YENİ
BİR YAŞAM” HİKÂYESİ
Mustafa
Durmuş
17
Şubat 2020
Cenneti de cehennemi de bu dünyada yaşıyoruz.
Kapitalist milyoner ve milyarderler, seçkinci-otoriter yöneticiler, egemen
kimlikler ve savaş baronları için dünya adeta bir cennet iken; emekçiler, yoksullar,
işsizler, kadınlar, ezilen kimlikler, mülteciler, demokrasi ve barışı
savunanlar için bir cehenneme dönüşüyor.
Diğer yandan gelir bölüşümü eşitsizliği, yönetenlerin
şatafatı, görgüsüzlüğü ve umursamazlığı ile birlikte artıyor. Artan işsizlik,
açlık intiharları, yolsuzluklar, açıkça savunulan vergi kaçırmalar, talancı bir
yaklaşımla el konulan müştereklerimiz ve kamusal kaynaklar, gerici yapıların ve
kurumların bu durumu meşru gösterebilmek için her yola başvurmaları artık
kapitalist sistemin neredeyse bütün kurumlarıyla birlikte çürümekte olduğunu
gösteriyor.
ÜLKE
BİR BÜTÜN OLARAK ZENGİNLEŞMİYOR, BİR KÜÇÜK AZINLIK ZENGİNLEŞİYOR
Bölüşüm verileriyle başlayalım.
Bir çalışma (1) Türkiye’nin son 17 yılda dünyanın
sayılı ekonomileri ve zenginleşen ülkeleri arasında yer aldığı yönündeki
iddiaları çürütüyor. Çünkü ülkenin küresel servetteki payı binde 4’ün altında
kaldı ( % 0,38, yani 1,36 trilyon dolar). 2007 yılında bu payın binde 8 ve 1,7
trilyon dolar olduğu dikkate alındığında (2) ülkenin son 12 yıllık süreçte
(adaletsiz dağılımı bir kenara bırakın) bir bütün olarak zenginleşmediğini,
aksine yoksullaştığını söylemek gerekiyor.
Ayrıca ülkenin nüfusu 83 milyonu aştı. 8,6 milyon
nüfuslu İsviçre’deki toplam servet ise 3,9 trilyon dolar (küresel servetteki payı
yüzde 1,1). 38 milyon nüfuslu Polonya’da 1,8 trilyon dolar (payı binde 5).
Nüfusu 17,2 milyona yaklaşan Hollanda’nın toplam serveti ise 3,7 trilyon dolar
(payı yüzde 1).
Öte yandan, ülke bir bütün olarak (sanıldığı gibi)
zenginleşmese de, içimizden bazıları (özellikle de inşaat rantı ve silah sanayi
üzerinden sağlanan kârlarla) inanılmaz servetlere sahip oldular. Nitekim bir
uluslararası rapora göre İstanbul, serveti 500 milyon doları aşan zengin
sayısında dünya kentleri arasında birinci sırada yer alıyor. (3) Geri kalan
çoğunluğun yoksulluğu ise artarak sürüyor.
Gelir dağılımı adaletsizliğinin boyutları ise çok daha
çarpıcı. Ülkede tepedeki en zengin yüzde 1’in milli gelirden aldığı pay yüzde
23,4; en zengin yüzde 10’un payı yüzde 54. Buna karşılık en alttaki en yoksul
yüzde 50’nin payı sadece 14,6. (4)
AŞIRI
ÇALIŞMA AŞIRI MUTSUZLUK GETİRİYOR
Manipülasyonlara rağmen iki haneli oranda takılı kalan
işsizliğin yanı sıra ülke OECD ülkeleri arasında haftalık 50,2 saatlik bir
çalışma süresiyle en işçilerinin en uzun süre çalıştıkları bir ülke konumunu
sürdürüyor. Üstelik işçiler böyle uzun saat ve güvenliksiz ve güvencesiz
çalışmanın karşılığında sadece net 350 avro civarında asgari ücret
alabiliyorlar. Sigortasız çalışan işçi sayısı ise resmi verilere göre 10
milyonu aşıyor.
Diğer yandan, Dünya Mutluluk Raporu (2019) ve OECD
verilerinden derlenen bir çalışma (5) uzun saat çalışmanın işçilerin ve
ailelerinin mutsuzluğunu ciddi biçimde artırdığını ortaya koyuyor.
Buna göre; OECD ülkelerinin en mutlu insanları diğer
ülkelere göre en az saat çalışan insanları. Bu bağlamda ilk üç sırada yer alan
ülkeler olan Finlandiya’da yılda 1,556 saat; Danimarka’da 1,406 saat ve
Norveç’te 1,422 saat çalışıyor (OECD ortalamasının 123 saat- 276 saat altında
çalışılıyor).
Buna karşılık en mutsuz işçilerinin (endişe, üzüntü ve
kızgınlık belirtileri gösteren) yaşadıkları ülkeler olan Yunanistan’da yılda
1,946 saat; Türkiye’de 1,832 saat (OECD ortalamasının 150 saat üstünde
çalışılıyor) ve Portekiz’de 1,722 saat çalışılıyor.
En mutlu 3 ülkede yolsuzluk oranının çok düşük, sosyal
güvenlik ağının güçlü olduğu; buna karşılık en mutsuz Yunanistan’da ekonomik
zorlukların ön planda olduğu açık. Türkiye’de ise hem (uzun saat ve düşük
ücretli çalışma, hayat pahalılığı gibi) ekonomik, hem sosyal, hem de politik
sıkıntılar insanların mutsuzluğuna neden oluyor.
SINIF
ATLAMAK ARTIK SADECE BİR HAYAL
Zenginler Kulübü’nün (Dünya Ekonomik Forumu) bir
raporu ise emekçi çocuklarının sınıf atlama hayalini bütünüyle ortadan kaldıran
tespitlerle dolu.
Küresel Sosyal Mobilite Raporu adlı bu raporda (6) 82
ülke sosyal mobilite açısından karşılaştırıyor. Bu kavram çocukların
ebeveynlerinden daha iyi bir geleceğe sahip olmalarını sağlayan bir
sosyo-ekonomik değişim biçiminde tanımlanıyor.
Buna göre eğer çocuklar mevcut kötü ekonomik ve sosyal
statülerine mahkûm bir hayat sürdürürlerse bu durumda sosyal mobilite çok zayıf
olarak değerlendiriliyor. Kavram beş faktörü esas alıyor: Sağlık, eğitim,
teknolojiye erişim, istihdam fırsatı ve sosyal korumanın varlığı.
Ancak bu kavram toptancı bir yaklaşımdan üretilmiş bir
kavram. Çünkü kadınlar ve diğer kimlikler, farklı etnik gruplar açısından
konuyu ele almıyor. Oysa bu yapılsaydı ülkelerdeki kadınların, baskılanmış
kimlik ve etnik grupların sosyal mobilite açısından diğerlerine göre çok daha
kötü bir durumda olduğu görülebilirdi.
Bu eksikliğine rağmen rapor ülkeler arasındaki
farklılıkları ortaya koyması açısından son derece önemli. Öyle ki en yüksek
sosyal mobiliteye sahip İlk 4 ülke (83 /100 puan üzerindekiler) sırasıyla:
Danimarka, Norveç, Finlandiya ve İsveç gibi İskandinav ülkeleri.
Türkiye ise 82 ülke arasında 64. Sırada (51,3 /100
puan) yer alabiliyor. Suudi Arabistan, Ekvator Ermenistan, Meksika ve Tunus
gibi ülkeler Türkiye’den daha iyi bir sosyal mobilite performansı
sergiliyorlar.
Sosyal mobilitenin düşük olduğu ülkelerde ücret
düzeyleri çok düşük olduğu gibi, ülke yurttaşlarına yeterli sosyal koruma ve
yeterli eğitim imkanı sağlanmıyor. Bunun sonucunda; güvencesiz ve güvensiz bir
yaşam, kimlik ve onur kaybı ortaya çıkıyor, sosyal doku zayıflıyor, kurumlara,
siyasal partilere, siyasal sürece güven duyulmuyor. (7)
KURTULUŞ
YOK TEK BAŞINA!
Raporda asıl çarpıcı olansa en gelişmiş ülkelerde dahi
sınıf atlamanın neredeyse imkânsız hale gelmiş olması. Çünkü Danimarka’da düşük
gelirli bir sosyal kesimden orta gelirliye yükselme en az 2 kuşak alırken, bu
sayı Brezilya ve Türkiye’de 9’a çıkıyor.
Yani Türkiye’de (eşitsizliklerin bu haliyle kalması
durumunda dahi) yoksulların bir üst sınıfa (orta sınıfa) yükselebilmesi için en
az 90 yıl gerekiyor. Bu öngörü bile iyimser çünkü gelir ve servet dağılımı
adaletsizliği sabit kalmadığı gibi, aksine giderek artıyor. İlave olarak sadece
ekonomik değil, sosyal ve politik adaletsizlikler de giderek artıyor.
Durumun böyle devam etmesi halinde bırakın sınıf
atlamayı ve zenginleşmeyi, mevcut yaşam standardını bile koruyabilmek imkânsız
hale gelecektir. Kısacası dünya zenginler kulübünün raporu dahi tek başına
kurtuluşun söz konusu olmadığını gösteriyor.
SORUMLU
KİM YA DA KİMLER?
Gezegeni ve dünyayı cehenneme çeviren sadece
kapitalizm midir? Ya da klasik bir deyimle “bütün bu olumsuzluklardan hepimiz
kolektif olarak mı sorumluyuz?”
“Kolektif sorumluluk” kavramının her yerde
kullanılması doğru değil çünkü sistemin öznelerinin sorumluluğunu ya da
kusurunu gizlemeye hizmet ediyor. Bu olumsuzluklardan bir bütün olarak
kapitalist sistem (üretim ve bölüşüm tarzı, devlet gibi) sorumlu olduğu kadar,
sistemin özneleri sermayedarlar, egemenler, yönetenler, siyasetçiler de, kısaca
muktedirler de sorumlu.
Çünkü açgözlülüğün sonu yok. Bu bir muktedir, seçkinci
zengin hastalığı. Hep daha fazla zengin ve daha fazla güç sahibi olmak
isterler, hiçbir zaman mevcutla yetinmezler. Sosyal piramidin en altındakiler
ve ortasındakiler seslerini duyuramazsa ve toplum sadece seçkinci muktedirlerin
açgözlülüklerine hizmet etmek için varsa, eşitsizlik düzeyi daha da büyür,
sosyal doku paramparça olur ve toplum kendi kendini yok eder. Sonuçta sosyal ve
politik parçalanma kaçınılmaz hale gelir.
TEŞHİR
YETERLİ DEĞİL, DİRENÇ VE MÜCADELE GEREKİYOR
Özcesi 21.Yüzyılda (200 yaşını aşan sanayi ve finans
kapitalizmi çağında) gezegen, insanlık, dünya ve ülke çok ciddi sorunlarla
karşı karşıya.
Öncelikle işçi sınıfı başta olmak üzere, emekçi sınıf
ve katmanların yoksulluğu, işsizliği artıyor, yaşam düzeyleri kötüleşiyor.
Çünkü emek sömürüsü sistematik bir biçimde sürüyor ve gelir bölüşümü
adaletsizliği tarihte görülmemiş ölçüde arttı.
İkinci olarak toplumsal cinsiyet eşitsizliği büyüyor.
Eve kapatılan, ev içi üretimlerinin karşılığı ödenmeyen, cinayetlere,
ayrımcılığa, tacizlere uğrayan kadınlar bu yüzyılın modern kölelerine
dönüştürülüyor.
Üçüncü olarak, farklı kimlikler, etnisiteler, inançlar
üzerindeki baskılar daha da arttı, bu kimlikler egemenlerce, birbirlerine karşı
olarak da kullanılıyor.
Dördüncü olarak, militarizm arttı ve paralelinde
bölgesel savaşlar yoğunlaştı. Bununla birlikte görülmemiş ölçüde bir mülteci,
sığınmacı sorunu ve bunun da körüklediği ırkçılık artışı yaşanıyor.
Son olarak, kapitalizmin demokrasi ile evliliğini
askıya aldığı görülüyor. Giderek despotik, otoriter, pro-faşist yönetimler
işbaşına geliyorlar. Bunun sonucunda demokratik hak ve özgürlükler ortadan
kaldırılıyor.
YENİ
BİR HİKÂYEMİZ OLMALI
Kuşkusuz tüm bu kötülükleri, toplumsal çöküş ve parçalanmayı
olduğu kadar, bu kötülüklerin içinde yeşerdiği kapitalist-emperyalist sistemi
de teşhir etmek gerekiyor.
Ancak tek başına teşhir yetmiyor. Ona karşı bilinçli
bir mücadeleyi ve direnişi de örgütlemek gerekiyor. Yani teşhir ve mücadele
eşanlı, bir arada olmak zorunda. Ne tek başına teşhir etmek yeterli, ne de
yeterli bir teşhir olmadan mücadeleye girişmek.
Eğer sözünü ettiğimiz toplumsal çöküş ya da
parçalanma, kötü değil de iyi yönde bir çözüme kavuşturulacaksa bunun için yeni
bir hikâyeye ihtiyacımız olduğu açık.
Çünkü gün, eskinin çöktüğü ve önümüze tarihsel bir
fırsatın geçtiği gün aynı zamanda. Bu “artık bizim zamanımızın geldiği” demek.
Mevcudun çöküşünden yeni bir dünyanın yaratılabilmesi ancak söylenecek doğru
bir hikâyenin varlığıyla mümkün. (8)
Öte yandan yeni bir hikâyemiz yoksa eskisini etkisiz
kılamayız. Eskisi ne kadar kötü olursa olsun, onu ne denli teşhir edersek
edelim, yerine yenisini koymadan onu yok edemeyiz. Meydan okuma sadece ve
sadece yerine yenisini koyduğumuzda gerçekleşir.
TEMASI,
DEĞERLERİ BELLİ, BASİT BİR HİKÂYE
Yeni hikâyemiz son derece sade, basit bir hikâye
olmalı. Bu hikâyenin ana teması şu olmalı: “Yaşadıklarımız kaderimiz değildir,
yeni bir dünya yaratmak ve buna uygun yeni bir toplum kurmak mümkün ve
gereklidir”. Yani sınıfsız, sömürüsüz, ezen ve ezilenlerin olmadığı bir toplum
ütopyası.
Bu temanın (geliştirilmeye açık olarak) temel
değerleri ya da ilkeleri ise şunlar olabilir: Emekten yana, doğa dostu, kadını
güçlendirici ve özgürleştirici, farklı kimlikler, etnisiteler ve inanç
gruplarının haklarına ve özgürlüklerine saygılı, barıştan yana ve
çoğulcu-demokratik.
Ekonomik ve sosyal kalkınma ve gelişme stratejileri de
bu temaya ve değer ve ilkelere uygun olarak tasarlanmalı. Yani nasıl bir toplum
ve dünya istiyorsak ona uygun bir gelişim stratejisi kurgulanmalı.
Bu kurgunun toplumun çeşitli kesimlerle buluşturulması
ise bunun üzerine anlatılacak yeni hikâye ya da hikâyelerle mümkün olabilir. Bu
hikâyenin dili kolay anlaşılır, pozitif ve esin verici, cesaretlendirici,
umutlandırıcı olmalı. Kısa ve öz ve tekrarlanabilir olmalı, akılda kolayca
tutulabilmeli. İçsel tutarlılığı olmalı. Bu toplumun en başta tüm ezilenlerini
içeren bir hikâye olmalı ve başından sona kadar gelişmeyi, ilerlemeyi,
kurtuluşu anlatmalı.
Bu yolda William Morris’in “Hiçbir Yerden Haberler”
adlı romanını ya da Yaşar Kemal’in “İnce Memed” adlı romanını tekrar okumak iyi
bir fikir olabilir.
ENTELEKTÜELİN
İYİMSERLİĞİ
Bu hikâyeye özellikle de entelektüeller inanmalı. Olin
Wright’ın dediği gibi şimdi bunun da zamanı:
“Bir
zamanlar Gramsci sosyal adalet mücadelesinin entelektüelin karamsarlığını, buna
karşılık iradenin iyimserliğini gerektirdiğini ileri sürmüştü. Bugünün
dünyasında entelektüelin de iyimserliğine ihtiyacımız var. Bu iyimserlik
özgürleştiren seçenekler için reel potansiyelimizin anlaşılmasına ve sosyal
dönüşüm için gerekli pratik stratejilerin oluşturulmasına yardımcı olur.” (9)
Bugünü tanımlayan ve geleceğe yön veren hikâyelerimiz
yoksa umut da yoktur. Kaçınılmaz olarak, politik yenilgimiz; hayal etme, yeni
hikâye yaratma konusundaki başarısızlığımızdan kaynaklanır.
Çünkü teorik olarak ne denli güçlü ya da bilimsel
olursa olsun, insanlar eğer bu söylenenin arkasında iyi bir hikâye varsa ve bu
hikâye yeterince sıklıkla anlatılıyorsa ona inanmayı sürdürürler. Bilimsel
verilerle ve gerçeklerle yalanları her zaman etkisiz kılmak mümkün değildir.
Hatta insanlar anlamsız bir biçimde daha da kemikleşmiş olarak iktidar
sahiplerinin anlattıkları hikâyelere inanmayı sürdürebilirler. (10)
“DÜN
DÜNDE KALDI CANCAĞIZIM, BUGÜN YENİ ŞEYLER SÖYLEMEK LAZIM” ( MEVLANA)
Mikro alanlarda bu hikâyeler her yanlış hikâyenin
karşısına doğrusunu çıkartmakla yazılabilir. Örneğin, “yerli ve milli otomobil”
projesi söylemine sadece gerçek anlamda yerli ve milli olmadığı için karşı
çıkmak, bunu teşhir etmek buna verilen desteği ortadan kaldırmaz, hatta
sorgulamaktan uzak kitlelerin buna daha fazla sahip çıkmasıyla sonuçlanabilir.
Buna karşı bizim doğa ile uyumlu, istihdam yaratan,
eşitsizlikleri azaltan, insanlara boş zaman bırakan tamamıyla ücretsiz kamusal
toplu ulaştırma sistemi kurmak gibi bir hikâyemiz olmalı ve bu hikâyeyi bıkıp
usanmadan anlatmalıyız.
Özcesi pozitif ve öneriler içeren yeni bir hikâyemiz
olmalı. Bu karşıtlık biçiminde ya da reaktif (tepkisel) olmamalı. Eğer böyle
bir hikâyemiz yoksa hiçbir şey değişmez. Makro düzeyde “yeni bir yaşamı ve
bunun ekonomisini ve siyasetini” anlatan yeni bir hikâye değişim ve dönüşümün
başlangıç adımı olabilir.
DİP
NOTLAR:
(1) “All the worlds wealth in one visual”,
https://howmuch.net (17 January 2020).
(2) Mustafa Durmuş, Kriz Darbe Savaş Kıskacında
Türkiye Ekonomisi, İmge Yayınevi, 2018, s. 149.
(3) World Ultra Wealth Report 2019’dan aktaran
https://haber.sol.org.tr/…/istanbul-dunyanin-en-fazla-super… (3 Ekim 2019).
(4) World Inequality Database 2018 (erişim tarihi: 25
Kasım 2019).
(5) Marcus Lu, “Can a Shorter Workweek Make People
Happier?”, https://www.visualcapitalist.com (14 February 2020).
(6) World Economic Forum, The Global Social Mobility
Report 2020, Quality, Opportunity and a New Economic Imperative, http://www3.weforum.org/d…/Global_Social_Mobility_Report.pdf
(January 2020).
(7) Agr.
(8) George Monbiot, Out of the Wreckage-A New politics
for anage of crisis, Verso, 2017, s. 1-6.
(9) “Erik Olin Wright has contributed to making
utopias real”, economicsociology.org (13 November 2019).
(10) Monbiot, agk.
Bu Mayo Clinic'ten genel bir mesajdır ve böbrek satın almakla ilgileniyoruz, eğer bir böbrek satmak istiyorsanız, lütfen aşağıdaki e-posta adresimizden doğrudan bizimle iletişime geçin.
YanıtlaSilmayocareclinic@gmail.com
Not: Bu güvenli bir işlemdir ve güvenliğiniz garanti edilir.
Daha fazla bilgi için lütfen bize bir e-posta mesajı gönderin.