TESBİHE DİZİLMİŞ KRİZ PAKETLERİ
Mustafa Durmuş
26 Mayıs 2019
İktidar
blokunun ekonominin içinde bulunduğu çoklu karakterli iktisadi krize karşı
açıkladığı kurtarma paketleri bir biri ardından boşa çıkarken, bunlara sürekli
olarak yenileri ekleniyor. Yani kısır bir döngü içinde başladığımız yere, ancak
daha kötü bir duruma geri dönüyoruz.
Son
açıklanan paketin adı İVME (İleri, Verimli, Milli Endüstri) Finansman Paketi.
Bakan Albayrak, üç kamu bankası aracılığıyla verilecek ve tutarı bu yılsonuna
kadar 30 milyar doları bulacak olan bir yatırım ve işletme kredisi desteğini
kapsayan bu paketin hedefinin; ithalata bağımlı, dış açık veren sektörler
olacağını açıkladı (1).
Yani 2017
yılında KGF kredileri üzerinden sağlanan milyarlarca lira ile hormonlu olarak
büyütülen, ancak sonrasında çakılması önlenemeyen ekonomi, bu kez “ithalat
bağımlılığı yüksek, dış ticaret açığı veren, istihdama katkı oranı yüksek ve
ihracat potansiyeli yüksek sektörlere verilecek finansman desteğiyle krizden
çıkartılmaya” (2) çalışılacak.
Bu
kredilerin faizlerinin ve ödeme koşullarının normal piyasa kredi faizleri ve
koşullarıyla kıyaslandığında çok daha “uygun” krediler, yani kamuca sübvanse
edilen krediler olacağı açık.
“İVME” bütünlükçü bir strateji ya da
program değil
İktidar bloku
(işsizliği, yoksulluğu ve eşitsizliği azaltmayı aklına getirmezken) şu ana
kadar bütünlükçü bir krizden çıkış strateji ve programı sunamadı. Sürekli
yaşanan seçim atmosferinde iktidarda kalabilmeye odaklandığından, günü
kurtarmaya dönük, parça parça pragmatik paketlerle karşımıza çıktı. İVME de
bunlardan biri. İnandırıcılığı son derece zayıf, piyasalara dahi güven
vermekten uzak. Bu nedenle de başarı şansı son derece düşük.
Reel ekonomide karşılığı yok
Çünkü
ekonomiye, ekonomi yönetimine ve bunun arkasındaki siyaset yapma biçimine ve
siyasal iradeye güvenin iyice azaldığı bir dönemde açıklanan bu tür paketlerin
reel ekonomide çok az karşılık bulduğu, hem dünyada, hem de Türkiye’de yaşanan
deneyimlerden biliniyor.
Aslında,
gerçek enflasyonun yüzde 35’in, gerçek işsizliğin yüzde 20’nin üzerinde olduğu
bir ekonomide (üretim ve ihracat artışını hedefleme iddiasında olsa da), böyle
bir parasal genişlemenin, özünde mevcut siyasal süreçle ve özellikle de
yenilenen İstanbul BŞBB seçimleriyle ilgili olduğunu görmek gerekiyor.
Yani bu
kredilerle (bırakın yoksulluğu, işsizliği azaltmayı), dışa bağımlılığı
azaltacak ve ekonomiyi krizden çıkartabilecek bir “ivme” yi yakalayabilmek
mümkün değil. Günün sonunda bunun da (tıpkı KGF kredilerinde olduğu gibi)
enflasyonu ve makroekonomik istikrarsızlıkları daha da artırması kaçınılmaz
olacak.
Sermaye ile “hemdert ve hemhâl olma”
durumu
Üstelik bu
operasyonlar üç kamu bankası üzerinden yürütülecek. Şu ana kadar piyasa faiz
oranlarının altında faizlerle kredi verdirilerek ve piyasalara 3,2 milyar
dolarlık döviz satışı yaptırılarak zarara sokulan (3) bu bankaların mevcut
zararı bu yeni paketle daha da artacak.
Çünkü
bankaların batık kredilerinin giderek arttığı, bu nedenle de bu kredilerini çok
düşük fiyatlarla borç tahsil şirketlerine sattığı böyle bir dönemde, verilecek
yeni kredilerin geri dönüşleri de zor olacak. Böylece kamu bankalarının,
Hazine’nin ve son tahlilde yurttaşların zararı daha da artacak.
Artık biz
kapitalizmin “kârların özel sektörde kaldığı ama zararın toplumsallaştırıldığı”
bir sistem olduğunu ve devletin sermaye ile “hemdert ve hemhal” olduğunu çok
iyi öğrenmiş bulunuyoruz.
Cari fazla kriz göstergesi
İVME
Paketinde inkâr edilemeyen, ama yapılan açıklamada kafa karışıklığına neden
olan bir durum var. İyi bir şeymiş gibi sunulsa da, Türkiye ekonomisinin cari
açığının cari fazlaya dönüşmesi ekonominin sağlıklı olduğunun değil, tam
tersine hasta olduğunun, krizde olduğunun bir göstergesi.
Çünkü üretim
ve ihracatta ithalata bağımlı bir ekonominin çökmekte olduğunu gösteriyor. Yani
kanserli bir hastanın hızlıca kilo kaybetmesi gibi bir durum söz konusu.
Nitekim ekonominin cari fazla verdiği bu dönemde ekonomi yüzde 3 oranında
küçüldü. Bu yıl ki küçülmenin de uluslararası örgütlerin tahminlerine göre
yüzde 1 ile yüzde 3 oranı arasında olması bekleniyor (4).
Yani bizim
ekonomimiz Çin ekonomisinden farklı. Çin ekonomisi dünyanın en hızlı büyüyen,
tasarruf ve ihracat düzeyi en yüksek ekonomisi olduğundan dünyanın en yüksek
oranda cari fazlasını verdi (özellikle de 2008 krizinden bu yana). Bizde durum
tam tersi, karıştırmayalım.
Paketteki itiraf
Pakette
kabul edilen gerçek ise hammadde, ara malı, enerji ve sermaye malı olmak üzere
neredeyse tüm kalemlerde ülke ekonominin ithalata olan bağımlılığı. Bu nedenle
de potansiyelinin üzerinde büyütülmeye çalışılan ekonomi yıllardır yüksek cari
açık veriyordu.
Ancak böyle
bir yüksek cari açık ve bununla fonlanan ekonomik büyüme sürdürülemezdi.
Sürdürülemedi ve ekonomi geçen yılın ortasından itibaren daralmaya ve küçülmeye
başladı.
Çünkü böyle büyük bir cari açık varsa, bu açık ya ödemeler dengesinde yer alan finansman hesabında izlenen yabancı kaynak girişleriyle kapatılır ya da üretim kısılıp, yatırımlar azaltılır, ekonomi küçültülür.
Yani, ya
yabancı kaynak girişini sürdürmeye çalışılır, sermaye çıkışlar önlenir, ya da
küçülme kaçınılmaz olur. Nitekim Türkiye ekonomisi yatırım ve üretimi iyice
yavaşlatarak küçülmek durumunda kaldı.
Girişler azaldı, çıkışlar başladı
Peki,
yabancı kaynak sağlama açısından durum nedir? Bunu T.C. Merkez Bankası’nca
düzenlenen Ödemeler Dengesi istatistiklerinden (5) görebilmek mümkün.
Geçen yılın
ilk üç ayında yabancı kaynak girişlerinde üçte bire yakın bir oranda bir azalma
olduğu, buna karşılık sermaye çıkışlarında bir artış olduğu görülüyor. Henüz
“ani duruş” ve büyük çapta “sermaye çıkışları” söz konusu olmasa da, bu durum
bir tehlikeli bir eğilimi ortaya koyuyor.
Bilindiği
gibi bir ülkenin dış dünya ile ekonomik ilişkilerini gösteren Ödemeler
Dengesinde dört hesap yer alıyor: Cari Hesap, Sermaye Hesabı, Finansman Hesabı
ve Rezerv Varlıklar.
Bunlardan
Cari Hesap açığı Finansman Hesabındaki fazla ile kapatılıyor. Yani ekonomi cari
açık verdiğinde bunu Finansman Hesabında gözüken ülkeye giren sermaye akımları
kapatıyor (burada da eksi (-) değerli kayıtlar sermaye girişlerini ve artı (+)
artı değerli olanlar sermaye çıkışlarını gösteriyor).
Bu özet
bilgi altında hesaplarda yer alan istatistiklere baktığımızda şunları
görebiliyoruz:
Sermaye girişleri üçte bire yakın bir
oranda azaldı
Geçen yılın
ilk üç ayına (Ocak-Şubat-Mart) göre bu yılın aynı döneminde; ülkeye toplam
sermaye girişleri yaklaşık üçte bire yakın oranda azalarak 11,7 milyar dolardan
7,5 milyar dolara geriledi. Yani girişler 4,1 milyar dolar azaldı. Mart ayında
ise 835 milyon dolar olmak üzere net sermaye çıkışı yaşandı. Nisan ve Mayıs
verileri henüz açıklanmadı.
Sermaye
biçimleri olarak baktığımızda; uzun vadeli yabancı kaynak olarak
değerlendirilen doğrudan yabancı sermaye yatırımlarında geçen yıl 1,159 milyar
dolarlık bir çıkış varken, bu yıl bu miktarın 496 milyon dolara gerilediğini
görüyoruz. Yani ülkedeki yerleşikler bu yılın ilk üç ayında dışarıya daha az
yatırım yaptılar (ülkedeki kriz nedeniyle mevcut yatırımlarıyla ilgili
sorunları çözmeye öncelik vermiş olmaları ve nakitlerini bu amaçla kullanmış
olmaları büyük ihtimal).
Doğrudan yabancı sermaye gayrimenkul ve
emlake geldi
Ülkeye gelen
doğrudan yabancı yatırım miktarı ise aynı dönemde 2,366 milyar dolardan 2,773
milyar dolara çıktı. Yani bu dönemde ülkeye 407 milyon dolar daha fazla yabancı
doğrudan yatırım geldi. Ancak bu gelen paranın fabrika yatırımlarına değil,
ülkeden gayrimenkul alımı biçimindeki satın almalara yönelik olarak
kullanıldığının altını çizmek gerekiyor.
Portföy yatırımları: Giden para geri
döndü!
Portföy
yatırımlarında çarpıcı bir durum yaşanıyor. Zira geçen yılın ilk üç ayında
ülkeden yurt dışına olmak üzere T.C. Vatandaşları 420 milyon dolarlık bir
portföy yatırımı yapmışken, bu yıl bu durum tersine döndü. Yani ülkeye aynı
dönemde 433 milyon dolarlık bir yatırım yapıldı.
İlk bakışta
iyi bir şeymiş gibi görünse de, işin gerçeği, bunun asıl nedeni, parasını daha
önce dışarıda tutan yurttaşların ülke içinde finansman ihtiyacının artmış
olması, yani işlerinin kriz nedeniyle kötüleşmiş olması. Bu yüzden de dışarıdaki
paralarını ülkeye finansman sorunlarını gidermek için getirdiler.
Bu dönemde
ülkeye yabancıların yaptığı portföy yatırımlarında ise neredeyse 3 katlık bir
artış söz konusu. Öyle ki 2,940 milyar dolardan 8,816 milyar dolara çıktı.
Ancak bunun sadece yüzde 10’u borsaya (yani hisse senetlerine giderken), kalan
yüzde 90’ı dünyanın en yüksek faiz getirilerinden birini sunan DİBS’ lere, yani
Hazine Bonosu ve Tahvillerine gitti.
Kısaca
devlet cari açığın önemli bir kısmının finansmanını üstlenmek zorunda kaldı.
Bunun sonucunda ortaya çıkan faiz oranı artışı ve bunun neden olduğu bütçedeki
faiz harcamalarındaki artış ise krizin bedelinin toplumun bütününe
ödettirileceğinin bir diğer göstergesi.
Güven yitimi dövizin dışarıya kaçmasıyla
sonuçlanıyor
Bir de
Finansman Hesabının “diğer yatırımlar” kalemine bakalım. Burada banka
mevduatları ve banka kredileri gibi sermaye akımlarına yer veriliyor. Geçen
yılın ilk üç ayında ülkedeki bankalara (ağırlığı mevduat biçiminde olan) 3,440
milyar dolar gelirken, bu yıl yurt dışındaki bankalara mevduat olarak 7,574
milyar dolar gitti.
Yani akımlar
tersine döndü. Yurt dışındaki bankaların verdiği vadeli mevduat faizlerinin
bizdekinin çok altında olmasına rağmen dövizin onlara yönelmesi, döviz sahibi
yurt içi yatırımcıların ciddi bir güven sorunu yaşadıklarının bir göstergesi.
“Net Hata ve Noksan ” eksiye döndü
Kuşkusuz
geçen yılki cari açığın üçte ikisini mucizevi (!) bir biçimde kapatan ve bu
ödemeler dengesinde “Net Hata ve Noksan Kalemi” olarak gözüken bir veriye de
bakmak gerekiyor.
“Kaynağı belli olmayan döviz olarak” da bilinen bu hesap bu yılın ilk üç ayında eksiye döndü. Öyle ki geçen yıl (+) 3,8 milyar dolar olan bu kalem bu yıl (-) 5 milyar dolar oldu (6) . Yani kaynağı belli olmayan 5 milyar dolarlık bir döviz ya yurt dışına çıktı ya da ülke içinde yastık altına veya kayıt dışına gitti.
Bütün
bunların karşısında dövize artışını durdurmaya yönelik olarak alınan önlemler
(binde 1’lik bir finansal işlem vergisi ve döviz alımlarının zorlaştırılması
gibi) ya da bundan sonra yurt dışına döviz çıkışlarını caydırmaya ya da
önlemeye dönük yeni düzenlemelerin dolarizasyonu durduramayacağını, dövizin
yastık altına çekilmesini hızlandıracağını ve dövizde karaborsa piyasasını
yaratacağını ileri sürmek için müneccim olmaya gerek yok.
Dip notlar:
(1) https://www.bloomberght.com/bakan-albayrak-ivme-finansman-p… (23 Mayıs 2019).
(2) Agh.
(3) Uğur Gürses, “Analiz: Kamu bankalarına “seçim görev zararı”, https://www.dw.com/tr (18 Mayıs 2019).
(4) EBRD, Regional Economic Prospects in the EBRD Regions, May 2019; OECD, Economic Outlook, Trade uncertainty dragging down global growth, 21 May 2019; IMF, World Economic Outlook, Growth Slowdown, Precarious Recovery, April 2019, s. 46.
(5) T.C. Merkez Bankası, Ödemeler Dengesi İstatistikleri, Mart 2019, Tablo 1. Ödemeler Dengesi Altıncı El Kitabı - Analitik Sunum, s.2.
(6) Agr.
(2) Agh.
(3) Uğur Gürses, “Analiz: Kamu bankalarına “seçim görev zararı”, https://www.dw.com/tr (18 Mayıs 2019).
(4) EBRD, Regional Economic Prospects in the EBRD Regions, May 2019; OECD, Economic Outlook, Trade uncertainty dragging down global growth, 21 May 2019; IMF, World Economic Outlook, Growth Slowdown, Precarious Recovery, April 2019, s. 46.
(5) T.C. Merkez Bankası, Ödemeler Dengesi İstatistikleri, Mart 2019, Tablo 1. Ödemeler Dengesi Altıncı El Kitabı - Analitik Sunum, s.2.
(6) Agr.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder