtiğimiz haftalarda
ortaya attığı, ancak hızla değişen ülke gündemi nedeniyle yeterince
tartışılmayan bir görüş birçok açıdan önemliydi. Üç parçalı bu yazının konusunu
bu görüş ya da yaklaşım oluşturuyor.
Basında yer alan bir habere göre (2) TİM, 18.-19.Yüzyılda İngiltere’de yaşamış ünlü
Klasik iktisatçı Sir David Ricardo'nun metodolojisini Türkiye’nin ihracatına
uyarlayarak ülkenin ihracat kapasitesini artırmayı hedefliyor.
Örgütün Genel Sekreteri ve T. Varlık Fonu yöneticiliği
de yapmış olan akademisyen Prof. Kerem Alkin, bu metodoloji altında Açıklanmış
Karşılaştırmalı Üstünlükler Endeksi (RCA) kullanılarak nokta atışı pazar ve
ürün hedeflemesi yapacaklarını ve böylece ülkenin ihracatta avantajlı olduğu
alanlarda üretime yönelerek yeni ihracat kanallarının açılacağını ileri sürüyor.
BİTPAZARINA
NUR YAĞDIRMAK
Böylece Alkin (Amerika’yı bir kez daha keşfederek) yaklaşık
200 yıl önce ortaya atılan ve geçerliliği son derece tartışmalı olan bir
teoriyi (bazılarına göre yasa) yeni bir şeymiş gibi karşımıza çıkartıyor.
Bu teorinin ışığı altında ülkenin ihracatının
(dolayısıyla da üretiminin) artırılacağını, böylece ülkenin hem döviz
ihtiyacının karşılanacağını, hem de istihdam yaratılacağını ileri sürüyor (T.
Varlık Fonu da tanıtılırken de bunun ülkenin makroekonomik istikrarsızlıklarla
mücadele edilmesinde mucizevi bir buluş olduğu ileri sürülmüştü. Ancak bu Fon
kurulduğundan bu yana ülkedeki kriz daha da büyüdü ve Alkin de Fon’un
yönetiminden uzaklaştırıldı).
BAYAT
BİR TEORİ NEDEN ISITILARAK SOFRAYA KONULUR?
Öncelikle ülkede ekonomisiyle, siyasetiyle,
ideolojisiyle çoklu krizden topyekûn bir çöküşe doğru gidiş yaşanıyor. Düşük
değerli liraya rağmen ihracat sektörü de (sektördeki işletmelerin düşük
kârlılığı ve yüksek borçluluğu gibi nedenlerden dolayı) kriz potasına girdi.
Böyle bir dönemde (söylenecek yeni bir şeyler
bulunamıyorsa), eskiler parlatılarak yeni birer umut gibi sunulmaya, böylece
durum bir süre daha idare edilmeye ve özellikle de 23 Haziran seçimleri
öncesinde kafası karışık ihracatçılar safta tutmaya çalışılıyor olabilir.
Ancak çok daha önemli bir neden söz konusu: Ekonominin
derin resesyonu sürerken dış borç stoklarının yüksekliği. Öyle ki geçen yılın
son çeyreği itibariyle 445 milyar dolarlık toplam dış borç stoku var ve bu
yılın Mart ayı sonu itibariyle, vadesine 1 yıl veya daha az kalmış kısa vadeli
177,4 milyar doları bulan bir dış borç geri ödemesi yapılması gerekiyor (3).
Dövizli borcu ancak dövizli yeni borç alarak çevirmek
mümkün ama artan risk primlerinin yol açtığı faiz maliyetleri nedeniyle bu iş
çok zorlaştı. Böylece bu kapandan kurtulabilmek için borçlanma dışı yollarla
döviz sağlamak gerekiyor.
Turizm sektörünün sağladığı döviz ise derde deva
olacak düzeyde değil (bu yılın ilk 3 ayında 4,6 milyar dolar (4) . İhracat
gelirleri ise ithalatı karşılamıyor (bu yılın ilk üç ayında ihracat 42 milyar
dolar ve ithalat 49 milyar dolar oldu (5).
Döviz gelirlerini artırabilmek için geriye (yeniymiş
gibi sunulan bir strateji ile) ihracatı artırmak kalıyor. Bu yolla hem üretim
ve ihracatın yüksek düzeyde bağımlı olduğu ithalatın finanse edilebilmesi, hem
ekonominin resesyondan çıkartılması, hem de dış borçların ödenebilmesi için
gerekli olan dövizin sağlanabilmesi amaçlanıyor.
İŞE
YARAR MI, YOKSA EVDEKİ BULGURDAN MI OLUNUR?
Kulağa hoş gelen bu beklenti gerçekleşebilir mi? Yani
Ricardo’cu Karşılaştırmalı Üstünlükler Teorisine göre yeniden tasarlanacak olan
ihracat ileri sürüldüğü gibi patlar mı, ülkeye akın akın döviz gelir mi, yeni
istihdam yaratılır mı?
Yoksa 1980’lere kadar iyi kötü sürdürülmüş olan ithal
ikameci kalkınma ve sanayileşme stratejisine, Özal’dan sonra bir darbe de, bu
sözde “yeni” stratejiyle vurulur ve ülke kalkınma ve sanayileşme hayalini
sonsuza kadar toprağa mı gömer? İhracatçıları kazansın diye ülke, ihracata
dönük “yoksullaştırıcı bir büyüme” (6) yoluna mı sokulur? Bu yeni yönelimin
sektörel olduğu kadar sosyal sınıflar, emekçiler ve gelir bölüşümü üzerinde ne
tür etkileri olur?
200
YILLIK KARŞILAŞTIRMALI ÜSTÜNLÜK (AVANTAJ) TEORİSİ
Bu soruları yanıtlamaya geçmeden önce şu meşhur
teorinin hangi ortamın ürünü olduğunu kısaca anlatalım.
Ricardo, 19. Yüzyılda Britanya’nın sömürgeler yaratma
hedeflerine en uygun düşecek bir serbest ticaret teorisi geliştirdi.
Karşılaştırmalı Üstünlükler de böyle bir serbest ticaret teorisinin en önemli
kavramlarından biriydi. Oysa hem başta Britanya’nın ve daha önce onun sömürgesi
olan ABD’nin, hem de bugün Avrupa’nın ileri derecede gelişmiş ekonomilere sahip
ülkelerinin sanayileşmesi ve zenginleşmesi serbest ticaretle değil, sömürgeleri
yağmalamaya dönük sömürgeci politikalarla ve yüksek gümrüklerle kendi sanayilerine
dönük korumacı politikalarla gerçekleşmişti (7).
UNCTAD’a göre ise, 19.Yüzyıldaki uluslararası serbest
ticaret söylemi Altın Standardı uygulamasının, baskıcı emek yasalarının ve
dizginlenmemiş sermaye hareketlerinin (sömürgecilik) üstünü örtmekte kullanıldı
(8).
Karşılaştırmalı Üstünlük, teknik olarak, verili bir
üretim olanakları eğrisi altında iki mal arasında birbirinin yerine geçme
anlamına gelen marjinal dönüşüm oranı ile ölçülen bir fırsat maliyeti olarak
tanımlanabilir. Tam rekabet koşulları altında iki mal arasındaki fiyat rasyosu
onların marjinal dönüşüm oranına eşitlenir.
Eğer bu eşitlik gerçekleşmezse üreticiler göreli olarak daha uygun fiyat
rasyoları elde edene kadar bir maldan diğerine geçiş yapmayı sürdürürler (9).
TEORİNİN
İŞLEMESİ İÇİN TAM BİR FAKTÖR AKIŞKANLIĞI GEREKLİ
Yani serbest ticaret teorisyenlerine göre (tam bir
üretim faktörü akışkanlığı olduğu varsayıldığından), bir sektörden çıkan emek
ve sermaye ülkenin diğer karşılaştırmalı üstünlüklere sahip sektörlerinde
istihdam edilirler.
Oysa işini kaybeden işçilerin bir başka sektörde işe girebilecek
ölçüde beceriye sahip olmaları o denli kolay ve hızlı olmaz. İşçiler böyle bir beceriyi
ancak zamana yayılı eğitim programları ve işsizlik yardımları ile sağlayabilir.
Ancak pek çok azgelişmiş ülkenin bunu karşılayabilecek gücü yoktur.
Keza para sermaye akışkan olabilirse de, makina biçimindeki sabit sermaye akışkan
değildir. Örneğin inşaat sektöründe kullanılan makine parkı, karşılaştırmalı
üstünlüğün olduğu düşünülen tekstil ve hazır giyim sektöründe nasıl istihdam
edilecektir?
Kısaca, sadece emek ve sermaye gibi üretim
faktörlerinin ekonominin sektörler arasında yeterince akışkan olmadığı gerçeği
bile Karşılaştırmalı Üstünlükler Teorisinin geçersizliğini ortaya koyar.
TAM
REKABET KOŞULLARINDA RASYONEL ÜRETİCİ HAYALİ
Ayrıca bu yaklaşımın diğer bir defosu Tam Rekabet Piyasası
koşullarının geçerli olduğunu varsayması. Oysa (özellikle de günümüz
kapitalizminde), bu koşulların varlığından söz edilemez. Ayrıca “fiyatlar
rasyosunu en uygun hale getirene kadar üreteceği mallar arasında gidip gelen
üretici” tanımı da gerçekte var olmayan bir rasyonaliteyi, akılcılığı
gerektirir.
Diğer taraftan, bunca defosuna rağmen, ana akım
burjuva iktisat teorisine iman etmiş iktisatçılar tarafından ısrarla bu
teorinin gerçek hayatta uluslararası ticareti yönlendiren bir teori olduğu
ileri sürülebiliyor.
Örneğin Alkin,
küresel ticarete konu ilk 200 ürün içerisinde Türkiye'nin
karşılaştırmalı üstünlüğe sahip 47 ürünü ihraç ettiğini, ilk 1000 ürünün 285'inde
avantajlı (karşılaştırmalı üstünlüğe sahip) konumda bulunduğunu ve bu avantajlı
ürünlerin üretim ve ihracatına ağırlık verilmesi durumunda, bu ürünlere yönelik
1,8 trilyon dolarlık toplam küresel talepten daha fazla pay alınabileceğini söylüyor
(10).
Sektördeki bir diğer sermaye örgütü olan İstanbul
Tekstil ve Hammaddeleri İhracatçıları Birliği (İTHİB) Başkan Yardımcısı da bu söyleme katılıyor
ve “teknik tekstilde 2019 ihracat hedefimiz 2 milyar dolar, tekstilde
Avrupa’nın en iyisiyiz ama teknik tekstilde daha yolun başındayız” (11) diyor.
HANGİ
ROBİNSON CRUSOE?
‘Karşılaştırmalı
Üstünlükler Teorisi’nin uluslararası ticaretteki işleyişi açıklama konusundaki
yetersizliği şöyle bir analojiyle daha iyi anlatılabilir.
Bilindiği gibi, ana akım iktisat ders kitaplarında
Robinson Crusoe figürü, özellikle de uluslararası ticaretin analizinde
başlangıç noktası olarak alınır. Buna göre Crusoe dayanıklı bir birey,
çalışkan, zeki ve hepsinin de ötesinde tutumlu bir karakterdir, öyle ki
rasyonel davranışlarıyla doğanın efendisidir. Oysa eserin yazarı ve kendi de
bir sosyal bilimci olan Daniel Defoe tarafından yazılan romandaki Crusoe tanımı
bundan farklıdır. Bu romanda Crusoe sırasıyla; işgalci, köleci, soyguncu, katil
ve güç kullanan bir tiptir. Yani iktisatçıların
Crusoe’si ile gerçek Crusoe arasında fark var. Bu farklılık, iktisat
kitaplarında yer alan tüm ulusların yararına olduğu ileri sürülen uluslararası
ticaret tanımı ile pratikteki uluslar arası ticaretin gerçeklikleri arasındaki farklılıkta
ete kemiğe bürünüyor (12).
Gerçek hayatı açıklamakta yetersiz kalan böyle ana
akım teorilere bu denli bağımlılık aslında patolojik bir durum. Bu durumu
Britanyalı bir iktisatçı M. Blaug modern iktisadın iflah olmaz hastalığı olarak
tanımlıyor.
Ona göre, ana akım iktisat giderek ekonomi dünyasında
neler olup bittiğini anlamamızı sağlayacak pratik sonuçlar sunmak yerine, iktisatçıları
mesleki olarak tatmin etmeye yönelik, onların kendi aralarında oynanan
entelektüel bir oyuna dönüştü. Bu iktisatçılar sosyo-ekonomik konuları sosyal
matematiğe dönüştürdüler. Böyle bir matematikte analitik kesinlik çok önemli
iken, bunun gerçek hayatı açıklayıp açıklamadığı konusu önemsizdir. İktisadın
çok önemli bir kısmı adeta şehirlerin görüntülerini içeren ama bir şehirden
diğerine nasıl gidileceğini gösteren bir haritası olmayan bir tür coğrafya
gibidir (13).
Devam
edecek….
DİP
NOTLAR:
(1) TÜİK,
Dönemsel Gayrisafi Yurt İçi Hasıla, I.
Çeyrek: Ocak - Mart, 2019, http://tuik.gov.tr (31 Mayıs 2019).
(2) https://www.aa.com.tr/tr/ekonomi/ihracatta-rekabet-ustunlugu-ricardo-modeliyle-saglanacak
(21 Mayıs 2019).
(3) Hazine
ve Maliye Bakanlığı, Türkiye Brüt Dış
Borç Stoku İstatistikleri ( 29 Mart 2019),
https://www.hmb.gov.tr/kamu-finansmani-istatistikleri ve TCMB, Kısa Vadeli Dış Borç İstatistikleri
Gelişmeleri - Mart 2019, https://www.tcmb.gov.tr (29 Mayıs 2019).
(4) TÜİK,
Turizm Geliri, Gideri ve Ortalama
Geceleme Sayısı, 2001 – 2019, http://tuik.gov.tr (29 Mayıs 2019).
(5) TÜİK,
Yıllara ve aylara göre dış ticaret, 1989-2019,
http://tuik.gov.tr (29 Mayıs 2019).
(6) “İhracatta
Yoksullaştırıcı Büyüme” (Immiserizing Growth)
J. Bhagwati (1969) tarafından
kullanılmış bir kavram. İhracat sektörüne ağır bir biçimde bağımlı ekonomilerde
dış ticaret hadlerinin söz konusu ülkenin aleyhine seyretmesi halinde ihracat
arttıkça, elde edilen ekonomik büyümenin ülkeyi gerçekte yoksullaştırdığına dikkat çeken bir büyümeyi
anlatır.
(7) Daron
Acemoğlu ve James A. Robinson, Why
Nations Fail- The Origins of Power, Prosperity and Poverty, Profile Books
Ltd.,2013, s. 245-250.
(8) UNCTAD,
Trade and Development Report 2018:
Power, Platforms and the Free Trade Delusion.
(9) A.P.Thirlwall,
Growth and Development, 6th Edition,
Macmillan Press Ltd, 1999, s. 425.
(10)
https://www.aa.com.tr/tr/ekonomi/ihracatta-rekabet-ustunlugu-ricardo-modeliyle-saglanacak
(21 Mayıs 2019).
(11)
https://www.dunya.com/ekonomi/teknik-tekstilde-2019-ihracat-hedefi-2-milyar-dolar
(31 Mayıs 2015).
(12) Stephen
Hymer, “Robinson Crusoe and the Secret of Primitive Accumulation”, 2011, Volume
63, Issue 04 (September), http://monthlyreview.org.
(13)
Mark Blaug, “Ugly currents in modern economics”, Options Politiques 1997, s. 8.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder