İşçi sınıfını iktisat kitaplarına
sokan bir bilim insanını daha kaybettik
Mustafa Durmuş
13 Ekim 2020
Kaliforniya Devlet Üniversitesi’nde 40 yıldan fazla öğretim üyeliği yapmış olan Prof. Dr. Michael A. Perelman, 21 Eylül 2020’de, 80 yaşında Kaliforniya’da hayata veda etti.
Perelman doktorasını tarım ekonomisi üzerine yapmış
olsa da, asıl alanı iktisat tarihiydi. İleri Ekonomistler Ağı’nın (Pen-1)
onlarca yıl kolaylaştırıcılığını da yaptı, 19 kitap, çok sayıda makale yazdı, kitaplarından
ikisi Monthly Review yayınlarından çıktı. Ayrıca tüm dünyada muhtelif ekonomi
panellerinde konuşmalar yaptı. Perelman öğrenmeyi, yazmayı, öğretmeyi çok seven
bir bilim insanı olarak tarif ediliyor.
Arkadaşlarından Prof. M. Yates onu “radikal bir
bilinci olan, ancak son derece yumuşak ve kapsayıcı bir üsluba sahip biri”
olarak tanımlıyor.
Geride çok sevdiği karısı Blanche, kızı Jessica,
kardeşi Dale ve binlerce kendini seven ve özleyecek olan öğrenci bıraktı.
Huzur içinde uyusun…
“Kapitalizmin
Gizli Kelepçeleri”
Ben Prof. Perelman’ı “Kapitalizmin Görünmeyen
Kelepçeleri” (The Invisible Handcuffs of Capitalism, 2011) adlı kitabı aracılığıyla
tanıdım. Sosyal ve ekonomik meselelere olan eleştirel yaklaşımı ve iktisadi
doktrinler tarihi konusundaki derin bilgisi beni çok etkiledi.
Kitaplarında
işçileri görünür kılan bir iktisatçı
Perelman’ın bende yarattığı asıl etki onun
kitaplarında işçi sınıfını görünür kılma çabasıdır. Kapitalizmin Görünmeyen
Kelepçeleri adlı kitabının “Nesneler olarak işçiler” bölümünde şunları söyler:
“İşçi dünyasına ilgisizlik popüler kültürün önemli
bir parçası haline getirildi. Tipik bir gazete iş âlemine ve borsalara
sayfalarca yer ayırırken işçilere satırlık yer vermiyor. Bu durum kârlarını
işçileri daha ağır koşullarda çalıştırarak daha da artıranlar açısından oldukça
anlamlı bir durumdur. Onların derdi emtiayı en ucuz maliyetle üretmek
olduğundan bunun sonuçlarının ne olacağını düşünmezler”.
“Zorlamanın iktisat teorisinde yeri olmaz” diye
bilinir. İktisat emek gücü piyasasını tamamıyla gönüllü anlaşmalar olarak
tanımladığından işçilerin daha işin başında uğradıkları travmalarla ilgilenmez.
Gerçekte, bazı yasal kısıtlamalar olsa da, bir işçi işyerine ayak bastığı anda
işveren onu despotik gücü ile ezmeye başlar.
İktisatçılara göre istihdam edilen işçi sadece bir
işçidir, yani jenerik ürün faktörünün sadece bir parçasıdır, sermaye ya da
toprak gibi soyut bir kategoridir. Soyut olan hiçbir şey de ölçülemez”.
İşkence
aleti işlevi gören piyasalar
Perelman kapitalizmde sermayenin, piyasaların işçi
sınıfı üzerindeki etkilerini antik Yunan’daki “Procrustes” veya “Kasnak” adı
verilen bir işkence aleti metaforu iler anlatır:
“Farklı bir teoloji düşünün – bir antik Yunan
efsanesi. Damastes adında bir eşkıya Attica’da ki Eleusis yakınlarında terör
estiriyordu. İnsanlar ona Procrustes veya “Kasnak” adını vermişlerdi çünkü
eline düşen gafil yolcuları geceyi demir bir yatakta geçirmeye mecbur
bırakıyordu. Kısa boyluları yatağa sığmaları için gerdirerek, uzun boyluları
yine yatağa sığdırmak için uzuvlarını kesmek suretiyle misafirlerini sadistçe
öldürüyordu. Söylendiğine göre sadizmi bölgeyi bir çöle çevirmişti. Sonuçta Atina
Kralı olan Theseus onu yakaladı ve aynı muameleyi ona uygulayarak Procrustes’in
estirdiği terörü sona erdirdi.
Mitolojik referansların ekonomi ile ilgili bir
kitapta yeri olup olmadığı tartışılabilir, ancak ekonomi dili o kadar sapkın
bir hale geldi ki, onu alışık olunmayan bir bağlamda yeni bir çerçeveye
oturtmak gerekiyor. Nihayetinde Taylor’un “sistem her şeyden önce gelmelidir”
deyimi, insanların modern ekonominin talimatlarına uymaları gerektiğini söylüyor.
Aslına bakılırsa, Taylor bu sözleriyle Procrustean yataktaki vidaları daha da sıkıyor.
Radikal biri olmayan Alman sosyolog Max Weber de: “ Piyasa insanların dâhil olabileceği
gündelik hayatın en gayri şahsi ilişkisidir” gözlemiyle Procrustean dünyanın
katı ruhunu net bir şekilde yakalamıştı”.
“Beşeri
Sermaye” kavramının yanlışlığı
Perelman’ın bir diğer eleştirisi “beşeri sermaye”
kavramı ile ilgilidir. Kitabında bu konuda şunları söyler:
“Beşeri sermaye terimi insan varlığını cansız
nesnelerle birleştiren bir terimdir. Ana akım iktisat beşeri sermayeyi
ekonomideki ajanların gelir yaratmaya dönük üretken kapasiteleri olarak
tanımlar. Ancak bu tanım işçilerin yaşam ve çalışma koşullarını içermez. Bu
nedenle de okullarda aldıkları eğitimin süresi ile ilişkilendirerek ölçüm yapar.
Eğitim alamayan, ağır işlerde ve düşük ücretlerle
çalışanların mevcut durumları bu kavram ile meşrulaştırılır. Eğitimin ırka,
cinse ve sınıfsal konumlara göre nasıl değiştiği gerçeği de unutulur. Bu kavram
işçiyi insanlık halinden çıkartıp, işyerinde cansız, sabit bir sermaye malı
konumuna indirger. Oysa bir insan olarak işçi, sadece pasif, aldığı emirleri
uygulayan bir araç değildir. İşçiler kapasiteleri, arzuları, umutları olan
varlıklardır.
Diğer yandan beşeri sermaye kavramı insanı diğer
sermaye biçimlerine indirger. Yani insan varoluşunun diğer kısımları da sermaye
biçimlerine indirgenir. Günümüzde 16 tür sermaye kavramından söz edilir:
Entelektüel, dini, doğal, dijital, psikolojik, politik, aile, bilgi vb. Bu
durum Thatcher’in “piyasalardan başka alternatif yoktur” demek olan TINA’sı ile
ilişkilidir. Yani ona göre piyasa mantığına uygun düşmeyen hiçbir şey anlamlı
değildir”.
“X-
Etkinliği”
Son olarak “X- Etkinliği” kavramıyla ilk kez onun
kitabı aracılığıyla tanıştım. Paretocu Etkinlik kavramı dışında iktisadi
etkinliği mikro düzeyde ele alan bu kavramın ilk kez Liebenstein tarafından 1960’lı
yıllarda kullanıldığını onun kitabından öğrendim.
Liebenstein’e göre iktisatçılar işletmelerin
performanslarının ardındaki güçleri ortaya çıkarmalıydı, ancak kullandıkları
ekonomik modeller bunu sağlayamıyordu. Bu nedenle de düşüncelerini bir ekonomik
model ile değil, Tolstoy’un “Savaş ve Barış”ında yer alan bir kavrama dayanarak
açıkladı: “X Faktörü”.
Tolstoy “birbirinin aynı olan iki ordunun bir biri
ile savaşı halinde birinin kazanmasına imkân veren şeyin onun manevi bir ‘X-
Faktörü’ne sahip olmasıdır” diye açıklar. Bu kavramın günümüzde “rekabet”
kavramına karşılık geldiğinin altını çizer”.
Perelman X Etkinliği kavramsallaştırması altında işletmeler
arasındaki rekabetin bir fetiş haline getirildiğini söyleyerek bunu eleştirir.
Perelman’ın kitabında yer alan bir diğer değerli
bilgi Liebenstein iktisatçı Harberger’in monopol teorisine yaptığı eleştiridir.
Buna göre monopoller ana akımda iddia edilenin aksine verimlilik, etkinlik
kaybına neden oluyor ve toplumsal refahın azalmasıyla sonuçlanıyor.
Perelman kitabında bu eleştirileri yüzünden
Liebenstein’in, ana akımdan uzaklaşmaya çalışanları tehdit eden sağcı iktisatçı
George Stigler’in kışkırtmasıyla üniversiteden istifa etmek durumunda kaldığını
şu cümlelerle anlatır:
“Liebenstein’ın kendisi bir muhalif değildi. Ama
istemeyerek de olsa her şeyi basit denklemlere indirgeyen geleneksel
iktisatçıların işini zorlaştırmak gibi bir yanlışı da yapmıştı. Aynı zamanda,
yine istemeyerek de olsa, işçilerin yaşam ve çalışma koşullarının sorgulanmasının
da kapısını aralamıştı. 1960’da üniversitede yaşanan karmaşaya dayanamadı ve
istifa etti”.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder